Günlük hayatımızda çevremizde, her ortamda, her zeminde cemaat sözcüğünü çok sıklıkla duymaktayız. Tanıdığımız veya tanımadığımız pek çok kişinin, kıyafet, davranış, konuşma ve insanlara karşı olan tepkisel yaklaşımlarındaki farklılıklar veya gruplar halinde hareket etmeleri, herhangi bir Cemaate mensup olduğunu tahmin ettirmekte, bizi ister istemez böyle bir yargıya götürmektedir. Bu kişiler, özellikle Allah katında kendilerinin daha iyi bir konumda olduklarının düşüncesi, rahatlığı ve güvencesi ile, Cemaat içerisinde olmanın bir ayrıcalık olduğunu her halukârda ve vesile ile belli etmekte ve dışa yansıtmaktadırlar. Cenaze namazını kıldırmaya hazırlanan bir imam dahi, kendi camisine sürekli devam edip namaz kıldığı için tanıdığı musalla taşındaki bir meyyitin önünde, Cami Cemaatimizden diyerek daha bir heyecan ve istekle konuşmalarına başlamaktadır. Ülkemizde neredeyse her Cemaatin topluluk oluşturduğu mahallelerin, bölgelerin ve şehirlerin bulunduğu sıklıkla konuşuluyor, müritlerin sürekli devam ettiği ayrı ve kendi camilerinin olduğunu da duyuyoruz. Değişik vakıf adı altında neredeyse her caddede küçük bebelere varıncaya kadar Kur'an kursu adı altında, üniversite öğrencilerine barınma evlerinin açıldığını görüyoruz. Cemaatlerin, Kandil gecelerinde, Kutlu Doğum haftalarında, Arapça Kur'an okuma yarışmaları düzenleyerek, birbirleriyle yarışarak gövde gösterisi yaptıklarına, mevlit ve hatim törenleri ve toplantıları düzenlediklerine tanık oluyoruz. Kurban bayramlarında, kurban kesim yerlerinde, kurban derilerinin sahiplenilmesi için nasıl canla, başla mücadeleler verdiklerini, Cemaat müritlerinin de kendilerine bir ideal ve görev olarak gösterilene, bütün özverileriyle nasıl sahip çıktıklarını görüyoruz.
Bir Cemaat mensubu düşünür de, Cemaatleşmeyi överken ve gerekli olduğuna işaret ederken “ Müslüman asla ferdiyetçi, bencil olamaz. Mümin mutlaka İslam Cemaatinin bir mensubu, müdavimi ve mütemmimi ( ayrılmaz bütünleyici bir parçası ) olmak zorundadır. Nitekim Fatiha Sûresinde ( Ancak Sana kulluk eder ve ancak Sen’den yardım dileriz ) niyazı da müminlere “ Cemaat “ şuurunu telkin etmektedir. “ demektedir. ( Tabii ki bu yorum kendi zannı ve içine düştüğü küfrün farkında olmadığıdır. Bu ifadenin cemaatleşme ile hiç bir alakası yoktur, bilakis cemaatleşmenin olmamasını, önderlerin peşine düşülmemesini gerektiren bir ifadedir. Aslında insan, Allah katında sadece belli bir Cemaatin içinde olmakla değil, bütün insanlarla bir arada ve dost olarak, hayatı paylaşarak, yardımlaşmayı, dayanışmayı, paylaşmayı yerine getirmekle yükümlüdür. ) Öte yandan Buhari İlim, Fiten, Tirmizi Fiten, Müslim, Ebu Şame, Ebu Davud İlim, İbn Mace Mukaddime eserlerinde aktarılan yüzlerce hadise dayandırılarak, yine çeşitli Cemaat içerisinde bulunan çevrelerce ( aslında Kur’ana ve Peygamberimizin mümtaz şahsiyeti ve Kur’an bağlılığına tamamen aykırılığı çok belli olduğu halde ) “ Cemaatle kılınan namaza yirmi yedi misli ecir verilmektedir. “ hadisi ön plana çıkarılmakta, Cuma ve Bayram namazları ferdi olarak kılınamaz, Hacc ibadeti ise müminlerin içtimai bir kongresi durumundadır, bir mümin kendisi dışındakilerden de sorumludur, bu sorumluluğun gereği olarak da daima vakıfların kurulması, içtimaileşmenin yansımasıdır, bu yönüyle de Cemaatler toplum için birer rahmet vesilesidir. Alimler peygamberlerin varisleridir " Denilmektedir. Üstelik de delil gösterilerek kandırmak amacıyla da bazı ayetlerin gerçek mesajı saptırılmakta, Cami içerisinde toplu namaz kılma ve toplu yaşamadaki dayanışma, destekleşme ve paylaşma ile cemaatleşme de birbirine karıştırılmaktadır.
Diğer taraftan 650 li yıllarında kurulmuş olan Emevi Devletinin saray baskıları ile Dindeki parçalanmanın kapısını aralayan, " Ehli Sünnet Vel Cemaat " adındaki Cemaatin de peygamberimize atfen uydurduğu “ Benim ümmetim 73 fırkaya bölünecek, biri hariç namaz kıldığı halde 72 si helak olacaktır. “ ( Tirmizi İman 18. İbni Mace Fiten 17 ) hadisinden dolayı da bütün Cemaatler kurtuluşu kendi Cemaatlerinde görmektedirler. Bu noktada kendi Cemaatlerini ön plana çıkarabilmek için sapla samanı bir birine karıştırmamak gerekir, bir şeyin kötü örnekleri var diye o şey tamamen terk edilmez, iyi olanlar ayrı tutulmalı, tamamen terk edilmekten, reddedilmekten gafil olunmamalı, art niyetli olmadan iyisi ayıklanmalıdır, diye de davetiyeler hazırlanmaktadır.
Madem Cemaat önderlerinin ön görüsüyle en iyisi vardır, Cemaatler toplum için bir rahmettir, Cemaate dahil olanlara da daha fazla ecir verilecektir ve en iyisinin içerisinde helâk olmaktan kurtuluş vardır, imam da sonuçta öldüğümüzde, musalla taşında bizden Cemaatimizdir deyip hoşnut olarak söz edecektir, kabrimizin başında da talkının en kuvvetlisiyle bize gereken kopyayı verecektir. Eh o zaman kendimize bir Cemaat bulalım da, hem bu dünya, hem de Ahiret yaşamında her mütedeyyin, fakat anlayarak okumadığı için Kur'an öğütlerinden yoksun Müslüman kardeşlerimiz gibi biz de kurtuluşumuzu garanti altına alalım demeye ve düşünmeye başladık. Ama “ Hangi Cemaat “ en iyisidir, hangisi bizim hem bu dünyamızı, hem de Ahiret yaşamımızı imar edebilecektir ? Hangisi bizi helâk olmaktan kurtaracaktır, hangisinin iyi olduğuna kim karar vermektedir diye en iyisini araştırmamız ve bulmamız gerekecektir. Bunun için yola çıkalım, hadi hayırlısıyla bakalım, bulabilirsek biz de bir Cemaate mürit olalım dedik. Önce bir bakalım, Cemaat nedir ? ne değildir ? Bizden ne ister, hangi koşullarda bizi bünyesine alır ? Bize ne getirir, ne götürür ? Bizim gibi hem çulsuz hem de soru sorup sorgulayanı bünyesine alan olur mu ? Yüce Kitabımız Kur'an Cemaatlerle dinde bölünmelere izin vermekte midir ? gibi kaygılarımız da yok değil !
Cemaat : Arapçada Cem / toplanma kökünden gelen sözcük " Bir imama uyarak namaz kılan topluluktur, İnsan topluluğu bir kalabalıktır, zihin ve gönül dünyamızda, Allah rızası için bir araya gelen güzide ve seçkin insanların topluluğudur. " Diye tarif edilmiş. Bunun yanı sıra, bir dinden veya soydan olanların topluluğu gibi dini, felsefi, tarihi, hukuki, olarak da çeşitli tarifleri yapılmış.
Dini tanıma uygun olarak da tarihte ilk olarak, Peygamberimizin vefatından kısa bir süre sonra, Emevi Halifesi Muaviye ve yönetimi, yaptıkları kıyımları, cinayetleri, zulümleri, yağma ve talanı örtbas etmek ve unutturmak, haksızlıklarını ve din dışılıklarını gizleyerek meşrulaştırmak amacıyla, mütedeyyin insanların peygamber sevgisini ve duygularını da kullanarak siyasi parti üyeliklerine benzer zihniyetle bir Cemaat oluşturmuş, adını da “ Ehli Sünnet Vel Cemaat “ olarak koymuştur. Böylece pek çok Kur'an ayetindeki bölünmeyin, gruplaşmayın, ayrılmayın, Allah'ın ipine sarılın uyarılarının aksine bizden olanlar, olmayanlar denilerek cemaatleşmenin, dinde gruplaşmanın ve bölünmelerin kapısı aralanmıştır. Ardından Mezhepler ortaya çıkmış, Mezhepleri takiben Tasavvuf ve Tarikatlar, onların da küçük küçük alt grupları ile yüzlerce, binlerce Cemaat adında gruplar meydana gelmiştir. Ortaya çıkan Mezhep ve Cemaatleri, daha sonra bazı ulema grupları kendi aralarında bir araya gelerek, ehli sünnet veya ehli sünnet olmayan ve ardından bir başkaları da Ehli Beyt diye ayırmışlar, ehli sünnet mensupları daha sonraları Hakk Mezhep diyerek çoğunu ayıklayarak kendi kafalarına göre Mezhep sayısını dörde indirmişlerdir. Araştırmacı ve pek çok dini eser ile Tebyin ül Kur’an yazarı, Yazar Hakkı Yılmaz, “ Ehli sünnet diye kavram haline getirilmiş bir mezhep yoktur. Ehli Sünnet Vel Cemaat mezhebi vardır. Bu mezhep Muaviye’nin kurdurduğu mezheptir. Allah’ın dini ile, peygamberimizin sünneti ile bir alakası yoktur. İslam’da asıl olan danışma ve şura sistemini kaldırıp, kendi yönetimlerinin zulmünü örtbas etmek için, satın alınan sahabelerle, dikteyle Ulemaya verdirdiği fetvalarla, icma sistemini getirmiştir. Bu mezhebe inananlar Allah’a değil, Muaviye’ye inanmış olurlar. Bundan dolayı bu sistem Kur'anın İslam’ına dayanmaz ve bir şirktir. “ demiştir.
Kur'anımızda bir çok ayette olduğu gibi Ali İmran Sûresinin 105. ayetinde " Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanan ve ayrılığa düşen kimseler gibi olmayın. İşte bunlar birtakım yüzlerin beyazlaştığı, birtakım yüzlerin de siyahlaştığı günde büyük bir azap kendileri için olanlardır. " ifadeleriyle yapılan uyarılara rağmen bugün sadece bizim ülkemizde, Ehli Sünnet Vel Cemaat mezhebinin, peygamberimize atfen uydurduğu 73 fırka değil, yüzlerce yetmiş üç fırka bulunmaktadır. İçimiz dışımız, önümüz arkamız, sağımız solumuz Cemaatlerle dolmuştur. Bu Cemaatlerin " Kur'an sadece Arapça okunur " hatim edilir gibi dayatmalarından dolayı Müslümanlar tarafından Kur'an anlaşılmak üzere okunmadığından ve içinde din adına nelerin olduğu bilinmediğinden Bakara Sûresinin 104. ayetinde " Ey iman etmiş kimseler ! Raina / Sen bizim çobanımızsın, Sen bizi güt, biz seni güdelim demeyin, " ifadeleriyle yapılan uyarıya rağmen ister istemez insanlar sürü psikolojisiyle, yoksa Cemaatler dinin olmazsa olmazı mı ? Biz de mi bir Cemaate dahil olsak demekten kendilerini alamamaktadır. Araştırmacılar sağ olsunlar bizim yerimize Tasavvufu, Tarikatı, Cemaatleri ve Cemaatleşmeyi araştırmışlar, yerlerine, kuruluş tarihlerine ve şecerelerine varıncaya kadar neyin ne olduğunu ortaya koymuşlar. Muhyiddini Arabi, İmam Rabbani, İmam Gazali, Abdülkadir Geylani, Bahaeddin Nakşibendi gibi kendilerine, Kutup, Kutbul Aktab, Gavs Hazretleri, Şeyhül Ekber denilen ve kendilerini Allah'a ortak eden Tasavvuf önderlerinin şirk dolu sır ve kerametlerinin absürtlüğünü ve Kur'ana olan aykırılıklarını ortaya koymuşlardır. Bu araştırmalardan öğrendik ki, her Tarikatın neredeyse Allah yerine koydukları bir Gavs ül Azam'ı, Mürşidi, ona kul olan müritlerinin de yüzlerce alt gurubu ve Cemaati bulunmaktadır. Sadece Nakşibendi tarikatının ( Palulu Şeyh Said Cemaati, Arvasiler, Tagiler, Küfreviler, İskender Paşalılar, Süleymancılar, Darendeli Osman Hulusi Cemaati, Ahıskalı Ali Haydar Cemaati, Cizreli Şeyh Seyda Cemaati, Zilanlılar, Hazinoğulları, Yahyalı, Mahmut Sami Ramazanoğlu, Derin Sofular Cemaati ) denilen 16 Nakşibendi merkez ve Cemaati bulunmaktadır. Bunların yanı sıra Mevlâna mahlasını kullanan Halid Bağdadi’ye bağlı ( Gümüşhanevi, İsmet Efendi, Kelami Dergahı, Kaşgari ) isimlerinde dört büyük tekkeleri bulunmaktadır. Bunların yanı sıra Kadiri, Mevlevi, Nur gibi tarikatların da günümüzde çok sözü edilip ön plana çıkmış olan pek çok Menzil, İsmailağa, Aziz Mahmut Hüdai, Kırkıncı Hoca, Işık, Haydar Baş, Yeni Asya, Hakikatçiler, Kıbrısi, Cerrahi, Hayrat, Fethullah Gülen, Yavuz Selim isimlerinde Cemaatleri bulunmaktadır.
Araştırmacıların edindikleri bilgilere göre de ; * Bütün Cemaatler kendi şeyhlerini ( önderlerini ) Peygamberimizin günümüzdeki vekili olarak görmektedirler. Bazılarının da Mehdi Aleyhisselam olduğuna inanılır. Bunu çağrıştırmak için de onlara Kutub, ( Evrenin manevi yönetiminden sorumlu en büyük velisi ) Hatemü'l Evliya, ( Zamanın en son Velisi ) Ahir zaman Halifesi, Devrin İmamı, Gavs ( Birçok sırra vakıf olan, manevi makamı çok yüksek olan, zamanın en büyük velisi ) Sahibüs Zaman Şeyhül Ekber, ( En büyük şeyh ) gibi unvanlar verilir.
* Cemaatlerin hiç birinde kişisel irade, ya da sorgulama, ya da Kur’anı anladığı dilden okuma yoktur. Şeyhin ( önderin ) sözü, Allah kelamı hükmündedir. Bu hükmü ve emri tartışan küfre girer ve dinden çıkar.
* Cemaatlerin hiç biri, diğerlerini sevmez ama açıktan birbirine düşmanlık yapmaz. Ancak kendi dışındakilerin şirkte ve küfürde olduğuna inanır.
* Her Cemaatin kendi gettosu ( Dışa kapatılmış kendi topluluk alanı, bölgesi ) vardır. Kendi aralarında kız alıp verirler, alışveriş yaparlar ve arkadaşlıkları beraberdir. Bundan dolayı da birbirlerinden kopmaları kolay değildir.
* Bugün pek çok Cemaat holdingleşmiş, ticareti ve sermayeyi ele geçirmiş, ekonomik yönden zenginleşmiş ve siyaseten de güçlü hale gelmiştir. Bundan dolayı da siyasi etkinliği artmıştır, siyasete müdahil olmuşlardır.
* Müritlerin yaptığı ticaret, topladığı kurban derileri, bağışlar, zekâtlar ve himmetler ana sermayeyi teşkil eder. Bu sermayeyi şeyh, çocukları ve yakınları yönetir. Bu nedenle üretmeden, çalışmadan son model arabalarda, havuzlu villalarda, bir eli yağda, bir eli balda lüks içinde bir hayat yaşamaktadırlar.
* Allah'ın aşık olduğu nurunun seyri sülük ( silsile yolu ) ile Gavs hazretlerine geçtiğine, böylece Allah gibi ( haşa ) Şeyhin nurunun arşı aladan yerin merkezine kadar etrafını nurlandırdığına, ilmi yaydığına, ona tabi olanların ve bütün yakınlarının onun yüzü suyu hürmetine Cennete gireceğine inanılır. ( Mektubat 72. İmam Rabbani )
* Mürşidin riyası ( iki yüzlülüğü, münafıklığı ) müridin ihlasından ( samimiyetinden ) daha hayırlıdır. ( İmam Rabbani )
* Bütün Cemaatlerde tayyi mekân kavramı içerisinde şeyhin, ( önderin ) pek çok zaman akşam namazını Kâbe’de, yatsı namazını da Mescid’i Aksa’da kıldığına inanılır. Hemen hemen hepsinin de bir miracı vardır. ( Kur’anda İsra Sûresinin birinci ayetinde, gecenin bir vaktinde Peygamberimizin Mescid’i Haram’dan, Mescidi Aksa’ya yürütüldüğü ayeti var ya, tabiidir ki Onun gibi şeyhler de yürütülmektedir. ) Çünkü şeyhe iman, Allah’a iman ile eşdeğer tutulmaktadır. Ortaya attıkları Vahdeti Vücut inancıyla bekabillah ( ölümsüzlük ) mertebesinde haşa adeta Allah'laşmaktadırlar. Şirk batağının dibine kadar batmış olan ve kendisini Mürşit, Şeyh, Gavs, Kutup yerine koyan ve bunlara inanıp ardından giden insanların herhalde Kur'anın bu konulardaki uyarılarından haberleri de bulunmamaktadır.
ZÜMER 44 : De ki : “ Bütün şefaat / yardım, destek, kayırma Allah’ındır. Göklerin ve yerin mülkü yalnızca O’nundur. Sonra yalnızca O’na döndürülürsünüz. “
BAKARA 48 : Ve hiçbir kimsenin başka bir kimseye herhangi bir şey için karşılık ödemediği, hiçbir kimseden şefaatin / yardımın, adam kayırmanın kabul edilmediği, kimseden fidyenin / kurtulmalığın alınmadığı ve hiçbir kimsenin yardım olunmadığı güne karşı Allah’ın koruması altına girin.
Bu araştırmalardan sonra biz, bir de dinimizin yegâne kaynağı olan Kitabımız Kur’anda, Cemaatlere, Cemaatlerin oluşturduğu bu parçalanmalara, gruplaşmalara, bu gruplar içerisindeki öndere gösterilen bu yüceltmelere, inançlar silsilesine ve yapılaşmalarına, Dinin yegâne sahibi Rabbimiz ne diyor ? Bir bakalım dedik. İlk dikkatimizi çeken de, Araf Sûresinin üçüncü ayeti oldu ve bunun yanı sıra, Allah’a ortak koşma ve dinin parçalanmaması ile ilgili olarak, Kur’anda yüzlerce ayetle uyarıların yapıldığını gördük.
ARAF 3 : Rabbinizden size indirilene / Kur’ana uyun. Ve O’nun astlarından evliya / yol gösteren, yardım eden ve koruyan dostlara, sözde yakınlara uymayın. Ne kadar az öğüt alıyorsunuz.
ZÜMER 65 : Ve andolsun ki, sana ve senden öncekilere şöyle vahyedildi : Andolsun ki ortak koşarsan amelin kesinlikle boşa gider. Ve kesinlikle kaybedenlerden olacaksın.
TEVBE 31 : Onlar Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini / din adamlarını tanrı edindiler.
FATIR 5 : Ey insanlar ! Hiç kuşkusuz Allah'ın yapmak için verdiği söz gerçektir. Onun için bu basit dünya hayatı sizi aldatmasın. Ve sakın o aldatıcı sizi Allah ile aldatmasın.
MÜMİNUN 53 : Sonra insanlar kendi aralarındaki işlerini parça parça böldüler. Her grup, kendinde bulunan ile sevinip böbürlenmektedir.
AHZAP 67 : Ve dediler ki : “ Ey Rabbimiz ! şüphesiz biz efendilerimize ve büyüklerimize uyduk. İtaat ettik de bizi onlar yoldan saptırdılar. Ey Rabbimiz ! Onlara azaptan iki kat ver. Ve lâinun / kendilerini tam anlamıyla dışla. Rahmetinden mahrum bırak.
Kur’anda bu konularla ve şirk ile ilgili yüzlerce ayet bulunmasına rağmen, biz ana hatlarıyla birer örnek ayetle Hakk Dinin ve Yüce Kitabımız Kur’anın, Cemaatlerle bölünmelere nasıl baktığına değindik. Ayetlerden gördük ki hele hele Enam Sûresinin 22 - 23. ayetlerinde " Ve o gün hepsini toplayacağız. Sonra Biz ortak koşan kimselere " Hani nerede o gerçeğe aykırı olarak inandığınız ortaklarınız ? " diyeceğiz. 23 : Sonra onların ateşlere atılmaları " Rabbimiz, Allah'a yemin olsun ki biz ortak koşanlardan değildik, demekten başka bir şey değildi. " ifadeleriyle belirtilen mahşer günündeki sorgulama esnasındaki korkunç ürkütücü tabloyla Kur’anımız, terk edilmesine, kendisine Veli, Mürşit dedirttirenlerin peşine düşülüp, Cemaatlere, gruplara parçalanmaya izin vermemekte, ortak koşanların hesap günündeki o ürkütücü sonlarını göz önüne sererek uyarısını yapmaktadır.
Kur'anımız, Ankebut Sûresinin 41. ayetinde " Allah’ın astlarından evliya / yardımcı, yol gösterici, koruyucu velileri yakın dost edinenlerin durumu, ev edinen dişi örümceğin durumu gibidir. Şüphesiz evlerin en çürüğü de kesinlikle Beyt ül ankebut / dişi örümcek evidir. " ifadeleriyle belirtildiği gibi cemaatleşerek Allah’a ortak koşanların durumunu, dişi örümceğin ( Kara dulun ) evinin, cemaatleşme ile bir araya gelen dostlar için nasıl tehlikeli ve çürük olduğunu örnek göstererek de en etkili ve mucizevi bir şekilde gözler önüne sermektedir. Bu ayette, Allah’a ortak edindikleri dostlarla Cemaat ve grup oluşturarak şirk koşanların durumu, ilginç bir örnekle ortaya konmuştur. Allah’ın astlarından veli ( Hoca efendi, İmam efendi, Evliya, Şıh, Seyyid, Şeyh ) dost edinenlerin durumunun, Ankebut / dişi örümcek / Kara dul yuvası gibi ne kadar çürük, korumasız ve tehlikeli olduğu, sağlam, güvenilir bir yapı olmadığı anlatılmaktadır. Ortak koşanların, akıllarını kullanmayarak bu geçici dünya için aşırı umut bağlayıp, boş yere yatırım yaptıklarına vurgu yapılmaktadır. Dünyanın bu kadar emeğe değmeyeceği ve ona bu kadar bel bağlamanın, çiftleştikten sonra eşini öldüren dişi örümcek gibi, bel bağladıkları dostların kendileri için de bir tehlike olabileceği anlatılmaktadır. Ayetin bu çok çarpıcı ve etkileyici mesajlarına göre anlaşılmaktadır ki, cemaatleşerek Allah’ın astlarından kişilere ululaştırarak tapanlar da kendilerine örümcek yuvasına benzer bir felaket tuzağı hazırlamış olmaktadırlar.
Ankebut Sûresinin ayetlerine dayandırarak, Araştırmacı ve Kur’an Tefsirini yazan ve pek çok dini eserlerin sahibi olan İhsan Eliaçık Hoca da, Ankebut Sûresinin 17. ve 25. ayetlerindeki ifadelere dayandırarak, biri yalancılığın olmadığı, açıklık, doğruluk, adalet, eşitlik ve paylaşımın söz konusu olduğu ortam, ( Peygamberin cemaati ) diğeri de bu ortamdan ve yapıdan ayrılıp, yalan üzerine kurulan yapılarla, rızkı yalnızca Allah katında aramaları gerekirken, kendi aralarında çıkar, menfaat ilişkileri geliştirip, kurdukları ve kutsadıkları ve hatta put yapıp tapındıkları ortamla, Ankebut Cemaati olmak üzere Cemaati, iki şekilde tanımlamıştır.
İhsan Eliaçık Hoca, yine bu Sûrenin 36 - 39. ayetlerinde, " Açgözlülüğün timsali Şuayb Peygamberin kavmi Medyen, hırsın ve hasedin timsali olarak deveyi boğazlayan Salih Peygamberin kavmi Semud, kibrin, kenzin, servet ve mal biriktirmenin ve insanları uyuşturmanın timsali olarak Musa Peygamberin kavminden Firavun, Karun ve Haman anlatılarak toplulukların karakterleri örneklenmektedir. " Diyerek ve bunlara benzer şekilde kurulan ortaklık ve Cemaatleşmelerle onların, Allah’tan başkasını dost edinmekle “ Ankebut ( örümcek ) “ gibi olduklarını, tehlikeli bir evin içine girdiklerini, ortaklığın, Allah’tan, halktan, ayrılıp, kendilerine özel yapılar, evler, örgütler, hizipler kurmakla, özel ilişki ağları, menfaat birlikleri, çıkar çevreleri oluşturmakla “ Beytül Ankebut “ ( örümcek evi ) haline dönüştüklerini ifade etmektedir.
İhsan Eliaçık Hoca, " İnsanlar genellikle kendi elleriyle, hevaları ve düşünceleriyle oluşturduklarına taparlar. Bu durumda örümcek yuvaları da kendi elleriyle, hevaları ve çıkarları ile kurdukları yapılar, gruplar, hizipler, dernekler, vakıflar, örgütler, partiler, teşkilatlar olur. Zamanla bunlar Peygamberin Cemaat yapısından sıyrılarak, çıkar şebekesi haline dönüşür. Nasıl ki örümcek açgözlülüğünden kendi erkeğini yerse, bunlar da insan öğütme ve yeme mekanizmasına dönüşür. Kendi düzenine, varlığına, grubuna, ideolojisine karşı oluşacak her tehditle mücadele eder. Bertaraf etmeye çalışır. Bundan dolayı Ankebutta, dışa karşı kapılar kapalıdır. Özel toplantılar yapılır. Özel maksatlarla gizli ve arka plandaki hesaplar ve çıkar ilişkileri görüşülür. Zenginleşme hedefi ön plandadır. Ebedi makamlar ve rütbeler üretilir. Hiyerarşi vardır, O makamlara saygı şarttır. Otoriteye soru sorulamaz.
Gerçek Cemaat ( Peygamber Cemaati ) saf bir yürek temizliği ile bir araya gelen insanlardan oluşur. Asıl olan doğruluk, yalansızlık ve herkesle paylaşımdır. Kapılar kapanmaz, herkese açıktır. Yar yanağından gayrı her şey ortaktır. Zengin yoksul ayrımı yoktur. Tam bir eşitlik ortamıdır. Ebedi makamlar ve rütbeler yoktur. Kişiler o topluluğa hizmet eder. Hiyerarşi yoktur, herkes yan yanadır. Dışarıdan gelen birisi topluluğa “ Hanginiz Muhammed “ diye sormak zorunda kalır. Eğer artık sorulmuyorsa biline ki orada “ Ankebutlaşma başlamıştır. " Demektedir.
Biz de Ankebut Sûresinin ana merkezinde “ Örümcek evine “ bağlantıların yapılarak anlatılmaya çalışıldığı, Allah’ı ve uyarılarını terk ederek O’na ortak koşmanın bir yolu olan gruplaşmanın, cemaatleşmenin, insanlar için ne kadar kötülükler getirebileceğini, dinimize ve Kur’ana ne kadar ters bir yapılaşma olduğunu görmüş ve idrak etmiş bulunuyoruz. Üstelik de Ankebut Sûresi, en sonundaki 69. ayetinde " Ve Biz, Bizim uğrumuzda gayret gösterenleri, elbette Kendi yollarımıza kılavuzlayacağız. Ve şüphesiz Allah, İyilik – güzellik üretenlerle beraberdir. " ifadesiyle, bu konuda verilen bütün mesajların tamamını içerecek şekilde bitirilmekte, Allah yolunda gayret sarf edenlerin, Allah’ın nimetlerine ulaşan yollara mutlaka kavuşturulacağı, Allah’ın iyilik güzellik üretenlerle beraber olacağı ve Allah’la beraber olanlara bu Dünyada ve Ahirette rahmet edileceği belirtilmektedir.
Biz de yaptığımız araştırmalar ve Kur’an ayetlerinin bu uyarılarından sonra, yüzlerce Cemaatten bizim dünyamızı da Ahiretimizi de imar edebilecek, herhangi bir Cemaatin bulunamayacağını, bize bir şey getirmeyeceğini, aksine bizden de pek çok şeyleri, Ahiretimizi götüreceğini gördük. Bundan dolayı da, Peygamberimizin bize emanet ettiği Kur’an öğretisi içerisindeki Cemaat anlayışında ve yapısında kalmaya karar verdik. Üstelik de yine Ankebut Sûresinin 60. ayetinde “ Nice küçük büyük canlı vardır ki kendi rızkını yük olarak taşımaz. Onları da sizi de Allah rızıklandırır. Ve O en iyi işitendir, en iyi bilendir. “ denilerek, rızkı ve kurtuluşu herhangi bir menfaat grubunun veya efendisinin veremeyeceğini, Necm Sûresinin 39. ayetinde " Gerçek şu ki insan için çalışıp didindiğinden emeğinden, alın terinden başka bir şey yoktur. " denilerek belirtildiği gibi sadece insanın kendi çabalarının karşılığı olarak Allah’ın verebileceğini öğrenmiş olduk. Bu nedenlerle Dünyamızın ve Ahiretimizin kurtuluşu için, Allah'tan başka kişilerde ve yerlerde beklentisi içerisinde cemaatleşme anlayışındaki sarmalından, tehlikelerinden kendimizi korumaya, uzak tutmaya çalışalım. Hem bu dünyadaki getireceği kayıplardan, hem de Ahiretimize getireceği sorumluluklardan korkalım. Unutulmamalıdır ki sorgulanmayan, aklın kullanılıp düşünülmeyen din, kişinin kendi dini değil, başkalarının dayattığı dindir. Bundan dolayı Allah'ın kendisine bahşettiği akıl nimetini kullanmayan kişi, Allah katında sorumludur. Bu sorumluluktan da ancak bizi sadece aklı egemen kılan Kitabımız Kur’an ve onunla Allah’a yönelme kurtarabilir. Kitabımızı anladığımız dilden, Türkçe mealinden okuyalım ve önümüze her konulana din diye inanmayalım. Kur’an ayetleri ile sorgulayalım ve test edelim, kendi aklımızı egemen kılalım. Aklımızı birilerine emanet etmeyelim. Allah'ın selamı ve Kur'anın doğruları sizinle olsun !...
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !..
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
İHSAN ELİAÇIK ( Cemaat ve Ankebut )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR