Konu Detay

KUR'ANA GÖRE MELEK İNANCI

 14.12.2016
 9337

Peygamberimizin  vefatından  sonra,  800  lü  yıllarda  ortaya  çıkmaya   başlayan  klasik  tefsircilerle, Yahudi  ve  Hristiyan  inançlarının  ve  mitolojik  kaynaklarının  etkisinden  kurtulamayan  yazarların  toplayıp  oluşturduğu  uydurulmuş  hadis  ve  rivayetlerle   birçok  kavramda  olduğu  gibi  melek  kavramı  da,  Müslümanlara  çok  yanlış  ve  Kur’an  dışı  inançlarla  aktarılan  bir  konu  olmuştur.  Buna  istinaden  halk  kültüründe  yerleşmiş  olan  melek  inancı,  tıpkı  Yahudi  ve  Hristiyan  din  adamlarının  hayali  ve  uydurma  olarak  yazdıkları  hikâyelere  dayalı  olarak  bize  de  aynen  aktarılmıştır. Bu  yanlış  kavramla  bağlantılı  olarak  da  ardından  Kur'an  vahyinin  Cebrail  meleği  tarafından  indirilmesi,  Peygamberin  Cebrail  ile  mukabele  etmesi,  Peygamberin  miraca  çıkışı,  şiir  ile  mevlit  okuma  gibi gelenekler  ve  bir  çok  bidat,  hurafe  ile  yanlış  inanç  ve  uygulamalar  Müslümanların  hayatına  din  diye  girmiştir. Halk  kültüründe  Melek  denince,  nasıl  bir  şey  olduğu  bilinmemekte,  çoğunlukla  akıllara  nurdan  yaratılan,  Allah’ın  emirlerine  harfiyen  itaat  eden,  Kâinatın,  Evrenin  yönetilmesindeki  işlerini  yerine  getiren,  günahsız  olduklarından  dolayı  kanatlı  çocuklar  veya   kadınlar  şeklinde  tahayyül  edilen,  farklı  isimlerde  çeşitli  görevleri  olan,  zaman  zaman  beyaz  elbiseli  insan  görünümüne  de  bürünüp  konuşabilen,  insan  gibi  namaz  kılıp  ibadet  eden,  fakat  bizim  gözle  göremediğimiz  varlıklar  olarak  bilinmektedir. 

Zuhruf  Sûresinin  19. ayetinde ;  "  Onlar  Rahman'ın  kullarının  ta  kendisi  olan  melekleri  /  hizmetinde  enerji  ve  enerji  değişimleri  olan  doğa  güçlerini  de  dişi  saydılar.  Onlar  onların  oluşturuluşuna  tanık  mı  oldular ?  Onların  tanıklıkları  yazılacak  ve  onlar  sorguya  çekileceklerdir.  "  ifadeleriyle  bildirildiği  gibi,  aslında   Allah'ın  oluşturduğu  enerji  ve  enerji  değişimlerine  bağlı  olarak  Fizik,  Kimya,  Biyoloji  gibi  bir  çok  kanunla  yürüyen  doğa  güçleri  olduğu  halde,  Mekke  müşrikleri  de  gerçek  kavramından  farklı  ve  yanlış  olarak  melekleri  dişi  yapıda  metafizik  /  Fizik  ötesi   görünmeyen  varlıklar  olarak  kabul  etmiş,   Allah'ın  kızları  olduğuna  inanmışlar,  onların  Lat,  Uzza,  Menat,  Hubel  dedikleri  isimlerle  Allah'a  yaklaştırsın  diye  aracı  yaptıkları  tahta  ve taştan  putlarını,  mabetlerinde  Allah'a  ortak  yaparak  tapmışlardır. Bu  inançlarına  bağlı  olarak  da  peygamberi  küçümsemek  ve  reddetmek  amacıyla  Enam  Sûresinin  8 - 9. ayetlerinde  " Ve  onlar,  "  Bu  Peygambere  bir  melek  indirilseydi  ya ! " dediler.  Eğer  Biz  bir  melek  indirmiş  olsaydık,  iş,  kesinlikle  bitirilmiş  olurdu.  Sonra  da  kendilerine  göz  bile  açtırılmazdı.  9  :  Eğer  Biz,  Peygamberi  bir  melek  yapsaydık,  yine  de  onu  bir  adam  şeklinde  yapardık  ve  onlar  yine  düştükleri  kuşkuya  düşerlerdi. "  ifadeleriyle  Arapların  zanla  yanlış  olarak  inandıkları  melek  konusundaki  talepleri   ve  meleğin  insan  gibi  bir  varlık  olmadığı  dile  getirilmektedir.

Klasik  ve  gelenekçi  müfessirlerin  oluşturduğu  kitaplarda,  uydurma  hadis  ve  rivayet  toplayıcıları  olan  Buhari  ve  öğrencileri  diğer  imamların,  ulemanın  birlikte  oluşturdukları  Kütübi  Sitte  denilen  eserlerinde,  binlerce  hadis  ve  rivayetle  anlatılanlara  dayalı  olarak  halk  kültürü  inancında,  Cebrail,  Mikail,  Azrail  ve  İsrafil  isimlerinde  dört  büyük  melek  vardır  denilmekte,  bunların  dışında  sorgu  meleklerinin,  kâtip   meleklerinin,  arşı  taşıyan  sekiz  meleğin,  göz  kapaklarını  dahi  kırpmadan  sürekli   Allah'ı  tesbih  eden,  insanlar  gibi  namaz  kılan,  konuşan  meleklerin  varlığına  inanılmaktadır.  İncelenecek  olursa  bu  inançlar,  Hristiyanlık,  Yahudilik  ve  onun  öncesinde  Mısır,  Hint  ve  Yunan  Mitolojilerindeki  çok  Tanrılı  inançlara  kadar  dayanır. Bugün  hala  Melek  konusundaki  bütün  bu  görev  ve  yetki  paylaşımıyla  bilinen  çok  tanrıcı  inançların  etkileşimi  sonucu  ortaya  çıkmış  melek  kavramı,  Kur’anın  bize  anlattığı  Melek  kavramından  çok  farklı  ve  gerçek  dışı  olan  yanlış  inançlardır.  Bu  Mitolojilerde,  insanların  korunması,  yaratılması,  yargılanması,  ölümü,  cezalandırılması,  yeryüzüne  yağmurun,  bereketin  gönderilmesi  gibi  bütün  olaylar  ve  işler,  değişik  isimdeki  ölümsüz  Tanrılara  paylaştırıldığı  gibi,  şimdi  de  bizde  aslında  Allah’a  ortak  koşma  anlayışından  pek  farklı  olmayan,  ama  biraz  hafifletilerek  yerine  değişik  isimdeki  ontolojik  ve  metafizik  /  fizik  ötesi  varlıklar  olduğu  zannedilen  melekler  konularak,  küfür  ve  şirk  ile,  sadece  Allah'ın  Kendisine  ait  olan  bütün  tasarruflarına  ortaklar  ihdas  edilmekte,  görev  paylaşımı  ile  bizim  gibi  üç  boyutlu  nesnel  yapıya  dönüşebilen  ve  görünmeyen  varlıklar  olarak  düşünülen  aracı  meleklere  vekâlet  aktarılmaktadır.

Yahudilik  ve  Hristiyanlık  inançlarında  da  birbirine  yakın  olarak  İbranicede  ismi  “  Mal’ akh  “  olan  melek  ve  isimleri  Mikail,  Gabriel,  Rafael,  Uriel,  Malah  Hamavat  ( ölüm  meleği )  olan  beş  melek  inancı  bulunur.  Bunlar,  onlara  göre  Tanrı  tarafından  belirli  görevi  yerine  getirmek  için  nurdan  yaratılan,  kanatlı  günahsız  varlıklardır. Görevleri  gereği  bazen  insanların  görünümüne  girerler.  Bu  inanca  bağlı  olarak  tahrif  edilmiş  ve  uydurulmuş  Tevrat  Tekvin  / Yaratılış  I. 32  Bab'da  “  Yakub  yoluna  devam  ederken  Tanrının  melekleriyle  karşılaştı  “ denilmektedir. Cinsiyetleri  olmaz,  yemez  içmez, Tanrının  hizmetçileri  olup  doğa  üstü  göksel  varlıklardır.  İncil'de  onlara  görevli  ruhlar  denir.  “  Mal’ akh  “  sözcüğü  İbranicede  elçi,  haberci  anlamına  gelir. Kutsal  Kanonik  ve  Apokrif  İncil  anlatımlarında,  Melekler  Tanrıyı  överler,  tapınırlar,  duaların   cevaplanmasında   aracılık  ederler,  koruyucudurlar, Tanrının  manevi  ordusunun  savaşçılarıdırlar.  Mikail  baş  melektir. Tanrının  benzerliğinde  anlamına  gelir.  Tanrının  ordusunun  baş  komutanıdır. İsa  Mesih’in  kilisesinin  koruyucusu  ve  savunucusudur. Mesih’in  diriliş  müjdesini  veren  meleklerin  de  Mikail  ve  Gabriel  olduğuna  inanılır.  Mikail  aynı  zamanda  Yahudilerin  de  koruyucusu  bir  kraldır. O’nun  çok  yumuşak  huylu  ve  yardımsever  olduğuna,  yağmuru  bereketi  getirdiğine  inanırlar.

Müslümanlığın  ilk  yıllarında,  iletişimin,  ulaşımın  çok  kısıtlı  ve  yetersiz,  masal  ve  hurafe  anlatımlarının   yaygın  olduğu,  tarih  bilgilerinden   yoksun  olunduğu,  bilim  ve  teknolojinin  adeta  olmadığı  dönemlerde,  aslında  her  biri  de  Allah'ın  yaratması  ve  ayetleri  olan  yer  çekimi,  manyetik  etkileşme,  elektro  manyetik  radyo  dalgaları,  enerji  çeşitleri  ve  Fizik,  Kimya,  Biyoloji  kanunları,  hatta  dünyanın  yuvarlak  olduğu  dahi  bilinmemektedir.  Bu  dönemlerde  yapılan  klasik  tefsirlerde,  Kur’anın  edebi  sanatlarla  anlatım  tekniğinin,  müteşabih  ayetlerinin  mecazi  anlatımının  inceliklerinin  kavranamadığı,  düz  mantıkla  yapılan  çeviriler  ve  yorumlar  sonucunda,  melek  konusundaki  inançlar  aynen  eski  inançlarda  olduğu  gibi  Müslümanların  inancına  da  yanlış  olarak  yerleştirilmiştir.  Artık  yüzyıllardır  yerleşmiş,  kökleşmiş  olan  bu  yanlış  inançları  değiştirmek  bugün  için  pek  kolay  da  olamamaktadır. Zira  elbette  ki  Kur’anda  Meleklere  imanın  şart  olduğunu  gerektiren,  meleklerin  işlevini  anlatan  pek  çok  ayet  bulunmaktadır.  Fakat  bu  konudaki  ayetlerle  verilmek  istenen  mesajlar,  bilhassa  yanlış  inançları  desteklemek  için  uydurma  rivayetlerle  asıl  mecrasından  saptırılmaktadır. Üstelik  düşünme  evrimini  tamamlayamamış,  sorgulamaktan,  fikir  üretmekten  uzak  bugünün  bir  takım  sığ  düşünceli   Akademisyen  Prof.  unvanlı  ünlü  ilâhiyatçıları  veya  din  görevlileri  bile,  gelişen  bilim  ve  teknolojinin  dışında  kalarak,  hala  bu  yanlış  inançların  öncülüğünü  yapmakta,  abone  oldukları  televizyon  ekranlarında  Ramazanda  oruç  tutanların,  Kur'an  hatmi  yapanların,  orucunu  açmak  için  sabırla  bekleyenlerin  etrafını  görünmeyen,  sanki  ontolojik  bir  insanmış  gibi  düşünerek  binlerce  melek  kuşatır,  köpek  giren  eve,  çıplak  yıkanılan  banyoya  melek  girmez  diyebilmektedirler.  Bu  çevrelerce  Kur’andaki  ayetlerde  Cibril,  Mikail,  Cibril  olarak  kastedildiği  söylenen  “  Ruh,  Ruhul  Kudüs,  Ruhul  Emin  "  gibi  ifadeler  var  denilmekte,  Meryem’e  Cebrail  insan  kılığında  göründü  denilen  yanlış  ayet  yorumları  yapılmakta,  Kur'anı  peygamberimize  Cebrail  öğretti,  Peygamberimiz  Cebraili  asli  suretinde  de  gördü  denilmekte,  her  Ramazan  ayında  mukabele  etti  denilerek  uydurma  pek  çok  hadis  ve  rivayetle  insanların  karşısına  çıkılmaktadır.

Eğer  Müslüman  olduğumuzu  söylüyor  isek,  hepimiz  elbette  ki  gayba  ve  Kur'an  ayetlerine  inanmakla  yükümlüyüz.  Fakat,  acaba  gerçekten  gayb  kavramının  içine  sokulan   meleklere  iman  konusunda   bizim  inanmamız  gerekenler,  atalardan  gelen  halk  kültürüyle,  gelenekle,  klasik  dönemlerin ilâhiyatçılarınca  uydurma  hadis  ve  rivayetlerle   oluşturularak  bugünkü  önümüze  konulmuş  olanlar  mıdır ?  Kur'anda  gerçekten  bize,  hadis  ve  rivayetlerle   önümüze  konulmuş  olanlar  mı  anlatılmaktadır ?  Meleklere  imanı  bugünkü  ulaşılan  bilim  ve  teknolojinin  geldiği  noktayı  göz  önünde  bulundurmadan,  Allah'ın  koyduğu  kanun  ve  kurallara  göre  tutarsızlıklarla  dolu  bu  klasik  tefsirlerde  ve  rivayetlerde  anlatılan  absürt  /  saçma  masal  ve  hurafelere  göre  mi  yaşamalıyız ?  

Bütün  bunların  daha  gerçekçi  olarak  ortaya  konulabilmesi  için  önce  aklın,  mantığın  kullanılması,  Kur’an  bütünlüğünde  bütün  anlatım  teknik  ve  sanatının  ayrıntılarına  dikkat  edilmesi,  Kur'andaki  bazı  müteşabih  ( birden  çok  anlamı  olan )  ayetlerle  ilgili  olarak,  bugünkü   bilimin  ve  teknolojinin  ortaya  koyduğu  tevilin  ( ilk  sıradaki  karşılığının  ne  olduğunun )  göz  önünde  bulundurulması,  diğer  müteşabih  ayetlerin  de  tevilinin  daha  doğru  yapılabilmesi  için,  ayetlerin  tekrar  bilgi,  akıl  ve  ilim  süzgecinden  geçirilerek,  rivayetlerle  değil,  bizzat  Rabbimiz  tarafından  detaylandırılmış,  etraflıca  açıklanmış   Kur'an  ayetleri  ile  yorumlanması  gerekmektedir.  Zira  Yüce  Rabbimiz  Allah,  Enfal  Sûresinin  22. ayetinde  “ Şüphesiz,  yeryüzünde  dolaşan  canlıların  Allah  katında  en  kötüsü,  aklını   kullanmayan  şu  sağırlardır,  dilsizlerdir. “  demekte,  bir  çok  ayette  aklı,  bilimsel  çalışmaları  ön  plana  çıkarmaktadır.  Her  ne  kadar  klasik  tefsirciler  yanlış  çeviri  ile  müteşabih  ayetleri  Allah’tan  başka  kimse  bilemez  deseler  de  aslında,  Ali  İmran  Sûresinin  7.  ayetinde  müteşabih  ayetlerin  tevilini  ( gerçeğe  yakın  olan  birinci  sıradaki  karşılığını )  Allah  ile  birlikte  bilimde  uzmanlaşmış  kişiler  bilir  denilmektedir.  Çünkü  mubin  ve  mufassal  /  açık  ve  eksiksiz  olan  Kur'an,  kıyamete  kadar  varlığını  sürdürecek  olan  evrensel  bir  kitaptır,  Teknoloji  ve  Bilim,  insanoğlunun  zekâsı  sürekli  olarak  gelişmektedir,  gelişmeye  de  devam  edecektir. Yüce  Rabbimiz  Allah  da  fıtri  yükleme  ve  kodlamalarla  yarattığı  insan  oğlunun,  sürekli  olarak  gelişmekte  olan  aklı,  bilgisi  ve  zekâsı  ile  Bilimde,  Teknolojide  ne  kadar  gelişeceğini,  ne  kadar  ileriye  gidebileceğini  de  bilmektedir.

Biz  hemen  Kur’an  ayetleri  ile  melek  konusunun  ayrıntılarına  geçmeden  önce,  gerek  eski  inançların  etkisiyle,  gerek  klasik  tefsircilerin  yanlış  yorumlarıyla,  gerekse  de  uydurma  rivayet  ve  hadislerin  istilasıyla  bugünkü  toplumumuza   narkozlanarak  uyutulmak  için  enjekte  edilmiş,  belleklerine  yerleştirilmiş  olan  melek  konusundaki  doğru  bilindiği  zannedildiği  halde,  yanlış  olan  inançlarına,  ( Buhari  İman 37,  Müslim  İman  1,  Ebu  Davut  Sünnet 15. ) eserlerinde  yer  alan  uydurma  hadislerle  ana  hatlarıyla  bir  bakmaya  çalışalım.

* Melekler,  duyu  organlarıyla   algılanamayacak  bir  yapıya  sahip  oldukları  için  gayb  alemine  ait  olan  varlıklardır.  Bunun  için  de  haklarında  duyularla  değil,  ayeti  kerimeler  ve  Peygamberimizin  verdiği  haberlerle  bilgi  sahibi  oluruz. ( Hiç  de  öyle  değil,  bilim  ve  teknolojinin  elde  ettiği  gözlem  ve  sonuçlarla,  kanıtlarla  meleklerin  gayb  alemine  ait  değil,  bizzat  Kur'an  ayetlerinin  mesajları  ile  Dünya  ve  Evren  yaşamının  sürdürülebilmesi  için  oluşturulmuş,  madde  ve  enerji  değişimlerine  bağlı  kanunlar,  kurallar  olduğunu  anlayabiliriz. Peygamberimizin  adına   ilkel  dönemin  koşullarında   sonradan  kimlerin  uydurduğu  da  belli  ve  kesin  olmayan  hadislerin  doğruluğundan  da  emin  olamayız. )

* Meleklere  inanmayan  kişi,  ilgili  ayetlerin  hükmünü  inkâr  ettiği  için  iman  etmiş  sayılmaz. Esasında  meleklere  inanmamak,  dolaylı  olarak  vahyi,  peygamberi  ve  getirdiği  kitaba  inanmamaktır. ( Kur'anın  anlattığı  gerçek  melek  kavramından  haberleri  olmadığı  için  rivayetlerle  uydurulan  gerçek  dışı  melek  hikâyelerini  kastetmektedirler. Aksine  Kur'an  ayetlerini  saptırarak,  doğru  yargıya  varamayarak  insanları  yanlışa  yönelttiklerinden  dolayı  kendileri  küfür  içine  girmektedirler.)

* Cinler  ve  şeytanlar  ateşten,  melekler  nurdan, Hz. Adem  topraktan  yaratılmışlardır. ( Müslim  Zuhd  10 ) ( Canlı  ve  cansız  varlıkları  oluşturan,  bileşik,  molekül,   atom  ve  atom  altı  parçacıkları,  proton,  nötron,  elektron,  yani  maddeyi  oluşturan  yapı  taşlarının  dışındaki  her  şey,  ateş, ışık,  nur,  nar  da,  insanda  var  olan  iyi  ya  da  kötü  duygular  da,  şeytan,  Cinn,  melek  de  gözle  görülemeyen,  elle  tutulamayan  ancak  sonuçlarıyla  var  olduklarının  farkına  varılabilen  hepsi  bir  tür  enerjidir.  Aslında  bir  tür  ısı  enerjisi  olan  havadaki  sıcaklığı  hissederiz,  ama  elimizle  tutamayız. Yeryüzünde  ve  Evrende  var  olan  bütün  canlı,  cansız  varlıklar  da  maddeden  yapılmıştır. Gelişen  bilimin  ve  teknolojinin  bugün  ortaya  koyduğu  bütün  bu  bilgilerden  yoksun  olan  gelenekçi  Ulemadan,  elbette  ki  bunlardan  daha  farklı  bir  yorum  beklenemez. Bugün  artık  bilinmektedir  ki  Yüce  Rabbimiz  Allah,  Evrende  var  olan  her  şeyi  Einştain'in  de  matematiksel  olarak  formüle  ettiği  gibi  madde  ve  enerjiden  ibaret  olan  iki  kökenden  yaratmıştır.)

* Melekler  günah  işlemezler,  öfke,  kin,  gazap,  hırs,  haset,  kıskanma  gibi  olumsuz  duyulardan  uzaktırlar. İnsana  ait  bütün   duyulardan   korunmuşlardır.  Yemez  içmezler,  cinsellik  gibi  fiillerden  yoksundurlar. ( Çünkü  düşünce  ve  duyguları  olan  üç  boyutlu  nesnel  ve  hacimsel,  biyolojik  insan  yapısına  dönüşemezler,  Allah'ın  sadece  hükmünü  yerine  getiren  ve  enerji  değişimleri  ile  ortaya  çıkan  sıcaklık,  genleşme,  basınç,  kaldırma,  çekme,  itme,  mıknatıslanma,  rüzgâr,  kinetik,  mekanik,  potansiyel  enerjiler,  elektro  manyetik  dalgalar,  radyasyon  ve  nükleer  enerjiler,  Fizik,  Kimya,  Biyoloji  ve  Uzay  kanunları,  doğadaki  bütün  enerji  çeşitleri  ve  güçleridir. )

* Allah’ın  emri  ve  izni  ile  çeşitli  şekillere  girebilirler. Asli  yapılarında  kanatlarının  bir  ucu  yerin  yedi  kat  altında,  diğer  ucu  yedi  kat  göğün  üstündedir. Onlar  peygamberler  tarafından  hem  asli  ve  hem  de  başka  şekilleriyle  görülmüşlerdir. Bu  cümleden  olarak  örneğin ;  Cebrail  meleği,  Hz. Meryem’e  bir  erkek  şeklinde  görünmüştür. ( Kur'andaki  bazı  ayetlerin  yanlış  ve  düz  mantıkla  yapılan  yorumlarına  dayanarak  oluşturulan  meleklerin  kanatları  inancı  tamamen  zanna  dayalı  gerçek  dışı,  akla  mantığa  aykırı  olan  uydurmalardır.  Ayetler  içinde  yer  alan  " kanat "  ifadesi  Arap  kültüründe  uzunluk  ölçüsüdür. Hem  başka  hadislerde  onların  cinsiyeti  yok  demekte,  hem  değişik  hadislerde  erkek  insan  kılığına  sokmaktadırlar.  Aslında  Meryem'e  görünen  de  onun  hamisi,  eniştesi  Zekeriya  peygamberden  başkası  değildir.  Meryem  Sûresinin 16. ayeti  yanlış  yorumlanmıştır.  Yedi  sözcüğü  Kur'anda  çokluktan  kinaye  olarak  kullanılır,  aslında  ne  yer  kabuğu  yedi  kattır,  ne  de  bize  göre  sonsuz  büyüklükteki  Evrenin  gök  yüzü  yapısı  uzay,  yedi  kat  tabakadır. Sitemizdeki  "  Yedi  Kat  Gök  Masalları "  başlıklı  yazımızda  daha  geniş  bilgi  bulabilirsiniz. )

* İbrahim  peygambere  oğul  müjdesi  veren  melekler  yanına  yemek  ikramını  kabul  etmeyen  insan  şeklinde  gelmişlerdir. ( Saffat  Sûresinin  99 – 101. ayetleri  saptırılıp  yanlış  yorumlanmıştır.  Onlar  gerçekte  Kur'anda  ismi  belirtilmeyen  peygamberlerdendir  ve  zaten  birer  insandırlar. )

* Ayrıca  Müslim  İman  37. de  nakledilen  uydurma   meşhur  Cibril  hadisiyle  de  Peygamberimize  Cebrail’in  erkek  görünümünde  insan  şeklinde  gelerek  iman,  ihsan  ve  İslam  konularındaki  sorgulamalarıyla  test  ettiği  anlatılmaktadır. ( Sanki  Allah'ın  eğittiği  elçisinin  belleğini  bilmediği,  görmediği  gibi  Allah'a  karşı  küfre  girilen  bir  inanç  ve  uydurmalardır. )

* Melekler  yerine  getirdikleri  görevlere  göre  çeşit  çeşittir.  Sorgu  melekleri  vardır, ( Bu  kabul  ve  inanç,  namazda  günde  kırk  defa  okunup  sözleşmenin  yapıldığı  Fatiha  Sûresinin  4. ayetindeki  "  Maliki  Yevmiddiyn  "  Hesap  gününün  sahibi  olduğunun  bildirildiği  Allah'ın   inkârıdır  ve  küfürdür. )  kâtip  melekler  vardır,  arşı  taşıyan  sekiz  melek  vardır.  Dört  tane  de  büyük  melek  vardır. Hz. Cebrail  vahiy  meleğidir,  ismi  Kur’anda  üç  ayette  geçmektedir.  Ayrıca  Cibril,  ayetlerde  Ruh,  Ruhül  Emin,  Ruhul  Kudüs,  Ruhena,  Resulün  Kerim,  Resulü  Rabbik,  gibi  isimlerle  de  zikredilmektedir,  denilmektedir.  Hz. İsrafil  kıyamet  meleğidir,  Sura  üflemekle  görevlidir.  Hz. Azrail  ölüm  meleğidir.  Allah,  evrendeki  tabii  olayların  yönetimini  de  Hz. Mikaile  vermiştir. Yağmuru  yağdıran,  rüzgârı  oluşturan,  bereketi  getiren,  bu  melektir.  Çok  yumuşak  ve  sevimli  bir  melektir.

Bu  inançlar  çerçevesinde  sanki  Yüce  Rabbimiz  Allah,  Kâinatı,  Evreni,  bütün  oluşumları  ve  hayatı  yönetmek  için  kanun,  ilke,  kural  ve  bütün Sünnetullahı  yaratmamış,  hayatın  ve  bütün  oluşumların  içinde,  bize  de  şah  damarımızdan  daha  yakın  değilmiş  ve  gök  yüzünde  çok  uzaklarda  bir  taht  üzerinde  oturuyormuş,  oradan  oturduğu  yerde  de  Kâinatı  seyrediyor  ve  kâh  inerim  yeryüzüne  kâh  çıkarım  gök  yüzüne  türküsünü  tutturmuş,  adeta  "  Azrail  git  şuradan  birkaç  bin  kişinin  canını  alıver,  Mikail  git  şuraya  biraz  yağmur  yağdır,  şuraya  da  zırnık  yok,  İsrafil  sen  de  al  şu  boruyu  bekle  kıyamet  günü  çalarsın,  Cebrail  sen  de  git  şu  sözlerimi  Muhammed'e  bir  ulaştırıver  "  demektedir.  Bize  göre  sonsuz  büyüklükteki  uzay  ve  gök  yüzünün  sekiz  meleğin  kanatları  üzerinde  taşındığına  varıncaya  kadar,  maalesef  akıldan  mantıktan,   teknoloji  ve  bilimden  uzak  ve  Allah'ın  yeterince  tanınmadığı  böyle  absürt,  saçma,  tutarsız  melek  inançlarının  peşinden  gidilmektedir. 

Buhari  31. Hadisinde :  Gece  melekleri  ile  gündüz  melekleri   sabah  ve  ikindi  namazlarında  bir  araya  gelirler.  Allah  bu  meleklere, “ Kullarım  ne  yapıyorlar ? “  diye  sorar.  Melekler  “  Onlara  vardığımızda  namaz  kılıyorlardı,  ayrıldığımızda  da  namaz  kılıyorlardı. “ derler. ( Mekke  müşriklerinden  farksız,  sanki  melekler  insanlar  gibi  yatıp  kalkıp  namaz  kılıyormuş,  konuşabiliyormuş,  Allah  da  kullarının  ne  yaptığını  görmüyormuş,  onlardan  çok  uzaktaymış  inancıyla,  meleklerin  ne  olduğunun  bilinmediği  ve  Allah'ın  gerektiği  gibi  bütün  sıfatlarıyla  tanınamadığı,  secde  kavramının  ne  olduğunun  bilinmediği  nasıl  da  belli  olmaktadır. Aslında  bu  tür  inançların  ve  anlatımların  tümü  Kur'an  ayetlerinin  inkârıdır,  saptırılmasıdır,  küfürdür. )

Rabbani  8 / 5  es  Saati  el  Fethun  rivayetinde : Cebrail  her  şekle  girebilir.  Peygamber  efendimiz  onu,  bir  vahyin  başlangıcında  Hira’dan  Mekke’ye  gelirken,  diğeri  de  Miraçtan  dönerken  Sidretül  Müntehada  ( Arşın  sınırında )  olmak  üzere  iki  defa  kendi  asli  şeklinde  görmüştür. ( İmam  Rabbani,  Kur'anın  dışında  oluşturulmuş,  Fenafillah,  Vahdeti  Vücut  inancındaki  Tasavvuf  Dininin  en  ünlü  ve  müritlerinin  de  kendisini  haşa  Allah'ın  yanında  sevgilisi  ve  ortağı  yerine  koydukları  Gavslarından,  Şeyhlerinden  biridir.  Allah'ın  Kâinatı  ve  Evreni  yönetmek  için  yarattığı  kanun,  kural,  ölçü  ve  Sünnetullahı  bilmediği  için,  Melek  kavramını  da  doğru  olarak  algılayamadığı  gibi,  müritlerini   de  bu  tür  uydurma  rivayetlerle  kandırabilmiştir.  Aynı  zamanda  Kur'andan  ve  aklı  kullanmaktan  yoksun  olan  müritleri  de  kendisinin  Tayyi  mekân  ile  yer  değiştirebilen  ve  Allah  gibi  aynı  anda  farklı  yerlerde  bulunabilen  olduğuna  inanmaktadır. )

Tecridi  Sarih  Tercümesi  9 / 35  rivayetinde :  Cebrail  bazen  de  insan  kılığına  girerek  Resülullah'a  vahiy  getirirdi.  Bu  durumda   çoğu  kez  yakışıklı  ve  genç  bir  sahabe  olan  Dıhye  el  Kelbi’nin  suretinde  görünürdü. ( Çünkü  başka  bölgeden  bir  insan  olsa  olmaz. Kılığına  büründüğü  kişinin  de  mutlaka  sahabe  ve  erkek  olması  gerekir.  Ama  başka  fetvalarda  da  meleklerin  cinsiyeti  yoktur  derler. )

Tirmizi  Menakib  16. Hadisinde  :  Efendimiz  şöyle  buyurdular. “  Muhakkak  ki  benim  yer  ehlinden  Ebu  Bekir ( r.a )  ve  Ömer  ( r.a. )  olmak  üzere  iki  vezirim,  gök  ehlinden  de  Cibril  ve  Mikail  olarak  iki  vezirim  vardır.

Bu  hadislerle  melek  konusundaki  kabullerin  tamamı,  Kur'anı  ve  Allah'ın  yaratma  kanunlarını  bilmemenin,  Allah'ı  isim  ve  sıfatları  ile  tanımamanın  yanı  sıra,  Allah'a  ve  Peygamberimizin  şahsına  hakaret  ve  iftira  niteliğindedir.  Mülk  Sûresinin  13 – 14. ayetlerinde  "  Ve  sözünüzü  ister  gizleyin,  ister  onu  açığa  vurun ;  Şüphesiz  ki  Allah,  göğüslerin  özünü  en  iyi  bilendir.  Oluşturan  bilmez  mi ?  Ve  O  çokça  lütfeden,  gizlileri  bilendir,  her  şeyin  iç  yüzünü,  gizli  taraflarını  da  bilendir. "  denilen  ifadelerine  rağmen  Allah'ı  görmeyen  işitmeyen,  ancak  meleklere  sorarak  kulunun  yaptıklarını  öğrenebilen  bir  yapıya  sokarak,  O'nu   sidreti  münteha  denilen  arşın  sınırında  tahtta  oturan,  yaşamın  dışına  iten  bir  anlayışın  uydurma  ürünleridir.  Kâinattaki  Allah'ın  ayetlerini  okuyamadıklarından  dolayı,  Evrendeki  düzeni  sağlamak  ve  oluşumları  yürütmek  için  Allah'ın  yarattığı  kural,  kanun  ve  ilkelerle  Sünnetullah'ın  ne  olduğunu  bilmemekte,  Melekleri  de  Allah'ın  hükmüne  ortak  olan  metafizik  ( Fizik  ötesi ) bir  varlık  olarak  kabul  etmekte,  yazdıkları  senaryolarla  üç  boyutlu  maddesel  ve  biyolojik  yapıdaki  insanlar  gibi  düşünüp  konuşturmaktadırlar.  Bilhassa  Tarikat  ve  Cemaatlerde   toplanan  insanları  da  uyuşturmak,  ellerinin  altında  tutabilmek  ve  sömürmek  için  bu  anlatılanları  araç  olarak  da  bir  güzel  kullanmaktadırlar.

Halbuki  Yüce  Kitabımız  Kur'anda  Kehf  Sûresinin  26. ayetinde   "  De  ki  :  “ Allah  mağarada  ne  kadar  kaldıklarını  en  iyi  bilendir.  Göklerin  ve  yerin  gaybı  yalnızca  O’nun  içindir.  O  ne  güzel  görür,  O  ne  güzel  işitir.  Onlar  için  O’nun  astlarından  bir  veli  /  dost,  yardım  edip,  koruyup  kollayanı  yoktur.  Allah  Kendi  hükmüne  kimseyi  ortak  etmez. "  ifadeleriyle  geçmişi  ve  geleceği  ( gaybı )  Allah'ın  sadece  Kendisinin  bileceği,  her  şeyi  en  iyi  gördüğü,  en  iyi  işittiği,  Kendi  hükmüne  hiç  bir  kimseyi  ortak  etmeyeceği  çok  net  olarak  bildirilmektedir.  Kur'andaki  İslam'ın  temel  ilkesi  olan  Tevhit  inancında  hiyerarşi,  Allah'ın  işlerini  görecek  yardımcıları,  vekilleri,  aracıları  ve  elemanları  yoktur.  Peygamberimizin  vefatından  neredeyse  1400  yıla  yakın  bir  zaman  geçmesine,  bilimin  ve  teknolojinin  bu  kadar  ilerleyip  de  Kur’anın  müteşabih  ayetlerinin  pek  çoğunun  anlattıklarının  aydınlığa  kavuşmasına,  ülkemizde  bu  kadar  İlâhiyat  öğrenimi  görmüş  aydın  öğretim  görevlisi  ilâhiyatçıların  bulunmasına  rağmen,  Melek  konusundaki  klasik  ve  Kur’an  dışı  yanlış  inançlar,  hadis  ve  rivayetlerin  ortaya  koyduğu  absürt,  tutarsız,  saçma,  Kur'an  ayetlerine,  Allah'ın  yaratma  ve  yönetme  kanunlarına  aykırı  hikâyeler,  hala  ayakta  durabilmekte  ve  bu  inançlar  çerçevesinde  Allah’ın  zati  ve  subuti  sıfatları  nasıl  olup  da  görmemezlikten  gelinebilmekte,  sorgulanamamakta,  Kur’an  ayetleri  hala  nasıl  olup  da  yanlış  yorumlanmaya  devam  edilebilmektedir  ki  1400  yıldır  Kur'anın  gerçek  İslam'ının  getirilmesi  gereken  nokta  açısından  çok  hayret  verici  ve  düşündürücüdür. 

Bugün  Tevhit  inancının  anlamını  ve  şuurunu  tam  kavramamış,  Allah'ın  Kâinatı,  Evreni  yönetmedeki  hükümlerini,  enerjinin  ne  olduğunu  bilmeyen, telefon  ve  bilgisayarlardaki  ses  ve  görüntü  iletişiminin  nasıl  olduğunu  kavrayamayan  ve  bundan  Allah'ın  yaratmadaki  gücü  ve  ilmi  adına  ders  çıkaramayan,  isminin  önünde  Prof.  unvanı  bulunan  gelenekçi  bazı  ilâhiyatçı  öğretim  görevlileri,  hala  Melek  Kavramını  ilkel  inançlara  göre  kabul  edip,  resim,  heykel,  çalgı  aleti,  televizyon,  köpek  ve  başı  açık  kadın  bulunan  eve,  çıplak  yıkanılan  banyoya,  melek  girmez  diyebilmekte,  Peygamberimizi   olmayan  Cebrail  meleğiyle  beraber  uzayda  dolaştırmakta,  miraç  diye  çok  uzakta  ulaşılamayan,  sadece  gökyüzünde  oturduğu  düşünülen  Allah'ın  huzuruna  çıkartmakta,  uydurma   hadis  ve  rivayetlerden  vazgeçilememektedir. Her  halde  asıl  sorun,  bencillik  çıkarlarının  ön  planda  tutulmasıyla,  bazı  ayetlerde  belki  de  özellikle  yapılan  yanlış  yorumlarla,  Allah’ın  Sıfatlarının  göz  önüne  alınmadan,  Tevhit'in  ne  olduğunu  bilmeden,  Ahmed  Bin  Hambel'in  Allah  göktedir  diye  verdiği,  dayatıldığı  fetvanın  da  etkisinden  kurtulamayarak  herhalde,  Allah’ın  bir  kral  gibi,  Yunan  Mitolojilerindeki  çok  tanrılı  inancın  başı  Zeus  gibi  düşünülerek,  düz  mantıkla  arşa  kurulup  bir  tahta  oturtulduğu  inancının  kabul  edilmesi  ile  başlamakta,  Allah'tan  söz  edecek  olanların  ağzında  "  yukarıda  Allah  var  "  ifadesi  sakız  olmaktadır. Halbuki  özellikle  Zuhruf  Sûresinin  84. ayetinde  "  Ve  O,  gökteki  ilâh  olandır  ve  yer  yüzünde  ilâh  olandır.  "  denildiği  gibi  yine  Mücadele  Sûresinin  7. ayetinde   "  Göklerde  olan  şeyleri  ve  yeryüzünde  olan  şeyleri  Allah'ın  bildiğini   görmedin  mi ?  Üç  kişinin  gizli  konuştuğu  yerde  O,  kesinlikle  dördüncüleridir.  Beşte  de  O,  kesinlikle  altıncılarıdır. "   ifadeleriyle   Allah'ın  göklerde,  yeryüzünde  ve  her  yerde  insanların  arasında  olduğu  dile  getirilmektedir. Bunun  yanı  sıra  Yüce  Rabbimiz  Allah,  Kur'an  ayetleriyle  üstelik  de  bize  Arap  kültürünün  en  güzel  deyimleri  ve  edebi  sanatın  en  güzel  örnekleriyle  Kendisini  çok  net  ve  ayrıntılarıyla  tanıtmaktadır.

YUNUS  3  :  Şüphesiz  sizin  Rabbiniz,  gökleri  ve  yeri  altı  günde  / evrede  oluşturan,  sonra  arş'a  istiva  eden  / en  büyük  taht  üzerine  egemenlik  kuran,  işi  yönetip  duran  Allah’tır.

FURKAN  59  :  O  daima  diri  olan,  gökleri,  yeryüzünü  ve  ikisinin  arasındakileri  altı  evrede  oluşturan,  sonra  en  büyük  taht  üzerinde  egemenlik  kurandır.  Yarattığı  bütün  canlılara  dünyada  çokça  merhamet  edendir. /  Rahmandır.  Haydi  sen  bunu  çok  iyi  bilene  sor. 

Ayetlerde  müteşabih  olarak  belirtilen  “  Arş’a  istiva  etmek  “  ifadesi,  lafız  olarak  arşın  üzerine  kurulmaktır.  Fakat  mecazen  ise,  en  büyük  makama  sahip  olmak,  en  büyük  gücü  elinde  bulundurmak,  sınırsız,  uçsuz  bucaksız  görünen  Kâinata  ve  Evrene  hakim  olmak,  bütün  yarattıklarını  çekip  çevirmek  ve  yönetmek  anlamına  gelir.  Allah  mekândan  münezzehtir.  Bundan  dolayı  Allah,  bir  şekle  büründürülerek,  Mitolojik  Yunan  tanrıları   gibi  gerçek  manada   gök  yüzünde  bir  yere  ve  tahta  sığdırılıp  oturtturulamaz.  Ayetlerde  en  büyük  taht  ifadesi  ise  düz  mantıkla  düşünülen  gerçek  bir  kral  tahtı  değil,  en  büyük  gücün  sembolüdür  ve  Allah'ın  en  büyük  olan  gücüdür.  Allah,  yarattığı  bütün  Evrenin,  Kâinatın,  Dünyanın  her  zerresindedir,  egemendir,  yaşamın  ve  bütün  oluşumların   içerisindedir  ve  Kaf  Sûresinin  16. ayetinde  de   “  Ve  andolsun  insanı  Biz  oluşturduk.  Nefsinin  kendisine  neler  fısıldadığını  da  biliriz.  Ve  Biz  ona  şah  damarından  daha  yakınız. ”  ​denildiği  gibi,  biz  insanlara  da   şah  damarımızdan  daha  yakındır.  İnsanın  beyninin  içinde  bulunan  bellek  ve  hafıza  hücrelerinin  içindedir,  vicdanındadır.  Peygamberin  de  veya  bir  insanın  da  Allah'a  ulaşmak  için  gökyüzüne  çıkmasına  gerek  yoktur. 

Kur’anda  pek  çok  ayette  Allah’ın  sıfatları  Arap  kültüründe  yer  alan  “ İstiva  etti  “   ifadesine  benzeyen  müteşabih  ifadelerle  tanıtılmıştır.  Ama  zaten  Kur'anın  ilk  muhatabı  Arap  toplumudur,  o  günkü  Araplar  arasında  da  “  Gökte  olan,  tahtta  oturan,  tahtını  sekiz  meleğin  çektiği  kral  “ gibi  ifadeler,  Yaratanın,  hep   Allah’ın  gücünü  ve   kuvvetini  anlatmak  için  çok  yaygın  olarak  kullanılmaktadır.  Bu  ifadeler  Arap  kültüründe  birer  deyimdir.  Allah’ın  gelmesi,  inmesi,  yaklaşması,  eli  olması,  yüksek  açık  ufukta  olması,  Adem  ve  İblis  ile  bire  bir  konuşması,  görmesi,  işitmesi  gibi  ifadelerin  doğrudan  doğruya  lafzı  ile  anlaşılması,  Allah'ın  sıfatlarına  ve  Kur’anın  ruhuna  aykırı  bir  yaklaşımdır.  Ayetlerin  asıl  mesajının  yanlış  anlaşılmasına  neden  olur.  Bundan  dolayı  yukarıdaki  ayetlerde  de  asıl  anlatılmak  istenen, “  Allah’ın  bizatihi  Kendisinin  egemenlik  kurduğu,  her  şeyi  kontrol   altına  aldığı  “  dır.  Durum  böyle  iken  eğer  birileri  doğrudan  doğruya  bu  ayetlerin  lafzına  göre  düz  mantıkla  yorum  yapıp,  Allah’ı  eli,  kolu,  gözü,  kulağı  olan  bir  insana  benzeterek  dünya  kralı  gibi  bir  tahta  oturtuyorlarsa,  elbette  ki  arkasından  O’nun  için  hizmetçiler,  kayıt  tutacaklar,  getirip  götürecekler,  işlerini  O'nun  yerine  yürütecek  üst  düzey  yöneticiler  ve  yeryüzünde  de  Allah'ın  gölgesi,  vekili  olması  gerekenler,  yardımcılar,  aracılar  icat  edilecektir.  Bunlara  da  kayıt  melekleri,  sorgu   melekleri,  hesap  görme  melekleri,  arşı  taşıyacak  melekler,  büyük  melekler,  haberci  melekler  gibi  isimler  verilecektir,  Allah'a  ulaşabilmek  için  de  keramet  sahibi  Evliya /  Veliler,  Şeyhler,  Gavslar,  Kutublar,  Seyyidler,  İmamlar,  etten,  kemikten  yapılmış   insanlar  put  ve  aracı  yapılacaktır.  Allah’ın  hükmüne  ortak  edileceklerdir.  Allah'la  kul  arasına  hiyerarşi  basamakları  oluşturacaklardır.

Biz  elbette  ki  Allah’a,  Rabbliğine, Tevhide /  birliğine  ve  O'ndan  başka  ilâh  diye  bir  şey  olmadığına,  Peygamberlerine,  onlara  indirilen  kitaplarına,  gayba  ve  Ahiret  gününe,   Meleklerine / gözle  görülemeyen  enerji  ve  değişimleri  ile  haberci  de  olan  doğa  güçlerine  iman  ederiz.  Rabbimizin  ayetleri  ile  uyarılarından  korkarak  ancak  aklımızı  kullanmaya,  önümüze  konulanları  sorgulayarak  Kur’an  ile  test   etmeye  gayret  gösteririz.  Çünkü  hadis  ve  rivayetlerle  önümüze  konulan  melek  inançlarında,  pek  çok  saçmalık,  tutarsızlık,  Kur’an  dışılık,  Sünnetullah'a  aykırılık,  eski  ve  ilkel  inançlardan  olumsuz  ve  yanlış  etkilenmeler  görülmektedir.  Bütün  bunlara  biz  hepimiz  aslında  bugünkü  bilim  ve  teknolojinin  önümüze  koyduğu  ayrıntılara  dayanarak  Kur’an  ayetleri  ışığında  bakmakla,  sorgulamakla  yükümlüyüz.

Araştırmacı  ve  Tebyin  ül  Kur'an  yazarı  Hakkı  Yılmaz’ın  açıklamalarına  göre ;  Melek  sözcüğünün  kökeni   ile  ilgili,  Arap  Dilbilimi   uzmanlarınca  altı  farklı  tespit  öngörülmüştür.  Bu  tespitlerin  en  önemli  olan  iki  tanesini  dikkate  aldığımızda ;  Birinci  görüşe  göre :  “  Melaike “  ve  bunun  tekili  olan  Melek  sözcüğü  “ uluk “  kökünden  türemiştir.  Sözcük  mim  eki  ile  zamanla  Mel’ek  haline  getirilmiştir.  Bizdeki  " Ulak "  haberci  sözcüğü  gibi  Allah’tan  gelen  elçi  ( haberci )  anlamındadır.  İkinci  görüşe  göre : “  Kuvvet  yönetimi  ve  gücü “   anlamındaki  “ Melk “  kökünden  türemiş  olanıdır.  Başındaki  mim  harfi  “ mim “ eki  olmayıp  sözcüğün  aslındandır. Mülk,  milk,  malik  ve  melik  sözcükleri  de  bu  kökten  türemiştir.  Eski  klasik  tefsirciler  genellikle  birinci  görüşü  benimsemişlerdir.  Oysa  Kur’ana  baktığımızda  “ Melaike “  sözcüğü,  bazen  birinci  görüşteki  anlamda,  bazen  de  ikinci  görüşteki  anlamda  kullanılmıştır. Sözcüğün  ayetlerde  hangi  anlamda  kullanıldığı  ise,  yer  aldığı  ayetin  söz  akışından  ayırt  edilebilmektedir. Bu  açıklamalar  doğrultusunda  sözlük  anlamı  olarak ( Kuvvet,  yönetim  gücü,  elçi,  haberci )  demek  olan  Melek  sözcüğü,  terim  olarak  Allah’ın  bütün  emirlerine  uyan,  aslında  bir  enerji  gücü  olan  ve  kodlanan  görevleri  hiç  aksatmayan  güçlerdir,  görünmeyen  varlıklardır. Kur’ana  göre “  Kapalı,  beş  duyu  ile  algılanması  mümkün  olmayan  ama  yararlı  olan  cisim,  güç,  enerji,  haber  iletici,  elçi  “  diye  tanımlayabileceğimiz  meleklerin  hangi  şeyden  yaratıldığı  Kur’anda  söz  edilmemiştir.  Fakat  Kütübi  Sittede  yer  alan  Müslim  ve  Ahmet  b. Hanbel  rivayetlerinde  meleklerin  “  nur ’ dan  ( ışından,  enerjiden ) “  yaratıldığı  iddia   edilmektedir.  Kur’anda  olmayan  bu  bilgi  de  Peygamberimize  fatura  edilmektedir. Tüm  inançlarda  ve  dinlerde  var  olan  melek  kavramında,  zihinlerde  yer  etmiş  olan,  günahsız,  kanatlı  güzel  bir  çocuk  veya  beyaz  elbiseli  bir  insan  görünümüyle  tasavvur  edilmesi,  genel  anlamda  melek  kavramını  ifade  etmekten  uzaktır  ve  Kur’ana  da  aykırıdır.

Kur’anda  iki  ayette  tesniye  /  ikili  olarak  on  iki  ayette  tekil  olarak melek,  diğer  ayetlerde  de  Melaike  ( çoğul )  olarak  kullanılan  sözcük,  tek  bir  varlığı  ifade  etmeyip, Kur’an  ayetleri  ve  değişik  varlıklar,  zihinsel  ve  doğal   güçler  için  de  kullanılmıştır.  Bazı  ayetlerde  haber  iletici  elçiler  anlamında,  bazı  ayetlerde  de  doğadaki  bütün  olayları  yönetim  güçleri  anlamında  kullanılmıştır. 

SAD  71 – 72  :  Hani  Rabbin  bir  zaman  meleklere  /  Evrendeki  enerji  olan  doğa  güçlerine  “ Şüphesiz  Ben  çamurdan  bir  beşer  oluşturacağım. Onu  düzgünleştirip  ruhumdan  üfleyip  /  bilgili  hale  getirdiğim  zaman  derhal  ona  secde  edin  /  boyun  eğip  teslim  olun  demişti. 

SAD  73 – 74  :  Bunun  üzerine  İblis  hariç  bütün  melekler  /  Evrendeki  doğal  güçlerin  tümü  hep  birlikte  secde  ettiler.  /  Boyun  eğip,  teslim  oldular.  İblis  büyüklük  tasladı  ve  o  görmezden  gelenlerden  oldu.

Bu  ayetlerde  insan  oğlunun  yeryüzündeki  sorumluluk  sınavının  nasıl  başladığı  ile  ilgili  olay,  Allah,  Melekler,  Adem  ve  iblis  arasında  geçen  diyaloglarla  adeta  bir  tiyatro  sahnesindeymiş  gibi  temsili  olarak  anlatılmıştır. Aslında  Yüce  Allah’ın  gerçekte  bir  insanla  veya  Kendi  yarattığı  varlıklarla,  enerji  türleri  ile  bu  tarz  yüz  yüze  konuşması  veya  bir  varlığın  O’na  isyan  etmesi  elbette  ki  söz  konusu  olamaz. Kur'anın  öğüt  verme,  mesajlarını  iletme  yönteminden  biri  de  değişik  konuları,  temsili  tiyatro  sahnesindeymiş  gibi  konuşmalarla  anlatım  teknikleridir.  Kur’anda  daha  pek  çok  ayette  bu  tiyatro  sahnesindeymiş  gibi,  cennet  veya  cehennemdeki  insanların  durumları  ile  ilgili  temsili  sahne  ve  konuşmalarla  anlatım  tekniğini  görmekteyiz.  Ama  buna  rağmen  bu  tür  ayetlerdeki  gerçek  mesajı  kavrayamayan  klasik  yorumcular,  bu  konuşmaları  gerçek  zannederek  düz  mantıkla  Allah  ve  melekler  arasındaki   insanlar  gibi  konuşturan  uydurma  rivayetlerin  ardına  düşmüşlerdir.  Ayetlerde  geçen  Meleklerin  secde  etmesi  denince  ilk  akla  gelen,  ibadet  kastıyla  namazın  erkânından  olan,  toplumda  da  böyle  anlaşılmış  olan  alnın  yere  konulması  eylemidir.  Halbuki  secde  sözcüğünün  asıl  anlamı  “ boyun  eğerek  teslim  olmak,  itaat  etmek “  demektir.  Karşısındaki  gücün  otoritesini  varlığını  kabul  etmektir.  Bundan  dolayı  bu  ayet  grubunda,  Allah’ın  kodladığı  bütün  emirlerine  harfiyen  uyan,  O’na  hiç  isyan  etmeyen,  insanın  yararına  olmakla   yaratılarak görevlendirilmiş  doğal  güç  meleklerinin  ( Bütün  Tabiat  ve  Evren  kanunlarının,  Allah'ın  Kâinatı  yönetmek  ve  hedeflediği  düzeni  ayakta  tutabilmek  için  yaratmış  olduğu  çeşitli  enerji  türlerinin  ve  güçlerinin ) insana  yardım  etmeyi,  onun  emrine  girmeyi  kabul  ettikleri  mecazi  olarak  anlatılmaktadır.

Buradan  Adem’e ( insana )  secde  eden  meleklerin  halk  kültürüne  yerleşmiş  nesnel  yapısıyla,  insan  gibi  sürekli  namaz  kılan,  niyazda  bulunan  melekler  olmadığı,  İnsandaki  ( Allah’ın  Adem’e  ruhumuzdan  üfürdük  ifadesiyle  )  verdiği   akıl,  zekâ,  ar,  haya,  hafıza,  dikkat,  düşünme,  gibi  zihinsel  fonksiyonlar   ve  Allah'ın  bahşettiği  el  ve  ayak  becerileri  ile  doğadaki  çekim,  itme,  kaldırma,  basınç,  sıcaklık,  ısı,  enerji  çeşitleri,  yağmur,  bulut,  rüzgâr,  soğuk,  sıcak,  ateş,  ağaç,  nebat,  hayvan  gibi  ve  insanın  dışında  doğada  mevcut  diğer  canlılar  ve  güçlerden  insanın  istediği  gibi  yararlanabileceği  anlaşılır.  Çünkü  doğada  insanın  dışında  bulunan  bütün  varlıklar  ve  güçler  ( enerji  türleri )  insana  secde  edip  boyun  eğmişlerdir,  insanın  aklını,  gücünü,  yeteneğini  kabul  etmişler,  hizmetinde  olmuşlardır.  Kıyamete  kadar  da  boyun  eğmeye  devam  edeceklerdir. Şöyle  ki,  Ademe  ( ünsiyet  kazanmış  insana )  ruh ( bilgi )  üfürüldüğü  ( Allah'a  göre  çok  az  bilgi  verildiği ) zaman,  insan  bu  bilgiyle  doğadaki  tüm  canlı  ve  cansız  varlıkları  kontrol  edebilir,  onlardan  yararlanabilir  hale  gelmiş,  bilgisi  geliştikçe  de  doğaya  hükmetmeye   başlamıştır.  Hayvanları  evcilleştirmiş,  her  şeyinden  yararlanır  hale  gelmiş,  rüzgâra  değirmen  taşını  döndürttürmüş,  elektrik  enerjisini  elde  eder,  gemileri  suda  yüzdürür  olmuş,  ateşle  madenleri  işlemiş,  ağaçları  istediği  amaçta  kullanabilmiştir.  Havanın   kaldırma   gücünden  yararlanmış  uçaklar  uçurmuştur.  Bugün  ise  uzaya  çıkmıştır.  Bilgisayarla  iletişim  teknolojisini  geliştirmiş,  akıllı  telefonlara  sahip  olmuştur. Bütün  bunlar,  varlıkların,  meleklerin,  doğa  güçlerinin,  Ademe (  insana )  secde  ile  boyun  eğip  itaat    ettiğinin  göstergesidir. Uydurma  rivayetlerde  anlatıldığı  gibi  Meleklerin  insanlar  gibi  üç  boyutlu  bir  yapıya  bürünüp,  yatıp  kalkıp  namaz  kıldıkları  gibi  bir  ibadet  de  ortada  yoktur.

Yüce  Rabbimiz  Allah,  Evreni  ve  bütün  yarattıklarını,  yaşamı,  koyduğu  kurallarla,  kanunlarla,  hükümlerle  yönetmekte  ve  çekip  çevirmektedir.  Yarattıklarının,  koyduğu  kuralların  hepsinde  bir  ölçü,  hesaplama  ve  tasarım  vardır.  Zerreden  kürreye,  maddenin  en  küçük  atom  ve  atom  altı  parçacığından,  gök  cisimleri  yıldızlara,  güneş  sistemlerine,  galaksilere  varıncaya  kadar  bu  düzenleri  ve  dengeyi,  dönme  ile  oluşan  merkez  kaç  kuvvetlerinin,  moment,  impuls  etkileri,  dipol  momentin  oluşturduğu  manyetik  alanların  itme   ve  çekme  kuvvetleri,  madde  enerjisinin  oluşturduğu  radyoaktif  ve  elektro  manyetik  dalgalar,  ışımalar,  kaldırma  kuvvetleri,  uzay  kanunları,  fizik,  kimya,  biyoloji,  astronomi  kanunları  ile  yönetir. Hepsi  de  Sünnetullah  denilen,  Allah’ın  değişmez  hükümleridir,  ilkeleridir.  İşte  bütün  bu  enerjiler  bir  yaptırım,  oluşum  ve  değişim   içindedir,  konulan  ölçü,  kural  ve  hükmü  yerine  getiren,  Allah’ın  yarattığı  şaşmaz,  yanlış  yapmaz  doğal  güçleridir,  melekleridir.

KAMER  49  :  Şüphesiz  ki  Biz  her  şeyi,  evet  her  şeyi  bir  ölçü,  ayar  ile  oluşturduk.

ENAM  96  :  O  tan  yerini  yarıp  çıkarandır.  Geceyi  dinlenme  zamanı,  Güneş  ve  Ay’ı  hesap  ile  yapmıştır.  Bu  Aziz  ve  Alim  olanın  /  En  üstün  en  güçlü  en  şerefli,  mağlup  edilmesi  mümkün  olmayan,  çok  iyi  bilenin  belirlemesi  ve  ayarlamasıdır.

RAHMAN  5 – 9  :  Güneş  ve  Ay  bir  hesap  ile  akıp  gitmektedir.  Gövdesiz  bitkiler  ve  ağaçlar  da  secde  edip  /  boyun  eğip  teslimiyet   göstermektedirler.  Ve  Sema’yı  da  oluşturdu.  Onu  yükseltti  ve  ölçüde  dengede  taşkınlık  etmeyesiniz  diye  mizan  /  ölçü  /  terazi   koydu. Ölçüyü  hakkaniyetle  ayakta  tutun,  ölçüye  zarar  vermeyin.

RUM  48  :  Allah,  rüzgârları  gönderendir.  Sonra  rüzgârlar,  bir  bulutu  savururlar.  Sonra  Allah  gökyüzünde  nasıl  dilerse  onu  öyle  yayar  ve  onu  parça  parça  yapar.  Sonra  da  sen  onun  derinliklerinde  yağmur  çıkar  görürsün.

Ayetlerde  görüldüğü  gibi,  burada  sözü  edilen  aslında  sadece  Ay’ın  ve  Güneş’in  doğuşu,  batışı,  gökyüzü   varlıklarının  ve  olaylarının,  rüzgârın,  yağmurun bulutun,  yeryüzündeki  varlıkların  yaratılması  değil,  hepsinin  yaratılmasında  konulmuş  olan  ölçülerin,  hesapların  olduğu,  rastgele  yaratılmadığı,  belli  kuralların,  kanunların  var  olduğudur.  İşte  bütün  bu  kurallar,  kanunlar  ve  güçler  Allah’ın  melekleridir.  Bu  konulmuş  düzenin,  oluşumların,  değişimlerin   sağlayıcılarıdır. Yoksa  dünyayı  düz  bir  tepsi  gibi  sadece  dünyadan  ve  gökyüzünden  ibaret  olarak  bilen  klasik  rivayetçilerin  uydurdukları  gibi  gök  yüzü  arşı  taşıyan  8  melekle  havada  durmamaktadır. Klasik  yorumcular  ve  rivayetçiler  bu  inançlarına  Mümin  Sûresinin  7. ayetini  ve  Hakka  Sûresinin  17. ayetini  dayanak  olarak  kullanırlar.  Bu  gerçek  dışı  inanca  yönelik  çeviri  ve  yorumlar   pek  çok  mealde  olduğu  gibi  çağdaşlıktan,  teknolojiden,  bilimden  ve  Kur'anın  asıl  mesajlarından  uzak  kalan  Diyanet  İşleri  Başkanlığının  2004  çevirisinde  de  hala  klasik  tefsircilerin  yorumu  ile  bu  şekilde  yer  almaktadır.

MÜMİN  7  :  Arşı  taşıyanlar  ve  onun  çevresinde  bulunanlar  /  melekler  Rabblerine  hamd  ederek  tesbih  ederler.  O’na  inanırlar  ve  inananlar  için  ( şöyle  diyerek )  bağışlanma  dilerler. “ Ey  Rabbimiz !  Senin  rahmetin  ve  ilmin  her  şeyi  kuşatmıştır.  O halde  tevbe  eden  ve  Senin  yoluna  uyanları  bağışla  ve  onları  cehennem  azabından  koru. “  

HAKKA  17  :  Melekler  onun  kıyılarındadır.  O  gün  Rabbinin  Arş’ını  bunların  da  üstünde  sekiz  taşıyıcı  taşır.

Tebyin  ül  Kur’an  yazarı  Hakkı  Yılmaz’ın  aynı  ayetlerdeki  çevirisine  göre  ise ;

MÜMİN  7  :  En  büyük  tahtı  taşıyan,  bir  de  en  büyük  tahtın  dış  kenarında  olan  kimseler,  Rablerinin  övgüsüyle  birlikte  tesbih  ederler  /  Kendisini  noksan  sıfatlardan  arındırırlar  ve  O’na  inanırlar.  İman  etmiş  kimseler  için  bağışlanma  dilerler……!

HAKKA  17  :  Tüm  güçler   semanın  çevresindedirler.  O  gün  Rabbinin  Arş'ını  /  büyük  tahtını,   varlığını,  birliğini,  yüceliğini,  en  büyük  makamın  sahibi  olduğunu,  yok  edilen  eski  varlıkların  yerine  yaratılan,  daha  iyi,  daha  mükemmel  yeni  varlıklar  yansıtırlar.

Rabbimiz,  ayetlerde  kullandığı  sözleri  ve  deyimleri  yeniden  Kendisi  üretmemiştir.  Daha  kolay  anlaşılsın  diye  Arap  kültüründe  var  olan  sözleri  ve  deyimleri kullanmıştır. Bundan  dolayı  da  Kur’anda  bir  çok  kez  Kendisini  Arap  örfü  üzerine  tanıtmıştır.  Arş  sahibi,  Arşa  İstiva,  Kürsü  Sahibi  gibi.. Arş,  Rabbimizin  yönetim  gücünün  büyüklüğünün  simgesidir.  O’nun  Rabbliğini  ( programcılığını,  çekip  çevirme  ve  yönetme  gücünü )  yerin  göğün  tek  hakimi  ve  yöneticisi  olduğunu  ifade  etmektedir.  Ayette,  arşı  taşıyanlar  ifadesiyle  kastedilen,  Allah  ile  ilgili  bilgileri  taşıyan  kimselerdir.  Bunlar  Arş’ın  sahibi  Rabbimiz  tarafından  görevlendirilmek  suretiyle,  Allah  bilgisini,  “ tevhidi “  bir  yerden  bir  yere  götürenler,  Allah’ı  tanıtıp  öğreten  peygamberlerdir.  Çünkü  sürekli  Rabblerini  tesbih  eden,  inanan  ve  inananlar  için  bağışlanma  dileyenler,  onların  yakınlarının  cennete  girmesini  isteyenlerin  bir  bölümü  bunlardır.  Ayette  sözü  edilen  ve  sanatsal  bir  ifadeyle  tanıtılan,  Arşın  dış  kenarında  olan  kimseler  ise  ( ulülelbab ) akıllı,  bilinçli  olma  niteliğine  ulaşmış  müminlerdir. Bunlar  Arşın  sahibi  tarafından  elçi  olarak  gönderilmedikleri  halde,  müminler  için  istiğfarda   bulunmakta,  dua  etmekte,  bunu  iman  borcu  olarak  yapmaktadırlar.

Diyanet  çevirisindeki  mealde  Mümin  Sûresinin  7. ayetinin  orijinalinde  bulunmadığı  halde  parantez  içinde  melek  ifadesinin  konulması  ister  istemez  klasik  rivayetçilerin  düşüncelerine  ve  kabullenmelerine  zemin  hazırlamaktadır.  Bundan  dolayı  da  Arşı  taşıyanların  8  melek  olduğuna,  onlara  “ Hamelei  Arş “  isminin  konulmasına,  meleklerin   Arş’ın  etrafında  sürekli  insanlar  gibi  namaz  kılıp  Allah’ı  tesbih  ettiğine,  inananlar  için  dua  ettiklerine  inanılacaktır.  Ardından  yüzlerce  hadis  ve  rivayetin  oluşması  da  kaçınılmaz  olacaktır. Bu  rivayetlerde  İbn  Abbas  şöyle  demiştir : Bunlar  sayılarını  Allah’tan  başka  hiç  kimsenin  bilmediği  sekiz  saf  melektir. ( Sanki  kendileri  gök  yüzüne  gidip  gelmiş  ve  onları  görüp  saymış  gibi )  El  Hasen  de :  Onların  kaç  tane  olduğunu  en  iyi  bilen  Allah’tır. Sekiz  mi  yoksa  sekiz  bin  mi ?  Peygamberden ( s.a.v )  şöyle   buyurduğu  nakledilmektedir : “ Bu  gün  arşı  taşıyanlar  dörttür,  kıyamet  günü  olduğunda  Yüce  Allah  onları  dört  melekle  daha   destekleyecektir.  Böylelikle  sekiz  melek  olacaklardır. ”  Bunu  es  Salebe  zikretmiştir. Bu  rivayetler,  her  önüne  gelenin  bir  şeyler  ekleyerek  meleklerin  yüzlerinin,  aslan,  öküz,  kartal  şekillerini  tarif  edinceye  kadar  devam  eder  gider. 

Aslında  Hakka  Sûresinin  ayetlerinde  temsili  olarak  kıyamet  günü  ve  Evrenin  yok  edilmesinden  sonra  yeni  oluşumlar  anlatılmaktadır. Bütün  bu  yanlış  ve  absürt  inançların  ve  ardından  rivayetlerin   çıkmasındaki  neden,  aynı  Sûrenin 19. ayetindeki  Kur’anın  anlatım  tekniğinde  ve  şiirsel  sanatındaki  inceliklerin  tam  olarak  kavranamamasıdır. Bu  nedenle  ayette  yer  alan  ve  kafiye  sanatına  uygun  olarak  kullanılan  kitabiyeh,  hisabiyeh,  maliyeh  sözcüklerinin  noktasız  olduğu  halde,  noktalıymış  gibi  sonunun   “ at “  şeklinde  kabul  edilmesi  sonucu, 17. ayetteki  semaniyete  sözcüğü,  klasik  tefsirciler  tarafından  “ sekiz “  anlamında  kabul  edilmiştir.  Bu  sözcüğün  yanında  melek  sözcüğü  olmadığı  halde  de  sekizin  ardına  melek  sözcüğü  keyfi  olarak  eklenivermiştir. Halbuki  “ semaniyeh “  biten  tohumun  yerine  ortaya  çıkan  yeni  bitki  anlamına  gelmektedir.  Bundan  dolayı  ayetteki  “ semaniyete “  ifadesi   sekiz  melek  değil,  kıyamet  ile  şimdiki  Evren  ortadan  kaldırıldıktan  sonra  onun  yerine  ikame  edilecek  yeni  varlıklar  anlamına  gelmektedir.  Ayetteki  “ semen “  kökü  dikkatli  araştırılırsa  doğru  sonuca  varılabilir.  Bu  nedenle  de  ayetin  başındaki  melek  ifadesiyle  asıl  anlatılmak  istenen,  Allah’ın  Arşının  ( Varlığının,  güçlerinin,  büyüklüğünün,  egemenliğinin,  birliğinin )  kıyametten  sonra  yeni  yaratılmış  olan  varlıklar  tarafından  Ahirete  taşınacağıdır.

Evrenin  yaratılmasından  bu  yana  ise,  Arşın  düzenini  elbette  ki  Rabbimiz,  bizim  güç  melekleri  olarak  inandığımız,  kabul  ettiğimiz  güçlerle,  uzayda  küresel  yapıdaki  gezegenlerin  dönme  ve  kütleleri  ile  oluşturdukları  çekimler,  sahip  oldukları  manyetik  alanlarla,  itme  güçleri,  yarattığı,  koyduğu  bu  doğa  kanunları  ve  kuralları  ile  sağlamaktadır.  Bu  kanunların,  kuralların  güçlerin,  Allah’ın  buyruğuna  hiç  şaşmadan  aynen  uyması  zaten  Allah'ın  emirlerini,  koyduğu  ölçüleri,  Sünnetullah'ı  yerine  getirmesi,  Allah’a  secde  etmesi  ( boyun  eğmesi )  Allah’ı  tesbih  etmesi  demektir.  Halbuki  başka  bir  boyutta  Metafizik  olarak  yaratılmış,  insanlar  gibi  konuşabilen  üç  boyutlu  elleri  ayakları  ve  kanatları  olan  melek  olmadığı  halde,  klasik  eserlerde  bu  konuda  pek  çok  anlatım  vardır.  Bunlardan  bazılarında :  "  Arşın  etrafında  yetmiş  bin  saf  melek  vardır.  Bunlar  tehlil  ve  tekbir  getirerek  Arşın  etrafında  tavaf  ederler. Bunların  arkasında  da  ayakta  oldukları  halde,  ellerini  öndekilerin  omzuna  koymuş  yüz  bin  saf  melek  bulunmaktadır.  Arşın,  yedi  kat  göğün  her  tabakasında  kapılar  ve  o  kapılarda  bekçi  melekler  vardır,  izni  olmayanlara  kapıları  açmazlar.  Arşı  taşıyan  sekiz  melek,  meleklerin  en  kıymetlileri  ve  en  büyükleridir. O  meleklerin  ayakları,  yedi  kat  yerin  altında  olup,  başları  da  Arşın  üzerindedir. Bunlar  göz  kapaklarını  hiç  kaldırmaksızın,  huşu  ve  hudu  içindedirler. "  gibi  hayal  ürünü  çok  absürt  ve  saçma  hikâyeler  anlatılmaktadır.

Bu  rivayetleri  ve  daha  pek  çok  buna  benzer  rivayetleri  anlatanlar  ve  bunlara  inananlar,  herhalde   hala  Evreni   sadece  dünyadan  ve  onun  etrafını  kuşatan  yedi  kat  atmosfer  tabakasından  ibaret  görmektedirler.  Üstelik  o  devirde  de  Galile  dünyaya   gelip,  henüz  dünyanın  yuvarlak  olduğunu  söylemediğinden  dolayı,  dünyanın  yuvarlak  olduğunu  da  bilmiyorlardı,  tepsi  gibi  düz  olarak  düşünüyorlardı. Üstelik  de  sanki  o  sekiz  meleğin  kanatlarıyla   cüsseleriyle  Arşı  nasıl  omuzladıklarını  görmüş  gibi  göz  kapakları  ayrıntılarına  kadar  anlatmaktadırlar. Oysa  Allah’ın  yarattığı  ve  güç  melekleri  dediğimiz  ( yer  çekimi,  itme  kuvveti,  kaldırma  kuvveti,  manyetik  etkileşme,  rezonans,  mıknatıslanma  gibi )  kanunlarla,  kurallarla,  düzenini  kurduğu  Evrende  ve  yönettiği  tahtında,  Arşında,  bizim  yaşadığımız  dünya  bir  nokta  gibidir.  Evliyaların  sanki  mana  alemine  gidip  gelmiş  ve  mana  alemi  gözü  ile  görerek,  öyle  rüya  ile  keşif  ile  kafadan  atıldığı  gibi  yetmiş  bin  meleğin  sırtlamasıyla  Evrenin  düzeninin  sağlanması  mümkün  değildir.  Bu  tür  yakıştırmalar,  Allah’ın  büyüklüğünün,  gücünün  ve  sıfatlarının  farkında  olmamaktır.  Oysa  Allah’ın  kurduğu  düzen  ve  kanunlar  bütün  Evreni,  arşı  ve  Kâinatı  kuşatmıştır. Zümer  Sûresinin  75. ayetinde  de  ifade  edilen  Arşın  etrafında  dolaşan  melekler  de  yine  Arşın  düzenini  sağlayan  kanunlardır,  kurallardır,  güçlerdir,  enerji  ve  manyetik  etkileşimdir. Buna  rağmen  bu  ayetin  ifadeleri  de  Arşı  taşıyan  sekiz  meleğe  malzeme  yapılmıştır.

Kâinatı  koyduğu  kanunlarla  yönetip  her  şeye  bizzat  Kendisi  hakim  olan  Rabbimiz,  halbuki   bununla  kalmamış,  her  yarattığı  varlığa,  en  küçük  yapı  taşına  bile  bir  ölçü  ve  program  koymuş,  davranışlarını  belirlemiştir. Proton,  proton  görevini,  nötron,  nötron  görevini,  elektron,  elektron  görevini,  foton,  foton  görevini,  atom,  atom  görevini,  molekül,  molekül  görevini,  Demir  her  zaman  demir  görevini,  bakır  bakır  görevini,  altın  altın  görevini,  su   da  su  görevini  hiç  şaşırmadan,  aksatmadan  yerine  getirmektedir. Hepsi  de  Allah’ı  tesbih  etmekte,  Allah’ın  kendilerine  yüklediği,  kodladığı  görevi  aynen  yerine  getirmektedirler.  Hepsi  birer  güçtür,  Allah’ın  melekleridir. Yüce  Rabbimiz  Allah,  hele  suya  diğer  varlıkların  tümünden  ayrıcalıklı  olarak  çok  farklı  özellikler  ve  görevler  yüklemiştir.  Diğer  yaratılmış  varlıkların  hepsi  sıcaklık  karşısında  doğru  orantılı  olarak  hacimleri  küçülüp  veya   genleşirken,  su  ise  tamamen  istisna  olarak  artı  dört  derece  sıcaklığına  kadar  hacmi  küçülüp,  ondan  sonraki  düşük  sıcaklıklarda  dahi  tekrar  hacmi  büyüyerek,  yoğunluğu  azalır  ve  bu  özelliğinden  dolayı  da  kovadaki  su,  okyanuslar,  göller  ve  akarsular  hiç  bir  zaman  dipten  donmaz  ve  bu  nedenle  buzul  çağında  dahi  buzun  altındaki  sıvı  olarak  kalmış  tabakalarda  canlı  yaşamı  devam  eder. Saf  su  her  zaman  sıfır  derecede  donar,  altındaki  sıcaklıklarda  hep  katı  haldedir,  sıfır  derecenin  üzerindeki  sıcaklıklarda  akışkan  sıvı  haldedir,  buhar  basıncı  kanununa  göre  değişik  sıcaklıklarda  az  veya  çok  buharlaşıp  gaz  haline  geçerken,  yüz  derece  sıcaklıkta  da  kaynama  olayı  ile  tamamen  gaz  haline  geçer.  Atmosferdeki  diğer  gazların  arasına  karışır. Eğer  atmosferdeki  su  buharı  yoğunlaşırsa  yine  değişik  sıcaklıklardaki  buhar  basıncı  kanunları  ölçüsünde  ( Allah’ın  koyduğu  ölçülerde )  yer  yüzüne  yağmur,  kar  olarak  düşer. Bu  olayların  tümü  de  Allah’ın  koyduğu  kanunlarla,  ilkelerle,  kurallarla,  güç  meleklerinin  kontrolünde  yürüyen  olaylardır.  Unvanında  prof  olan  bugünün  bazı  ilâhiyatçıları,  gelişen  bilimden  ve  teknolojiden  uzak  kalarak,  hala  nasıl  oluyor  da,  Yüce  Rabbimizin  sonsuz  ilminin  ve  doğa  kanunlarının,  Sünnetullah'ın   farkına  varamamakta  ve  absürt  melek  rivayetlerinin  peşinden  gitmektedirler,  bu  çok  şaşırtıcı  ve  üzücüdür.

Kur’anda,  örneğin  Zuhruf  Sûresinin  80. ayetinde  " Yoksa  onlar,  şüphesiz  Bizim  onların  sırlarını  ve  fısıltılarını  işitmediğimizi  mi  sanıyorlar.  Evet  işitiriz,  yanlarında  bulunan  melekler  /  elçilerimiz  de  yazıyorlar. "   denilerek,  Kaf  Sûresinin  17 - 18.  ayetlerinde  de  "  Onun  sağından  ve  solundan  /  her  yanından yerleşik  iki  tespitçi  onun  her  işini  tespit  edip  dururken,  insan  hiç  bir  söz  söylemez  ki  yanında  hazır  gözetleyen  bulunmasın. "  ifadeleriyle  kayıt  eden,  bellek  oluşturan  meleklerden  de  söz  edilmektedir.  Ayette  bahsedilen  iki  tespitçi  ifadesi  ile  ilgili  olarak,  rivayetçiler  hemen  düz  mantıkla,  sağdaki  melek  iyilikleri,  soldaki  melek  de  kötülükleri  kaydeder  şeklinde  ilginç  rivayeti  ortaya  atmışlar  ve  “ Kiramen  Kâtibin “  adıyla,  insanın  sağ  omzundaki  ve  sol  omzundaki  yazıcı  kâtip  melek  inancını  halk  kültürüne  yerleştirmişlerdir. Halbuki  Kur’anın  bütünlüğünün  anlatım  tekniklerinde,  pek  çok  ayette  zıt  anlamlı  sözcüklerin  birlikte  kullanılması,  ifadeye  anlam  zenginliği  kazandırmak  içindir.  Bu  ayette  anlatılmak  istenen  de  sadece  sağ  ve  sol  yön  değil,  “  tüm  yönler “  kastedilmektedir.  Dolayısıyla  bu  tespitçi  melekler,  insanın  sadece  omuzlarında  değil,  sağında,  solunda,  önünde,  arkasında,  altında  üstünde,  içinde  dışında,  yani  kalbindedir,  sudurundadır. Tabii  ki  kastedilen  kalp,  düşünceyi  ve  insanı  yöneten  beyindir. İnsanı  sürekli  olarak  kontrol  altında  tutarak  söylediği  ve  yaptığı  her  şeyi  kayda  alıp  saklayan,  zamanı  gelince  çıkarıp  ortaya  koyan  bu  tespitçiler,  Allah’ın  insana  verdiği  iki  yeti  olup,  bunlar  hafıza  ( bellek )  ve  aslında  enerjiden  oluşmuş  olan  insanın  kötü  duygularını  temsil  eden  iblistir.  Bu  insanın  melekesidir,  beynine  yerleştirilmiş  bir  hücredir. ( Mikrociptir )  Bundan  dolayı  da  Allah,  Yasin  Sûresinin  65. ayetinde  hesap  gününde “  Bugün  Biz  onların  ağızlarının  üzerine  mühür  vururuz.  Bize  elleri  konuşur,  ayakları  da  kazandıkları  şeylere  şahitlik  eder. “  diyerek  adeta  bir  bilgisayar  tabletinde  gibi  gösterilerek  her  şeyin  ortada  olduğunu,  artık  başka  şahitlere  ve  kayıtlara  gerek  kalmayacağını  dile  getirmektedir.

Bugünkü  bilim,  beyinde  böyle  bir  bölgenin  varlığını  ispat  etmiştir.  Amerika’da  Mikro  Biyoloji  uzmanlarınca,  bir  maymuna  uyguladıkları  bir  deneyle  beynine  belli  frekanslarda  enerji  dalgaları  göndererek  ona   geçmişte  yaşadığı  bir  olayın  halisinasyonunu  tekrar  yaşatmayı  başarmışlardır. Kur’anda  Naziat  Sûresinin  1 - 5.  ayetlerinde  de  insanın  ölümü  esnasında,  çok  kısa  bir  anda  bütün  yaşadıklarının  sinema  şeridi  gibi  gözünün  önünden  geçeceği  belirtilmektedir. Bununla  ilgili  olarak  da  bilim  adamları,  insanın  ölümü  anında  beyninde  oluşan  enerji  yoğunlaşmasını  tespit  etmişler  ve  2008  yılında  da  insanlar  üzerindeki  ölüm  genlerinin  var  olduğunu  bulmuşlardır.  Ve  böylece  ölüm  meleği  olan  insanın  vücudundaki  bu  genlerden  dolayı  da  artık  Azrail  meleğine  gerek  de kalmadığını  ispat  etmişlerdir. Zira  dünyada  aynı  anda  yüz  binlerce  insan  ölmektedir.  Bu  kadar  ölüm  elbetteki  bir  tek  Azrail’in  işi  olamaz.

İslam  inancı  literatüründe,  Kur’anda  İsrafil  ve  Azrail  diye  bir  melek  yoktur.  İsrafil’in  Sura  üfleyerek  kıyameti  haber  vereceği  rivayeti  sadece  İbn i  Kesir’de  vardır.  Diğer  müfessirlerde  yoktur.  Kur’anın  bize  anlattığı  melekler,  Kâinatın  yaratılmasından  bu  yana  sürekli  çalışan  ve  kıyamete  kadar  da  çalışacak  olan  ve  ancak  kıyametle  birlikte  göğe  yükseltilecek  olan  meleklerdir,  enerjiden  ibaret  olan  doğa  güçleridir,  hükümlerdir,  kanunlardır.  Kıyamet  gününe  kadar  hiç  bir  iş  yapmadan  yatıp  bekleyen,  veya  bir  süre  sonra  emekli  olan  melek  anlayışı  akla,  mantığa,  Kur’ana  sığmaz. Kur’anda  doğrudan  doğruya  ayetlerde,  peygamberimize  vahyin  Cebrail  meleği  tarafından  getirildiği  belirtilmediği  halde,  Diyanet  çevirileri  de  dahil  gelenekçilerin  pek  çok  Kur’an  çevirilerinde,  parantez  içinde  de  yazılmış  olsa  vahyi  Cebrail’in  getirdiği  inancı  hakimdir.  Bazı  ayetlerde  yer  alan  ve  aslında  ilâhi  mesaj,  güvenilecek  bilgi,  vahiy  anlamlarını  taşıyan  “ Ruhül  Kudüs ,  Ruhül  Emin,  Ruhena " gibi  ifadeleri  de  zanlarla,  uydurulan  hadis,  rivayet  ve  hurafelerle  bu  kavramları   Cebrail  olarak  kabul  etmektedirler.  Meryem  Sûresinin  16. ayetinde,  aslında  “  Ruhena  “  sözcüğü  ile  “ Biz  ona  ilâhi  mesajımızı “  gönderdik  ( ona  gerekli  bilgileri  gönderdik )  denilmesine  ve  ayetin  orijinalinde  bulunmamasına   rağmen  pek  çok  mealde  “ Biz  ona  Cebraili  gönderdik “  bir  erkek  şeklinde  göründü  ifadesi  yer  almaktadır. Klasik  kitaplarda  Cebrail  meleği  üzerine  kurgulanmış  yüzlerce  rivayet  ve  hadis  bulunmaktadır.  Kur’anda,  Cebrail  sözü  üç  ayette,  Mikail  sözü  de  bir  ayette  doğrudan  yer  almaktadır. ( Cebrail  ile  ilgili  geniş  bilgileri   "   Allah'ın  Önüne  Geçirilen  Cebrail  Meleği "  başlıklı  yazımızda  bulabilirsiniz )

Sonuç  olarak,  klasik  tefsir  ve  eserlerde  yer  alan,  rivayetlerle  önümüze  konmuş  olan,  bu  güne  kadar  toplumumuzun  kültürüne  yerleşmiş  olan  melek  konusundaki  inançlarımız,  bilgilerimiz,  Kur’an  dışında  pek  çok  yanlışları  ve  tutarsızlıkları  içermektedir. İsra  Sûresinin  95. ayetinde  "  De  ki  :  Eğer  yeryüzünde  huzur  içinde  yürüyüp  duran  melekler  olsaydı,  elbette  Biz  onlara  gökten  elçi  olarak  bir  melek  indirirdik. "  denildiği  gibi,  Evrende,  Allah'ın  yarattığı  madde,  enerji  ve  enerji  değişimlerine  bağlı  olarak  oluşan  yönetim  güçlerinden  başka,  halk  kültürüne  yerleşmiş  ve  uydurma  rivayetlerle  anlatılmış  olan,  Cebrail,  Azrail,  Mikail,  İsrafil  isimlerinde  ve  arşı  sırtlarında  taşıyan  kanatlı  melekler  diye  üç  boyutlu  nesnel  yapıya  dönüşebilen,  konuşan,  namaz  kılan  ontolojik  ve  Metafizik  varlıklar  yoktur.  Metafizik  ( fizik  ötesi )  olarak  Evrende  Allah'tan  başka  hiç  bir  şey  yoktur.  Allah,  emirlerini,  yaratmasını,  öldürmesini,  vahyetmesini  ve  sonsuz  derecede  olan  hükümlerini,  işlerini,  aracılarla  yaptırmaz.  Hükmüne  hiçbir  kimseyi  ve  varlığı  ortak  etmez.  Vekil  de  kullanmaz.  Tevhit  inancının  temelinde  hiyerarşi  ve  aracı  yoktur.  Allah  her  şeyde,  her  olayda  yegâne  kudret  ve  tasarruf  sahibidir.  Meleklerin,  yönetim  güçleri  olarak  varlığına,  Kâinattaki  yaşamın  ve  düzenin  yürümesindeki  görevlerine,  bu  yolla  Allah’ın  koyduğu  kanunların,  hükümlerin,  ilkelerin  işleyişine  ve  Sünnetullah’a  iman  edeceğiz.  Ama  Dinimiz  adına  her  konuda  ihtiyacımız  olan  bilgilerin  ve  uyarıların  en  doğrusunun,  taciz  edilmediği,  zorlamalarla,  parantez  içi  açıklamalarla  yanlış  olarak  müdahale  edilmediği  zaman,  Yüce  Kitabımızda  eksiksiz  olarak  mevcut  olduğunu  da  her  zaman  aklımızda  tutmalıyız. Her  konuda  önümüze  konulan  bilgileri  mutlaka  Kur’an  ayetleri  ile  aklımızı  kullanarak,  anladığımız  dilde  farklı  çevirileri  okuyarak,  karşılaştırarak  test  etmeliyiz. Çünkü  her  konuda  bize  öğüt  olsun  diye  indirdiği  kitabında  Yüce  Rabbimiz,  Enam  Sûresinin  38. ayetinde  de  “ Biz  bu  kitapta  hiç  bir  şeyi  eksik  bırakmadık “  demektedir. Kur’anın  bize  tarif  ettiği,  her  biri  bir  enerji  değişimi  olan  melekler,  güçler,  Allah’a  şaşmaz  bağlılıkları  ile  Kâinatın  yaratılması  ile  beraber  üzerlerine  yüklenmiş  olan   programı,  kodlamayı  hiç  aksatmadan  milyarlarca  yıldır  yerine  getirmektedirler. Böylece  Allah’ın  emirlerine  boyun  eğip  secde  etmektedirler,  Allah’ı  tesbih  etmekte,  Allah’ın  büyüklüğünün,  yüceliğinin  kanıtı  olmaktadırlar.  Biz  de  artık  Kur'anı  mealinden  anlayarak  okuyup,  Allah'ın  büyüklüğünün  ve  sonsuz  ilminin  farkına  varalım.  Melek  kavramındaki  yanlış  inançlardan  arınalım.  Allah'ın  selamı,  rahmeti  ve  bereketi  Kur'anı  doğru  anlayanların  üzerine  olsun !

ALLAH  DOĞRUSUNU  EN  İYİ  BİLENDİR ! RAHMETİ  VE  KUR'AN  BİZE  YETER !..

Temel  Kaynak :  HAKKI  YILMAZ  ( Tebyin  ül  Kur’an )  





























 

PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR

BAŞLIKLAR
TAKİP ET