 
 Kur’anda Araf Sûresine ismini veren Araf konusu ve o Sûre içinde geçen Ashabı Araf / Araf halkı, Araf ehli, Araf arkadaşları ifadesi, Halk kültüründe, Kur’an ayetlerinin asıl vermek istediği mesajlardan çok farklı olarak anlamlandırılmış, Kabir Hayatı, Kabir Azabı, Berzah Alemi konularında olduğu gibi Müslümanların inancına tutarsız yorumlar ve rivayetlerle Araf İnancı diye bir inanç maalesef yanlış olarak yerleştirilmiştir.
Bugün toplum hayatının her kesiminde halk kültürüne iki arada, Cennet ve Cehennem arasında kalmış olanlar anlamlarıyla yerleştirilmiş olan Araf kavramı, arada kalmak ekseninde, ikilemde olmak, kararsız olmak anlamlarında öylesine kökleştirilmiş ki, ağızlarda sakız olmakta, deyimler oluşturulmakta, şiirler yazılmakta, şarkılar okunmakta, çeşitli duygulara tercüman yapılmaktadır. Bu nedenle de karar verilemeyen her ikircikli olayda Araf’tayım ifadesi kullanılmaktadır. Hakkın ve batılın, gerçeğin ve yalanın, sevginin ve nefretin, mutluluğun ve acının, inişlerin ve çıkışların ortasında olduğunu hissedenler, hep Araf’tayım diye teselli bulmaktadırlar. Şimdilik Araf’tayım, firardayım şarkısını söyleyenler ve onu dinleyenler kafiyelerin armonisine kapılarak gerçek anlamını bilmeden coşmakta veya duygulanmaktadır. Herhalde mutsuz bir evlilik yaşamakta olan biri de “ çekişmeli evlilik bu dünyanın Araf'ıdır “ diyerek kendi küfrünün ata sözüne sığınmakta, Araf kavramının toplumdaki etkisinden olsa gerek, gazeteci üstat yazar Can Dündar dahi bu Araf kervanına katılıp “ En kolayı bir tarafta olmaktır. En zoru ise Araf’ta durmaktır “ diyerek özlü söz oluşturmaya çalışmıştır. Sevdiğine veya sevmediğine bir türlü karar veremeyen aşık da, şimdilik Araf’tayım diyerek maşukunu oyalamaktadır. Ama ! keşke iki arada bir derede ikilemin, kararsızlıkların arasında olmak değil de, Kur'ana göre Arafta olmanın, Araf Ashabı olmanın aslında Kur'an ayetlerine vakıf olan ariflerin, bilgili kişilerin arasında olunmanın güzelliğinin farkında olunup, insanlar kendi dillerinden anlayarak okuyup Kur'an ayetlerine vakıf olarak gerçekten Araf ashabı olabilselerdi !
Tarihin eski dönemlerinden bu yana farklı şekilde isimlendirilen bütün din ve inançlarda, Yahudilikte, Hristiyan’lıkta ve Müslümanlıkta Araf inancı, Ahiret kavramı ( ölümden sonraki hayat ) içerisinde yer almıştır. Halbuki bizim dünya hayatındaki zaman algımıza göre kıyamet kopmadığı için henüz ne Cehennem, ne de Cennet oluşturulmamıştır. Ana hatlarıyla bu yanlış inançlara göre Araf : Kötüler ve iyilerin sınıfına sokulmayan, inançlı günahkârların veya günah ve sevapları eşit olanların gideceği geçici ve nihai Ahiret mekânları, Cennet ve Cehennem arasında olduğuna inanılan bekleme yeridir. Çoğunlukla dağ, tepe, sözcük olarak kum tepesi ve aradaki bir bölge, aradaki sur anlamında düşünülmektedir. İnsanların içinde bulunduğu yanlış inancı düzeltmek amacıyla Kur'anda da Araf Sûresinin 35. ayetinden başlayarak önce Rabbimizin bize helâk olmamak için kurtuluş yollarını açıklamasından sonra, 53. ayete kadar olan bölümde bu konuya yer verilmiştir. Bu ayetlerle Araf konusunun adeta bir tiyatro sahnesinde temsili olarak canlandırıldığını ve aslında gerçek hayata yönelik uyarıları edebiyatın en güzel sanatına mecazın da katılarak nasıl bir ustalıkla anlatıldığını görüyoruz. Buna rağmen bu ayetler, Kur’anın anlatım tekniği, Kur’anın bütünlüğü, Allah’ın bütün sıfatları göz önünde bulundurulmadan, klasik dönemde değişik alimler tarafından bu güne kadar yine de farklı farklı yorumlanmış ve bu yorumları ayrı ayrı destekleyen pek çok sayıda uydurma hadis ve rivayet, inançları istila etmiştir. Nasılsa Kur’an anlaşılmak üzere okunmamaktadır, okumaya çalışan da ben bir şey anlayamam inancına şartlandırılmıştır. Meydan boştur, önüne konulan hurafeleri maalesef akıl, mantık ile sorgulayan da yoktur. Bu konuda yerleşmiş olan yanlış inançların oluşmasında egemen olan ve Peygamberimizin vefatından sonra onun adına uydurulan, inançları istila eden pek çok hadis, rivayet ve yorumun bazılarına örnek olarak bakalım :
* Araf ehli, “ sevapları ile günahları birbirine denk olup, bir müddet Araf’ta kalacak olanlardır. “ demişler, İbn Cerir’de Huzeyfenin verdiği cevap rivayetine göre “ Araf iyilikleri ile kötülükleri eşit gelen insanlardır, kötülükleri Cennet’e girmelerine, iyilikleri de cehenneme girmelerine mani olmuştur. Bunlar, Cenabı Hak onların hakkında hüküm verinceye kadar bu sur üzerinde kalacaklardır.
* Bir başka hadiste “ Peygamberimiz ( s.a. ) e iyilikleri ile kötülükleri denk gelenlerin durumu sorulduğunda, Hz. Peygamber, “ Onlar Araf’ta bulunacaklardır. Onlar oraya isteyerek girmemişlerdir. Daha sonra bunlar Allah’ın lütfu ile Cennete gireceklerdir. “ buyurmuştur. ( Muhtasaru tefsir. İbn Kesir II. 22 )
* Din alimleri bu konuda değişik yorumlarla net bir açıklama getirememişler, ardından da en fazla İmam Gazali’nin görüşünü benimsemişlerdir. “ Araf’taki kişilerin sevaplarının kendilerini Cehennemden kurtardığı, günahlarının ise onları Cennete girmekten alıkoyduğu “ inancı hakim kılınmıştır. Bu ara bölgeye de berzah adı verilerek, çocukların, delilerin, peygamber mesajının ulaşmadığı ara dönemlerdeki insanların da burada bir süre bekletileceği söylenmiştir.
* Hasan Basri ve daha başka bir kısım alimler de Araf sözcüğünün, ilim irfan, bilgi kökünden türediğini kabul etmişlerdir. Gerçeğe çok yakınlaşmış olmalarına rağmen onlar da Araf'ın Ahirette bir bölge olduğu kabullenmesinden kendilerini kurtaramamış ve o bölgede bulunacakların ancak ilim irfan sahibi bilgili kişiler olduğunu ve bundan dolayı da Cennetlikleri ve Cehennemlikleri yüzlerinden tanıdıklarını söylemekten ileri gidememişlerdir.
Örneklerde gördüğümüz gibi hemen hemen aynı kabullere dayanan, Allah'ın Rahman ve Tevvab olan sıfatlarının unutulduğu, hadis ve rivayetlerin büyük bir taarruz ile oluşturduğu ve Cennet ile Cehennem arasında bir bölge olduğuna inanılan Araf’ta, iki tarafa açılan kapısının olması ve hele hele bir tarafta Cehennem kapısının açılma ihtimali, bu dünyada dahi bekleme esnasındaki insanlarda da olduğu gibi, ister istemez acabaları, korkuları, stresi had safhaya çıkaran unsurlar olacaktır. Aynı zamanda insanların çok sıkıntı ve kargaşa içinde olabileceği ürkütücü bir alan, bir tepe, bir yer olarak da düşünülecektir. Süre geçici de olsa, Cennete girme umudu büyük olanları da beklemek ve acabaları, her halde tedirginlikten korkudan uzak tutmaya yetmeyecektir. Çünkü o bekleme döneminde Cennet de, Cehennem de onları kendinden saymayacaktır. Belki de Araf'ın en tepe yerinde olanlar, aşağılara düşmekten kendilerini daha güvencede görebilirler. Ancak önlerinde bir de rivayetlerle uydurulan kıldan ince, kılıçtan keskin, kaygan mı kaygan bir sırat köprüsü, ayağı kayanlar için de aşağıda Gayya kuyusu vardır. Gerçekten de oradakiler için Araf, tam arada olan bir durum olacaktır. Ama bazıları da Cehennem karşısında orayı tercih ederek oradan ayrılmayı istemeyebilirler diye düşünceler de üretilebilir. Tabii ki bunlar Kur'anın gerçeği ile hiç ilgisi olmayan hayal ürünü birer uydurma mizansendir ve zanlardır.
Kitabımız Kur’anda, Bakara Sûresinin 1. ayetinde “ Bu kendinde şüphe olmayan, Allah’a karşı gelmekten sakınan / Muttakiler için doğru yolu gösteren kitaptır. Onlar gayba inanırlar. ” Denir. Her ne kadar Kur’anda Cennet, Cehennem, Araf konularında bizim dünya üzerinde gördüklerimize ve bildiklerimize göre açıklamalar ve tasvirler var ise de, bu kavramlar da bizim için gaybdır. Gaybı da Allah’tan başka, peygamberler de dahil hiç kimse bilemez. ( Enam 50.) Ama buna rağmen, sanki oralara turistik seyahate gidip dönmüş gibi birtakım kişiler ortaya çıkmıştır. Bunlar hadis ve rivayetlerle peygamberimize de atfederek yazdıkları kitaplarda, henüz kıyamet kopup Evrenin yaşamı ve varlığı sonlandırılmamış ve aslında bizim zaman algımıza göre henüz Cennet ve Cehennem de oluşturulmamış olduğu halde, Cennet’in, Cehennem’in, Araf’ın yapısını uydurdukları mitolojik, fantastik, ayrıntılarla bir güzel donatmışlardır. Bir de bu bağlamda Hacc ve Umre seyahatine Mekke’ye gidenler, Mekke dışında Arafat adı verilen ve düzlük ortasında biraz yüksekçe olan bir yere ziyarete götürülürler. Burada rehberlik yapan Hoca Efendiler ; “ Adem peygamber ve Havva anamız Cennet’ten kovulunca, Adem peygamber Serendip adasına ( Srilanka’ya ) Havva anamız da Hicaz’a düşmüşler, yıllar sonra bu Arafat tepesinde buluşmuşlar, Allah’a yalvarmışlar ve Peygamberimiz Muhammed ( a.s. ) ın yüzü suyu hürmetine Allah da onları bağışlamıştır. “ hikâyesini büyük bir coşku ile anlatırlar. Kafilelerde hiç bir zaman yaramaz bir öğrenci çıkıp da peki “ zamanımızdan yirmi beş bin yıl önce burada birbirlerine konum atarak mı buluştular ? Adem peygamber o adadan uçakla mı, yoksa gemiyle mi geldi ? diye de sormaz. Ama gözler yaşlarla dolar.
Keşke rehberlik yapan bu Hoca Efendi kardeşlerimiz, Kur’anı Arapça Tecvit'ten ve Mahreç'ten çok güzel sesleri ile makamı ile okudukları kadar, Kur’anın içinde nelerin olduğunu öğrenmiş olsalardı, keşke ilk insan dedikleri Adem peygamberin, henüz ortada olmayan Cennette değil de insanların yeryüzünde topraktan bitki olarak yaratıldığını anlatan ( Nuh 17. ) ayetini görmüş olsalardı. Adem peygamberin Cennet’de değil de bu dünyada yeryüzünde yaratılan Adem'lerden / insanlardan biri olduğunu, onların arasından seçilmiş ilk peygamber olduğunu, Kur’anda tasvir edilen Cennet’in bu dünya nimetlerine göre bize anlatıldığını, asıl Cennet ve Cehennem’in yapısının bizim için gayb olduğunu, henüz yaratılmadığını, kıyametten sonra bambaşka bir kozmik değişme ile bizim tasavvur edemeyeceğimiz bir yapıda oluşturulacağını, Allah’tan başka peygamberler de dahil, hiç kimsenin şefaatçi, aracı olamayacağını bilmiş olsalardı. O zaman herhalde toplum birçok yanlış inançların içerisinde boğulma noktasına gelmezdi.. Araf ve Araf ashabı ile ilgili olarak bu güne kadar mütedeyyin Müslümanlara anlatılan rivayetlere, masallara göre oluşmuş yanlış inanışlara genel olarak baktığımızda ;
1. Araf,  sırat  köprüsünün  üstündeki  yüksekçe  bir  yerdir.  Burçtur.
2. Araf,  Cennet,  Cehennem,  arasında  Uhud  dağına  benzer  bir  tepedir.
3. Araf,  Cennet’le  Cehennem’i  ayıran  bölgedeki  Sur’un  yüksek  yeridir.
Ashabı  Araf  ( Araf  halkı )  ile  ilgili  oluşmuş  yanlış  inanışlar ;
1. Ashabı  Araf,  İyi  ve  kötü  amelleri  eşit  olan  müminlerdir. Bunlar  cennete  hemen  konulmayıp  ikisi  arasında  bir  müddet  bekletilecek  olanlardır.
2. Ashabı   Araf,   meleklerdir.  Müminleri  ve  kâfirleri  yüzünden  tanırlar.
3. Ashabı   Araf,  Peygamberler,  şehitler,  yüksek  şahsiyetlerdir.
4. Ashabı  Araf,  Cennet  ve  Cehennem’e  girmeyi  gerektirmeyecek  kimselerdir.  Kâfir  anne  ve  babanın  küçük  ölmüş   çocukları,  deliler  ve  veledi  zinalardır.
Bu konularda uydurulan rivayetlerde bunlara benzer daha pek çok ayrıntı ve anlatım bulunmaktadır. Kur’an, anlaşılmak için okunmayıp bir tarafa bırakılıp akıl süzgecinden geçirilmeden, Kur’an dışı söylentilerin ardına düşülürse, anlatılanlar Kur’an ile test edilip sorgulanmazsa, elbette doğal olarak karşımıza daha pek çok uydurma görüş, masal, rivayet, inanç çıkartılır. Dinin içine sokulur ve din diye yaşatılır. Dinimizin gerçek ve yegâne kaynağı Kur’andır. Araf ve Ashab ı Araf konularını Kur'ana göre doğru anlayabilmek, dinimizi hurafe ve masallardan, gerçek dışı inançlardan arındırabilmek için Araf Sûresinin 35. ve 53. ayetleri arasındaki oluşturulan pasajın bütünüyle ele alınıp doğru tahlil edilmesi gerekir.
ARAF 35 – 36 : Ey Ademoğulları ! Size aranızdan ayetlerimi anlatan elçiler geldiğinde, kim salihatı işler / Allah’ın koruması altına girer ve iyileştirirse işte onlara kaygı yoktur ve onlar üzülmeyecekler de. Ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklük taslayanlar ise, işte onlar ateşin yaranıdır. / dostudur. Onlar orada sürekli kalacaklardır.
ARAF 37 : Öyleyse Allah’a karşı yalan uyduran veya ayetlerini yalanlayandan daha yanlış iş yapan kim olabilir ? İşte onlara kitaptan payları erişecektir. Sonunda elçilerimiz, canlarını almak üzere onlara gelince, “ Allah’ın astlarından yakardıklarınız nerede ? “ derler. Onlar “ Yakardıklarımız bizden kaçıp ayrıldılar “ derler. Ve kâfirler ; / Allah’ın ilâhlığını ve Rabbliğini bilerek reddeden kişiler olduklarına, bizzat kendileri tanıklık ederler.
Rabbimiz bu ayetlerle bizlere önce kurtuluş ve helâk yollarını anlatmaktadır. Rahmeti gereği uyarılar yapıp, elçiler, kitaplar göndermesine rağmen akıllarını başlarına almayanlara seslenmektedir. Allah’a karşı yalan uyduran ve ayetlerini inkâr edenlerin ve Allah’a ortak koşanların ölüm anını hatırlatmaktadır.
ARAF 38 – 39 : Allah, “ Sizden önce geçmiş ins u cin / tanıdığınız, tanımadığınız ateş içindeki önderli toplumların içine girin “ der. Her toplum girdikçe kardeşini dışlayıp gözden çıkarır. Sonunda hepsi oraya toplandığında, sonrakiler öncekiler hakkında, “ Rabbimiz işte şunlar bizi saptırdı. Onlara ateşten kat kat azap ver “ derler. Allah “ Her kese kat kattır, fakat siz bilmiyorsunuz “ der. Öncekiler de sonrakilere “ Sizin bize karşı fazlalığınız yoktur. O halde yaptıklarınızdan dolayı azabı tadın “ derler.
Bu ayetlerde de mezhep mezhep, tarikat tarikat, cemaat cemaat bölünüp, Şeyhlerini, Gavslarını, Mürşitlerini imamlarını yüceltip, ilâhlaştırıp Allah’a ortak koşup şirke bulaşanların önderleriyle beraber kat kat azap ile, Cehennem karşılığının kesin olacağının vurgulanması amacıyla ifadeler, geçmiş zaman kipinde kullanılmıştır. Ayette öncekiler ifadesiyle şirkin önderleri, sonrakiler ifadesi ile de gruplaşma cemaatleşme ile o önderlere uyanlar kastedilmektedir. Kat kat azap ile de, bu yanlış fikir akımına inananlar çoğaldıkça onların kazandığı azabın da üzerilerine yüklenmeye devam edeceği anlatılmaktadır. Yine ayette sözü edilen kardeşlik de, aynı ana ve babadan doğma kardeşliği değil, aynı grup ve Cemaatte, aynı inançta olanların kardeşliğidir.
ARAF 40 - 41 : Ayetlerimizi yalanlayan ve onlara karşı büyüklenen şu kimselere, işte onlara göğün kapıları açılmayacak. Ve halat iğne deliğinden geçmedikçe onlar Cennete girmeyeceklerdir. Biz suçluları işte böyle cezalandırırız. Onlar için Cehennemden yataklar, üstlerinden de örtüler vardır. Ve Biz zalimleri işte böyle cezalandırırız.
Daha önceki ayetlerde ortak koşanlara değinen Rabbimiz, bu ayetlerde de ayetleri inkâr edenleri uyarmaktadır. Onların cehennemde mecazi bir anlatımla rahat bir uyku bile göremeyecekleri ima edilmektedir.
ARAF 42 – 43 : İman edenler ve düzeltmeye yönelik işler yapanlar ; ki Biz hiç kimseye kapasitesinin üstünde bir şey yüklemeyiz, işte onlar Cennet yaranlarıdır. Ve onlar orada sonsuz olarak kalıcıdırlar. Ve göğüslerinde kinden, hınçtan, kıskançlıktan, hileden, hainlikten, garazdan ne varsa çıkarıp atarız. Onların altlarından ırmaklar akar. Onlar, “ Tüm övgüler bize bunun için kılavuzluk eden Allah’a dır. Eğer Allah bize kılavuzluk etmeseydi, biz kılavuzlandığımız doğru yola erişemezdik. Şüphesiz Rabbimizin peygamberleri bize gerçek ile gelmiştir. “ derler. Ve onlara seslenilir : “ İşte size Cennet ! Yapmış olduklarınızla buna varis ; son sahip oldunuz.
Önceki ayetlerde Allah'ın ayetlerine, uyarılarına uymadıkları için, içine düştükleri küfürlerinden dolayı Cehennem ile uyarılanlardan sonra, bu ayetlerde de iman ederek salihatı işleyip güzel işler yapanlar için ise Cennet ile mükâfatlandırılmalar dile getirilmiştir. Aynı zamanda eğer Allah, elçiler ve hak kitaplar göndermezse insanların doğru yolu bulamayacakları vurgulanmakta, ve aslında Cennete ulaşmanın o kadar zor olmadığı, insanların kapasitesinden daha fazla bir çaba sarf etmesine gerek olmadığı mesajı da verilmektedir. Bundan sonraki gelen ayetlerde Rabbimiz, daha önceki ayetlerde yapmış olduğu uyarı ve müjdelemeye uygun olarak Ahirette yaşanacak olanlardan bir bölümü, sanki bir tiyatro sahnesindeymiş gibi Cennet ve Cehennemdekileri karşılıklı temsili olarak konuşturma yolu ile aktararak, insanlara kendilerini bekleyen son hakkında mesajlar vermeye çalışmaktadır.
ARAF 44 – 45 : Ve Cennet ashabı, ateş ashabına “ Biz Rabbimizin bize vaat ettiğini gerçek bulduk. Peki siz Rabbinizin size vaat ettiğini gerçek buldunuz mu ? “ diye seslendiler. Onlar “ Evet “ dediler. Aralarında bir duyurucu, şüphesiz ki Allah’ın dışlamasının / rahmetinden yoksun bırakmasının, Allah’ın yolundan geri çevirip, yolun eğri büğrüsünü isteyen ve Ahireti bilerek reddeden zalimlerin, yanlış : kendi zararlarına iş yapanların üstüne olacağını duyurdu.
Bu tiyatro sahnesindeymiş gibi, Cennettekilerle Cehennemdekiler arasındaki karşılıklı konuşmalar tekniğiyle yaşayanlara verilmesi istenen asıl mesajın anlatılma etkisi iyice arttırılmakta, Rabbimizin verdiği mesaj en mükemmel şekle bürünmekte ve insanları adeta uykularından uyandırmaktadır. Ayetteki duyurucunun duyurduğu ifadeden, Cehennemde bir görevlinin suçlular arasında dolaşarak onlara devamlı Cehennem’e geliş nedenlerini anons edeceği anlaşılmaktadır. Bu anonsçunun kim olduğu, Neml Sûresinin 82. ayetinde Dabbeh adı ile adlandırılan ( maddeden yapılmış, hareket eden ve konuşan ) bir varlık olduğu belirtilmiştir. Bu tiyatro sahnesindeymiş gibi karşılıklı konuşturmalara 50. ve 51. ayetlerde de adeta “ bütün bunlar başınıza gelmeden tedbirinizi alın “ dercesine uyarılara devam edilmektedir.
ARAF 50 – 51 : Ve ateşin ashabı, Cennetin ashabına, “ Biraz su veya Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden bize aktarın “ diye seslendiler. Onlar da “ Allah, dinlerini alaya ve eğlenceye alan, basit iğreti dünya hayatına aldanan kâfirlere ikisini de gerçekten yasaklamıştır. “ dediler. Bu günle karşılaşacaklarını umursamadıkları, ayetlerimizi bile bile inkâr ettikleri gibi, Biz de bugün onları umursamayacağız. / Cezalandıracağız.
Bu ayetlerle de kâfirlerin, Cehennemdeki azapları görünce yalvarıp yakarmaları, hem Cehennem görevlilerinden, hem de Cennetteki müminlerden yardım istemeleri temsilen tasvir edilmiştir. Bu tasvirlerle Cehennemdekilerin, Cennetin nimetlerini ve içini gördükleri için daha fazla pişmanlık duyacakları ve üstüne de psikolojik azapla karşılaşacakları mesajları verilmektedir. Biz insanlara da aynı zamanda bütün bunlar başınıza gelmeden, hayatta iken ve önünüzde fırsat varken tedbirinizi alın kendinize gelin denilmektedir.
ARAF 46 - 47 : Aralarında da bir hicap / perde vardır. Ve Araf üzerinde / Kur’an bölümleri üzerinde bilgisi olan kimseler, onların hepsini alametlerinden tanırlar. Ve Araf Ashabı / Kur’an bilgisine sahip kimseler, Cenneti umup da henüz girmemiş olan Cennet ashabına seslenirler : Selam olsun size ! Gözleri ateş ashabına çevrilince, “ Rabbimiz ! Bizi bu hainlerle birlikte bulundurma " derler.
Ayetlerde tiyatro sahnesindeymiş gibi konuşturmalara devam edilmiş ve konuşanların farklı farklı yerlerde bulunduklarını anlatmak için de aralarında ( hicap ) perde vardır ifadesi kullanılmıştır. Bu ifade ile, Cennet ve Cehennem arasındaki konuşmaların, aslında gerçek bir tiyatro sahnesindeki gibi yüz yüze olmadığı, aralarında bir engelin, perdenin bulunmasından dolayı tarafların birbirini görmeden konuştukları, anlatılmaya çalışılmaktadır. Temsili anlatıma göre sahnede bulunan iki ayrı grubun arasına çekilmiş olan bir sahne dekoru perde bulunmaktadır. Fakat bu ifadeyi, rivayetçiler ve birçok başka yorumcular, Araf’ta sur ( duvar ) olarak belirtmişlerdir. Ve bu konuşmaların Cennet ve Cehennem arasında olduğunu kabul ettikleri Araf denilen ara bölgede yapıldığını iddia etmişlerdir. 46. ayetin birinci cümlesinden sonra tiyatro sahnesinde perde kapanmakta, aslında temsili anlatımdan gerçek hayata geçilerek, 47. 48. ayetleri ile beraber bilgilendirmelere devam edilmektedir.
Biz bu ayetlerde, Tebyinül Kur’an yazarı Hakkı YILMAZ ‘ın mealini ve açıklamalarını kullandık. Pek çok klasik eserlerde ve çeviri meallerinde ve özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı Vakfının çeviri mealinde ise bu ayetlerin yorumunda, Cennet ve Cehennem arasındaki Araf denilen ara bölgenin kabulünü ve bu ayetlerdeki konuşmaların Araf denilen bu ara bölgede olduğunun ifade edildiğini görüyoruz. Diyanet ( 2004 ) mealine göre ;
ARAF 46 – 47 : İkisi / Cennet ve Cehennem arasında bir sur Araf / yüksek yerler üzerinde de bir takım adamlar vardır. Cennet ve Cehennemliklerin hepsini simalarından tanımaktadırlar. Cennetliklere “ Selam olsun size ! “ diye seslenirler. Onlar henüz Cennet’e girmemişlerdir. Ama bunu ummaktadırlar. Gözleri Cehennemlikler tarafına çevrildiği zaman, “ Ey Rabbimiz bizi zalim toplumla beraber kılma “ derler.
Bu  ayetlerle  ilgili  anlatılmak  istenenleri  ve  kavramları  daha  iyi  anlayabilmek  için  bu  ayetlerde  sözü  edilen  Araf  ve  Araf  Ashabı  ifadelerinin  çok  doğru  olarak  tahlil  edilmesi  gerekmektedir.
Araf  sözcüğü : (  Urf  =  Arf  )  sözcüğünün   çoğuludur. Urf  sözcüğünün  asıl  anlamı,  bilgi  ( ilim,  irfan,  iyiyi  kötüyü  eğriyi  doğruyu  ayırabilme  özelliği )  demektir. Araf  sözcüğü  çoğul  olmasına  rağmen,  bu  konudaki  yanlış  inançları  oluşturanlar,  bu  sözcüğün  karşılığını,  “ tepe ,  burç,  ara  bölge,  “ deyip  geçiştirmişlerdir.  Halbuki  en  azından  bu  sözcüğün  karşılığı  olarak, “  tepeler,  burçlar,  ara  bölgeler  “  demeleri  gerekirdi.  Üstelik  de  Araf  için  bu  yakıştırılmaların,  Lisanül  Arab  sözlüğünde,  dil  bilimciler  tarafından  değil,  tefsirciler  tarafından  ortaya  atıldığı  belirtilmektedir.  Halk  arasında  da  urf  sözcüğünün  anlamı  “ kum  yığını,  yerden  yüksek  olan  yer,  yığın,  yığıntı  “  demektir.  Ayetlerin  tahlili  esnasında  Araf  sözcüğünün,  “  bilgi  yığını,  bilgi  kümeleri  “  halinde  gönderilmiş  olan  Kur’an  ayetlerinin  bölümleri  olarak  anlaşılması  durumunda  konu,  üretilmiş  gerçek  dışı  kavramlara   sapmadan  daha  kolay  anlaşılacaktır.  Buna  göre  de  ayette  sözü  edilen  Ashabı  Araf,  da  “  bu  dünyada  az  seviyede  de  olsa,  Kur’an  hakkında  bilgi  sahibi  olan,  Kur’an  ayetlerini  bilen  kimselerdir. “  demek  daha  gerçekçi  bir  yaklaşım  olur.
Bu bilgilere dayalı olarak da 46. ayette asıl anlatılmak istenenleri tahlil ettiğimizde ; Ayette Araf üzerinde olanlar, aslında Araf denilen ara bölgede değil, gerçek hayatta, bu dünyada Kur’an bölümlerindeki bilgilere sahip olup, Kur’an üzerine olanlardır. Bu kimseler, Araf Ashabı, Araf yareni denilerek Kur’an bilgisine sahip kimseler olduklarından, sahip oldukları Kur’an bilgileriyle, kimin Cennet’e, kimin de Cehennem’e gidebileceklerini, onların yüzlerine bakarak davranışlarını ve yaşam biçimlerini görerek daha bu dünyada iken tahmin edebilirler. Onları ayırt edebilirler. Denilmektedir. Zaten ayetin ifadesiyle de gerek “ Ashabı Araf’ın “ gerekse “ Cenneti umup da henüz girmemiş olanların “ henüz ölmemiş, dünyada yaşayanlar olduklarının açık seçik bir beyanıdır. Bu açıklamalara dayanarak, 46. ve 47. ayetlerin yorumu şöyle düşünülebilir. Dünya yaşamında, “ Kur’andan biraz bilgisi olan insanlar, çevrelerindeki insanlara bakıp, onların yaşam tarzlarından / mümin, muttaki, salih oluşlarından, Cennetlik olduklarını tahmin ederek kendilerine imrenirler ve “ selam size “ ne mutlu size diye hayranlıklarını dile getirirler. Yine bu Kur’andan az bilgisi olan insanlar, çevrelerine bakıp bazı insanların da yaşam tarzlarından / kâfirlik ve facirlikten dolayı Cehennemlik olabileceklerini düşününce onlar gibi olmamak için dua ederler.
46. ayetin birinci cümlesinden sonra kapanan tiyatro sahnesi anlatımı, 49. ayet ile tekrar sahne açılarak Cennet Ashabı ile Cehennem Ashabı arasındaki konuşmalara geçmiştir.
ARAF 48 – 49 : Ashabı Araf / Kur’an bölümleri bilgisine sahip kimseler, alametlerinden tanıdıkları kimselere seslenip “ Topluluğunuz ve büyüklendiğiniz şeyler size yarar sağlamadı, Allah’ın rahmetine : / ki bu rahmet, Allah’ın “ Girin Cennete, size kaygı yoktur, üzülmeyeceksiniz de “ diye verdiği sözdür. / Erdirmeyeceğine yemin ettikleriniz şunlar mı ? derler.
Bu ayetle de Rabbimiz, Cennet’e koyduğu kullarına orada korkusuz ve üzüntüsüz bir yaşam sunacağı vaadini, yani 35. ayette ve daha pek çok Kur’an ayetinde belirttiği Allah’ın rahmetini dile getirmektedir.
ARAF 52 : Hiç kuşkusuz onlara, inananlar için bir kılavuz ve rahmet olarak tam bir bilgiyle ayrıntılı olarak açıkladığımız bir Kitap getirmiştik.
Ve konu ile ilgili dikkatler, sonunda Kur’ana çekilmiş ve Kur’anın özellikleri ile insanlar üzerindeki etkisi açıklanmıştır. Ayrıca Kur’anın içerisinde her konuya dair yeterince bilginin yer aldığı, Kur’anın tafsilatlı olduğu, bölümlerinin gelişi güzel değil, bir bilgiye dayalı olarak oluşturulduğu dile getirilmektedir. Bu bağlamda, Kur’anın her bölümünün, her ayetinin, insanların bir derdine derman olsun, sorunlarına çözüm getirsin diye indirildiği anlaşılmaktadır. Rabbimizin rahmeti gereği, peygamberler göndermesi ve kitaplar indirmesi, hep O’nun “ İlim “ sıfatının bir tecellisidir.
Sonuç olarak ; Araf, Ahirette Cennet ve Cehennem arasında insanların bekletildiği yer, bölge, sur, kum yığınları, kum tepesi değil, parça parça inen ayetlerle bilgi yüklü Kur’anın bölümleridir. Kur’an ayetlerindeki bilgi yığınlarıdır. Araf Ashabı da, az çok Kur’an ayetlerini okumuş ve bu bilgilere az çok sahip olan Arif kimselerdir. Bu bakımdan 49. ayetin orijinalinde “ Üdhulul Cenneh “ hitabını yapan da “ Allah’ın Rahmeti ile müminlere vaat ettiği girin Cennet’e " sözünü duyuran da Kur’an ayetleridir. Allah, Yunan mitolojilerinin Zeus’u değil ki, insanları Araf’ta bekleterek streslere soksun, zulüm etsin, fazladan da azap çektirsin. Bu kabullenmeler ve düşünceler, Allah’ın hiç bir sıfatı ile bağdaşmaz. Allah, hesabı çok kolay ve çok çabuk görendir. ( Bakınız İbrahim 51. ) Allah’ın yaptığı hiç bir işte kararsızlık, ikilem, tereddüt ve tutarsızlık olmaz. İnsanlar, doğma ve ölüm arasındaki hayat denilen yaşamda, sonu ceza veya mükâfat olacak bir sınavdadırlar. Sınavın sonucu ya Cennet’tir, ya da Cehennem’dir. Bunların arası yoktur. Zaten insana verilmiş, bahşedilmiş olan bize göre sonsuz nimetin ardından elbette ki bir değerlendirme sınavı ve karşılığı olacaktır. Üstelik de peygamberler, kitaplar gönderilerek insanların derslerine nasıl çalışacakları, iyinin, kötünün neler olduğu konusunda, kılavuzluk ve rehberlik de bütün ayrıntılarıyla yapılmıştır.
Eğer  bu  yaşam  sınavının  ardından  bir  ödül  veya  ceza  konmamış  olsaydı,  elbette  ki  insanın  psikolojik,  bencil  ve  üşengeç  yapısından  dolayı  hiç  kimse  dersine  iyi  çalışmaz,  dünya  yaşamında  da  iyi  diye  bir  kavram  ortada  kalmazdı. Güçlüler  sürekli  zayıfı  ezer,  yaşama  hakkı  tanımazdı. Unutmayalım  ki,  Nasr  Sûresinin  1 - 3. ayetlerinde  "  Allah’ın  yardımı  ve  fethi  geldiği  ve  sen  insanların  bölük  bölük  Allah’ın  dinine  girdiklerini  gördüğün  zaman,  hemen  hamd  et. /  Rabbinin  övgüsüyle  beraber  her  türlü  noksanlıklardan  Kendisini  arındır  Ve  O’ndan  bağışlanma  dile.  Şüphesiz  O,  ezelden  beri  Tevvab  olandır.  /  Tevbeleri  çokça  kabul  eden,  çok  tevbe  fırsatı  verendir. "  ifadeleriyle  belirtildiği  gibi,  Allah  Tevvab’dır  ve   tevbe  kapısını  sürekli  açık  tutarak,  tevbe  edenlerin   günahlarını  çok  bağışlayandır.  Günahları  ile  sevapları  birbirine  yakın  olan  kullarının  tevbelerini  kabul  edip,  şüphesiz  onları  bağışlayacak  ve  herhangi  bir  ara  yerde  bekletmeden  Cennetine  koyacaktır.  Yeter  ki   biz  hayatta  iken  iş  işten  geçmeden   içinde  bulunduğumuz  hayatın  muhasebesini  yapabilelim  ve  henüz  bizim  için  her  şeyin  bitmediğinin  farkına  varalım.  Ahirette  Cehennem  azabını  yaşamamak  için,  ayetlerde  tasvir  edilen  durumların  başımıza  gelmemesi  için,  bu  dünyada  iken  kendimize  çeki  düzen  verelim.  Kitabımız  Kur’ana  yönelelim,  O’nu  anlayabileceğimiz  bir  şekilde  ve  kendi  kapasitemiz  ölçüsünde,  kendi  dilimizden,  mealinden  okuyalım,  dersimize   çalışmaya   başlayalım. Yüce  Kitabımız  Kur’anın  rehberliğini  hayatımızın  reçetesi  yapalım. Kur’an  dışında  bize  yaşatılan  inançlardan  kendimizi  arındıralım,  şirke,  küfre  girmekten  kendimizi  kurtaralım.  Her  attığımız  adımda  kendi  aklımızı  egemen  kılalım.  Araf  Ashabı  gibi  Rabbimizin  bizi  iyilerle  beraber  Cennetine  koyması  için  tevbe  ile  bol  bol  dua  edelim.  Allah'ın  selamı  rahmeti  ve  Kur'anın  doğrularıyla  size  olsun  Araf  Ashabı  !...
ALLAH   DOĞRUSUNU   EN   İYİ   BİLENDİR  ! RAHMETİ  VE  KUR'AN  BİZE  YETER  !
Temel  Kaynak  :  HAKKI  YILMAZ  ( Tebyin  ül  Kur’an  )
 
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR