Peygamberimizin vefatından sonra, 800 lü yıllarda ortaya çıkmaya başlayan klasik tefsircilerle, Yahudi ve Hristiyan inançlarının ve mitolojik kaynaklarının etkisinden kurtulamayan yazarların toplayıp oluşturduğu uydurulmuş hadis ve rivayetlerle birçok kavramda olduğu gibi melek kavramı da, Müslümanlara çok yanlış ve Kur’an dışı inançlarla aktarılan bir konu olmuştur. Buna istinaden halk kültüründe yerleşmiş olan melek inancı, tıpkı Yahudi ve Hristiyan din adamlarının hayali ve uydurma olarak yazdıkları hikâyelere dayalı olarak bize de aynen aktarılmıştır. Bu yanlış kavramla bağlantılı olarak da ardından Kur'an vahyinin Cebrail meleği tarafından indirilmesi, Peygamberin Cebrail ile mukabele etmesi, Peygamberin miraca çıkışı, şiir ile mevlit okuma gibi gelenekler ve bir çok bidat, hurafe ile yanlış inanç ve uygulamalar Müslümanların hayatına din diye girmiştir. Halk kültüründe Melek denince, nasıl bir şey olduğu bilinmemekte, çoğunlukla akıllara nurdan yaratılan, Allah’ın emirlerine harfiyen itaat eden, Kâinatın, Evrenin yönetilmesindeki işlerini yerine getiren, günahsız olduklarından dolayı kanatlı çocuklar veya kadınlar şeklinde tahayyül edilen, farklı isimlerde çeşitli görevleri olan, zaman zaman beyaz elbiseli insan görünümüne de bürünüp konuşabilen, insan gibi namaz kılıp ibadet eden, fakat bizim gözle göremediğimiz varlıklar olarak bilinmektedir.
Zuhruf Sûresinin 19. ayetinde ; " Onlar Rahman'ın kullarının ta kendisi olan melekleri / hizmetinde enerji ve enerji değişimleri olan doğa güçlerini de dişi saydılar. Onlar onların oluşturuluşuna tanık mı oldular ? Onların tanıklıkları yazılacak ve onlar sorguya çekileceklerdir. " ifadeleriyle bildirildiği gibi, aslında Allah'ın oluşturduğu enerji ve enerji değişimlerine bağlı olarak Fizik, Kimya, Biyoloji gibi bir çok kanunla yürüyen doğa güçleri olduğu halde, Mekke müşrikleri de gerçek kavramından farklı ve yanlış olarak melekleri dişi yapıda metafizik / Fizik ötesi görünmeyen varlıklar olarak kabul etmiş, Allah'ın kızları olduğuna inanmışlar, onların Lat, Uzza, Menat, Hubel dedikleri isimlerle Allah'a yaklaştırsın diye aracı yaptıkları tahta ve taştan putlarını, mabetlerinde Allah'a ortak yaparak tapmışlardır. Bu inançlarına bağlı olarak da peygamberi küçümsemek ve reddetmek amacıyla Enam Sûresinin 8 - 9. ayetlerinde " Ve onlar, " Bu Peygambere bir melek indirilseydi ya ! " dediler. Eğer Biz bir melek indirmiş olsaydık, iş, kesinlikle bitirilmiş olurdu. Sonra da kendilerine göz bile açtırılmazdı. 9 : Eğer Biz, Peygamberi bir melek yapsaydık, yine de onu bir adam şeklinde yapardık ve onlar yine düştükleri kuşkuya düşerlerdi. " ifadeleriyle Arapların zanla yanlış olarak inandıkları melek konusundaki talepleri ve meleğin insan gibi bir varlık olmadığı dile getirilmektedir.
Klasik ve gelenekçi müfessirlerin oluşturduğu kitaplarda, uydurma hadis ve rivayet toplayıcıları olan Buhari ve öğrencileri diğer imamların, ulemanın birlikte oluşturdukları Kütübi Sitte denilen eserlerinde, binlerce hadis ve rivayetle anlatılanlara dayalı olarak halk kültürü inancında, Cebrail, Mikail, Azrail ve İsrafil isimlerinde dört büyük melek vardır denilmekte, bunların dışında sorgu meleklerinin, kâtip meleklerinin, arşı taşıyan sekiz meleğin, göz kapaklarını dahi kırpmadan sürekli Allah'ı tesbih eden, insanlar gibi namaz kılan, konuşan meleklerin varlığına inanılmaktadır. İncelenecek olursa bu inançlar, Hristiyanlık, Yahudilik ve onun öncesinde Mısır, Hint ve Yunan Mitolojilerindeki çok Tanrılı inançlara kadar dayanır. Bugün hala Melek konusundaki bütün bu görev ve yetki paylaşımıyla bilinen çok tanrıcı inançların etkileşimi sonucu ortaya çıkmış melek kavramı, Kur’anın bize anlattığı Melek kavramından çok farklı ve gerçek dışı olan yanlış inançlardır. Bu Mitolojilerde, insanların korunması, yaratılması, yargılanması, ölümü, cezalandırılması, yeryüzüne yağmurun, bereketin gönderilmesi gibi bütün olaylar ve işler, değişik isimdeki ölümsüz Tanrılara paylaştırıldığı gibi, şimdi de bizde aslında Allah’a ortak koşma anlayışından pek farklı olmayan, ama biraz hafifletilerek yerine değişik isimdeki ontolojik ve metafizik / fizik ötesi varlıklar olduğu zannedilen melekler konularak, küfür ve şirk ile, sadece Allah'ın Kendisine ait olan bütün tasarruflarına ortaklar ihdas edilmekte, görev paylaşımı ile bizim gibi üç boyutlu nesnel yapıya dönüşebilen ve görünmeyen varlıklar olarak düşünülen aracı meleklere vekâlet aktarılmaktadır.
Yahudilik ve Hristiyanlık inançlarında da birbirine yakın olarak İbranicede ismi “ Mal’ akh “ olan melek ve isimleri Mikail, Gabriel, Rafael, Uriel, Malah Hamavat ( ölüm meleği ) olan beş melek inancı bulunur. Bunlar, onlara göre Tanrı tarafından belirli görevi yerine getirmek için nurdan yaratılan, kanatlı günahsız varlıklardır. Görevleri gereği bazen insanların görünümüne girerler. Bu inanca bağlı olarak tahrif edilmiş ve uydurulmuş Tevrat Tekvin / Yaratılış I. 32 Bab'da “ Yakub yoluna devam ederken Tanrının melekleriyle karşılaştı “ denilmektedir. Cinsiyetleri olmaz, yemez içmez, Tanrının hizmetçileri olup doğa üstü göksel varlıklardır. İncil'de onlara görevli ruhlar denir. “ Mal’ akh “ sözcüğü İbranicede elçi, haberci anlamına gelir. Kutsal Kanonik ve Apokrif İncil anlatımlarında, Melekler Tanrıyı överler, tapınırlar, duaların cevaplanmasında aracılık ederler, koruyucudurlar, Tanrının manevi ordusunun savaşçılarıdırlar. Mikail baş melektir. Tanrının benzerliğinde anlamına gelir. Tanrının ordusunun baş komutanıdır. İsa Mesih’in kilisesinin koruyucusu ve savunucusudur. Mesih’in diriliş müjdesini veren meleklerin de Mikail ve Gabriel olduğuna inanılır. Mikail aynı zamanda Yahudilerin de koruyucusu bir kraldır. O’nun çok yumuşak huylu ve yardımsever olduğuna, yağmuru bereketi getirdiğine inanırlar.
Müslümanlığın ilk yıllarında, iletişimin, ulaşımın çok kısıtlı ve yetersiz, masal ve hurafe anlatımlarının yaygın olduğu, tarih bilgilerinden yoksun olunduğu, bilim ve teknolojinin adeta olmadığı dönemlerde, aslında her biri de Allah'ın yaratması ve ayetleri olan yer çekimi, manyetik etkileşme, elektro manyetik radyo dalgaları, enerji çeşitleri ve Fizik, Kimya, Biyoloji kanunları, hatta dünyanın yuvarlak olduğu dahi bilinmemektedir. Bu dönemlerde yapılan klasik tefsirlerde, Kur’anın edebi sanatlarla anlatım tekniğinin, müteşabih ayetlerinin mecazi anlatımının inceliklerinin kavranamadığı, düz mantıkla yapılan çeviriler ve yorumlar sonucunda, melek konusundaki inançlar aynen eski inançlarda olduğu gibi Müslümanların inancına da yanlış olarak yerleştirilmiştir. Artık yüzyıllardır yerleşmiş, kökleşmiş olan bu yanlış inançları değiştirmek bugün için pek kolay da olamamaktadır. Zira elbette ki Kur’anda Meleklere imanın şart olduğunu gerektiren, meleklerin işlevini anlatan pek çok ayet bulunmaktadır. Fakat bu konudaki ayetlerle verilmek istenen mesajlar, bilhassa yanlış inançları desteklemek için uydurma rivayetlerle asıl mecrasından saptırılmaktadır. Üstelik düşünme evrimini tamamlayamamış, sorgulamaktan, fikir üretmekten uzak bugünün bir takım sığ düşünceli Akademisyen Prof. unvanlı ünlü ilâhiyatçıları veya din görevlileri bile, gelişen bilim ve teknolojinin dışında kalarak, hala bu yanlış inançların öncülüğünü yapmakta, abone oldukları televizyon ekranlarında Ramazanda oruç tutanların, Kur'an hatmi yapanların, orucunu açmak için sabırla bekleyenlerin etrafını görünmeyen, sanki ontolojik bir insanmış gibi düşünerek binlerce melek kuşatır, köpek giren eve, çıplak yıkanılan banyoya melek girmez diyebilmektedirler. Bu çevrelerce Kur’andaki ayetlerde Cibril, Mikail, Cibril olarak kastedildiği söylenen “ Ruh, Ruhul Kudüs, Ruhul Emin " gibi ifadeler var denilmekte, Meryem’e Cebrail insan kılığında göründü denilen yanlış ayet yorumları yapılmakta, Kur'anı peygamberimize Cebrail öğretti, Peygamberimiz Cebraili asli suretinde de gördü denilmekte, her Ramazan ayında mukabele etti denilerek uydurma pek çok hadis ve rivayetle insanların karşısına çıkılmaktadır.
Eğer Müslüman olduğumuzu söylüyor isek, hepimiz elbette ki gayba ve Kur'an ayetlerine inanmakla yükümlüyüz. Fakat, acaba gerçekten gayb kavramının içine sokulan meleklere iman konusunda bizim inanmamız gerekenler, atalardan gelen halk kültürüyle, gelenekle, klasik dönemlerin ilâhiyatçılarınca uydurma hadis ve rivayetlerle oluşturularak bugünkü önümüze konulmuş olanlar mıdır ? Kur'anda gerçekten bize, hadis ve rivayetlerle önümüze konulmuş olanlar mı anlatılmaktadır ? Meleklere imanı bugünkü ulaşılan bilim ve teknolojinin geldiği noktayı göz önünde bulundurmadan, Allah'ın koyduğu kanun ve kurallara göre tutarsızlıklarla dolu bu klasik tefsirlerde ve rivayetlerde anlatılan absürt / saçma masal ve hurafelere göre mi yaşamalıyız ?
Bütün bunların daha gerçekçi olarak ortaya konulabilmesi için önce aklın, mantığın kullanılması, Kur’an bütünlüğünde bütün anlatım teknik ve sanatının ayrıntılarına dikkat edilmesi, Kur'andaki bazı müteşabih ( birden çok anlamı olan ) ayetlerle ilgili olarak, bugünkü bilimin ve teknolojinin ortaya koyduğu tevilin ( ilk sıradaki karşılığının ne olduğunun ) göz önünde bulundurulması, diğer müteşabih ayetlerin de tevilinin daha doğru yapılabilmesi için, ayetlerin tekrar bilgi, akıl ve ilim süzgecinden geçirilerek, rivayetlerle değil, bizzat Rabbimiz tarafından detaylandırılmış, etraflıca açıklanmış Kur'an ayetleri ile yorumlanması gerekmektedir. Zira Yüce Rabbimiz Allah, Enfal Sûresinin 22. ayetinde “ Şüphesiz, yeryüzünde dolaşan canlıların Allah katında en kötüsü, aklını kullanmayan şu sağırlardır, dilsizlerdir. “ demekte, bir çok ayette aklı, bilimsel çalışmaları ön plana çıkarmaktadır. Her ne kadar klasik tefsirciler yanlış çeviri ile müteşabih ayetleri Allah’tan başka kimse bilemez deseler de aslında, Ali İmran Sûresinin 7. ayetinde müteşabih ayetlerin tevilini ( gerçeğe yakın olan birinci sıradaki karşılığını ) Allah ile birlikte bilimde uzmanlaşmış kişiler bilir denilmektedir. Çünkü mubin ve mufassal / açık ve eksiksiz olan Kur'an, kıyamete kadar varlığını sürdürecek olan evrensel bir kitaptır, Teknoloji ve Bilim, insanoğlunun zekâsı sürekli olarak gelişmektedir, gelişmeye de devam edecektir. Yüce Rabbimiz Allah da fıtri yükleme ve kodlamalarla yarattığı insan oğlunun, sürekli olarak gelişmekte olan aklı, bilgisi ve zekâsı ile Bilimde, Teknolojide ne kadar gelişeceğini, ne kadar ileriye gidebileceğini de bilmektedir.
Biz hemen Kur’an ayetleri ile melek konusunun ayrıntılarına geçmeden önce, gerek eski inançların etkisiyle, gerek klasik tefsircilerin yanlış yorumlarıyla, gerekse de uydurma rivayet ve hadislerin istilasıyla bugünkü toplumumuza narkozlanarak uyutulmak için enjekte edilmiş, belleklerine yerleştirilmiş olan melek konusundaki doğru bilindiği zannedildiği halde, yanlış olan inançlarına, ( Buhari İman 37, Müslim İman 1, Ebu Davut Sünnet 15. ) eserlerinde yer alan uydurma hadislerle ana hatlarıyla bir bakmaya çalışalım.
* Melekler, duyu organlarıyla algılanamayacak bir yapıya sahip oldukları için gayb alemine ait olan varlıklardır. Bunun için de haklarında duyularla değil, ayeti kerimeler ve Peygamberimizin verdiği haberlerle bilgi sahibi oluruz. ( Hiç de öyle değil, bilim ve teknolojinin elde ettiği gözlem ve sonuçlarla, kanıtlarla meleklerin gayb alemine ait değil, bizzat Kur'an ayetlerinin mesajları ile Dünya ve Evren yaşamının sürdürülebilmesi için oluşturulmuş, madde ve enerji değişimlerine bağlı kanunlar, kurallar olduğunu anlayabiliriz. Peygamberimizin adına ilkel dönemin koşullarında sonradan kimlerin uydurduğu da belli ve kesin olmayan hadislerin doğruluğundan da emin olamayız. )
* Meleklere inanmayan kişi, ilgili ayetlerin hükmünü inkâr ettiği için iman etmiş sayılmaz. Esasında meleklere inanmamak, dolaylı olarak vahyi, peygamberi ve getirdiği kitaba inanmamaktır. ( Kur'anın anlattığı gerçek melek kavramından haberleri olmadığı için rivayetlerle uydurulan gerçek dışı melek hikâyelerini kastetmektedirler. Aksine Kur'an ayetlerini saptırarak, doğru yargıya varamayarak insanları yanlışa yönelttiklerinden dolayı kendileri küfür içine girmektedirler.)
* Cinler ve şeytanlar ateşten, melekler nurdan, Hz. Adem topraktan yaratılmışlardır. ( Müslim Zuhd 10 ) ( Canlı ve cansız varlıkları oluşturan, bileşik, molekül, atom ve atom altı parçacıkları, proton, nötron, elektron, yani maddeyi oluşturan yapı taşlarının dışındaki her şey, ateş, ışık, nur, nar da, insanda var olan iyi ya da kötü duygular da, şeytan, Cinn, melek de gözle görülemeyen, elle tutulamayan ancak sonuçlarıyla var olduklarının farkına varılabilen hepsi bir tür enerjidir. Aslında bir tür ısı enerjisi olan havadaki sıcaklığı hissederiz, ama elimizle tutamayız. Yeryüzünde ve Evrende var olan bütün canlı, cansız varlıklar da maddeden yapılmıştır. Gelişen bilimin ve teknolojinin bugün ortaya koyduğu bütün bu bilgilerden yoksun olan gelenekçi Ulemadan, elbette ki bunlardan daha farklı bir yorum beklenemez. Bugün artık bilinmektedir ki Yüce Rabbimiz Allah, Evrende var olan her şeyi Einştain'in de matematiksel olarak formüle ettiği gibi madde ve enerjiden ibaret olan iki kökenden yaratmıştır.)
* Melekler günah işlemezler, öfke, kin, gazap, hırs, haset, kıskanma gibi olumsuz duyulardan uzaktırlar. İnsana ait bütün duyulardan korunmuşlardır. Yemez içmezler, cinsellik gibi fiillerden yoksundurlar. ( Çünkü düşünce ve duyguları olan üç boyutlu nesnel ve hacimsel, biyolojik insan yapısına dönüşemezler, Allah'ın sadece hükmünü yerine getiren ve enerji değişimleri ile ortaya çıkan sıcaklık, genleşme, basınç, kaldırma, çekme, itme, mıknatıslanma, rüzgâr, kinetik, mekanik, potansiyel enerjiler, elektro manyetik dalgalar, radyasyon ve nükleer enerjiler, Fizik, Kimya, Biyoloji ve Uzay kanunları, doğadaki bütün enerji çeşitleri ve güçleridir. )
* Allah’ın emri ve izni ile çeşitli şekillere girebilirler. Asli yapılarında kanatlarının bir ucu yerin yedi kat altında, diğer ucu yedi kat göğün üstündedir. Onlar peygamberler tarafından hem asli ve hem de başka şekilleriyle görülmüşlerdir. Bu cümleden olarak örneğin ; Cebrail meleği, Hz. Meryem’e bir erkek şeklinde görünmüştür. ( Kur'andaki bazı ayetlerin yanlış ve düz mantıkla yapılan yorumlarına dayanarak oluşturulan meleklerin kanatları inancı tamamen zanna dayalı gerçek dışı, akla mantığa aykırı olan uydurmalardır. Ayetler içinde yer alan " kanat " ifadesi Arap kültüründe uzunluk ölçüsüdür. Hem başka hadislerde onların cinsiyeti yok demekte, hem değişik hadislerde erkek insan kılığına sokmaktadırlar. Aslında Meryem'e görünen de onun hamisi, eniştesi Zekeriya peygamberden başkası değildir. Meryem Sûresinin 16. ayeti yanlış yorumlanmıştır. Yedi sözcüğü Kur'anda çokluktan kinaye olarak kullanılır, aslında ne yer kabuğu yedi kattır, ne de bize göre sonsuz büyüklükteki Evrenin gök yüzü yapısı uzay, yedi kat tabakadır. Sitemizdeki " Yedi Kat Gök Masalları " başlıklı yazımızda daha geniş bilgi bulabilirsiniz. )
* İbrahim peygambere oğul müjdesi veren melekler yanına yemek ikramını kabul etmeyen insan şeklinde gelmişlerdir. ( Saffat Sûresinin 99 – 101. ayetleri saptırılıp yanlış yorumlanmıştır. Onlar gerçekte Kur'anda ismi belirtilmeyen peygamberlerdendir ve zaten birer insandırlar. )
* Ayrıca Müslim İman 37. de nakledilen uydurma meşhur Cibril hadisiyle de Peygamberimize Cebrail’in erkek görünümünde insan şeklinde gelerek iman, ihsan ve İslam konularındaki sorgulamalarıyla test ettiği anlatılmaktadır. ( Sanki Allah'ın eğittiği elçisinin belleğini bilmediği, görmediği gibi Allah'a karşı küfre girilen bir inanç ve uydurmalardır. )
* Melekler yerine getirdikleri görevlere göre çeşit çeşittir. Sorgu melekleri vardır, ( Bu kabul ve inanç, namazda günde kırk defa okunup sözleşmenin yapıldığı Fatiha Sûresinin 4. ayetindeki " Maliki Yevmiddiyn " Hesap gününün sahibi olduğunun bildirildiği Allah'ın inkârıdır ve küfürdür. ) kâtip melekler vardır, arşı taşıyan sekiz melek vardır. Dört tane de büyük melek vardır. Hz. Cebrail vahiy meleğidir, ismi Kur’anda üç ayette geçmektedir. Ayrıca Cibril, ayetlerde Ruh, Ruhül Emin, Ruhul Kudüs, Ruhena, Resulün Kerim, Resulü Rabbik, gibi isimlerle de zikredilmektedir, denilmektedir. Hz. İsrafil kıyamet meleğidir, Sura üflemekle görevlidir. Hz. Azrail ölüm meleğidir. Allah, evrendeki tabii olayların yönetimini de Hz. Mikaile vermiştir. Yağmuru yağdıran, rüzgârı oluşturan, bereketi getiren, bu melektir. Çok yumuşak ve sevimli bir melektir.
Bu inançlar çerçevesinde sanki Yüce Rabbimiz Allah, Kâinatı, Evreni, bütün oluşumları ve hayatı yönetmek için kanun, ilke, kural ve bütün Sünnetullahı yaratmamış, hayatın ve bütün oluşumların içinde, bize de şah damarımızdan daha yakın değilmiş ve gök yüzünde çok uzaklarda bir taht üzerinde oturuyormuş, oradan oturduğu yerde de Kâinatı seyrediyor ve kâh inerim yeryüzüne kâh çıkarım gök yüzüne türküsünü tutturmuş, adeta " Azrail git şuradan birkaç bin kişinin canını alıver, Mikail git şuraya biraz yağmur yağdır, şuraya da zırnık yok, İsrafil sen de al şu boruyu bekle kıyamet günü çalarsın, Cebrail sen de git şu sözlerimi Muhammed'e bir ulaştırıver " demektedir. Bize göre sonsuz büyüklükteki uzay ve gök yüzünün sekiz meleğin kanatları üzerinde taşındığına varıncaya kadar, maalesef akıldan mantıktan, teknoloji ve bilimden uzak ve Allah'ın yeterince tanınmadığı böyle absürt, saçma, tutarsız melek inançlarının peşinden gidilmektedir.
Buhari 31. Hadisinde : Gece melekleri ile gündüz melekleri sabah ve ikindi namazlarında bir araya gelirler. Allah bu meleklere, “ Kullarım ne yapıyorlar ? “ diye sorar. Melekler “ Onlara vardığımızda namaz kılıyorlardı, ayrıldığımızda da namaz kılıyorlardı. “ derler. ( Mekke müşriklerinden farksız, sanki melekler insanlar gibi yatıp kalkıp namaz kılıyormuş, konuşabiliyormuş, Allah da kullarının ne yaptığını görmüyormuş, onlardan çok uzaktaymış inancıyla, meleklerin ne olduğunun bilinmediği ve Allah'ın gerektiği gibi bütün sıfatlarıyla tanınamadığı, secde kavramının ne olduğunun bilinmediği nasıl da belli olmaktadır. Aslında bu tür inançların ve anlatımların tümü Kur'an ayetlerinin inkârıdır, saptırılmasıdır, küfürdür. )
Rabbani 8 / 5 es Saati el Fethun rivayetinde : Cebrail her şekle girebilir. Peygamber efendimiz onu, bir vahyin başlangıcında Hira’dan Mekke’ye gelirken, diğeri de Miraçtan dönerken Sidretül Müntehada ( Arşın sınırında ) olmak üzere iki defa kendi asli şeklinde görmüştür. ( İmam Rabbani, Kur'anın dışında oluşturulmuş, Fenafillah, Vahdeti Vücut inancındaki Tasavvuf Dininin en ünlü ve müritlerinin de kendisini haşa Allah'ın yanında sevgilisi ve ortağı yerine koydukları Gavslarından, Şeyhlerinden biridir. Allah'ın Kâinatı ve Evreni yönetmek için yarattığı kanun, kural, ölçü ve Sünnetullahı bilmediği için, Melek kavramını da doğru olarak algılayamadığı gibi, müritlerini de bu tür uydurma rivayetlerle kandırabilmiştir. Aynı zamanda Kur'andan ve aklı kullanmaktan yoksun olan müritleri de kendisinin Tayyi mekân ile yer değiştirebilen ve Allah gibi aynı anda farklı yerlerde bulunabilen olduğuna inanmaktadır. )
Tecridi Sarih Tercümesi 9 / 35 rivayetinde : Cebrail bazen de insan kılığına girerek Resülullah'a vahiy getirirdi. Bu durumda çoğu kez yakışıklı ve genç bir sahabe olan Dıhye el Kelbi’nin suretinde görünürdü. ( Çünkü başka bölgeden bir insan olsa olmaz. Kılığına büründüğü kişinin de mutlaka sahabe ve erkek olması gerekir. Ama başka fetvalarda da meleklerin cinsiyeti yoktur derler. )
Tirmizi Menakib 16. Hadisinde : Efendimiz şöyle buyurdular. “ Muhakkak ki benim yer ehlinden Ebu Bekir ( r.a ) ve Ömer ( r.a. ) olmak üzere iki vezirim, gök ehlinden de Cibril ve Mikail olarak iki vezirim vardır.
Bu hadislerle melek konusundaki kabullerin tamamı, Kur'anı ve Allah'ın yaratma kanunlarını bilmemenin, Allah'ı isim ve sıfatları ile tanımamanın yanı sıra, Allah'a ve Peygamberimizin şahsına hakaret ve iftira niteliğindedir. Mülk Sûresinin 13 – 14. ayetlerinde " Ve sözünüzü ister gizleyin, ister onu açığa vurun ; Şüphesiz ki Allah, göğüslerin özünü en iyi bilendir. Oluşturan bilmez mi ? Ve O çokça lütfeden, gizlileri bilendir, her şeyin iç yüzünü, gizli taraflarını da bilendir. " denilen ifadelerine rağmen Allah'ı görmeyen işitmeyen, ancak meleklere sorarak kulunun yaptıklarını öğrenebilen bir yapıya sokarak, O'nu sidreti münteha denilen arşın sınırında tahtta oturan, yaşamın dışına iten bir anlayışın uydurma ürünleridir. Kâinattaki Allah'ın ayetlerini okuyamadıklarından dolayı, Evrendeki düzeni sağlamak ve oluşumları yürütmek için Allah'ın yarattığı kural, kanun ve ilkelerle Sünnetullah'ın ne olduğunu bilmemekte, Melekleri de Allah'ın hükmüne ortak olan metafizik ( Fizik ötesi ) bir varlık olarak kabul etmekte, yazdıkları senaryolarla üç boyutlu maddesel ve biyolojik yapıdaki insanlar gibi düşünüp konuşturmaktadırlar. Bilhassa Tarikat ve Cemaatlerde toplanan insanları da uyuşturmak, ellerinin altında tutabilmek ve sömürmek için bu anlatılanları araç olarak da bir güzel kullanmaktadırlar.
Halbuki Yüce Kitabımız Kur'anda Kehf Sûresinin 26. ayetinde " De ki : “ Allah mağarada ne kadar kaldıklarını en iyi bilendir. Göklerin ve yerin gaybı yalnızca O’nun içindir. O ne güzel görür, O ne güzel işitir. Onlar için O’nun astlarından bir veli / dost, yardım edip, koruyup kollayanı yoktur. Allah Kendi hükmüne kimseyi ortak etmez. " ifadeleriyle geçmişi ve geleceği ( gaybı ) Allah'ın sadece Kendisinin bileceği, her şeyi en iyi gördüğü, en iyi işittiği, Kendi hükmüne hiç bir kimseyi ortak etmeyeceği çok net olarak bildirilmektedir. Kur'andaki İslam'ın temel ilkesi olan Tevhit inancında hiyerarşi, Allah'ın işlerini görecek yardımcıları, vekilleri, aracıları ve elemanları yoktur. Peygamberimizin vefatından neredeyse 1400 yıla yakın bir zaman geçmesine, bilimin ve teknolojinin bu kadar ilerleyip de Kur’anın müteşabih ayetlerinin pek çoğunun anlattıklarının aydınlığa kavuşmasına, ülkemizde bu kadar İlâhiyat öğrenimi görmüş aydın öğretim görevlisi ilâhiyatçıların bulunmasına rağmen, Melek konusundaki klasik ve Kur’an dışı yanlış inançlar, hadis ve rivayetlerin ortaya koyduğu absürt, tutarsız, saçma, Kur'an ayetlerine, Allah'ın yaratma ve yönetme kanunlarına aykırı hikâyeler, hala ayakta durabilmekte ve bu inançlar çerçevesinde Allah’ın zati ve subuti sıfatları nasıl olup da görmemezlikten gelinebilmekte, sorgulanamamakta, Kur’an ayetleri hala nasıl olup da yanlış yorumlanmaya devam edilebilmektedir ki 1400 yıldır Kur'anın gerçek İslam'ının getirilmesi gereken nokta açısından çok hayret verici ve düşündürücüdür.
Bugün Tevhit inancının anlamını ve şuurunu tam kavramamış, Allah'ın Kâinatı, Evreni yönetmedeki hükümlerini, enerjinin ne olduğunu bilmeyen, telefon ve bilgisayarlardaki ses ve görüntü iletişiminin nasıl olduğunu kavrayamayan ve bundan Allah'ın yaratmadaki gücü ve ilmi adına ders çıkaramayan, isminin önünde Prof. unvanı bulunan gelenekçi bazı ilâhiyatçı öğretim görevlileri, hala Melek Kavramını ilkel inançlara göre kabul edip, resim, heykel, çalgı aleti, televizyon, köpek ve başı açık kadın bulunan eve, çıplak yıkanılan banyoya, melek girmez diyebilmekte, Peygamberimizi olmayan Cebrail meleğiyle beraber uzayda dolaştırmakta, miraç diye çok uzakta ulaşılamayan, sadece gökyüzünde oturduğu düşünülen Allah'ın huzuruna çıkartmakta, uydurma hadis ve rivayetlerden vazgeçilememektedir. Her halde asıl sorun, bencillik çıkarlarının ön planda tutulmasıyla, bazı ayetlerde belki de özellikle yapılan yanlış yorumlarla, Allah’ın Sıfatlarının göz önüne alınmadan, Tevhit'in ne olduğunu bilmeden, Ahmed Bin Hambel'in Allah göktedir diye verdiği, dayatıldığı fetvanın da etkisinden kurtulamayarak herhalde, Allah’ın bir kral gibi, Yunan Mitolojilerindeki çok tanrılı inancın başı Zeus gibi düşünülerek, düz mantıkla arşa kurulup bir tahta oturtulduğu inancının kabul edilmesi ile başlamakta, Allah'tan söz edecek olanların ağzında " yukarıda Allah var " ifadesi sakız olmaktadır. Halbuki özellikle Zuhruf Sûresinin 84. ayetinde " Ve O, gökteki ilâh olandır ve yer yüzünde ilâh olandır. " denildiği gibi yine Mücadele Sûresinin 7. ayetinde " Göklerde olan şeyleri ve yeryüzünde olan şeyleri Allah'ın bildiğini görmedin mi ? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde O, kesinlikle dördüncüleridir. Beşte de O, kesinlikle altıncılarıdır. " ifadeleriyle Allah'ın göklerde, yeryüzünde ve her yerde insanların arasında olduğu dile getirilmektedir. Bunun yanı sıra Yüce Rabbimiz Allah, Kur'an ayetleriyle üstelik de bize Arap kültürünün en güzel deyimleri ve edebi sanatın en güzel örnekleriyle Kendisini çok net ve ayrıntılarıyla tanıtmaktadır.
YUNUS 3 : Şüphesiz sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde / evrede oluşturan, sonra arş'a istiva eden / en büyük taht üzerine egemenlik kuran, işi yönetip duran Allah’tır.
FURKAN 59 : O daima diri olan, gökleri, yeryüzünü ve ikisinin arasındakileri altı evrede oluşturan, sonra en büyük taht üzerinde egemenlik kurandır. Yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet edendir. / Rahmandır. Haydi sen bunu çok iyi bilene sor.
Ayetlerde müteşabih olarak belirtilen “ Arş’a istiva etmek “ ifadesi, lafız olarak arşın üzerine kurulmaktır. Fakat mecazen ise, en büyük makama sahip olmak, en büyük gücü elinde bulundurmak, sınırsız, uçsuz bucaksız görünen Kâinata ve Evrene hakim olmak, bütün yarattıklarını çekip çevirmek ve yönetmek anlamına gelir. Allah mekândan münezzehtir. Bundan dolayı Allah, bir şekle büründürülerek, Mitolojik Yunan tanrıları gibi gerçek manada gök yüzünde bir yere ve tahta sığdırılıp oturtturulamaz. Ayetlerde en büyük taht ifadesi ise düz mantıkla düşünülen gerçek bir kral tahtı değil, en büyük gücün sembolüdür ve Allah'ın en büyük olan gücüdür. Allah, yarattığı bütün Evrenin, Kâinatın, Dünyanın her zerresindedir, egemendir, yaşamın ve bütün oluşumların içerisindedir ve Kaf Sûresinin 16. ayetinde de “ Ve andolsun insanı Biz oluşturduk. Nefsinin kendisine neler fısıldadığını da biliriz. Ve Biz ona şah damarından daha yakınız. ” denildiği gibi, biz insanlara da şah damarımızdan daha yakındır. İnsanın beyninin içinde bulunan bellek ve hafıza hücrelerinin içindedir, vicdanındadır. Peygamberin de veya bir insanın da Allah'a ulaşmak için gökyüzüne çıkmasına gerek yoktur.
Kur’anda pek çok ayette Allah’ın sıfatları Arap kültüründe yer alan “ İstiva etti “ ifadesine benzeyen müteşabih ifadelerle tanıtılmıştır. Ama zaten Kur'anın ilk muhatabı Arap toplumudur, o günkü Araplar arasında da “ Gökte olan, tahtta oturan, tahtını sekiz meleğin çektiği kral “ gibi ifadeler, Yaratanın, hep Allah’ın gücünü ve kuvvetini anlatmak için çok yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu ifadeler Arap kültüründe birer deyimdir. Allah’ın gelmesi, inmesi, yaklaşması, eli olması, yüksek açık ufukta olması, Adem ve İblis ile bire bir konuşması, görmesi, işitmesi gibi ifadelerin doğrudan doğruya lafzı ile anlaşılması, Allah'ın sıfatlarına ve Kur’anın ruhuna aykırı bir yaklaşımdır. Ayetlerin asıl mesajının yanlış anlaşılmasına neden olur. Bundan dolayı yukarıdaki ayetlerde de asıl anlatılmak istenen, “ Allah’ın bizatihi Kendisinin egemenlik kurduğu, her şeyi kontrol altına aldığı “ dır. Durum böyle iken eğer birileri doğrudan doğruya bu ayetlerin lafzına göre düz mantıkla yorum yapıp, Allah’ı eli, kolu, gözü, kulağı olan bir insana benzeterek dünya kralı gibi bir tahta oturtuyorlarsa, elbette ki arkasından O’nun için hizmetçiler, kayıt tutacaklar, getirip götürecekler, işlerini O'nun yerine yürütecek üst düzey yöneticiler ve yeryüzünde de Allah'ın gölgesi, vekili olması gerekenler, yardımcılar, aracılar icat edilecektir. Bunlara da kayıt melekleri, sorgu melekleri, hesap görme melekleri, arşı taşıyacak melekler, büyük melekler, haberci melekler gibi isimler verilecektir, Allah'a ulaşabilmek için de keramet sahibi Evliya / Veliler, Şeyhler, Gavslar, Kutublar, Seyyidler, İmamlar, etten, kemikten yapılmış insanlar put ve aracı yapılacaktır. Allah’ın hükmüne ortak edileceklerdir. Allah'la kul arasına hiyerarşi basamakları oluşturacaklardır.
Biz elbette ki Allah’a, Rabbliğine, Tevhide / birliğine ve O'ndan başka ilâh diye bir şey olmadığına, Peygamberlerine, onlara indirilen kitaplarına, gayba ve Ahiret gününe, Meleklerine / gözle görülemeyen enerji ve değişimleri ile haberci de olan doğa güçlerine iman ederiz. Rabbimizin ayetleri ile uyarılarından korkarak ancak aklımızı kullanmaya, önümüze konulanları sorgulayarak Kur’an ile test etmeye gayret gösteririz. Çünkü hadis ve rivayetlerle önümüze konulan melek inançlarında, pek çok saçmalık, tutarsızlık, Kur’an dışılık, Sünnetullah'a aykırılık, eski ve ilkel inançlardan olumsuz ve yanlış etkilenmeler görülmektedir. Bütün bunlara biz hepimiz aslında bugünkü bilim ve teknolojinin önümüze koyduğu ayrıntılara dayanarak Kur’an ayetleri ışığında bakmakla, sorgulamakla yükümlüyüz.
Araştırmacı ve Tebyin ül Kur'an yazarı Hakkı Yılmaz’ın açıklamalarına göre ; Melek sözcüğünün kökeni ile ilgili, Arap Dilbilimi uzmanlarınca altı farklı tespit öngörülmüştür. Bu tespitlerin en önemli olan iki tanesini dikkate aldığımızda ; Birinci görüşe göre : “ Melaike “ ve bunun tekili olan Melek sözcüğü “ uluk “ kökünden türemiştir. Sözcük mim eki ile zamanla Mel’ek haline getirilmiştir. Bizdeki " Ulak " haberci sözcüğü gibi Allah’tan gelen elçi ( haberci ) anlamındadır. İkinci görüşe göre : “ Kuvvet yönetimi ve gücü “ anlamındaki “ Melk “ kökünden türemiş olanıdır. Başındaki mim harfi “ mim “ eki olmayıp sözcüğün aslındandır. Mülk, milk, malik ve melik sözcükleri de bu kökten türemiştir. Eski klasik tefsirciler genellikle birinci görüşü benimsemişlerdir. Oysa Kur’ana baktığımızda “ Melaike “ sözcüğü, bazen birinci görüşteki anlamda, bazen de ikinci görüşteki anlamda kullanılmıştır. Sözcüğün ayetlerde hangi anlamda kullanıldığı ise, yer aldığı ayetin söz akışından ayırt edilebilmektedir. Bu açıklamalar doğrultusunda sözlük anlamı olarak ( Kuvvet, yönetim gücü, elçi, haberci ) demek olan Melek sözcüğü, terim olarak Allah’ın bütün emirlerine uyan, aslında bir enerji gücü olan ve kodlanan görevleri hiç aksatmayan güçlerdir, görünmeyen varlıklardır. Kur’ana göre “ Kapalı, beş duyu ile algılanması mümkün olmayan ama yararlı olan cisim, güç, enerji, haber iletici, elçi “ diye tanımlayabileceğimiz meleklerin hangi şeyden yaratıldığı Kur’anda söz edilmemiştir. Fakat Kütübi Sittede yer alan Müslim ve Ahmet b. Hanbel rivayetlerinde meleklerin “ nur ’ dan ( ışından, enerjiden ) “ yaratıldığı iddia edilmektedir. Kur’anda olmayan bu bilgi de Peygamberimize fatura edilmektedir. Tüm inançlarda ve dinlerde var olan melek kavramında, zihinlerde yer etmiş olan, günahsız, kanatlı güzel bir çocuk veya beyaz elbiseli bir insan görünümüyle tasavvur edilmesi, genel anlamda melek kavramını ifade etmekten uzaktır ve Kur’ana da aykırıdır.
Kur’anda iki ayette tesniye / ikili olarak on iki ayette tekil olarak melek, diğer ayetlerde de Melaike ( çoğul ) olarak kullanılan sözcük, tek bir varlığı ifade etmeyip, Kur’an ayetleri ve değişik varlıklar, zihinsel ve doğal güçler için de kullanılmıştır. Bazı ayetlerde haber iletici elçiler anlamında, bazı ayetlerde de doğadaki bütün olayları yönetim güçleri anlamında kullanılmıştır.
SAD 71 – 72 : Hani Rabbin bir zaman meleklere / Evrendeki enerji olan doğa güçlerine “ Şüphesiz Ben çamurdan bir beşer oluşturacağım. Onu düzgünleştirip ruhumdan üfleyip / bilgili hale getirdiğim zaman derhal ona secde edin / boyun eğip teslim olun demişti.
SAD 73 – 74 : Bunun üzerine İblis hariç bütün melekler / Evrendeki doğal güçlerin tümü hep birlikte secde ettiler. / Boyun eğip, teslim oldular. İblis büyüklük tasladı ve o görmezden gelenlerden oldu.
Bu ayetlerde insan oğlunun yeryüzündeki sorumluluk sınavının nasıl başladığı ile ilgili olay, Allah, Melekler, Adem ve iblis arasında geçen diyaloglarla adeta bir tiyatro sahnesindeymiş gibi temsili olarak anlatılmıştır. Aslında Yüce Allah’ın gerçekte bir insanla veya Kendi yarattığı varlıklarla, enerji türleri ile bu tarz yüz yüze konuşması veya bir varlığın O’na isyan etmesi elbette ki söz konusu olamaz. Kur'anın öğüt verme, mesajlarını iletme yönteminden biri de değişik konuları, temsili tiyatro sahnesindeymiş gibi konuşmalarla anlatım teknikleridir. Kur’anda daha pek çok ayette bu tiyatro sahnesindeymiş gibi, cennet veya cehennemdeki insanların durumları ile ilgili temsili sahne ve konuşmalarla anlatım tekniğini görmekteyiz. Ama buna rağmen bu tür ayetlerdeki gerçek mesajı kavrayamayan klasik yorumcular, bu konuşmaları gerçek zannederek düz mantıkla Allah ve melekler arasındaki insanlar gibi konuşturan uydurma rivayetlerin ardına düşmüşlerdir. Ayetlerde geçen Meleklerin secde etmesi denince ilk akla gelen, ibadet kastıyla namazın erkânından olan, toplumda da böyle anlaşılmış olan alnın yere konulması eylemidir. Halbuki secde sözcüğünün asıl anlamı “ boyun eğerek teslim olmak, itaat etmek “ demektir. Karşısındaki gücün otoritesini varlığını kabul etmektir. Bundan dolayı bu ayet grubunda, Allah’ın kodladığı bütün emirlerine harfiyen uyan, O’na hiç isyan etmeyen, insanın yararına olmakla yaratılarak görevlendirilmiş doğal güç meleklerinin ( Bütün Tabiat ve Evren kanunlarının, Allah'ın Kâinatı yönetmek ve hedeflediği düzeni ayakta tutabilmek için yaratmış olduğu çeşitli enerji türlerinin ve güçlerinin ) insana yardım etmeyi, onun emrine girmeyi kabul ettikleri mecazi olarak anlatılmaktadır.
Buradan Adem’e ( insana ) secde eden meleklerin halk kültürüne yerleşmiş nesnel yapısıyla, insan gibi sürekli namaz kılan, niyazda bulunan melekler olmadığı, İnsandaki ( Allah’ın Adem’e ruhumuzdan üfürdük ifadesiyle ) verdiği akıl, zekâ, ar, haya, hafıza, dikkat, düşünme, gibi zihinsel fonksiyonlar ve Allah'ın bahşettiği el ve ayak becerileri ile doğadaki çekim, itme, kaldırma, basınç, sıcaklık, ısı, enerji çeşitleri, yağmur, bulut, rüzgâr, soğuk, sıcak, ateş, ağaç, nebat, hayvan gibi ve insanın dışında doğada mevcut diğer canlılar ve güçlerden insanın istediği gibi yararlanabileceği anlaşılır. Çünkü doğada insanın dışında bulunan bütün varlıklar ve güçler ( enerji türleri ) insana secde edip boyun eğmişlerdir, insanın aklını, gücünü, yeteneğini kabul etmişler, hizmetinde olmuşlardır. Kıyamete kadar da boyun eğmeye devam edeceklerdir. Şöyle ki, Ademe ( ünsiyet kazanmış insana ) ruh ( bilgi ) üfürüldüğü ( Allah'a göre çok az bilgi verildiği ) zaman, insan bu bilgiyle doğadaki tüm canlı ve cansız varlıkları kontrol edebilir, onlardan yararlanabilir hale gelmiş, bilgisi geliştikçe de doğaya hükmetmeye başlamıştır. Hayvanları evcilleştirmiş, her şeyinden yararlanır hale gelmiş, rüzgâra değirmen taşını döndürttürmüş, elektrik enerjisini elde eder, gemileri suda yüzdürür olmuş, ateşle madenleri işlemiş, ağaçları istediği amaçta kullanabilmiştir. Havanın kaldırma gücünden yararlanmış uçaklar uçurmuştur. Bugün ise uzaya çıkmıştır. Bilgisayarla iletişim teknolojisini geliştirmiş, akıllı telefonlara sahip olmuştur. Bütün bunlar, varlıkların, meleklerin, doğa güçlerinin, Ademe ( insana ) secde ile boyun eğip itaat ettiğinin göstergesidir. Uydurma rivayetlerde anlatıldığı gibi Meleklerin insanlar gibi üç boyutlu bir yapıya bürünüp, yatıp kalkıp namaz kıldıkları gibi bir ibadet de ortada yoktur.
Yüce Rabbimiz Allah, Evreni ve bütün yarattıklarını, yaşamı, koyduğu kurallarla, kanunlarla, hükümlerle yönetmekte ve çekip çevirmektedir. Yarattıklarının, koyduğu kuralların hepsinde bir ölçü, hesaplama ve tasarım vardır. Zerreden kürreye, maddenin en küçük atom ve atom altı parçacığından, gök cisimleri yıldızlara, güneş sistemlerine, galaksilere varıncaya kadar bu düzenleri ve dengeyi, dönme ile oluşan merkez kaç kuvvetlerinin, moment, impuls etkileri, dipol momentin oluşturduğu manyetik alanların itme ve çekme kuvvetleri, madde enerjisinin oluşturduğu radyoaktif ve elektro manyetik dalgalar, ışımalar, kaldırma kuvvetleri, uzay kanunları, fizik, kimya, biyoloji, astronomi kanunları ile yönetir. Hepsi de Sünnetullah denilen, Allah’ın değişmez hükümleridir, ilkeleridir. İşte bütün bu enerjiler bir yaptırım, oluşum ve değişim içindedir, konulan ölçü, kural ve hükmü yerine getiren, Allah’ın yarattığı şaşmaz, yanlış yapmaz doğal güçleridir, melekleridir.
KAMER 49 : Şüphesiz ki Biz her şeyi, evet her şeyi bir ölçü, ayar ile oluşturduk.
ENAM 96 : O tan yerini yarıp çıkarandır. Geceyi dinlenme zamanı, Güneş ve Ay’ı hesap ile yapmıştır. Bu Aziz ve Alim olanın / En üstün en güçlü en şerefli, mağlup edilmesi mümkün olmayan, çok iyi bilenin belirlemesi ve ayarlamasıdır.
RAHMAN 5 – 9 : Güneş ve Ay bir hesap ile akıp gitmektedir. Gövdesiz bitkiler ve ağaçlar da secde edip / boyun eğip teslimiyet göstermektedirler. Ve Sema’yı da oluşturdu. Onu yükseltti ve ölçüde dengede taşkınlık etmeyesiniz diye mizan / ölçü / terazi koydu. Ölçüyü hakkaniyetle ayakta tutun, ölçüye zarar vermeyin.
RUM 48 : Allah, rüzgârları gönderendir. Sonra rüzgârlar, bir bulutu savururlar. Sonra Allah gökyüzünde nasıl dilerse onu öyle yayar ve onu parça parça yapar. Sonra da sen onun derinliklerinde yağmur çıkar görürsün.
Ayetlerde görüldüğü gibi, burada sözü edilen aslında sadece Ay’ın ve Güneş’in doğuşu, batışı, gökyüzü varlıklarının ve olaylarının, rüzgârın, yağmurun bulutun, yeryüzündeki varlıkların yaratılması değil, hepsinin yaratılmasında konulmuş olan ölçülerin, hesapların olduğu, rastgele yaratılmadığı, belli kuralların, kanunların var olduğudur. İşte bütün bu kurallar, kanunlar ve güçler Allah’ın melekleridir. Bu konulmuş düzenin, oluşumların, değişimlerin sağlayıcılarıdır. Yoksa dünyayı düz bir tepsi gibi sadece dünyadan ve gökyüzünden ibaret olarak bilen klasik rivayetçilerin uydurdukları gibi gök yüzü arşı taşıyan 8 melekle havada durmamaktadır. Klasik yorumcular ve rivayetçiler bu inançlarına Mümin Sûresinin 7. ayetini ve Hakka Sûresinin 17. ayetini dayanak olarak kullanırlar. Bu gerçek dışı inanca yönelik çeviri ve yorumlar pek çok mealde olduğu gibi çağdaşlıktan, teknolojiden, bilimden ve Kur'anın asıl mesajlarından uzak kalan Diyanet İşleri Başkanlığının 2004 çevirisinde de hala klasik tefsircilerin yorumu ile bu şekilde yer almaktadır.
MÜMİN 7 : Arşı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar / melekler Rabblerine hamd ederek tesbih ederler. O’na inanırlar ve inananlar için ( şöyle diyerek ) bağışlanma dilerler. “ Ey Rabbimiz ! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O halde tevbe eden ve Senin yoluna uyanları bağışla ve onları cehennem azabından koru. “
HAKKA 17 : Melekler onun kıyılarındadır. O gün Rabbinin Arş’ını bunların da üstünde sekiz taşıyıcı taşır.
Tebyin ül Kur’an yazarı Hakkı Yılmaz’ın aynı ayetlerdeki çevirisine göre ise ;
MÜMİN 7 : En büyük tahtı taşıyan, bir de en büyük tahtın dış kenarında olan kimseler, Rablerinin övgüsüyle birlikte tesbih ederler / Kendisini noksan sıfatlardan arındırırlar ve O’na inanırlar. İman etmiş kimseler için bağışlanma dilerler……!
HAKKA 17 : Tüm güçler semanın çevresindedirler. O gün Rabbinin Arş'ını / büyük tahtını, varlığını, birliğini, yüceliğini, en büyük makamın sahibi olduğunu, yok edilen eski varlıkların yerine yaratılan, daha iyi, daha mükemmel yeni varlıklar yansıtırlar.
Rabbimiz, ayetlerde kullandığı sözleri ve deyimleri yeniden Kendisi üretmemiştir. Daha kolay anlaşılsın diye Arap kültüründe var olan sözleri ve deyimleri kullanmıştır. Bundan dolayı da Kur’anda bir çok kez Kendisini Arap örfü üzerine tanıtmıştır. Arş sahibi, Arşa İstiva, Kürsü Sahibi gibi.. Arş, Rabbimizin yönetim gücünün büyüklüğünün simgesidir. O’nun Rabbliğini ( programcılığını, çekip çevirme ve yönetme gücünü ) yerin göğün tek hakimi ve yöneticisi olduğunu ifade etmektedir. Ayette, arşı taşıyanlar ifadesiyle kastedilen, Allah ile ilgili bilgileri taşıyan kimselerdir. Bunlar Arş’ın sahibi Rabbimiz tarafından görevlendirilmek suretiyle, Allah bilgisini, “ tevhidi “ bir yerden bir yere götürenler, Allah’ı tanıtıp öğreten peygamberlerdir. Çünkü sürekli Rabblerini tesbih eden, inanan ve inananlar için bağışlanma dileyenler, onların yakınlarının cennete girmesini isteyenlerin bir bölümü bunlardır. Ayette sözü edilen ve sanatsal bir ifadeyle tanıtılan, Arşın dış kenarında olan kimseler ise ( ulülelbab ) akıllı, bilinçli olma niteliğine ulaşmış müminlerdir. Bunlar Arşın sahibi tarafından elçi olarak gönderilmedikleri halde, müminler için istiğfarda bulunmakta, dua etmekte, bunu iman borcu olarak yapmaktadırlar.
Diyanet çevirisindeki mealde Mümin Sûresinin 7. ayetinin orijinalinde bulunmadığı halde parantez içinde melek ifadesinin konulması ister istemez klasik rivayetçilerin düşüncelerine ve kabullenmelerine zemin hazırlamaktadır. Bundan dolayı da Arşı taşıyanların 8 melek olduğuna, onlara “ Hamelei Arş “ isminin konulmasına, meleklerin Arş’ın etrafında sürekli insanlar gibi namaz kılıp Allah’ı tesbih ettiğine, inananlar için dua ettiklerine inanılacaktır. Ardından yüzlerce hadis ve rivayetin oluşması da kaçınılmaz olacaktır. Bu rivayetlerde İbn Abbas şöyle demiştir : Bunlar sayılarını Allah’tan başka hiç kimsenin bilmediği sekiz saf melektir. ( Sanki kendileri gök yüzüne gidip gelmiş ve onları görüp saymış gibi ) El Hasen de : Onların kaç tane olduğunu en iyi bilen Allah’tır. Sekiz mi yoksa sekiz bin mi ? Peygamberden ( s.a.v ) şöyle buyurduğu nakledilmektedir : “ Bu gün arşı taşıyanlar dörttür, kıyamet günü olduğunda Yüce Allah onları dört melekle daha destekleyecektir. Böylelikle sekiz melek olacaklardır. ” Bunu es Salebe zikretmiştir. Bu rivayetler, her önüne gelenin bir şeyler ekleyerek meleklerin yüzlerinin, aslan, öküz, kartal şekillerini tarif edinceye kadar devam eder gider.
Aslında Hakka Sûresinin ayetlerinde temsili olarak kıyamet günü ve Evrenin yok edilmesinden sonra yeni oluşumlar anlatılmaktadır. Bütün bu yanlış ve absürt inançların ve ardından rivayetlerin çıkmasındaki neden, aynı Sûrenin 19. ayetindeki Kur’anın anlatım tekniğinde ve şiirsel sanatındaki inceliklerin tam olarak kavranamamasıdır. Bu nedenle ayette yer alan ve kafiye sanatına uygun olarak kullanılan kitabiyeh, hisabiyeh, maliyeh sözcüklerinin noktasız olduğu halde, noktalıymış gibi sonunun “ at “ şeklinde kabul edilmesi sonucu, 17. ayetteki semaniyete sözcüğü, klasik tefsirciler tarafından “ sekiz “ anlamında kabul edilmiştir. Bu sözcüğün yanında melek sözcüğü olmadığı halde de sekizin ardına melek sözcüğü keyfi olarak eklenivermiştir. Halbuki “ semaniyeh “ biten tohumun yerine ortaya çıkan yeni bitki anlamına gelmektedir. Bundan dolayı ayetteki “ semaniyete “ ifadesi sekiz melek değil, kıyamet ile şimdiki Evren ortadan kaldırıldıktan sonra onun yerine ikame edilecek yeni varlıklar anlamına gelmektedir. Ayetteki “ semen “ kökü dikkatli araştırılırsa doğru sonuca varılabilir. Bu nedenle de ayetin başındaki melek ifadesiyle asıl anlatılmak istenen, Allah’ın Arşının ( Varlığının, güçlerinin, büyüklüğünün, egemenliğinin, birliğinin ) kıyametten sonra yeni yaratılmış olan varlıklar tarafından Ahirete taşınacağıdır.
Evrenin yaratılmasından bu yana ise, Arşın düzenini elbette ki Rabbimiz, bizim güç melekleri olarak inandığımız, kabul ettiğimiz güçlerle, uzayda küresel yapıdaki gezegenlerin dönme ve kütleleri ile oluşturdukları çekimler, sahip oldukları manyetik alanlarla, itme güçleri, yarattığı, koyduğu bu doğa kanunları ve kuralları ile sağlamaktadır. Bu kanunların, kuralların güçlerin, Allah’ın buyruğuna hiç şaşmadan aynen uyması zaten Allah'ın emirlerini, koyduğu ölçüleri, Sünnetullah'ı yerine getirmesi, Allah’a secde etmesi ( boyun eğmesi ) Allah’ı tesbih etmesi demektir. Halbuki başka bir boyutta Metafizik olarak yaratılmış, insanlar gibi konuşabilen üç boyutlu elleri ayakları ve kanatları olan melek olmadığı halde, klasik eserlerde bu konuda pek çok anlatım vardır. Bunlardan bazılarında : " Arşın etrafında yetmiş bin saf melek vardır. Bunlar tehlil ve tekbir getirerek Arşın etrafında tavaf ederler. Bunların arkasında da ayakta oldukları halde, ellerini öndekilerin omzuna koymuş yüz bin saf melek bulunmaktadır. Arşın, yedi kat göğün her tabakasında kapılar ve o kapılarda bekçi melekler vardır, izni olmayanlara kapıları açmazlar. Arşı taşıyan sekiz melek, meleklerin en kıymetlileri ve en büyükleridir. O meleklerin ayakları, yedi kat yerin altında olup, başları da Arşın üzerindedir. Bunlar göz kapaklarını hiç kaldırmaksızın, huşu ve hudu içindedirler. " gibi hayal ürünü çok absürt ve saçma hikâyeler anlatılmaktadır.
Bu rivayetleri ve daha pek çok buna benzer rivayetleri anlatanlar ve bunlara inananlar, herhalde hala Evreni sadece dünyadan ve onun etrafını kuşatan yedi kat atmosfer tabakasından ibaret görmektedirler. Üstelik o devirde de Galile dünyaya gelip, henüz dünyanın yuvarlak olduğunu söylemediğinden dolayı, dünyanın yuvarlak olduğunu da bilmiyorlardı, tepsi gibi düz olarak düşünüyorlardı. Üstelik de sanki o sekiz meleğin kanatlarıyla cüsseleriyle Arşı nasıl omuzladıklarını görmüş gibi göz kapakları ayrıntılarına kadar anlatmaktadırlar. Oysa Allah’ın yarattığı ve güç melekleri dediğimiz ( yer çekimi, itme kuvveti, kaldırma kuvveti, manyetik etkileşme, rezonans, mıknatıslanma gibi ) kanunlarla, kurallarla, düzenini kurduğu Evrende ve yönettiği tahtında, Arşında, bizim yaşadığımız dünya bir nokta gibidir. Evliyaların sanki mana alemine gidip gelmiş ve mana alemi gözü ile görerek, öyle rüya ile keşif ile kafadan atıldığı gibi yetmiş bin meleğin sırtlamasıyla Evrenin düzeninin sağlanması mümkün değildir. Bu tür yakıştırmalar, Allah’ın büyüklüğünün, gücünün ve sıfatlarının farkında olmamaktır. Oysa Allah’ın kurduğu düzen ve kanunlar bütün Evreni, arşı ve Kâinatı kuşatmıştır. Zümer Sûresinin 75. ayetinde de ifade edilen Arşın etrafında dolaşan melekler de yine Arşın düzenini sağlayan kanunlardır, kurallardır, güçlerdir, enerji ve manyetik etkileşimdir. Buna rağmen bu ayetin ifadeleri de Arşı taşıyan sekiz meleğe malzeme yapılmıştır.
Kâinatı koyduğu kanunlarla yönetip her şeye bizzat Kendisi hakim olan Rabbimiz, halbuki bununla kalmamış, her yarattığı varlığa, en küçük yapı taşına bile bir ölçü ve program koymuş, davranışlarını belirlemiştir. Proton, proton görevini, nötron, nötron görevini, elektron, elektron görevini, foton, foton görevini, atom, atom görevini, molekül, molekül görevini, Demir her zaman demir görevini, bakır bakır görevini, altın altın görevini, su da su görevini hiç şaşırmadan, aksatmadan yerine getirmektedir. Hepsi de Allah’ı tesbih etmekte, Allah’ın kendilerine yüklediği, kodladığı görevi aynen yerine getirmektedirler. Hepsi birer güçtür, Allah’ın melekleridir. Yüce Rabbimiz Allah, hele suya diğer varlıkların tümünden ayrıcalıklı olarak çok farklı özellikler ve görevler yüklemiştir. Diğer yaratılmış varlıkların hepsi sıcaklık karşısında doğru orantılı olarak hacimleri küçülüp veya genleşirken, su ise tamamen istisna olarak artı dört derece sıcaklığına kadar hacmi küçülüp, ondan sonraki düşük sıcaklıklarda dahi tekrar hacmi büyüyerek, yoğunluğu azalır ve bu özelliğinden dolayı da kovadaki su, okyanuslar, göller ve akarsular hiç bir zaman dipten donmaz ve bu nedenle buzul çağında dahi buzun altındaki sıvı olarak kalmış tabakalarda canlı yaşamı devam eder. Saf su her zaman sıfır derecede donar, altındaki sıcaklıklarda hep katı haldedir, sıfır derecenin üzerindeki sıcaklıklarda akışkan sıvı haldedir, buhar basıncı kanununa göre değişik sıcaklıklarda az veya çok buharlaşıp gaz haline geçerken, yüz derece sıcaklıkta da kaynama olayı ile tamamen gaz haline geçer. Atmosferdeki diğer gazların arasına karışır. Eğer atmosferdeki su buharı yoğunlaşırsa yine değişik sıcaklıklardaki buhar basıncı kanunları ölçüsünde ( Allah’ın koyduğu ölçülerde ) yer yüzüne yağmur, kar olarak düşer. Bu olayların tümü de Allah’ın koyduğu kanunlarla, ilkelerle, kurallarla, güç meleklerinin kontrolünde yürüyen olaylardır. Unvanında prof olan bugünün bazı ilâhiyatçıları, gelişen bilimden ve teknolojiden uzak kalarak, hala nasıl oluyor da, Yüce Rabbimizin sonsuz ilminin ve doğa kanunlarının, Sünnetullah'ın farkına varamamakta ve absürt melek rivayetlerinin peşinden gitmektedirler, bu çok şaşırtıcı ve üzücüdür.
Kur’anda, örneğin Zuhruf Sûresinin 80. ayetinde " Yoksa onlar, şüphesiz Bizim onların sırlarını ve fısıltılarını işitmediğimizi mi sanıyorlar. Evet işitiriz, yanlarında bulunan melekler / elçilerimiz de yazıyorlar. " denilerek, Kaf Sûresinin 17 - 18. ayetlerinde de " Onun sağından ve solundan / her yanından yerleşik iki tespitçi onun her işini tespit edip dururken, insan hiç bir söz söylemez ki yanında hazır gözetleyen bulunmasın. " ifadeleriyle kayıt eden, bellek oluşturan meleklerden de söz edilmektedir. Ayette bahsedilen iki tespitçi ifadesi ile ilgili olarak, rivayetçiler hemen düz mantıkla, sağdaki melek iyilikleri, soldaki melek de kötülükleri kaydeder şeklinde ilginç rivayeti ortaya atmışlar ve “ Kiramen Kâtibin “ adıyla, insanın sağ omzundaki ve sol omzundaki yazıcı kâtip melek inancını halk kültürüne yerleştirmişlerdir. Halbuki Kur’anın bütünlüğünün anlatım tekniklerinde, pek çok ayette zıt anlamlı sözcüklerin birlikte kullanılması, ifadeye anlam zenginliği kazandırmak içindir. Bu ayette anlatılmak istenen de sadece sağ ve sol yön değil, “ tüm yönler “ kastedilmektedir. Dolayısıyla bu tespitçi melekler, insanın sadece omuzlarında değil, sağında, solunda, önünde, arkasında, altında üstünde, içinde dışında, yani kalbindedir, sudurundadır. Tabii ki kastedilen kalp, düşünceyi ve insanı yöneten beyindir. İnsanı sürekli olarak kontrol altında tutarak söylediği ve yaptığı her şeyi kayda alıp saklayan, zamanı gelince çıkarıp ortaya koyan bu tespitçiler, Allah’ın insana verdiği iki yeti olup, bunlar hafıza ( bellek ) ve aslında enerjiden oluşmuş olan insanın kötü duygularını temsil eden iblistir. Bu insanın melekesidir, beynine yerleştirilmiş bir hücredir. ( Mikrociptir ) Bundan dolayı da Allah, Yasin Sûresinin 65. ayetinde hesap gününde “ Bugün Biz onların ağızlarının üzerine mühür vururuz. Bize elleri konuşur, ayakları da kazandıkları şeylere şahitlik eder. “ diyerek adeta bir bilgisayar tabletinde gibi gösterilerek her şeyin ortada olduğunu, artık başka şahitlere ve kayıtlara gerek kalmayacağını dile getirmektedir.
Bugünkü bilim, beyinde böyle bir bölgenin varlığını ispat etmiştir. Amerika’da Mikro Biyoloji uzmanlarınca, bir maymuna uyguladıkları bir deneyle beynine belli frekanslarda enerji dalgaları göndererek ona geçmişte yaşadığı bir olayın halisinasyonunu tekrar yaşatmayı başarmışlardır. Kur’anda Naziat Sûresinin 1 - 5. ayetlerinde de insanın ölümü esnasında, çok kısa bir anda bütün yaşadıklarının sinema şeridi gibi gözünün önünden geçeceği belirtilmektedir. Bununla ilgili olarak da bilim adamları, insanın ölümü anında beyninde oluşan enerji yoğunlaşmasını tespit etmişler ve 2008 yılında da insanlar üzerindeki ölüm genlerinin var olduğunu bulmuşlardır. Ve böylece ölüm meleği olan insanın vücudundaki bu genlerden dolayı da artık Azrail meleğine gerek de kalmadığını ispat etmişlerdir. Zira dünyada aynı anda yüz binlerce insan ölmektedir. Bu kadar ölüm elbetteki bir tek Azrail’in işi olamaz.
İslam inancı literatüründe, Kur’anda İsrafil ve Azrail diye bir melek yoktur. İsrafil’in Sura üfleyerek kıyameti haber vereceği rivayeti sadece İbn i Kesir’de vardır. Diğer müfessirlerde yoktur. Kur’anın bize anlattığı melekler, Kâinatın yaratılmasından bu yana sürekli çalışan ve kıyamete kadar da çalışacak olan ve ancak kıyametle birlikte göğe yükseltilecek olan meleklerdir, enerjiden ibaret olan doğa güçleridir, hükümlerdir, kanunlardır. Kıyamet gününe kadar hiç bir iş yapmadan yatıp bekleyen, veya bir süre sonra emekli olan melek anlayışı akla, mantığa, Kur’ana sığmaz. Kur’anda doğrudan doğruya ayetlerde, peygamberimize vahyin Cebrail meleği tarafından getirildiği belirtilmediği halde, Diyanet çevirileri de dahil gelenekçilerin pek çok Kur’an çevirilerinde, parantez içinde de yazılmış olsa vahyi Cebrail’in getirdiği inancı hakimdir. Bazı ayetlerde yer alan ve aslında ilâhi mesaj, güvenilecek bilgi, vahiy anlamlarını taşıyan “ Ruhül Kudüs , Ruhül Emin, Ruhena " gibi ifadeleri de zanlarla, uydurulan hadis, rivayet ve hurafelerle bu kavramları Cebrail olarak kabul etmektedirler. Meryem Sûresinin 16. ayetinde, aslında “ Ruhena “ sözcüğü ile “ Biz ona ilâhi mesajımızı “ gönderdik ( ona gerekli bilgileri gönderdik ) denilmesine ve ayetin orijinalinde bulunmamasına rağmen pek çok mealde “ Biz ona Cebraili gönderdik “ bir erkek şeklinde göründü ifadesi yer almaktadır. Klasik kitaplarda Cebrail meleği üzerine kurgulanmış yüzlerce rivayet ve hadis bulunmaktadır. Kur’anda, Cebrail sözü üç ayette, Mikail sözü de bir ayette doğrudan yer almaktadır. ( Cebrail ile ilgili geniş bilgileri " Allah'ın Önüne Geçirilen Cebrail Meleği " başlıklı yazımızda bulabilirsiniz )
Sonuç olarak, klasik tefsir ve eserlerde yer alan, rivayetlerle önümüze konmuş olan, bu güne kadar toplumumuzun kültürüne yerleşmiş olan melek konusundaki inançlarımız, bilgilerimiz, Kur’an dışında pek çok yanlışları ve tutarsızlıkları içermektedir. İsra Sûresinin 95. ayetinde " De ki : Eğer yeryüzünde huzur içinde yürüyüp duran melekler olsaydı, elbette Biz onlara gökten elçi olarak bir melek indirirdik. " denildiği gibi, Evrende, Allah'ın yarattığı madde, enerji ve enerji değişimlerine bağlı olarak oluşan yönetim güçlerinden başka, halk kültürüne yerleşmiş ve uydurma rivayetlerle anlatılmış olan, Cebrail, Azrail, Mikail, İsrafil isimlerinde ve arşı sırtlarında taşıyan kanatlı melekler diye üç boyutlu nesnel yapıya dönüşebilen, konuşan, namaz kılan ontolojik ve Metafizik varlıklar yoktur. Metafizik ( fizik ötesi ) olarak Evrende Allah'tan başka hiç bir şey yoktur. Allah, emirlerini, yaratmasını, öldürmesini, vahyetmesini ve sonsuz derecede olan hükümlerini, işlerini, aracılarla yaptırmaz. Hükmüne hiçbir kimseyi ve varlığı ortak etmez. Vekil de kullanmaz. Tevhit inancının temelinde hiyerarşi ve aracı yoktur. Allah her şeyde, her olayda yegâne kudret ve tasarruf sahibidir. Meleklerin, yönetim güçleri olarak varlığına, Kâinattaki yaşamın ve düzenin yürümesindeki görevlerine, bu yolla Allah’ın koyduğu kanunların, hükümlerin, ilkelerin işleyişine ve Sünnetullah’a iman edeceğiz. Ama Dinimiz adına her konuda ihtiyacımız olan bilgilerin ve uyarıların en doğrusunun, taciz edilmediği, zorlamalarla, parantez içi açıklamalarla yanlış olarak müdahale edilmediği zaman, Yüce Kitabımızda eksiksiz olarak mevcut olduğunu da her zaman aklımızda tutmalıyız. Her konuda önümüze konulan bilgileri mutlaka Kur’an ayetleri ile aklımızı kullanarak, anladığımız dilde farklı çevirileri okuyarak, karşılaştırarak test etmeliyiz. Çünkü her konuda bize öğüt olsun diye indirdiği kitabında Yüce Rabbimiz, Enam Sûresinin 38. ayetinde de “ Biz bu kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmadık “ demektedir. Kur’anın bize tarif ettiği, her biri bir enerji değişimi olan melekler, güçler, Allah’a şaşmaz bağlılıkları ile Kâinatın yaratılması ile beraber üzerlerine yüklenmiş olan programı, kodlamayı hiç aksatmadan milyarlarca yıldır yerine getirmektedirler. Böylece Allah’ın emirlerine boyun eğip secde etmektedirler, Allah’ı tesbih etmekte, Allah’ın büyüklüğünün, yüceliğinin kanıtı olmaktadırlar. Biz de artık Kur'anı mealinden anlayarak okuyup, Allah'ın büyüklüğünün ve sonsuz ilminin farkına varalım. Melek kavramındaki yanlış inançlardan arınalım. Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi Kur'anı doğru anlayanların üzerine olsun !
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !..
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )