Konu Detay

İKİ ARADA ARAFTA OLMAK

 21.11.2016
 3447

Kur’anda  Araf  Sûresine  ismini  veren  Araf  konusu  ve  o  Sûre  içinde  geçen   Ashabı  Araf /  Araf  halkı,  Araf  ehli,  Araf  arkadaşları  ifadesi,  Halk  kültüründe, Kur’an  ayetlerinin  asıl  vermek  istediği  mesajlardan  çok  farklı  olarak  anlamlandırılmış,  Kabir  Hayatı,   Kabir  Azabı,  Berzah  Alemi   konularında  olduğu   gibi  Müslümanların  inancına   tutarsız  yorumlar  ve  rivayetlerle  Araf  İnancı  diye  bir  inanç  maalesef  yanlış  olarak  yerleştirilmiştir.

Bugün  toplum  hayatının  her  kesiminde  halk  kültürüne  iki  arada,  Cennet  ve  Cehennem  arasında  kalmış  olanlar  anlamlarıyla  yerleştirilmiş  olan  Araf  kavramı,  arada  kalmak  ekseninde,   ikilemde  olmak,  kararsız  olmak  anlamlarında  öylesine  kökleştirilmiş  ki, ağızlarda  sakız  olmakta,  deyimler  oluşturulmakta,  şiirler  yazılmakta,  şarkılar  okunmakta,  çeşitli  duygulara  tercüman  yapılmaktadır.  Bu  nedenle  de  karar  verilemeyen  her  ikircikli  olayda  Araf’tayım  ifadesi  kullanılmaktadır. Hakkın  ve  batılın,  gerçeğin  ve  yalanın,  sevginin  ve  nefretin,  mutluluğun  ve  acının,  inişlerin  ve  çıkışların  ortasında  olduğunu  hissedenler,  hep  Araf’tayım  diye  teselli   bulmaktadırlar.  Şimdilik  Araf’tayım,  firardayım  şarkısını  söyleyenler  ve  onu  dinleyenler  kafiyelerin  armonisine  kapılarak  gerçek  anlamını  bilmeden   coşmakta  veya  duygulanmaktadır.  Herhalde  mutsuz  bir  evlilik  yaşamakta  olan  biri  de  “  çekişmeli  evlilik  bu  dünyanın  Araf'ıdır “  diyerek  kendi  küfrünün  ata   sözüne  sığınmakta,  Araf  kavramının  toplumdaki  etkisinden  olsa  gerek,  gazeteci  üstat  yazar  Can  Dündar  dahi  bu  Araf  kervanına  katılıp  “ En  kolayı  bir  tarafta  olmaktır.  En  zoru  ise  Araf’ta  durmaktır  “  diyerek  özlü  söz  oluşturmaya   çalışmıştır. Sevdiğine  veya  sevmediğine  bir  türlü  karar  veremeyen  aşık  da,  şimdilik   Araf’tayım  diyerek  maşukunu  oyalamaktadır.  Ama !  keşke  iki  arada  bir  derede  ikilemin,  kararsızlıkların  arasında  olmak  değil  de,  Kur'ana  göre  Arafta  olmanın,  Araf  Ashabı  olmanın  aslında  Kur'an  ayetlerine  vakıf  olan  ariflerin,  bilgili  kişilerin  arasında   olunmanın  güzelliğinin  farkında  olunup,  insanlar  kendi  dillerinden  anlayarak  okuyup  Kur'an  ayetlerine  vakıf  olarak  gerçekten  Araf  ashabı  olabilselerdi !  

Tarihin  eski  dönemlerinden  bu  yana  farklı  şekilde  isimlendirilen  bütün  din  ve  inançlarda,  Yahudilikte,  Hristiyan’lıkta  ve  Müslümanlıkta  Araf  inancı,  Ahiret  kavramı  ( ölümden  sonraki  hayat )  içerisinde  yer  almıştır.  Halbuki  bizim  dünya  hayatındaki  zaman  algımıza  göre  kıyamet  kopmadığı  için  henüz  ne  Cehennem,  ne  de  Cennet  oluşturulmamıştır.  Ana  hatlarıyla  bu  yanlış  inançlara  göre  Araf :  Kötüler  ve  iyilerin  sınıfına  sokulmayan,  inançlı  günahkârların  veya  günah  ve  sevapları  eşit  olanların  gideceği  geçici  ve  nihai  Ahiret  mekânları,  Cennet  ve  Cehennem   arasında  olduğuna  inanılan  bekleme  yeridir.  Çoğunlukla  dağ,  tepe,  sözcük  olarak  kum  tepesi  ve  aradaki  bir  bölge,  aradaki  sur  anlamında  düşünülmektedir. İnsanların  içinde  bulunduğu  yanlış  inancı  düzeltmek  amacıyla  Kur'anda  da  Araf  Sûresinin  35. ayetinden  başlayarak  önce  Rabbimizin  bize  helâk  olmamak  için  kurtuluş  yollarını  açıklamasından  sonra,  53. ayete  kadar  olan  bölümde  bu  konuya  yer  verilmiştir. Bu  ayetlerle  Araf  konusunun  adeta  bir  tiyatro  sahnesinde  temsili  olarak  canlandırıldığını  ve  aslında  gerçek  hayata  yönelik  uyarıları  edebiyatın  en  güzel  sanatına  mecazın  da  katılarak  nasıl  bir  ustalıkla  anlatıldığını  görüyoruz.  Buna  rağmen  bu  ayetler,  Kur’anın  anlatım  tekniği,  Kur’anın  bütünlüğü,  Allah’ın  bütün  sıfatları  göz  önünde  bulundurulmadan,  klasik  dönemde  değişik  alimler  tarafından  bu  güne  kadar  yine  de  farklı  farklı  yorumlanmış  ve  bu  yorumları  ayrı  ayrı  destekleyen  pek  çok  sayıda  uydurma  hadis  ve  rivayet,  inançları  istila  etmiştir.  Nasılsa  Kur’an  anlaşılmak  üzere  okunmamaktadır,  okumaya  çalışan  da  ben  bir  şey  anlayamam  inancına  şartlandırılmıştır.  Meydan  boştur,  önüne  konulan  hurafeleri  maalesef  akıl,  mantık  ile  sorgulayan  da  yoktur.  Bu  konuda  yerleşmiş  olan  yanlış  inançların  oluşmasında  egemen  olan  ve  Peygamberimizin  vefatından  sonra  onun  adına  uydurulan,  inançları  istila  eden  pek  çok  hadis,  rivayet  ve  yorumun  bazılarına  örnek  olarak  bakalım  :

* Araf  ehli, “  sevapları  ile  günahları  birbirine  denk  olup,  bir  müddet  Araf’ta  kalacak  olanlardır. “  demişler,  İbn  Cerir’de  Huzeyfenin  verdiği  cevap  rivayetine  göre “  Araf  iyilikleri  ile  kötülükleri  eşit  gelen  insanlardır,  kötülükleri  Cennet’e  girmelerine,  iyilikleri  de  cehenneme  girmelerine  mani  olmuştur.  Bunlar,  Cenabı  Hak  onların  hakkında  hüküm  verinceye  kadar  bu  sur  üzerinde  kalacaklardır.

* Bir  başka  hadiste  “  Peygamberimiz  ( s.a. ) e  iyilikleri   ile  kötülükleri  denk  gelenlerin  durumu  sorulduğunda, Hz. Peygamber, “ Onlar  Araf’ta  bulunacaklardır. Onlar  oraya  isteyerek  girmemişlerdir.  Daha  sonra  bunlar  Allah’ın  lütfu  ile  Cennete  gireceklerdir. “  buyurmuştur. ( Muhtasaru  tefsir. İbn Kesir II. 22 )

* Din  alimleri  bu  konuda  değişik  yorumlarla  net  bir  açıklama  getirememişler,  ardından  da  en  fazla  İmam  Gazali’nin  görüşünü  benimsemişlerdir. “  Araf’taki  kişilerin  sevaplarının  kendilerini  Cehennemden  kurtardığı,  günahlarının  ise  onları  Cennete  girmekten  alıkoyduğu  “ inancı  hakim  kılınmıştır.  Bu  ara  bölgeye  de   berzah  adı  verilerek,  çocukların,  delilerin,  peygamber  mesajının  ulaşmadığı  ara  dönemlerdeki  insanların  da  burada  bir  süre  bekletileceği  söylenmiştir. 

* Hasan   Basri  ve  daha  başka  bir  kısım  alimler  de  Araf  sözcüğünün,  ilim  irfan,  bilgi  kökünden  türediğini  kabul   etmişlerdir. Gerçeğe  çok  yakınlaşmış  olmalarına  rağmen  onlar  da  Araf'ın  Ahirette  bir  bölge  olduğu  kabullenmesinden  kendilerini  kurtaramamış  ve  o  bölgede  bulunacakların  ancak  ilim  irfan  sahibi  bilgili  kişiler  olduğunu  ve  bundan  dolayı  da  Cennetlikleri  ve  Cehennemlikleri  yüzlerinden  tanıdıklarını  söylemekten  ileri  gidememişlerdir.

Örneklerde  gördüğümüz  gibi  hemen  hemen  aynı  kabullere  dayanan,  Allah'ın  Rahman  ve  Tevvab  olan  sıfatlarının  unutulduğu,  hadis  ve  rivayetlerin   büyük  bir  taarruz  ile  oluşturduğu  ve  Cennet  ile  Cehennem  arasında  bir  bölge  olduğuna   inanılan  Araf’ta,  iki  tarafa  açılan  kapısının  olması  ve  hele  hele  bir  tarafta  Cehennem  kapısının  açılma  ihtimali,  bu  dünyada  dahi  bekleme  esnasındaki  insanlarda  da  olduğu  gibi,  ister  istemez  acabaları,  korkuları,  stresi  had  safhaya  çıkaran  unsurlar  olacaktır.  Aynı  zamanda  insanların  çok  sıkıntı  ve  kargaşa  içinde  olabileceği  ürkütücü  bir  alan,  bir  tepe,  bir  yer  olarak  da  düşünülecektir.  Süre  geçici  de  olsa,  Cennete  girme  umudu  büyük  olanları  da  beklemek  ve  acabaları,  her  halde  tedirginlikten  korkudan   uzak  tutmaya  yetmeyecektir. Çünkü  o  bekleme  döneminde  Cennet  de,  Cehennem  de  onları  kendinden  saymayacaktır. Belki  de  Araf'ın  en  tepe  yerinde  olanlar,  aşağılara  düşmekten  kendilerini  daha  güvencede  görebilirler.  Ancak  önlerinde  bir  de  rivayetlerle  uydurulan  kıldan  ince,  kılıçtan  keskin,  kaygan  mı  kaygan  bir  sırat  köprüsü,  ayağı  kayanlar  için  de  aşağıda  Gayya  kuyusu  vardır. Gerçekten  de  oradakiler  için  Araf,  tam  arada  olan  bir  durum  olacaktır.  Ama  bazıları  da Cehennem  karşısında  orayı  tercih  ederek  oradan  ayrılmayı  istemeyebilirler  diye  düşünceler  de  üretilebilir. Tabii  ki  bunlar  Kur'anın  gerçeği  ile  hiç  ilgisi  olmayan  hayal  ürünü  birer  uydurma  mizansendir  ve  zanlardır.

Kitabımız  Kur’anda,  Bakara  Sûresinin  1. ayetinde  “  Bu  kendinde  şüphe  olmayan,   Allah’a  karşı  gelmekten  sakınan  /  Muttakiler  için  doğru  yolu  gösteren  kitaptır.  Onlar  gayba  inanırlar. ”  Denir. Her  ne  kadar  Kur’anda  Cennet,  Cehennem,  Araf  konularında  bizim  dünya  üzerinde  gördüklerimize  ve  bildiklerimize  göre  açıklamalar  ve  tasvirler  var  ise  de,  bu  kavramlar  da  bizim  için  gaybdır.  Gaybı  da  Allah’tan  başka,  peygamberler  de  dahil  hiç  kimse  bilemez. ( Enam  50.)  Ama  buna  rağmen,  sanki  oralara  turistik  seyahate  gidip  dönmüş  gibi  birtakım  kişiler  ortaya  çıkmıştır.  Bunlar  hadis  ve  rivayetlerle   peygamberimize  de  atfederek   yazdıkları  kitaplarda,  henüz  kıyamet  kopup  Evrenin  yaşamı  ve  varlığı  sonlandırılmamış  ve  aslında  bizim  zaman  algımıza  göre  henüz  Cennet  ve  Cehennem  de  oluşturulmamış  olduğu  halde,  Cennet’in,  Cehennem’in,  Araf’ın  yapısını  uydurdukları  mitolojik,  fantastik,  ayrıntılarla  bir  güzel  donatmışlardır.  Bir  de  bu  bağlamda  Hacc  ve  Umre  seyahatine  Mekke’ye  gidenler,  Mekke  dışında  Arafat  adı  verilen  ve  düzlük  ortasında  biraz  yüksekçe  olan  bir  yere  ziyarete  götürülürler.  Burada   rehberlik  yapan  Hoca  Efendiler  ; “  Adem  peygamber  ve  Havva  anamız  Cennet’ten  kovulunca,  Adem  peygamber  Serendip  adasına  ( Srilanka’ya )  Havva  anamız  da  Hicaz’a  düşmüşler,  yıllar  sonra  bu  Arafat  tepesinde  buluşmuşlar,  Allah’a  yalvarmışlar  ve  Peygamberimiz   Muhammed  ( a.s. ) ın  yüzü  suyu  hürmetine  Allah  da  onları  bağışlamıştır. “  hikâyesini  büyük  bir  coşku  ile  anlatırlar.  Kafilelerde  hiç  bir  zaman  yaramaz  bir  öğrenci  çıkıp  da  peki  “  zamanımızdan  yirmi  beş  bin  yıl  önce  burada  birbirlerine  konum  atarak  mı  buluştular ?  Adem  peygamber  o  adadan  uçakla  mı,  yoksa  gemiyle  mi  geldi ?  diye  de  sormaz.  Ama  gözler  yaşlarla  dolar.

Keşke  rehberlik  yapan  bu  Hoca  Efendi  kardeşlerimiz,  Kur’anı  Arapça  Tecvit'ten  ve  Mahreç'ten  çok  güzel  sesleri  ile  makamı  ile  okudukları  kadar,  Kur’anın  içinde  nelerin  olduğunu  öğrenmiş  olsalardı,  keşke  ilk  insan  dedikleri  Adem  peygamberin,  henüz  ortada  olmayan  Cennette  değil  de  insanların  yeryüzünde  topraktan  bitki  olarak  yaratıldığını  anlatan ( Nuh  17. )  ayetini  görmüş  olsalardı.  Adem  peygamberin  Cennet’de  değil  de  bu  dünyada  yeryüzünde  yaratılan  Adem'lerden  /  insanlardan  biri  olduğunu,  onların  arasından  seçilmiş  ilk  peygamber  olduğunu,  Kur’anda  tasvir  edilen  Cennet’in  bu  dünya  nimetlerine  göre  bize  anlatıldığını,  asıl  Cennet  ve  Cehennem’in  yapısının  bizim  için  gayb  olduğunu,  henüz  yaratılmadığını,  kıyametten  sonra  bambaşka  bir  kozmik  değişme  ile  bizim  tasavvur  edemeyeceğimiz  bir  yapıda  oluşturulacağını,  Allah’tan  başka  peygamberler  de  dahil,  hiç  kimsenin  şefaatçi,  aracı  olamayacağını  bilmiş  olsalardı.  O  zaman  herhalde  toplum  birçok  yanlış  inançların  içerisinde  boğulma  noktasına  gelmezdi.. Araf  ve  Araf  ashabı  ile  ilgili  olarak  bu  güne  kadar  mütedeyyin  Müslümanlara   anlatılan  rivayetlere,  masallara  göre  oluşmuş  yanlış  inanışlara  genel  olarak  baktığımızda ;  

1. Araf,  sırat  köprüsünün  üstündeki  yüksekçe  bir  yerdir.  Burçtur.
2. Araf,  Cennet,  Cehennem,  arasında  Uhud  dağına  benzer  bir  tepedir.
3. Araf,  Cennet’le  Cehennem’i  ayıran  bölgedeki  Sur’un  yüksek  yeridir.

Ashabı  Araf  ( Araf  halkı )  ile  ilgili  oluşmuş  yanlış  inanışlar ;
1. Ashabı  Araf,  İyi  ve  kötü  amelleri  eşit  olan  müminlerdir. Bunlar  cennete  hemen  konulmayıp  ikisi  arasında  bir  müddet  bekletilecek  olanlardır.
2. Ashabı   Araf,   meleklerdir.  Müminleri  ve  kâfirleri  yüzünden  tanırlar.
3. Ashabı   Araf,  Peygamberler,  şehitler,  yüksek  şahsiyetlerdir.
4. Ashabı  Araf,  Cennet  ve  Cehennem’e  girmeyi  gerektirmeyecek  kimselerdir.  Kâfir  anne  ve  babanın  küçük  ölmüş   çocukları,  deliler  ve  veledi  zinalardır.

Bu  konularda  uydurulan  rivayetlerde  bunlara   benzer  daha  pek  çok  ayrıntı  ve  anlatım  bulunmaktadır. Kur’an,  anlaşılmak  için  okunmayıp  bir  tarafa  bırakılıp  akıl  süzgecinden  geçirilmeden,  Kur’an  dışı  söylentilerin  ardına   düşülürse,  anlatılanlar  Kur’an  ile  test  edilip  sorgulanmazsa,  elbette  doğal  olarak  karşımıza  daha  pek  çok  uydurma  görüş,  masal,  rivayet,  inanç  çıkartılır. Dinin  içine  sokulur  ve  din  diye  yaşatılır. Dinimizin  gerçek  ve  yegâne  kaynağı  Kur’andır.  Araf  ve  Ashab ı  Araf  konularını  Kur'ana  göre  doğru  anlayabilmek,  dinimizi  hurafe  ve  masallardan,  gerçek  dışı  inançlardan  arındırabilmek  için  Araf  Sûresinin  35.  ve  53. ayetleri  arasındaki  oluşturulan  pasajın  bütünüyle  ele  alınıp  doğru  tahlil  edilmesi  gerekir.

ARAF  35 – 36  :  Ey  Ademoğulları  !   Size  aranızdan  ayetlerimi  anlatan  elçiler  geldiğinde,  kim  salihatı  işler  /  Allah’ın  koruması  altına  girer  ve  iyileştirirse   işte  onlara  kaygı  yoktur  ve  onlar  üzülmeyecekler  de.  Ayetlerimizi  yalanlayanlar   ve  onlara  karşı  büyüklük  taslayanlar  ise,  işte  onlar  ateşin  yaranıdır. /  dostudur.  Onlar  orada  sürekli  kalacaklardır.

ARAF  37  :  Öyleyse  Allah’a  karşı  yalan  uyduran  veya  ayetlerini  yalanlayandan  daha  yanlış  iş  yapan  kim  olabilir ?  İşte  onlara  kitaptan  payları  erişecektir.  Sonunda  elçilerimiz,  canlarını  almak  üzere  onlara  gelince,  “ Allah’ın  astlarından  yakardıklarınız  nerede ? “  derler.  Onlar  “  Yakardıklarımız  bizden  kaçıp  ayrıldılar  “ derler.  Ve  kâfirler ;  /  Allah’ın  ilâhlığını  ve  Rabbliğini  bilerek  reddeden  kişiler  olduklarına,  bizzat  kendileri  tanıklık  ederler.

Rabbimiz  bu  ayetlerle  bizlere  önce  kurtuluş  ve  helâk  yollarını  anlatmaktadır. Rahmeti  gereği  uyarılar  yapıp,  elçiler,  kitaplar  göndermesine  rağmen  akıllarını  başlarına  almayanlara  seslenmektedir.  Allah’a  karşı  yalan  uyduran  ve  ayetlerini  inkâr  edenlerin  ve  Allah’a  ortak  koşanların  ölüm  anını  hatırlatmaktadır.

ARAF  38 – 39  :  Allah,  “ Sizden  önce  geçmiş   ins  u  cin  /  tanıdığınız,  tanımadığınız   ateş  içindeki  önderli  toplumların  içine  girin  “  der.  Her  toplum  girdikçe  kardeşini  dışlayıp  gözden  çıkarır. Sonunda  hepsi  oraya  toplandığında,  sonrakiler  öncekiler  hakkında,  “ Rabbimiz  işte  şunlar  bizi  saptırdı.  Onlara  ateşten  kat  kat  azap  ver  “ derler.  Allah  “ Her  kese  kat  kattır,  fakat  siz  bilmiyorsunuz “ der.  Öncekiler  de  sonrakilere  “ Sizin  bize  karşı  fazlalığınız  yoktur.  O  halde  yaptıklarınızdan  dolayı  azabı  tadın “ derler.

Bu  ayetlerde  de  mezhep  mezhep,  tarikat  tarikat,  cemaat  cemaat  bölünüp,  Şeyhlerini,  Gavslarını,  Mürşitlerini  imamlarını  yüceltip,  ilâhlaştırıp  Allah’a  ortak  koşup  şirke  bulaşanların  önderleriyle  beraber  kat  kat  azap  ile,  Cehennem  karşılığının  kesin  olacağının  vurgulanması  amacıyla   ifadeler,  geçmiş  zaman  kipinde  kullanılmıştır. Ayette  öncekiler  ifadesiyle  şirkin  önderleri,  sonrakiler  ifadesi  ile  de  gruplaşma   cemaatleşme  ile  o  önderlere  uyanlar  kastedilmektedir.  Kat  kat  azap  ile  de,  bu  yanlış  fikir  akımına  inananlar  çoğaldıkça  onların  kazandığı  azabın  da  üzerilerine  yüklenmeye  devam  edeceği  anlatılmaktadır. Yine  ayette  sözü  edilen  kardeşlik  de,  aynı  ana  ve  babadan  doğma   kardeşliği  değil,  aynı  grup  ve  Cemaatte,  aynı  inançta  olanların  kardeşliğidir.

ARAF  40 - 41  :  Ayetlerimizi  yalanlayan  ve  onlara  karşı  büyüklenen  şu  kimselere,  işte  onlara  göğün  kapıları  açılmayacak. Ve  halat  iğne  deliğinden  geçmedikçe  onlar  Cennete  girmeyeceklerdir.  Biz  suçluları  işte  böyle  cezalandırırız.  Onlar  için  Cehennemden  yataklar,  üstlerinden  de  örtüler  vardır.  Ve  Biz  zalimleri  işte  böyle  cezalandırırız.

Daha  önceki  ayetlerde  ortak  koşanlara  değinen  Rabbimiz,  bu  ayetlerde  de  ayetleri  inkâr  edenleri  uyarmaktadır. Onların  cehennemde  mecazi  bir  anlatımla  rahat  bir  uyku  bile  göremeyecekleri  ima  edilmektedir.

ARAF  42 – 43  :  İman  edenler  ve  düzeltmeye  yönelik  işler  yapanlar ;  ki  Biz  hiç  kimseye  kapasitesinin  üstünde  bir  şey  yüklemeyiz,  işte  onlar  Cennet  yaranlarıdır. Ve  onlar  orada  sonsuz  olarak  kalıcıdırlar.  Ve  göğüslerinde  kinden,  hınçtan,  kıskançlıktan,  hileden,  hainlikten,  garazdan  ne  varsa  çıkarıp  atarız.  Onların  altlarından  ırmaklar  akar.  Onlar,  “  Tüm  övgüler  bize  bunun  için  kılavuzluk  eden  Allah’a  dır.  Eğer  Allah  bize  kılavuzluk  etmeseydi,  biz  kılavuzlandığımız  doğru  yola  erişemezdik.  Şüphesiz  Rabbimizin  peygamberleri  bize  gerçek  ile  gelmiştir. “ derler.  Ve  onlara  seslenilir : “  İşte  size  Cennet !  Yapmış  olduklarınızla  buna  varis ;  son  sahip  oldunuz.

Önceki  ayetlerde  Allah'ın  ayetlerine,  uyarılarına  uymadıkları  için,  içine  düştükleri  küfürlerinden  dolayı  Cehennem  ile  uyarılanlardan  sonra,  bu  ayetlerde  de   iman  ederek  salihatı  işleyip  güzel  işler  yapanlar  için  ise  Cennet  ile  mükâfatlandırılmalar  dile  getirilmiştir. Aynı  zamanda  eğer  Allah,  elçiler  ve  hak  kitaplar  göndermezse  insanların  doğru  yolu  bulamayacakları  vurgulanmakta,  ve  aslında  Cennete  ulaşmanın  o  kadar  zor  olmadığı,  insanların  kapasitesinden  daha  fazla  bir  çaba  sarf  etmesine  gerek  olmadığı  mesajı  da  verilmektedir. Bundan  sonraki  gelen  ayetlerde  Rabbimiz,  daha  önceki  ayetlerde  yapmış  olduğu  uyarı  ve  müjdelemeye  uygun  olarak  Ahirette  yaşanacak  olanlardan  bir  bölümü,  sanki  bir  tiyatro  sahnesindeymiş  gibi  Cennet  ve  Cehennemdekileri   karşılıklı  temsili  olarak  konuşturma  yolu  ile  aktararak,  insanlara  kendilerini  bekleyen  son  hakkında  mesajlar  vermeye  çalışmaktadır. 

ARAF  44 – 45  :  Ve  Cennet  ashabı,  ateş  ashabına  “  Biz  Rabbimizin  bize  vaat  ettiğini  gerçek  bulduk.  Peki  siz  Rabbinizin  size  vaat  ettiğini  gerçek  buldunuz  mu ? “  diye  seslendiler.  Onlar  “ Evet “  dediler.  Aralarında  bir  duyurucu,  şüphesiz  ki  Allah’ın  dışlamasının   /  rahmetinden  yoksun  bırakmasının,  Allah’ın  yolundan  geri  çevirip,  yolun  eğri  büğrüsünü  isteyen  ve  Ahireti  bilerek  reddeden  zalimlerin,  yanlış :  kendi  zararlarına  iş  yapanların  üstüne  olacağını  duyurdu.

Bu  tiyatro  sahnesindeymiş  gibi,  Cennettekilerle  Cehennemdekiler  arasındaki  karşılıklı  konuşmalar  tekniğiyle  yaşayanlara  verilmesi  istenen  asıl  mesajın  anlatılma   etkisi  iyice  arttırılmakta,  Rabbimizin  verdiği  mesaj  en  mükemmel  şekle  bürünmekte  ve  insanları  adeta  uykularından  uyandırmaktadır.  Ayetteki  duyurucunun  duyurduğu  ifadeden,  Cehennemde  bir  görevlinin  suçlular  arasında  dolaşarak  onlara  devamlı  Cehennem’e  geliş  nedenlerini  anons  edeceği  anlaşılmaktadır.  Bu  anonsçunun  kim  olduğu,  Neml  Sûresinin  82.  ayetinde  Dabbeh  adı  ile  adlandırılan  ( maddeden  yapılmış,  hareket  eden  ve  konuşan )  bir  varlık  olduğu  belirtilmiştir.  Bu   tiyatro  sahnesindeymiş  gibi   karşılıklı  konuşturmalara  50.  ve  51. ayetlerde  de  adeta  “  bütün  bunlar  başınıza  gelmeden  tedbirinizi  alın  “  dercesine  uyarılara  devam  edilmektedir.

ARAF  50 – 51 :  Ve  ateşin  ashabı,  Cennetin  ashabına,  “  Biraz  su  veya   Allah’ın  sizi  rızıklandırdığı  şeylerden  bize  aktarın  “  diye  seslendiler.  Onlar  da  “  Allah,  dinlerini  alaya  ve  eğlenceye  alan,  basit  iğreti  dünya  hayatına  aldanan  kâfirlere  ikisini  de  gerçekten  yasaklamıştır.  “  dediler. Bu  günle  karşılaşacaklarını  umursamadıkları,  ayetlerimizi  bile  bile  inkâr  ettikleri  gibi,  Biz  de  bugün  onları  umursamayacağız.  /  Cezalandıracağız.

Bu  ayetlerle  de  kâfirlerin,  Cehennemdeki  azapları  görünce  yalvarıp  yakarmaları,  hem  Cehennem  görevlilerinden,  hem  de  Cennetteki  müminlerden  yardım  istemeleri  temsilen  tasvir  edilmiştir. Bu  tasvirlerle  Cehennemdekilerin,  Cennetin  nimetlerini  ve  içini  gördükleri  için  daha  fazla  pişmanlık  duyacakları  ve  üstüne  de  psikolojik  azapla  karşılaşacakları  mesajları  verilmektedir.  Biz  insanlara  da  aynı  zamanda  bütün  bunlar  başınıza  gelmeden,  hayatta  iken  ve  önünüzde  fırsat  varken  tedbirinizi  alın  kendinize  gelin  denilmektedir.

ARAF  46 - 47  :  Aralarında  da  bir  hicap  /  perde  vardır.  Ve  Araf  üzerinde  /  Kur’an  bölümleri  üzerinde  bilgisi  olan  kimseler,  onların  hepsini  alametlerinden  tanırlar.  Ve  Araf  Ashabı  /  Kur’an  bilgisine  sahip  kimseler,  Cenneti  umup  da  henüz  girmemiş  olan  Cennet  ashabına  seslenirler :  Selam  olsun  size !  Gözleri  ateş  ashabına  çevrilince,  “  Rabbimiz !  Bizi  bu   hainlerle  birlikte  bulundurma  "  derler.

Ayetlerde  tiyatro  sahnesindeymiş  gibi   konuşturmalara   devam   edilmiş  ve  konuşanların  farklı  farklı  yerlerde  bulunduklarını  anlatmak  için  de  aralarında  (  hicap )  perde  vardır  ifadesi  kullanılmıştır. Bu  ifade  ile,  Cennet  ve  Cehennem  arasındaki  konuşmaların,  aslında  gerçek  bir  tiyatro  sahnesindeki  gibi  yüz  yüze  olmadığı,  aralarında  bir  engelin,  perdenin   bulunmasından  dolayı   tarafların  birbirini  görmeden  konuştukları,  anlatılmaya  çalışılmaktadır. Temsili  anlatıma  göre  sahnede  bulunan  iki  ayrı  grubun  arasına  çekilmiş  olan  bir  sahne  dekoru  perde  bulunmaktadır. Fakat  bu  ifadeyi,  rivayetçiler  ve  birçok  başka  yorumcular,  Araf’ta  sur ( duvar )  olarak  belirtmişlerdir.  Ve  bu  konuşmaların   Cennet  ve  Cehennem   arasında  olduğunu  kabul  ettikleri   Araf  denilen  ara  bölgede  yapıldığını  iddia  etmişlerdir.  46. ayetin  birinci  cümlesinden  sonra  tiyatro  sahnesinde  perde  kapanmakta,  aslında  temsili  anlatımdan  gerçek  hayata   geçilerek,  47. 48. ayetleri  ile  beraber  bilgilendirmelere  devam  edilmektedir.

Biz  bu  ayetlerde,  Tebyinül  Kur’an  yazarı  Hakkı  YILMAZ ‘ın  mealini  ve  açıklamalarını  kullandık.  Pek  çok  klasik  eserlerde  ve  çeviri  meallerinde  ve  özellikle  Diyanet  İşleri  Başkanlığı  Vakfının  çeviri  mealinde  ise  bu  ayetlerin  yorumunda,  Cennet  ve  Cehennem  arasındaki  Araf  denilen  ara  bölgenin  kabulünü  ve  bu  ayetlerdeki  konuşmaların  Araf  denilen  bu  ara  bölgede  olduğunun  ifade  edildiğini  görüyoruz. Diyanet  ( 2004 ) mealine  göre  ;  

ARAF  46 – 47  :  İkisi  /  Cennet  ve  Cehennem  arasında  bir  sur  Araf  /  yüksek  yerler  üzerinde  de  bir  takım  adamlar  vardır.  Cennet  ve  Cehennemliklerin  hepsini  simalarından  tanımaktadırlar.  Cennetliklere  “ Selam  olsun  size ! “  diye  seslenirler.  Onlar  henüz  Cennet’e  girmemişlerdir.  Ama  bunu  ummaktadırlar.  Gözleri  Cehennemlikler  tarafına  çevrildiği  zaman,  “ Ey  Rabbimiz  bizi  zalim  toplumla  beraber  kılma  “  derler.

Bu  ayetlerle  ilgili  anlatılmak  istenenleri  ve  kavramları  daha  iyi  anlayabilmek  için  bu  ayetlerde  sözü  edilen  Araf  ve  Araf  Ashabı  ifadelerinin  çok  doğru  olarak  tahlil  edilmesi  gerekmektedir.

Araf  sözcüğü : (  Urf  =  Arf  )  sözcüğünün   çoğuludur. Urf  sözcüğünün  asıl  anlamı,  bilgi  ( ilim,  irfan,  iyiyi  kötüyü  eğriyi  doğruyu  ayırabilme  özelliği )  demektir. Araf  sözcüğü  çoğul  olmasına  rağmen,  bu  konudaki  yanlış  inançları  oluşturanlar,  bu  sözcüğün  karşılığını,  “ tepe ,  burç,  ara  bölge,  “ deyip  geçiştirmişlerdir.  Halbuki  en  azından  bu  sözcüğün  karşılığı  olarak, “  tepeler,  burçlar,  ara  bölgeler  “  demeleri  gerekirdi.  Üstelik  de  Araf  için  bu  yakıştırılmaların,  Lisanül  Arab  sözlüğünde,  dil  bilimciler  tarafından  değil,  tefsirciler  tarafından  ortaya  atıldığı  belirtilmektedir.  Halk  arasında  da  urf  sözcüğünün  anlamı  “ kum  yığını,  yerden  yüksek  olan  yer,  yığın,  yığıntı  “  demektir.  Ayetlerin  tahlili  esnasında  Araf  sözcüğünün,  “  bilgi  yığını,  bilgi  kümeleri  “  halinde  gönderilmiş  olan  Kur’an  ayetlerinin  bölümleri  olarak  anlaşılması  durumunda  konu,  üretilmiş  gerçek  dışı  kavramlara   sapmadan  daha  kolay  anlaşılacaktır.  Buna  göre  de  ayette  sözü  edilen  Ashabı  Araf,  da  “  bu  dünyada  az  seviyede  de  olsa,  Kur’an  hakkında  bilgi  sahibi  olan,  Kur’an  ayetlerini  bilen  kimselerdir. “  demek  daha  gerçekçi  bir  yaklaşım  olur.

Bu  bilgilere  dayalı  olarak  da  46. ayette  asıl  anlatılmak  istenenleri  tahlil  ettiğimizde ; Ayette  Araf  üzerinde  olanlar,  aslında  Araf  denilen  ara  bölgede  değil,  gerçek  hayatta,  bu  dünyada   Kur’an  bölümlerindeki  bilgilere  sahip  olup,  Kur’an  üzerine  olanlardır.  Bu  kimseler,  Araf  Ashabı,  Araf  yareni  denilerek  Kur’an  bilgisine  sahip  kimseler  olduklarından, sahip  oldukları  Kur’an  bilgileriyle,  kimin  Cennet’e,  kimin  de  Cehennem’e  gidebileceklerini,  onların  yüzlerine  bakarak  davranışlarını  ve  yaşam  biçimlerini  görerek  daha  bu  dünyada  iken  tahmin  edebilirler.  Onları  ayırt  edebilirler. Denilmektedir. Zaten  ayetin  ifadesiyle  de  gerek  “ Ashabı  Araf’ın “  gerekse  “  Cenneti  umup  da  henüz  girmemiş  olanların  “  henüz  ölmemiş,  dünyada  yaşayanlar  olduklarının  açık  seçik  bir  beyanıdır. Bu  açıklamalara  dayanarak,  46. ve  47. ayetlerin  yorumu  şöyle  düşünülebilir. Dünya  yaşamında,  “ Kur’andan  biraz  bilgisi  olan  insanlar,  çevrelerindeki  insanlara  bakıp,  onların  yaşam  tarzlarından /  mümin,  muttaki,  salih  oluşlarından,  Cennetlik  olduklarını  tahmin  ederek  kendilerine  imrenirler  ve  “ selam  size “  ne  mutlu  size  diye  hayranlıklarını  dile  getirirler.  Yine  bu  Kur’andan  az  bilgisi  olan  insanlar,  çevrelerine  bakıp  bazı  insanların  da  yaşam  tarzlarından  /  kâfirlik  ve  facirlikten  dolayı  Cehennemlik  olabileceklerini  düşününce  onlar  gibi  olmamak  için  dua  ederler.

46. ayetin  birinci  cümlesinden  sonra  kapanan  tiyatro  sahnesi  anlatımı,  49. ayet  ile  tekrar  sahne  açılarak  Cennet  Ashabı  ile  Cehennem  Ashabı  arasındaki  konuşmalara  geçmiştir.

ARAF  48 – 49  :  Ashabı  Araf  /  Kur’an  bölümleri  bilgisine  sahip  kimseler,  alametlerinden  tanıdıkları  kimselere  seslenip  “ Topluluğunuz  ve  büyüklendiğiniz  şeyler  size  yarar  sağlamadı,  Allah’ın  rahmetine : /  ki  bu  rahmet,  Allah’ın “  Girin  Cennete,  size  kaygı  yoktur,  üzülmeyeceksiniz  de  “  diye  verdiği  sözdür. /  Erdirmeyeceğine  yemin  ettikleriniz  şunlar  mı ?  derler.

Bu  ayetle  de  Rabbimiz,  Cennet’e  koyduğu  kullarına  orada  korkusuz  ve  üzüntüsüz  bir  yaşam  sunacağı  vaadini,  yani  35. ayette  ve  daha  pek  çok  Kur’an  ayetinde  belirttiği  Allah’ın  rahmetini  dile  getirmektedir.

ARAF  52  :  Hiç  kuşkusuz  onlara,  inananlar  için  bir  kılavuz  ve  rahmet  olarak  tam  bir  bilgiyle  ayrıntılı  olarak  açıkladığımız  bir  Kitap  getirmiştik.

Ve  konu  ile  ilgili  dikkatler,  sonunda  Kur’ana  çekilmiş  ve  Kur’anın  özellikleri  ile  insanlar  üzerindeki  etkisi  açıklanmıştır. Ayrıca  Kur’anın  içerisinde  her  konuya  dair  yeterince  bilginin  yer  aldığı,  Kur’anın  tafsilatlı  olduğu,  bölümlerinin  gelişi  güzel  değil,  bir  bilgiye  dayalı  olarak  oluşturulduğu  dile  getirilmektedir.  Bu  bağlamda,  Kur’anın  her  bölümünün,  her  ayetinin,  insanların  bir  derdine  derman  olsun,  sorunlarına  çözüm  getirsin  diye  indirildiği  anlaşılmaktadır. Rabbimizin  rahmeti  gereği,  peygamberler  göndermesi  ve  kitaplar  indirmesi,  hep  O’nun  “ İlim “  sıfatının  bir  tecellisidir.

Sonuç  olarak ;  Araf,  Ahirette  Cennet  ve  Cehennem  arasında  insanların  bekletildiği  yer,  bölge,  sur,  kum  yığınları,  kum  tepesi  değil,  parça  parça  inen  ayetlerle  bilgi  yüklü  Kur’anın  bölümleridir.  Kur’an  ayetlerindeki  bilgi  yığınlarıdır.  Araf  Ashabı  da,  az  çok  Kur’an  ayetlerini  okumuş  ve  bu  bilgilere  az  çok  sahip  olan  Arif  kimselerdir.  Bu  bakımdan  49. ayetin  orijinalinde  “  Üdhulul  Cenneh “  hitabını  yapan  da  “  Allah’ın  Rahmeti  ile  müminlere  vaat  ettiği  girin  Cennet’e  "  sözünü  duyuran  da  Kur’an  ayetleridir.  Allah, Yunan  mitolojilerinin  Zeus’u  değil  ki,  insanları  Araf’ta  bekleterek  streslere  soksun,  zulüm  etsin,  fazladan  da  azap  çektirsin.  Bu  kabullenmeler  ve  düşünceler,  Allah’ın  hiç  bir  sıfatı  ile  bağdaşmaz.  Allah,  hesabı  çok  kolay  ve  çok  çabuk  görendir. ( Bakınız  İbrahim  51. )  Allah’ın  yaptığı  hiç  bir  işte  kararsızlık,  ikilem,  tereddüt  ve  tutarsızlık  olmaz.  İnsanlar,  doğma  ve  ölüm  arasındaki  hayat  denilen  yaşamda,  sonu  ceza  veya  mükâfat  olacak  bir  sınavdadırlar.  Sınavın  sonucu  ya  Cennet’tir,  ya  da  Cehennem’dir.  Bunların  arası  yoktur.  Zaten  insana  verilmiş,  bahşedilmiş  olan  bize  göre  sonsuz  nimetin  ardından  elbette  ki  bir  değerlendirme  sınavı  ve  karşılığı  olacaktır.  Üstelik  de  peygamberler,  kitaplar  gönderilerek  insanların  derslerine  nasıl  çalışacakları,  iyinin,  kötünün  neler  olduğu  konusunda,   kılavuzluk  ve  rehberlik  de  bütün  ayrıntılarıyla  yapılmıştır. 

Eğer  bu  yaşam  sınavının  ardından  bir  ödül  veya  ceza  konmamış  olsaydı,  elbette  ki  insanın  psikolojik,  bencil  ve  üşengeç  yapısından  dolayı  hiç  kimse  dersine  iyi  çalışmaz,  dünya  yaşamında  da  iyi  diye  bir  kavram  ortada  kalmazdı. Güçlüler  sürekli  zayıfı  ezer,  yaşama  hakkı  tanımazdı. Unutmayalım  ki,  Nasr  Sûresinin  1 - 3. ayetlerinde  "  Allah’ın  yardımı  ve  fethi  geldiği  ve  sen  insanların  bölük  bölük  Allah’ın  dinine  girdiklerini  gördüğün  zaman,  hemen  hamd  et. /  Rabbinin  övgüsüyle  beraber  her  türlü  noksanlıklardan  Kendisini  arındır  Ve  O’ndan  bağışlanma  dile.  Şüphesiz  O,  ezelden  beri  Tevvab  olandır.  /  Tevbeleri  çokça  kabul  eden,  çok  tevbe  fırsatı  verendir. "  ifadeleriyle  belirtildiği  gibi,  Allah  Tevvab’dır  ve   tevbe  kapısını  sürekli  açık  tutarak,  tevbe  edenlerin   günahlarını  çok  bağışlayandır.  Günahları  ile  sevapları  birbirine  yakın  olan  kullarının  tevbelerini  kabul  edip,  şüphesiz  onları  bağışlayacak  ve  herhangi  bir  ara  yerde  bekletmeden  Cennetine  koyacaktır.  Yeter  ki   biz  hayatta  iken  iş  işten  geçmeden   içinde  bulunduğumuz  hayatın  muhasebesini  yapabilelim  ve  henüz  bizim  için  her  şeyin  bitmediğinin  farkına  varalım.  Ahirette  Cehennem  azabını  yaşamamak  için,  ayetlerde  tasvir  edilen  durumların  başımıza  gelmemesi  için,  bu  dünyada  iken  kendimize  çeki  düzen  verelim.  Kitabımız  Kur’ana  yönelelim,  O’nu  anlayabileceğimiz  bir  şekilde  ve  kendi  kapasitemiz  ölçüsünde,  kendi  dilimizden,  mealinden  okuyalım,  dersimize   çalışmaya   başlayalım. Yüce  Kitabımız  Kur’anın  rehberliğini  hayatımızın  reçetesi  yapalım. Kur’an  dışında  bize  yaşatılan  inançlardan  kendimizi  arındıralım,  şirke,  küfre  girmekten  kendimizi  kurtaralım.  Her  attığımız  adımda  kendi  aklımızı  egemen  kılalım.  Araf  Ashabı  gibi  Rabbimizin  bizi  iyilerle  beraber  Cennetine  koyması  için  tevbe  ile  bol  bol  dua  edelim.  Allah'ın  selamı  rahmeti  ve  Kur'anın  doğrularıyla  size  olsun  Araf  Ashabı  !...

ALLAH   DOĞRUSUNU   EN   İYİ   BİLENDİR  ! RAHMETİ  VE  KUR'AN  BİZE  YETER  !

Temel  Kaynak  :  HAKKI  YILMAZ  ( Tebyin  ül  Kur’an  )



 

 

 

PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR

BAŞLIKLAR
TAKİP ET