Konu Detay

İN MİSİN CİN MİSİN NESİN

 24.11.2016
 2677

Cinn  inancı,  insanın  var  olup  bilinçlenmesinden  bu  yana  her  toplumda,  aslında  Evrende  ve  Dünyada  maddeden  oluşmuş,  üç  boyutlu  görünümlere  dönüşebilen  böyle  meta  fizik ( fizik  ötesi ) ve  nesnel  varlıklar  olmadığı  halde,  her  dönemde  “ şeytan,  iblis,  melek  “  kavramlarında  olduğu  gibi  değişik  anlamlar  ve  hikâyelerle,  insanların  yaşamları  içerisinde,  yanlış  bilgilerle  ve  inançlarla  yer  almıştır.  Bütün  dinlerde  aslında  kandırmak,  yanlış  inançlarla   insanları   istismar  edip  çarpmak  için  sömürü  aracı  olarak  kullanmada  önemli  bir  yer  tutmuştur.  Ülkemizde  de  halk  kültüründe  edindiği  yerle,  bugün  de  Kur'anın  dışında,  ilkel  toplumların  korku,  vehim,   halisinasyon,  kuruntu  ve  hayallerine  dayalı  inançları,  etkisini  ve  yanlışlığını  hala   sürdürebilmekte,  daha  da  kötüsü  gerçekmiş  gibi  dinimize  fatura  edilmektedir.

Pek  çok  yanlış  ve  gerçek  dışı  Cinn  inancı,  daha   çocukluğumuzun   masalları  ile  “  İn  misin  cin  misin ? “  ifadesiyle  hayatımıza  sokulmakta,  bugün  dahi  hala  ünlü  Akademisyen  ve  öğretim  görevlisi  bazı  ilâhiyatçılar  bile  yeryüzünde  insanlardan  önce  cinnler  yaratılmıştır  diyerek  yanlış  yönlendirmelerde  bulunabilmektedirler.  Bu  şartlandırmalardan  dolayı  korkuların  dürtüsüyle,  zaman  zaman  birden  bire  ortaya  çıkan  yabancı  kişilere,  gece  karanlığında  arkadan  gelen  bir  kediye  yöneltilen  soru  olabilmektedir. Çocukların  yaramazlıklarından,  büyüklerin  kötü  davranışlarından  uzaklaştırılabilmesi  için,  karanlıkta,  mezarlıkta,  izve,  loş  ve  pis  yerlerde  yürümek,  gece  çöplükte  dolaşmak,  yağmurda  akan  pis  sulara   basmak,  gece  tırnak  kesmek,  karanlıkta  olur  olmaz  yere  tükürmek  gibi  daha  pek  çok  davranışta  halk  arasında  “ cin  çarpar “  korkutması  yapılmaktadır.  Yetişkinlik  dönemi  insan  ilişkilerinin  olumsuzluklarında  da  “  Cin  olmadan  adam  mı  çarpıyorsun  “  deyimi  kullanılmakta, “  İn  cin  top  oynuyor “  deyimiyle,  gidilen  bir  ortamda  kimsenin  bulunmadığı  veya  hiçbir  şeyin  ortada  görünmediği  ifade  edilmektedir.  Kurnaz  ve  çok  hareketli  birisi  için  “ Cin  gibi   maaşallah "  övgüsü,  yakıştırması  da  yapılmaktadır. Bu  konudaki  rivayetlerin  oluşturduğu  yanlış   kavramlar  ve  inançlar,  Kur'anın  gerçeği  ile  bilinemediği  için  de  bugün  yazarların,  çizerlerin,  sanatkârların  da  eserlerinde  değişik  tanımlamalarla  yer  almaktadır. Örneğin ;

*  Güneş  ve  Ay  magribe  dolandıktan  sonra  tevbe  kapısı  ins'e  de  cinn'e  de  tamamen  kapanır. (  Amil  Çelebioğlu  1999  Türk  Edebiyatında  Mesnevi  )
*  Belkıs  da  Yemen’de  Saba  şehri  padişahlarının  kızı  idi. Çok  devlet  gördü,  ama  Hz. Süleyman’ın  bu  ihtişamını,  ins  ve  cinni,  vahşi  hayvanları  görünce  dehşete  düştü. ( Evliya  Çelebi  Seyahatnamesi  cilt 15  sayfa  218 ) *  Şair  Atilla  İlhan  da  bir  şiirinde  “  Kimi  sevsem  sensin  hayret,  in  misin  cin  misin  anlamıyorum “  diyerek  herhalde  sevdiğinin  gizemini,  bir  görünüp,  bir  kaybolduğunu  anlatmaya  çalışmıştır.

Ses  benzerliği  ve  ses  uyumundan  dolayı  dilimizde  ikileme  zenginliği  vardır. Bu  ikileme,  ifadeyi  güçlendirmek  amacıyla  kullanılır. Türk  Dil  Kurumundaki  sözlüğe  göre  bu  ikilemelerde  kullanılan  “ in “  sözcüğünün  karşılığı  “  insan “ dır.  Deyimlerde  kullanılan  “ in “  sözcüğü  Arapça  bir  sözcük  olan  “ ins “  den  alınmadır. Muhtemelen  cinn  sözcüğü  ile  kafiyeli  olduğu  için “ in “ olarak  kullanılmıştır.  İn  ve  cinn  ikilemesi  Arapçada  ve  Kur'anda  da  ( İns  ü  cinn )  olarak,  yani ( insan  ve  cinn )  ifadesi  için  yaratılmış   akıllı  varlıklar  anlamında  kullanılır.  Cinni  herkes  merak  eder,  çekinir  ama  hiç  kimsenin  de  halk  kültüründe  söylenenlerden   başka  bir  bilgisi  yoktur.  Bunun  nedeni  Kur’anın  bizzat  anlaşılmak  üzere  okunmaması,  cinnin  adının  bile  anılmasından  korkulması,  adının  yerine  de  halk  arasında  “ üç  harfliler “  deyiminin  kullanılır  hale  gelmiş  olmasıdır. Kur’anda  Cinn  Sûresinin  bulunması,  pek  çok  ayette  de  “  İns  ü  cinn “  deyiminin  yer  almasından  dolayı  Kur'an  bütünlüğünü  kavrayamamış,  bilimden  teknolojiden  ve  Allah'ın  Kâinatı  yönetmek  için  oluşturduğu  kanunlardan,  hüküm  ve  kurallardan,  ez  cümle  Sünnetullahtan,  Arap  grameri  ile  edebiyatından  bihaber  olan  bazı  İlâhiyatçılar,  hala  Cinn  vardır,  Cinnin  varlığına   inanmayanlar  küfre  girer  diye  de  insanlara  korku  üzerine  korku  salmaktadırlar. Bazıları  da  Cinn  hikâyelerini,  uydurma  hadis  ve  rivayetlerini  büyük  bir  heyecanla  dramatize  ederek  kendi  menfaatleri  için  malzeme  yapmakta,  anlatımları  ile  cahil  insanları  sömürmek  amacıyla  etraflarında  bir  güzel  toplayabilmektedirler.

Uydurma  rivayetlerle  oluşturulan  Halk  kültüründe,  Kur’andaki  Cinn  Sûresinin  ve  Cinnin  yer  aldığı  ayetlerin  bulunmasından  ve  bu  ayetlerin   saptırılıp  yanlış   yorumlanması  sonucu  yanlış  aktarılanlardan  dolayı,  hacmi  ve  kütlesi  olmayan,  insan  boyutundan  farklı  boyutta  yaşayan  varlıklar  olarak  Cinnlerin  kesinlikle  var  olduğuna  inanılır. Cinn  erkek,  peri  de  kadın  olarak  düşünülür.  Cinnlerin  de  dişili  erkekli  yaşadığı,  doğup  büyüdüğü,  ürediği,  inançları  ve  idealleri  olduğuna  ve  öldüklerine  inanılır.  Kişilerin  halisinasyonlarına  göre,  Cinnler  kısa  boy,  dikine  göz  bebeği,  seri  hareket,  kanatlı,  çift  baş,  yılan  kafa,  kılıktan  kılığa  girebilme,  korkutmak  için  büyü  ile  insanlara  zaman  zaman  görünebilme,  insanların  içine  girebilme  gibi  özelliklerle  ifade  edilirler.  İnançlara  göre,  Cinnler  de  insanlar  gibi  yemek  yemekte,  içmekte,  insanın  yaptığı  her  şeyi  yapmakta,  dünyada  bizimle  iç  içe  yaşamakta,  grupları,  kabileleri  bulunmakta,  kimileri  evlerin  banyolarında,  samanlıklarda,  helalarda  çöplüklerde  yaşamaktadır. Kemiklerle,  tezek  ve  yemek  artıkları  ile  beslenmektedirler.  Cinn  çarpması  ile  insanlarda,  hareket  bozukluğu,  rahat  yürüyememe,  vücutta  dengesizlik,  konuşma  bozukluğu,  sara  nöbetleri  oluştuğuna  inanılmaktadır. Bundan  dolayı  da  bir  takım  sahtekâr  kurnazlar  hoca  kisvesi  ve  görünümü  altında  Cinn  çıkardıklarını,  çağırdıklarını,   konuştuklarını  iddia  ederek  cahil  insanları  kandırmakta,  olmayan  bu  yanlış  cinn  inançlarıyla  paralarını  çarpmaktadırlar.  Bazı  aklı  kıt  kişiler  de  Cinci  bir  sahtekârın  cinn  çarpmış  teşhisi  koyması  üzerine  cinn  çıkarmak  amacıyla  kadını  sopa  ile  döve  döve  öldürebilmektedirler.

Yahudi  ve  Hristiyanların  ortaklaşa  dini  inançlarının  toplandığı  Kitabı  Mukattesde  Cinn ;  Günah  işlemiş  melekler  olarak, Tanrının  sadık  melekleri  iken  şeytanın  yönetimi  altına  girmiş,  şeytani  melekler  olarak  tanımlanır.  Hristiyanlık  inancına  göre  şeytanın  isyanından  sonra  bazı  ruhani  varlıklar,  Nuh  tufanı  öncesinde,  gökteki  görevlerini  bırakarak  yeryüzüne  geldiler.  Onlar  bunu   şeytanı  desteklemek  amacıyla  yapmadı  iseler  de  sonunda  onun  tarafına  geçmiş  oldular. Bunlar  erkek  şeklinde  maddeleşerek  kadınlarla  ilişkiye  girmeyi  başladılar.  Ve  Nefilim  /  gökyüzünden  gelenler  türünü  oluşturdular.  Tufan  esnasında  da  öldüler. Cinnler  ise  suda  boğulmadılar,  maddeleşmiş  bedenlerini  ruha  çevirerek  göğe  döndüler. Ve  Tanrı  onları  alçaltılmış  bir  durumda  bırakıp  yer  yüzüne  attı.  Artık  maddeleşemeseler  de  hala  insanlara  kötülük  yapmak  için  yaklaşmaya  devam  ederler.  Diğer  dinlerde  anlatılanların  aksine,  Kitabı  Mukattes’e  inanan  ve  gerçek  Hristiyan  olduklarını  söyleyenler,  Yehova’ya  / Tek  Tanrı’ya  inanılarak,  dua  edildiğinde  Cinnlerden  korunabileceğini  anlatırlar.  Ayrıca  Herkül  gibi  güçlü  mitolojik  varlıkların  da  Cinnlere  karşı  koyabilecek  birer  nefilim  / gökten  inen  olduklarını  kabul  ederler. Bu  ana  fikir  etrafında  da  Amerikan  Holivut  piyasasında  pek  çok  sinema  filmi  çekilmektedir.

Müslümanlıktaki  Cinn  inancı  da  büyük  ölçüde  ilkel   ve  önceki  dinlerin  inançlarından  etkilenerek  oluşmuştur. Peygamberimizin  vefatından  sonra  sekiz  yüzlü  yıllarda  klasik  tefsircilerin  bu  yanlış  ve  hurafe  olan  inançların  etkisinden  kurtulup,  Kur’an  bütünlüğünde  ayetleri  doğru  yorumlayamamasından  dolayı,  çok  değişik  kaynaklarda  bu  konu  ile  ilgili  bir  çok  yanlış,  tutarsız  ve  temelsiz  hadis,  rivayet  uydurulmuş,  hurafelerle  dolu  oldukça  zengin  bir  Cinn  inancı  ve  anlayışı  ortaya  çıkartılmıştır. Bu  inançlardan  bazılarına  birlikte  bakalım  neler  uydurmuşlar ;

* Cinler,  Yüce  Allah’ın  ateşten  yarattığı  akıl  sahibi  varlıklardır. Gözle  görünmezler,  çeşitli  şekillere  girerek  insanların  başaramadıkları  bazı  işleri  başarırlar.   Müslüman  olanları  da  vardır. ( Teftezani  v. 793,  Darimi  c. 1.  ha. no.  18  sa.  105 )
* Cinlere  inanmamak  küfürdür.  Çünkü  Kur’anda  hususi  Cinn  Sûresi  bulunmaktadır. ( Buhari  Muhtasarı  Tecridi  Sarih  Tercemesi  ve  Şerhi  I - XII,  403 - 406 )  ( Bunu  söyleyen  arkadaşlar  her  halde  Cinn  Sûresinin  ayetlerini  anlama  çabasına  hiç  girmemiş,  uydurma  rivayetlerin  etkisinden  kendisini   kurtaramamıştır. )
* Kur’anda   pek  çok  ayette  Cinnden  bahsedilir,  şeytan  iblis  de  bir  Cinndir. (  Ama  şeytan  ve  iblis  kavramının  ne  olduğu  doğru  olarak  bilinmekte  midir ? )
* Cinnlerin  Müslüman  olmayanları  bazen  insanlara  musallat  olarak  onları  doğru  yoldan  çıkarmak  isterler.  Hakiki  müminlere  ise  bir  tesirleri  olmaz. ( Rudani  c. 3  ha.  no. 4592  sa. 363 )
* Cinnler  Hz. Süleyman’dan  önce  yeryüzünde  serbest  olarak  dolaşıyorlardı,  Hz. Süleyman  onları  idaresi  altında  topladı. ( Sebe  Sûresinin  12 - 14. ayetlerinin  yanlış  yorumlanarak   saptırılması  olan,  Hz. Süleymanın  cinnleri  dedikleri,  aslında  yabancı  ülkelerden  getirtilen,  gerçekte  birer  insan  olan  yabancı  işçilerden  ve  ustalardan  başka  bir  şey  değildir. )
* Peygamberin  Kur’an  okuyuşunu  dinleyerek  Müslüman  olan  Cinnler  vardır. Bu  yüzden  Peygambere  insanların  ve  Cinnlerin  peygamberi  denir. ( Tirmizi  c. 5  ha. no. 3507  sa. 392 ) ( Aslında  onlar  Akabe  denilen  yerde  Medine'den  gelip  Peygamberimizle  görüşmek  isteyen,  Peygamberimizin  daha  önce  tanımadığı  insanlardır. ) 
* Cinnlerin  yiyecekleri,  Peygamberimizin  bir  hadisine  göre  kemiklerdir  ki  onlarla  taharetlenmek  doğru  değildir. ( Rudani  c.1. ha. no.  503  sa. 182 )

Cinn  konusundaki  ortada  olan  bu  yanlış  ve  Kur’an  dışı  inançlardan  kurtulabilmek  için,  dinimizin  yegâne  kaynağı  olan  kitabımız  Kur’anımıza   yönelmemiz  ve  onu  doğru  anlamaya  çalışmamız  gerekir.  Çünkü  dinimiz  saf,  halis  ve  Allah’a  has  bir  din  olarak  yaşanmalı  ve  içine  yuvalanmış  olan  yanlış  ve  batıl  inançlardan,  hurafelerden  temizlenmelidir.  Öncelikle  bilmeliyiz  ki,  halk  kültürüne  yerleştiği  gibi  insanın  dışında  görünmediği  halde  fakat  zaman  zaman  üç  boyutlu,  metafizik  / Fizik  ötesi  ve  ontolojik  olarak  değişik  görünümlere  bürünebilen  cinn  diye  şahsiyet  oluşturan  nesnel  bir  varlık  yoktur.

KUR'ANA  GÖRE  CİNN  NEDİR ?  Arapçada  Cinn  sözcüğü  “ cenn “  kökünden  türemiştir.  Asıl  anlamı  yabancı  kavramı  ekseninde  herhangi  bir  şeyi  duyulardan  saklamaktır.  Kişilerin  ve  varlıkların  bir  birine  yabancı  olması,  varlıkların  doğal  yapılarının  bozulması,  yabancılaşma  ve  aynı  zamanda  da  Kur'ana  göre  madde  dışında  enerjiden  oluşmuş  görülemeyen,  elektro  manyetik  radyo  dalgaları,  mıknatıslanma  ile  çekme  ve  itme  kuvveti,  elektrik akımı,  enerjileridir. Bu  kökten  türemiş  ve  aynı  anlamlarda  olan  başka  sözcükler  de  vardır.

Cennehülleylü =  Gece  onu  örttü,  görünmez  hale  getirdi. ( doğal  halinde  görünemez  oldu )

Ecennehü =  Onu  örttü,  onu  gizledi. Kur’anda  da  İbrahim  peygamberi  konu  alan  bir  pasajda  da  “  fellemma  cenne  aleyhilleylü “ (  ne  zamanki  gece  kendisini  sakladı,  iyice  karanlık  çöktü )  ifadesi  ile  fiil  halinde  yer  almıştır. ( Enam  76. )

Cennet,  cinnet,  cenin,  cünnet  sözcükleri  de  bu  kökten  türemiş  sözcüklerdir.  Hepsinde  de  bir  şeylerin  duyu  organlarından  saklanması,  gizlenmesi  anlamları  bulunmaktadır.  Cennet :  Toprağı  ağaç  yaprakları  ile  örtülmüş  görünmez  hale  gelmiş  yerdir. Türkçe'de  de  yer  alan  Cinnet :  Kişinin  aklının  örtüldüğü,  fikrinin  saklandığı  delirme  halidir. Cenin :  Ana  karnında  saklanan  insanın  yaratılışındaki  bölümü,  Arapların  da  savaş  esnasında  kullandıklarıdır   Cünnet :  Kişiyi  saklayan,  siper  olan,  koruyan  kalkandır.  Arap  toplumunda  da  doğal  yapısından  ve  görünümünden  farklı  olarak  hastalanmış  ve  kendi  kendine  yabancılaşmış  olan  kişilere  de  gövdesi  çürümeye  yüz  tutmuş  ağaca  da  cinnlendi  denilmektedir.

Cinn  sözcüğü  Kur'ana  ve  lügatlara  göre  değişik  ayetlerde  yer  aldığı  zaman  insanın  beş  duyusuyla  kavrayamadığı,  algılayamadığı,  somut  veya  soyut,  ama  görülmeyen,  varlığı  kesin  olan  güçlerdir,  insanlardır,  kodlanmış  ve  akıllı  varlıklardır.  Bir  tür  enerji  olan  Melek  ve  Şeytan  terimleri  de  duyu  organlarıyla  ve  gözle  görülmedikleri  için,  Cinn  kavramı  kapsamına  girmektedir.  Fakat  Kur'anda  yer  alan  her  Cinn  ifadesi  ( duyu  organlarıyla  görünmeyen  her  şey )  Melek  veya  Şeytan  değildir.  Çünkü  bu  kavramın  içerisine   bazı  ayetlerde  bir  duvarın  arkasında  göremediğimiz  ama  sesini  duyduğumuz  veya  gördüğümüz  halde  tanımadığımız,  yabancı  ama  varlığından  emin  olduğumuz  insanlar  da  girmektedir.  Varlığını  bildiğimiz  halde  göremediğimiz  enerji  türleri,  radyasyon,  elektrik  enerjisi,  elektromanyetik  radyo  dalgaları  gibi  varlıklar  da  girmektedir. Bundan  dolayı  Kur'anda  Cinn  sözcüğü  bazen  melek, (  haberci  ve  doğa  güçleri ) bazen  şeytan, ( İçindeki  olumsuz  duyguları  ön  plana  çıkmış  kötü  niyetli  insanlar )  bazen  görüldüğü  halde  tanınmayan  yabancı  insanlar,  bazen  de  elimizle  tutamadığımız,  gözümüzle  göremediğimiz  ( mekanik,  kinetik,  potansiyel,  ısı,  elektrik,  radyasyon, ışık  mıknatıs  gibi  )  enerji  türleri  ve  doğadaki  güçler  için  kullanılmıştır.  Gerçekte  görünmediği  halde  ontolojik  ve  metafizik  ( nesnel,  fiziksel  ve  biyolojik  görünebilen  varlık )  olarak  Cinn,  Melek,  Şeytan  diye  insan  gibi  olan  bir  şahsiyet,  bir  yaratık  yoktur.  Mekke  müşrikleri  Cinlere,  Meleklere   Allah'ın  kızları  yerine  koyarak  ilâh  diye  tapmışlar,  bu  nedenle  de  Allah,  Kur'anda  onların  bu  yanlış  davranışlarını   eleştirmek   için  Cinn  sözcüklerini   kullanmıştır.  Melekleri  ve  doğadaki  ( fırtına,  gök  gürültüsü,  yağmur,  şimşek  gibi )  doğa  güçleri  kastedilerek  Cinn  sözcüğünün  geçtiği  Kur'an  ayetleri  Mekke'de,  Yahudi  dininin  şeytani  davranışlarda  bulunan  liderlerini,  iki  yüzlü  münafıklarını  kasteden  Cinn  sözcüklerinin  yer  aldığı  ayetler  de  Medine'de  nazil  olmuştur.

Cinn  sözcüğü  tanım  olarak  insan  sözcüğünün  karşıtıdır.  Bu  nedenle  cinn  sözcüğünü  daha  iyi  anlayabilmek  için,  insan  sözcüğünün  tanımına  da  bakmamız  gerekir. İnsan :  Beş  duyu  ile  hissedilebilen,  bilinen  görünen,  tanıdık,  ilişki  kurulabilen,  kaybolmayan,  sürekli  ortada  duran  demektir.  İnsan  sözcüğünün  aslı  “ insiyan “ dır.  Sözcük  anlamı  ile  birbirinin  karşıtı  olan  cinn  ve  insanın,  varlık  olarak  da  yaratılıştan  gelen  bir  karşıtlık  içinde  olduklarını  Kur’an  ayetleriyle  de  görmekteyiz.

RAHMAN  14 – 15 :  O  insanı  / görünen,  bilinen  varlıkları  pişmiş  çamur  gibi  kuru  balçıktan  / değişken  bir  maddeden  oluşturdu.  Cannı  da  / Cinni  de  /  görünmez  varlıkları,  doğa  güçlerini  de  ateşin  dumansızından  / enerjiden  oluşturdu.  

HİCR  26 – 27 :  Ve  andolsun  ki  Biz,  insanı  /  görünen  bilinen  varlıkları  çınlayan  kilden  işlenebilen  çamurdan  /  halden  hale  girebilen  bir  maddeden  oluşturduk.  Ve  cannı  /  görünmez  varlıkları  da  daha  önce  en  ince  delikten  bile  geçebilen  yakıcı  bir  esintinin  ateşinden  /  engel  tanımayan  enerjiden oluşturmuştuk.

Bu  ayetler  bize  insanın  genel  anlamda   maddeden,  görünebilen,  sürekli  ortada  olan,  kaybolmayan  cisimli  ( üç  boyutlu )  nesnel,  fiziksel  ve  biyolojik  varlıklar  olarak  yaratıldığını,  cann  ise /  insanın  öz  benliği,  ruh,  melek,  şeytan,  cinn  olarak  kastedilen  elektrik,  elektro  manyetik  dalgalar,  radyasyon,  ışın  gibi  görünmez  varlıkların   görünmeyen  enerjiden   yaratıldığını  anlatmaktadır.  Ayetlerin  orijinalinde  yer  alan  “ can “  sözcüğü  ve  yakıcı  bir  esinti  ifadesi,  aslında  enerjiden  ibaret  olan  ruh,  cinn,  nefis,  öz  benlik  gibi  görünmez  varlıklarla  da  eş  anlamlıdır.  Ama  pek  çok  Türkçe  çeviri  meallerde  doğrudan  doğruya  Cinn  olarak  çevrilmiştir.  Ruh  sözcüğü   hem  sözlük,  hem  de  ansiklopedik  anlamlara  uygun  olarak  “  manevi  benlik  ve  can “  kavramları  ile  eş  anlamlı  olarak  kabul  edilmiştir. Bu  ayetlerle  beraber  aynı  zamanda  aslında  enerjinin,  maddeden  daha  önce  yaratıldığı  da  anlatılmaktadır. ( Enerjinin  Big  Bang  saçılmasıyla  maddenin,  taneciklerin  ortaya  çıkması )

Kur’an  ayetlerine  baktığımız  zaman,  Saffat  158,  Enam  100,  Sebe  41,  Zariyat  56,  ayetlerinde  cinn  sözcüğünün  melekler,  kısacası  görünmeyen  varlıklar,  sıcaklık,  basınç,  genleşme,  kaldırma  kuvveti  gibi  tabiat  kanunları  ve  doğa  güçleri  için  kullanıldığını  görüyoruz.  

SAFFAT  158  :  Ve  onlar,  Allah  ile  Cinnler  /  melekler /  görünmeyen  güçler  arasında  bir  hısımlık  bağı  kurdular.  Oysa  andolsun,  Cinnler  / melekler /  gizli  güçler  kendilerinin  kesinlikle  hazır  edilenler  /  mahşerde  toplananlar  olduklarını  bilirler.

ENAM  100  :  Ve  onlar  Cinnleri  / görünmez  güç  ve  varlıkları  /  Melekleri  Allah’a  ortaklar  kıldılar.  Halbuki  onları  O  oluşturmuştur.  Bilgileri  olmadan  da  oğullar,  kızlar  uydurdular.  O’nun  şanı  onların  nitelediği  şeylerden  arınık  ve  yücedir.

SEBE  40 – 41  :  Ve  o  gün  Allah  onları  hep  birlikte  toplayacak,  sonra   meleklere  “  şunlar  mı  size  tapıyorlardı  “  diyecektir.  Onlar  “ Seni  tenzih  ederiz.  Onlara  karşı  velimiz  / bizim  koruyucu,  yol  gösterici  yakınımız  Sensin.  Tam  tersi  onlar  Cinlere  /  gizli  güçlere,  doğa  güçlerine  tapıyorlardı.  Çoğu  onlara  inananlardı. ”  Dediler.

ZARİYAT  56  :  Ben  ins  u  cinn  /  bildiğiniz,  bilmediğiniz,  gelmiş  geçmiş  herkesi  melekleri  / doğa  güçlerini  yalnızca  bana  kulluk  etsinler / Emrime  uysunlar  diye  oluşturdum.

Ayetlerde  görüldüğü  gibi  Mekke  müşriklerinin,  sırf  kendi  hayal  ve  kuruntularının  ürünü  olan  bir  takım  gizli  varlıklara,  Kâinatın  yönetiminde  ve  insanların  kaderinde  güç  ve  görev  verecek  kadar  ileri  gittikleri  ve  bu  gizli  varlıkları / Cinleri,  doğa  güçlerini  Allah’a  ortak  koşarak  inkâr  ettikleri  anlatılmaktadır. Tarih  kaynaklarına  bakıldığında,  o  dönemde  bazı  kimselerin  ve  nesnelerin,  yağmur  tanrısı,  bitki  tanrısı,  servet  tanrıçası,  hastalık  tanrıçası  yapıldığı,  hatta  tanrılar  ve  tanrıçalar  soy  ağacı  oluşturulduğu  gibi  bilgiler  görülmektedir.  Ayetteki  Cinnler  ifadesi  ile  melekler  ve  doğadaki  güçler  kastedilmektedir. Çünkü  Sebe  Sûresinin  40.  ayetinde  de  o  günün  müşriklerinin  “ Allah’ın  kızları “  diyerek   Allah’a  ortak  koşulanların  Melekler  olduğu  açıklanmaktadır.  Aynı  şekilde  bunlardan  başka  Nahl  57.  Tur  39.  Zuhruf  16.  Necm  21.  ayetlerinde  de  görüyoruz  ki,  müşrikler  Allah  ile  melekler  arasında  soy  bağı  kurmuşlar,  meleklere  Allah’ın  kızları  demişler,  Allah’ın  yerine  meleklere  tapmışlardır.  Ayetlerde  "  Allah'ın  meleklere  sorması "  ifadeleri  aslında  temsili  konuşma  sahneleridir.  Aslında  Allah  ve  melekler  arasında  böyle  konuşmalar  olmaz. Bu  ayetlerle,  müşriklerin  bu  yaptıkları  yanlış  davranışları  eleştirildikten  sonra,  Zariyat  Sûresi  ile  de  ister  nesnel,  ister  görünmez  olarak  bütün  yaratılmışların  sadece  Allah'a  ibadet  etmesi,  Allah'ın  emirlerine  uyması  gerektiği  vurgulanmaktadır.

Cinn  sözcüğü  Kur’anda  Kehf  Sûresinin  50. ayetinde  de  iblis  / insanın  kendi  içindeki  olumsuz  dürtüleri,  duyguları  için  kullanılmıştır.

KEHF  50  :  Ve  hani  Biz  meleklere  /  doğal  güçlere  “ Adem’e  secde  edin /  boyun  eğip  teslimiyet  gösterin  demiştik  de  iblis / düşünce  yetisi  dışında  hepsi  secde  etmişlerdi.  İblis  cinnlerdendi.  / görünmez   varlıklardan,  enerjidendi.  Sonra  Kendi  Rabbinin  emrine  ters  düştü.

Kur’anın  biz  Müslümanlara  öğüt  verme  yöntemlerinden  birisinde  de,  bazı  ayetlerle  geçmişteki  kıssalar  anlatılır,  bazen  içine  mecaz  sanatı  da  katılarak  müteşabih  (  birden  çok  benzeşen  anlamlara  sahip )  ayetler  kullanılır,  bazı  ayetlerde  de  sanki  yaşanmış  gibi,  meleklerin,  şeytanın,  insanı  temsil  eden  Ademin,  konuşturulduğu  tiyatro  sanatı  ile  temsili  sahneler  yer  alır. Bu  ayetle  aslında  somut  olarak  bütün  doğa  güçlerinin ( meleklerin )  enerji  ve  enerji  çeşitlerinin,  rüzgârın,  sıcaklığın,  ateşin,  kaldırma  kuvvetinin  aklını  kullanabilen  insanların  gücüne  boyun  eğdiği,  hizmetine  girdiği,  hayatını  kolaylaştırdığı,  ama  insanın  kendi  düşünce  yetisi,  içindeki,  beynindeki  olumsuz  düşünce  ve  duygularının,  nefis,  heva,  kin,  nefret,  bencillik  gibi  cinn / görünmeyen  olan  iblisinin  dürtülerinin  boyun  eğip  teslim  olmadığı,  onu  kötü  yol  ve  davranışlara  yönlendirdiği  anlatılmaya  çalışılmaktadır.

Kur’anda  kendileri  görülse  de  kimliği  açıkça  belirsiz,  yabancı,  tanınmayan   insanlar  için  de  Cinn  sözcüğü  kullanılmıştır.

Süleyman  Peygamberin  Cinnleri,  Peygamberimizden   Kur’an  dinleyen  Cinnler,  birbirini  anlatan  Cinnler  de  çeşitli  ayetlerle  tanınmayan  yabancılar  olarak  ele  alınmıştır. ( Sebe  12 - 14. ) ( Neml  39. )  ayetlerinde  Süleyman  Peygamber’in  Cinnlerinden  söz  edilmektedir.

SAD  36 – 38  :  Bunun  üzerine  Biz  de  O’nun  emriyle  istediği  yere  yumuşacık  akıp  giden  rüzgârı,  cinni  / şeytanı  /  dalgıç  ve  yapı  ustalarını  ve  zincirlere  bağlı  olan  diğerlerini  O’nun  emrine  verdik.

SEBE  12 – 14  :  Süleyman  için  de,  sabah  gidişi  bir  ay,  akşam  dönüşü  bir  ay  olan  rüzgârı  boyun  eğdirdik.  Ve  Biz  erimiş  bakır  madenini   O’na  sel  gibi  akıttık.  Ve  eli  altında  Rabbinin  izniyle  /  bilgisiyle  iş  görmekte  olan  cinnleri  / yabancı  kişileri  boyun  eğdirdik.  Ve  onlardan  kim  Bizim  emrimizden  çıkıp  sapacak  olsa  ona  çılgın  ateşin  azabından  tattırdık.  Onlar  Süleyman’a  özel  karargâhlar,  heykeller  ve  havuzlar  gibi  çanaklar  ve  sabit  kazanlardan  her  ne  isterse  yaparlar.  Ey  Davut  ailesi !  Nimetlerin  karşılığını  ödemek  için  çalışın !  ama  kullarım  içinde  verilen  nimetlerin  karşılığını  ödeyen  de  çok  azdır.

NEML  38 – 39  :  Süleyman  dedi  ki ; “  İleri  gelenler ! Onlar  teslim  olanlar  olarak  bana  gelmeden  önce,  hanginiz  onun  tahtını  bana  getirir ?  Cinnlerden  bir  ifrit, “ Sen  makamından  kalkmadan  önce  ben  onu  sana  getiririm.  Ve  hiç  şüphesiz  ben  onun  üzerine  güçlü  ve  güvenilirim  “  dedi. 

Bu  ayetlerde  şükreden  ve  kendisine  verilen  nimetlerin  karşılığını  ödeyen  kullara,  Süleyman  Peygamber  ve  Davut  Peygamber  ailesi  örnek  olarak  gösterilmektedir. Süleyman  Peygambere  verilen  nimetler,  lütuflar  sıralanırken  Cinn' lerin  de  /  Başka  ülkeden  getirilmiş  yabancı  olan  işçi  ustaların,   O’nun  hizmetine  verildiği  dile  getirilmektedir. Kur’anda  Süleyman  Peygamberle  ilgili  ayetlerdeki  gerçek  ve  ibret  verici  bilgiler  saptırılmış,  birçok  asılsız  rivayet  ve  masallar  ortaya  çıkartılmıştır.  Bu  ayetlerdeki  Cinnler / şeytanlar  konusunda  anlatılan  efsanelerin  tümü,  Kur’anda  asıl  tanımının  dışında, Yahudi  ve  Hristiyan  mitolojik  masallarından  uyarlanmış,  ve  halk  kültürüne  yerleştirilmiş  hayali  yaratıklar  olarak, şeytan  anlayışı  kabulüne  dayanmaktadır. Ayetlerde  konu  edilen  Cinnler,  aslında   halk  kültüründe  inanılan  Cinnler  değil,  Süleyman  Peygamber’in  babası  Davut  Peygamberin  hünerli  zanaatkâr  adamları  ve  onlara  usta  başılık  yapan  ve  Sur  Kralının  gönderdiği  Huram  Baba  emrindeki  yabancı  işçilerdir. Bu  gerçeği,  tarihi  kaynaklarda  ve  Tevrat 1. Krallar  11. Bab  ( Eski  Ahit )  anlatımlarında  teferruatlı  olarak  görmekteyiz.  Bundan  dolayı  bu  ayetlerde  yer  alan  Cinn  şeytanlar,  Süleyman’a   zoraki  hizmet  eden,  başka  ülkelerden  getirtilen  hünerli  sanatkârlar,  yabancı  işçiler  olmakla  beraber,  bir  kısmı  da  O’nun  hakkında  yalan  ve  iftira  kampanyası  düzenleyip,  O’ndan  kurtulmak  ve  iktidarını  devirmek  için  uğraştıklarından  dolayı,  zincirlenmiş  olarak  çalıştırılan  usta  işçilerdir.

Neml  Sûresinde  sözü  edilen  Cinnlerden  İfrit  de  oradaki  yabancıların  önde  gelenlerindendir.  İfrit  sözcüğü  “  akranlarını  ezip  geçen,  onları  aşağılayan  kötü  adam “  anlamına  gelmektedir,  halk  kültüründe  de  Cinnlerin  en  üstünlerindendir. Bu  ayette  ise  “  Ve  hiç  şüphesiz  ben  onun  üzerine  güçlü  ve  güvenilirim “  ifadesi  ile  asıl  anlatılmak  istenen,  “ onun  gücünü,  askeri  ve  stratejik  olarak  sahip  olduklarının  bütün  bilgilerini  ve  ayrıntılarını  olduğu  gibi  getirebilirim,  kaçıp  gitmem,  ihanet  etmem “  anlamına  gelmektedir. Kur’anda  bu  ayetin  devamında  Süleyman  Peygambere  Sebe  Melikesinin  tahtının  getirilmesi  konusu  anlatılmaya  devam  edilmektedir. Bu  ayetlere  dayanılarak  pek  çok  uydurma  hikâye  ve  rivayet  anlatılmıştır.  Aslında  ortada  düz  mantıkla  bizim  bildiğimiz  anlamdaki  taht  diye  bir  şey  de,  ifrit  denilen  şahıs  da,  kitaptan  ilim  verilen  kimse  de  yoktur.  İfrit,  Süleyman  ( a.s.) ın  sezgisel  bilgileri,  duygularıdır,  kitaptan  ilim  verilen  şahıs  da  Süleyman ( a.s. ) ın  vahiyle  gelişmiş  stratejik  aklıdır.  Süleyman  Peygamber  ise  kendi  içinde  konuyu  nasıl  çözeceğini  düşünmektedir. İma  edilmek  istenen  ise  Süleyman  Peygamber  ile  Sebe  Melikesinin  askeri  ve  stratejik  güçlerinin  karşılaştırılmasıdır. Aslında  bu  ayetle  bize  masala  değil,  Kitap  ile  tasdik  edilmiş  akılla  hareket  etmenin  önemine  dikkat  çekilmeye  çalışılmaktadır. Buna  rağmen  bu  hikâyelerin  içine  Süleyman’ın  Şeytanları,  Cinnleri,  kuşları,  karıncaları,  kanatlı  atları,  birçok  müfessirin  yanlış  olarak  yaptığı  çevirisinden  dolayı  Neml  Sûresinin  44. ayetinde  olduğu  gibi  billurdan  döşenmiş  sarayı,  köşkü  gibi  akla  hayale  gelmeyecek  ne  kadar  hurafe  varsa  doldurulmuştur. Halbuki  gerek  tarihi  kaynaklar,  gerekse  Tevrat  anlatımları  incelenecek  ve  Kur’anın  bu  konulardaki  ayetleri  saptırılmadan  doğru  olarak  ele  alınacak  olursa,  bütün  bu  anlatılanların  devletler  arası  siyasette,  gerçek  hayatta  mantıklı  bir  karşılığının  olduğu  görülecektir. Üstelik  de  bütün  kral  ve  sultanlara  yakıştırıldığı  gibi  Süleyman  Peygamberin  ilâhiyat  eğitimi  için  yaptırdığı,  İsra  Sûresinin  7. ayetinde  dile  getirildiği  gibi  Beytil  Makdis  ismindeki  mescitten  başka  sarayı  da  yoktur.  Sad  Sûresinin  32. ayetinde  "  Ben  mal,  servet,  çıkar  sevgisini,  Rabbimin  anılmasından  dolayı  sevdim "  ifadesiyle  belirtildiği  gibi,  insanlık  tarihinde  Allah'ın  yolunda  ve  hizmetinde  olmak  üzere  kendisine  en  çok  nimetin,  malın,  mülkün,  saltanatın  verildiği,  bunlara  karşılık  da  en  çok  şükreden,  karşılığını  ödeyen  olduğu  halde,  en  çok  üzerine  iftira  atılan  peygamberlerden  biri  de  Süleyman  Peygamber  olmuştur. 

Müslümanlıkta  da  halk  kültürüne  göre,  uydurma  hadis  ve  rivayetlerle  desteklenmiş  olarak,  Cinnlerin  Peygamberimizden   Kur’an  dinledikleri,  ardından  bir  kısmının  Müslüman  olduğu  ve  Peygamberimizin  hem  insanların  hem  de  Cinnlerin  peygamberi  olduğu  inancı  vardır. Bu  inanç  da,  uydurma  hadis  ve  rivayet  öğretisinden  beslenmiş  olan  pek  çok  ilâhiyatçı  tarafından  saptırılarak  ( Ahkaf  29 – 32 )  ve  Cinn ( 1 - 15 ) ayetleri  arasında  anlatılanlara  dayandırılmaktadır.

AHKAF  29 – 32  :  Ve  Biz  cinnlerden  /  yabancı  casuslardan  Kur’anı  dinlemek  isteyen  bir  grubu  sana  yöneltmiştik.  Onlar  Kur’ana  hazır  oldukları  zaman “  susun “ dediler.  Sonra  Kur’anı  dinleyince  de  birer  uyarıcı  olarak  toplumlarına  döndüler.  Onlar : “ Ey  toplumumuz ! Şüphesiz  biz  Musa’dan   sonra  indirilen  ve  sadece  içinde  konu  edilenleri  tasdik  eden,  hakka  ve  dosdoğru  yola  kılavuz  olan  bir  kitap  dinledik.  Ey  toplumumuz !  Allah’ın  davetçisine  karşılık  verin  ve  O’na  iman  edin  ki,  Allah  günahlarınızı  bağışlasın.  Ve  sizi  acı  bir  azaptan  kurtarsın.

CİNN  1 – 2  :  De  ki :  Bana  vahiy  edildi  ki,  şüphesiz  cinnlerden  / yabancılardan  bir  grup  Kur’an  dinleyip  de  “  Şüphesiz  biz,  rüşte  kılavuzluk  eden  hayret  verici  bir  Kur’an  dinledik.  Bundan  dolayı  biz  O’na  iman  ettik  ve  Rabbimize  hiç  bir  şeyi  asla  ortak  koşmayacağız.

Cinn  Sûresinin  başındaki  " Cinnlerden  bir  grup " , ayette  nefer  sözcüğü  ile  ifade  edilmiştir. Bu  ifade  bazı  çevirilerde  Türkçeye  yanlış  olarak  “ bir  kişi “  anlamında  çevrilmiştir.  Aslında  bu  sözcük,   sayıları  3  veya  10  kişi  arasında  değişen  erkeklerden  oluşan  bir  grup  demektir.  Buna  göre  Kur’anı  dinlemek  için  gelen  bu  grubun   ( yabancıların )  sayısı  3  veya  10  kişiden  ibarettir.  Mekkeli  olmayıp   buraya  dışarıdan  gelmiş  ve  tanınmayan  kişiler  olduğu  için  bunlara  Cinn  denilmiştir. Üstelik  de  onların  Yahudi  inancına  mensup  oldukları  da  anlaşılmaktadır. Gerçek  bu  iken  buna  rağmen  rivayetçiler  hemen  devreye  girmişler  ve  bu  konuda  pek  çok  hikâye ortaya  çıkarmışlardır

Bu  hikâyelerden  biri ;  Said  b. Cübeyr  demiştir  ki  : Cinnler  gök  kapılarını  dinlerdi,  ne  zaman  ki,  taşlanıp  kovuldular,  sebebini  yerde  aramaya  gittiler. O  sırada   Peygamberimiz  Mekke  halkının  kendisine  uymalarından  ümitsiz  olarak  İslam’a  davet  için  Taif’e  çıkmıştı. Mekke’ye  dönmek  üzere  bulunduğu  zamana  tesadüf  ediyordu.  Batnı  Nahil  denilen  vadide  kalkmış  sabah  namazında  Kur’an  okuyordu.  İşte  oraya  Nusaybin  Cinnlerinin  ileri  gelenlerinden  bir  bölük  Cinn  uğramıştı. Kur’anı  işittiler  ve  gökten  kovulmalarının  sebebinin  o  olduğunu  anladılar. İbn i  Mesud'dan  nakille  ( Ahmet  bin  Hanbel  Müsned ) 

Hikâyelerden  bir  başkası :  Allah  Teala  peygambere  Cinnleri  de  uyarıp  davet  etme  ve  kendilerine  Kur’an  okuma  görevini  de  vermişti.  Onun  için  Allah  Teala  O’na  Kur’an  dinlemek  ve  kavimlerini  uyarmak  üzere  bir  takım  Cinn  göndermişti.  Ebu  Hayyan  da  Bahir’de  der  ki : Cinn  kıssası  iki  defa  olmuştu,  birincisi  Taif’den  dönerken,  Siyercilerin  anlattıkları  kıssaya  göre  onlardan  yardımcı  aramaya  çıkmıştı.  Nahle  vadisinde  namaz  kılarken  dinlediler. O  bilmiyordu  sonra  Allah  Teala  onların  dinlediklerini  haber  verdi.  Diğer  bir  defasında  da  Allah  Teala  Peygamber’e  Cinnleri  uyarıp  onlara  Kur’an  okumasını  emir  buyurmuştu.  Bunun  üzerine  bana  Cinnlere  Kur’an  okumam  emredildi,  arkamdan  kim  gelecek  dedi.  Bunu  üç  kere  söyledi.  Abdullah  b. Mesud'dan  başkası  ses  çıkarmamış  önlerine  bakmışlardı.  Abdullah  bin  Mesud  demiştir  ki,  Cinn  gecesi  benden  başka  kimse  hazır  olmadı,  gittik. Hacundaki  dağ  yoluna  vardığımızda  bana  bir  hat  çizdi,  ben  gelinceye  kadar  bundan  çıkma  dedi,  sonra  Kur’an  okumaya  başladı.  Ben  şiddetli  bir  gürültü  işittim. Hatta  Resulullah’a  bir  şey  olmasından  korktum. O’nu  bir  çok  karartılar  kapladı. Onunla  benim  arama  engel  oldu,  hatta  sesini  işitmez  oldum.  Sonra  bulut  parçalanır  gibi  parçalandılar.  Sonra  bana  bir  şey  gördün  mü  dedi.  Evet  beyaz  elbiselere  bürünmüş  siyah  adamlar  gördüm  dedim.  İşte  onlar  Nusaybin  Cinnleridir  diye  buyurdu. ( Beyhaki  Delail  2 : 231 )

Bu  Cinn  gecesi  rivayetlerini  daha  pek  çok  farklı  senaryolarla  onlarcası  izlemiştir.  Dikkat  edilirse  anlatılan  hikâyeler  Hristiyanların,  “ Cinnlerin  gökten  kovulması  “  inancının  bir  benzeridir.  Bunun  yanı  sıra  Cinn  Sûresinin  8.- 10. ayetlerindeki  gökyüzünü  dinleyen  Cinnlerle  ilgili  asıl  anlatılmak  istenenden  farklı  ve  yanlış  oluşturulan  yorumlar  sonucu  ortaya  çıkartılmış  olan  rivayetler  zincirinin  devamı  gibidir.  Başka  rivayetlere  göre  de  bu  Cinnlerin  peygamberle  ateş  yaktığı, yemek  yediği,  Peygamberimizin  de  daha  sonra  anlattıklarını  doğrulamak  için  onların  izlerini  gösterdiği,  bu  Cinnlerin  nereli  oldukları,  sayılarının   ne  olduğu,  Cinnlerin  özellikleri,  ayrı  ayrı  isimlerinin  ne  olduğu,  zekâları,  yılan  başlı  oldukları,  yediklerinin  ne  olduğu  ayrıntıları  ile  birbiriyle  çelişen  pek  çok  sayıda   masal  anlatılmış,  insanların  belleği  bu  hurafelerle  doldurulmuştur. Çok  ilginçtir  o  dönemde  Nusaybin  yöresinde  yaşayanlar  da  Cinnlere  tapmakta  ve  yoğun  bir  şekilde  Cinncilikle  uğraşmaktadırlar.

Tarihi  kaynaklara  ve  Kur’an  ayetlerine  baktığımız  zaman  gerçekten  de  Peygamberimizin  risaletinin  11. yılında  Medine’den  gelen  kabilelere  mensup  6  kişilik  bir  gruba  Akabe  denilen  yerde  Kur’an  okuduğu  ve  onların  Müslüman  olarak  Medine’ye  döndükleri  ve  bir  yıl  sonraki  Hacc  döneminde  diğer  Medineli  Evs  kabilesini  de  ikna  ederek,  gizlice  12  kişilik  bir  grup  ile  ikinci  defa  Akabe  denilen  yerde  buluştukları,  peygamberimize  biat  ederek  Müslüman  oldukları,  tarihi  kayıtlara  Akabe  Beyatları  / sözleşmeleri  olarak  geçmiştir. Ve  bu  insanlar  peygamberimize  destek  olacaklarını  beyan  ederek  Medine’ye  davet  etmişler  ve  O’nun  hicretine  vesile  olmuşlardır.  İşin  aslında  ayetlerde  " Cinnlerden  bir  grup  "  denilerek  sözü  edilenler,  işte  bu  Medine’den  gelmiş  olan  ve  peygamberimizin  daha  önceden  tanımadığı  ve  yabancı  olan  kişilerdir.  Cinnlerle  ilgili  yapılan  rivayetler  tarihi  gerçeklerle  de  Kur’an  ayetleri  ile  de  çelişmektedir.  Ortaya  çıkan  ilk  rivayetler  İbni  Abbas’ın  ağzından  anlatılmaktadır  ama  o  tarihte  İbni  Abbas  daha  yeni  doğmuştur,  böyle  bir  olaya  tanık  olması  mümkün  değildir.  Ayrıca  rivayetlerde  peygamberimizin  okuduğu  söylenen  Rahman,  Nebe  ve  Enam  Sûreleri  henüz  nazil  olmamıştır.  Üstelik  de  abdest  alma  sahneleri  de  uydurmadır. Çünkü  abdestin  nasıl  alınacağını  açıklayan  Maide  Sûresinin  6.  ve  Nisa  Sûresinin  43.  ayetleri  de  hicretten  yıllar  sonra  Medine’de  nazil  olmuştur.  Cinnlerin  başka  bir  boyuttan  hayali,  metafizik  ve  ontolojik  bir  varlık  olarak  düşünülmesi  Kur’an  ayetlerine  de  ters  düşmektedir. Çünkü  pek  çok  ayette  vurgulandığı  gibi  peygamberimiz  de  bir  beşerdir.  İnsanlara  elçi  olmuştur  ve “  sizden  biri “  olarak  nitelendirilmiştir.  Eğer  “ Cinnler “,  Mekke  müşriklerinin  taptığı  melekler,  başka  bir  boyuttan ( meta  fizik )  Fizik  ötesi  varlıklar  olsaydılar,  zaten  Sünnetullah  gereği  onlara  gönderilen  elçinin  de  kendi  cinslerinden  ve  boyutundan  olması  gerekirdi.  Bu  nedenle  de  İsra  Sûresinin  95. ayetinde,   "   De  ki  :  “  Eğer  yeryüzünde  huzur  içinde  yürüyüp  duran  melekler  olsaydı,  elbette  Biz  onlara  gökten  elçi  olarak  bir  melek  indirirdik. “  denilerek  bu  ayrıntıya  dikkat  çekilmektedir.

Konuyu  özetleyecek  olursak,  Cinn  Sûresinin  ayetleri  ile  Mekke’ye  dışarıdan  gelen  bir  grup  yabancının  Kur’an  dinledikleri,  Kur’andan  etkilendikleri,  inanmış  olarak  yurtlarına  döndükleri,  döndükten  sonra  da  Kur’andan  öğrendikleri  gerçekleri  ve  eski  inançlarının  çürüklüğünü  kendi  halklarına  anlattıkları  ifade  edilmektedir. Bu  Sûrenin  inmesi  ile  Mekke  dışında  inanmış  kişilerin  var  olduğu  anlaşılmış,  bu  kişilerin  inananları  destekleme  kararı  aldıkları  öğrenilmiştir.  Bu  bilgi  başta  peygamberimiz  olmak  üzere  o  günkü  koşullarda  umutsuz  ve  karamsar  olan  tüm  inananlara  manevi  bir  güç  ve  moral  kaynağı  olmuştur.

Kur’anda,  sözcüklerin  anlamını  farklılaştırmak,  zenginleştirmek  ve  başkalaştırmak  için  başka  konularda  olduğu  gibi  cinn   konusu  içerisinde  de “ İns  u  Cinn “  ikili  kalıbının  kullanıldığını  görüyoruz.  Kur’an  ayetlerindeki  bu  ikili  ifade  genellikle  çeviri  meallerde  asıl  ifade  edilmek  istenen  anlamlarından  farklı  olarak  doğrudan  doğruya  “ İnsanlar  ve  Cinnler “  şeklinde  çevrilmektedir.  Oysa  Kur’anda  buna  benzer  pek  çok  ikili  ve  karşıtlı  ifadeler,  anlamları  zenginleştirmek  için  edebi  bir  anlatım  sanatı  olarak  kullanılmaktadır. Örneğin ;

* Magrip  ve  Meşrik  / batı  ve  doğu )  karşıtlı  iki  sözcük  sadece  doğu  ve  batı  yönlerini  değil,  bütün  yönleri  kapsamak  için  kullanılmıştır. ( Müzzemmil  9.  Rahman  17 )  *  Dünya  ve  Ahiret  ikilemi  “ her  yerde  ve  her  zaman ”  anlamını  ifade  etmektedir. ( Bakara 217. )

Bunlara  benzer  şekilde  de  “  İns u Cinn  “  kalıbındaki  ikileme  de  insanlar  ve  cinnler  değil,  Kur’anda  yer  aldığı  ayetlerde “ gördüğünüz  görmediğiniz “,  “  bugün  bildiğiniz  bilmediğiniz “ ,  “  tanıdığınız  tanımadığınız “  " gelmiş,  geçmiş  gelecekte  bildiğiniz  bilmediğiniz  herkes,  bütün  insanlar  anlamında  kullanılmaktadır.

CİNN  4 - 5  :  Ve  hiç  şüphesiz  bizim  sefih  /  bizim  aklı  ermez,  beyinsiz  Allah  üzerine  saçma  sapan  şeyler  söylüyormuş.  Doğrusu  Biz  ins  u  cinnin /  bildiğiniz  bilmediğiniz  her  kişinin  Allah’a  karşı  asla  yalan  söylemeyeceğine  inanıyorduk.

CİNN  6  :  Gerçekten  de  insten  / çok  iyi  tanıdığınız  kimselerden  bazı  kimseler,  cinnden  / tanımadığınız  yabancı  kimselerden  bazı  kişilere  sığınırlar  idi.  Böylece  de  cinnler  /  o  yabancı  kimseler  onların  azgınlıklarını,  ahmaklıklarını  arttırırlardı.

Ayetlerde  yer  alan  “ ins  u  cinn “  ikileme  kalıbıyla  burada  aslında  tanıdığınız  kimseler  ve  tanımadığınız  kimseler  ve  herkes  anlamı  ifade  edilmek  istenmektedir. Burada  dikkat  edilmesi  gereken  bir  nokta  da,  Sûrenin  kahramanı  olan  cinnlerin ( yabancıların )  kendilerini  ins  olarak  tanımlamaları  ve  kentlerinde  casus  olarak  dolaşan  tanımadıkları  yabancıları  da  cinn  olarak  nitelemeleridir.  Anlaşıldığına  göre  Sûrenin  kahramanı  olan  cinn  ( yabancı )  grubunun  tanıyıp  bildiği  insten  bazı  kimseler,  bu  grubun  tanımadığı  cinnden  bazı  kişilere  sığınmakta  ve  onlardan  yardım  görmekte,  akıl  almaktadırlar.  Klasik  tefsirciler,  ayetteki  “ sefih “  ifadesini  iblis  olarak  anlamışlar  ve  tüm  kabahati  İblis’e  yüklemişlerdir. Oysa  sefih  ifadesi  ile  kastedilen  kişinin,  ayette  sözü  edilen  cinnlerin  (  yabancıların )  kendi  dini  liderleri,  toplumsal  önderleri  olduğunu  düşünmek  daha  gerçekçi  bir  yaklaşım  olur.  Ayetin  ifadesine  göre,  anlaşılan  o  lider,  toplumunu  Allah  hakkında  gerçek  dışı  saçmalıklarla  kandırmıştır.  Bu  kandırma  şekli  zaten  insanlık  tarihi  boyunca  süre  gelmektedir.  Bu  nedenledir  ki  Rabbimiz,  Fatır  Sûresinin  5. ayetinde  “  Onun  için  bu  basit  dünya  hayatı  sizi  aldatmasın.  Ve  sakın  o  aldatıcı  sizi  Allah  ile  aldatmasın “  demektedir.

ENAM  130  :  Ey  cinn  ve  ins  /  gizli,  aşikar,  geleceğin  ve  bu  günün  insan  topluluğu !  size  ayetlerimi  anlatan  ve  bu  gününüze  kavuşacağınız  hususunda  sizi  uyaran  kendinizden  elçiler  gelmedi  mi ? Onlar  kendi  aleyhimize  şahidiz  dediler.  Basit  dünya  yaşamı  onları  aldattı.  Ve  onlar  kesinlikle  kâfirlerin  ta  kendisi  olduklarına  şahitlik  ettiler.

ARAF  179  :  Ve  andolsun  ki,  ins  u  cinnin  /  tanıdıklarınızdan,  tanımadıklarınızdan  birçoğunu  cehennem  için  türetip  ürettik.  Onların  kalpleri  vardır,  onlarla  anlamazlar.  Gözleri  vardır,  onlarla  görmezler.  Kulakları  vardır,  onlarla  işitmezler.  İşte  onlar  dört  ayaklı  hayvanlar  gibidirler.  Hatta  daha  sapıktırlar. İşte  onlar  duyarsızların  ta  kendileridirler.

ARAF  38  :  Allah, “ sizden  önce  geçmiş  ins u  cinn  /  tanıdığınız,  tanımadığınız  ateş  içindeki  toplumların  içine  girin “  der.  Her  toplum  girdikçe  kardeşini  dışlayıp  gözden  çıkarır.  Sonunda  hepsi  oraya  toplandığında,  sonrakiler  öncekiler  hakkında  “  Rabbimiz !  işte  şunlar  bizi  saptırdı.  Onlara  ateşten  kat  kat  azap  ver “  derler.  Allah, “ herkese  kat  kattır,  fakat  siz  bilmiyorsunuz. “  der.

Tam  da  bu  ayetlerin  lafzına,  cinn  konusunun  mesajına  uygun  düşecek  şekilde  düşüncelerin  kaleme  döküldüğü  bir  anekdot  örneğine  bakacak  olursak ! 
“ Aklını,  anlayışını  Allah’a  teslim  etmeyen  bir  insan,  aklının  ve  anlayışının  bekçiliğini  de  reddetmiş  olacaktır.  Bu  yetilerin  hepsi,  sahibinin  Allah  olduğu  gerçeği  ile  değerine  ulaşır. Doğruyu  görmeyen  bir  göz,  söylemeyen  bir  dil,  düşünmeyen  bir  beyin,  küfür  bataklığında  debelenen  güçleri  anlatacaktır. Kötülüğe  seyirerek  koşan  ayaklar,  iyilikte  uyuşuk  felahınız  olsun.  Kendi  yalanına  dürüst  olmayanlar  adalet  istemeyecektir.  Nasıl  ki  hiç  bir  şeyi  yokken  kendini  zengin  göstermeye  çalışan  bir  insan,  gösteriş  budalası  olmak  zorundadır,  onun  gibi  zengin  olanlar  da  malını  infak  etmedikçe  doğruluğa  ve  dürüstlüğe  eremeyeceklerdir.  İkisi  de  aynı  sonuçla  karşılaşacak,  ateş  içinde  birbirlerine  “  merhaba  sen  de  mi  buradasın  ne  güzel “  diyeceklerdir.  Gerçi  öküzlerin  olmadığı  yerde  yemliğin,  eşeklerin  bulunmadığı  yerde  semerin  çok  olması  anlamsız  olacağı  gibi,  öküzlerin  ve  eşeklerin  çok  olduğu  yerde  de  hak  ve  hakikatler,  gerçek  değerini  bulmayacaktır.  Çünkü  insanları  öküzden  ve  eşekten  aşağı  yerlerde  değersiz  kılan,  akılsızlığından  uzamış  öfke  boynuzu,  kibri,  cehaleti,  zulmü,  basiretsizliği  ve  kendi  türünden  olan  çokluğudur.  Kur’anın   kullandığı  cinn  tabiri  bir  yönüyle  kendine  verilen  güçlerin  farkında  olmadan,  aktif  hale  getirmeden,  bunlara   yabancı  kala  kala  görünmez  sanmış  ve  nihayet  kendine  yabancılaşmış  insanları  anlatır. "  denilmektedir. ( Kur’an  Edebi  Doğrular,  Putlara  Ültimatom “  Kemal  ARAS  )

Sonuç  olarak,  yukarıda  değindiğimiz  İsra  Sûresinin  95. ayetinde  belirtildiği  gibi  yaşadığımız  dünyada  yeryüzünde  yürüyüp  duran,  insan  da  dahil   maddeden  oluşmuş  üç  boyutlu  fiziksel,  nesnel  varlıkların  ve  enerjiden  oluşmuş  duyu  organlarıyla  görülemeyen  varlıkların  dışında  ve  bizim  dışımızda   Melek,  Şeytan,  Cinn  gibi,  Allah'tan  başka  metafizik,  ontolojik,  nesnel,  fiziksel  ve  biyolojik  varlıklar  yoktur.  Hepsi,  Allah'ın  yarattığı  enerji  güçleri,  duyular,  yasalar,  kurallar  ve  doğanın  kimyasal,  fiziksel,  biyolojik,  manyetizma,  çekme  ve  itme  ile  kaldırma  kuvvetleri  gibi  kanunlarını  oluşturan  ve  yöneten  görünmeyen  varlıklardır. Bazen  de  kötü  duyularını  ön  plana  çıkartarak,  erdemden,  ünsiyetten,  doğruluktan,  dürüstlükten,  adaletten   uzaklaşmış,  bilinen  veya   bilinmeyen,  görebildiğimiz  veya  göremediğimiz  insanlardır. Biz  de  sözlerimizi  Cinn  ifadesinin  Peygamberimize  vahyediliş  sırasına  göre  ilk  defa  yer  aldığı  mesajlarının  bilinci  ile,  istiaze  ile,  insanların  oluşturduğu  ve  ön  plana  çıkardığı  kötü  duyularından,  bilemediğimiz,  göremediğimiz  kötülüklerden,  şeytani  dürtülerine  esir  olmuş  insanların  kötülüğünden,   kendi  şeytani  dürtülerimizi  frenleyerek  ve  bütün  bunlardan  Allah’a  sığındığımızı  ifade  edeceğimiz,  Yüce  Rabbimiz'in  Nas  Sûresinin  1 - 6. ayetlerinde  "  Rahman  Rahim  Allah  adına  "  De  ki  :   Cinnlerden  /  gözükmeyen  bilemediğimiz,  tanıyamadığımız  varlıklardan,  insten  /  bilinen  varlıklardan  hepsinden,  insanların  akıllarında  kötülük  fısıldayan  /  vesveseden,  şeytanlıktan  sinsi  düşmanın  kötü  fısıltılarının  kötülüğünden,  insanların  ilâhına,  insanların  hükümdarına  ve  insanların  Rabbine  sığınırım. “  denilen  ifadelerle  bize  yöneltilen  öğütleri  ile  tamamlayalım.  Allah'ın  selamı,  rahmeti  ve  Kur'anın  doğruları  ile,  Kur’anı  anlayarak  okuyup,  cinnlikten,  şeytanlıktan  /  Kendisine  yabancılıktan,  yabanilikten  kurtulabilenlerin,  insan olarak  yaratılmanın  değerini  kavrayabilenlerin  üzerine  olsun.!


ALLAH  DOĞRUSUNU  EN  İYİ  BİLENDİR ! RAHMETİ  VE  KUR'AN  BİZE  YETER !

Temel  Kaynak  :  HAKKI  YILMAZ  (  Tebyin  ül  Kur’an )

PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR

BAŞLIKLAR
TAKİP ET