Cinn inancı, insanın var olup bilinçlenmesinden bu yana her toplumda, aslında Evrende ve Dünyada maddeden oluşmuş, üç boyutlu görünümlere dönüşebilen böyle meta fizik ( fizik ötesi ) ve nesnel varlıklar olmadığı halde, her dönemde “ şeytan, iblis, melek “ kavramlarında olduğu gibi değişik anlamlar ve hikâyelerle, insanların yaşamları içerisinde, yanlış bilgilerle ve inançlarla yer almıştır. Bütün dinlerde aslında kandırmak, yanlış inançlarla insanları istismar edip çarpmak için sömürü aracı olarak kullanmada önemli bir yer tutmuştur. Ülkemizde de halk kültüründe edindiği yerle, bugün de Kur'anın dışında, ilkel toplumların korku, vehim, halisinasyon, kuruntu ve hayallerine dayalı inançları, etkisini ve yanlışlığını hala sürdürebilmekte, daha da kötüsü gerçekmiş gibi dinimize fatura edilmektedir.
Pek çok yanlış ve gerçek dışı Cinn inancı, daha çocukluğumuzun masalları ile “ İn misin cin misin ? “ ifadesiyle hayatımıza sokulmakta, bugün dahi hala ünlü Akademisyen ve öğretim görevlisi bazı ilâhiyatçılar bile yeryüzünde insanlardan önce cinnler yaratılmıştır diyerek yanlış yönlendirmelerde bulunabilmektedirler. Bu şartlandırmalardan dolayı korkuların dürtüsüyle, zaman zaman birden bire ortaya çıkan yabancı kişilere, gece karanlığında arkadan gelen bir kediye yöneltilen soru olabilmektedir. Çocukların yaramazlıklarından, büyüklerin kötü davranışlarından uzaklaştırılabilmesi için, karanlıkta, mezarlıkta, izve, loş ve pis yerlerde yürümek, gece çöplükte dolaşmak, yağmurda akan pis sulara basmak, gece tırnak kesmek, karanlıkta olur olmaz yere tükürmek gibi daha pek çok davranışta halk arasında “ cin çarpar “ korkutması yapılmaktadır. Yetişkinlik dönemi insan ilişkilerinin olumsuzluklarında da “ Cin olmadan adam mı çarpıyorsun “ deyimi kullanılmakta, “ İn cin top oynuyor “ deyimiyle, gidilen bir ortamda kimsenin bulunmadığı veya hiçbir şeyin ortada görünmediği ifade edilmektedir. Kurnaz ve çok hareketli birisi için “ Cin gibi maaşallah " övgüsü, yakıştırması da yapılmaktadır. Bu konudaki rivayetlerin oluşturduğu yanlış kavramlar ve inançlar, Kur'anın gerçeği ile bilinemediği için de bugün yazarların, çizerlerin, sanatkârların da eserlerinde değişik tanımlamalarla yer almaktadır. Örneğin ;
* Güneş ve Ay magribe dolandıktan sonra tevbe kapısı ins'e de cinn'e de tamamen kapanır. ( Amil Çelebioğlu 1999 Türk Edebiyatında Mesnevi )
* Belkıs da Yemen’de Saba şehri padişahlarının kızı idi. Çok devlet gördü, ama Hz. Süleyman’ın bu ihtişamını, ins ve cinni, vahşi hayvanları görünce dehşete düştü. ( Evliya Çelebi Seyahatnamesi cilt 15 sayfa 218 ) * Şair Atilla İlhan da bir şiirinde “ Kimi sevsem sensin hayret, in misin cin misin anlamıyorum “ diyerek herhalde sevdiğinin gizemini, bir görünüp, bir kaybolduğunu anlatmaya çalışmıştır.
Ses benzerliği ve ses uyumundan dolayı dilimizde ikileme zenginliği vardır. Bu ikileme, ifadeyi güçlendirmek amacıyla kullanılır. Türk Dil Kurumundaki sözlüğe göre bu ikilemelerde kullanılan “ in “ sözcüğünün karşılığı “ insan “ dır. Deyimlerde kullanılan “ in “ sözcüğü Arapça bir sözcük olan “ ins “ den alınmadır. Muhtemelen cinn sözcüğü ile kafiyeli olduğu için “ in “ olarak kullanılmıştır. İn ve cinn ikilemesi Arapçada ve Kur'anda da ( İns ü cinn ) olarak, yani ( insan ve cinn ) ifadesi için yaratılmış akıllı varlıklar anlamında kullanılır. Cinni herkes merak eder, çekinir ama hiç kimsenin de halk kültüründe söylenenlerden başka bir bilgisi yoktur. Bunun nedeni Kur’anın bizzat anlaşılmak üzere okunmaması, cinnin adının bile anılmasından korkulması, adının yerine de halk arasında “ üç harfliler “ deyiminin kullanılır hale gelmiş olmasıdır. Kur’anda Cinn Sûresinin bulunması, pek çok ayette de “ İns ü cinn “ deyiminin yer almasından dolayı Kur'an bütünlüğünü kavrayamamış, bilimden teknolojiden ve Allah'ın Kâinatı yönetmek için oluşturduğu kanunlardan, hüküm ve kurallardan, ez cümle Sünnetullahtan, Arap grameri ile edebiyatından bihaber olan bazı İlâhiyatçılar, hala Cinn vardır, Cinnin varlığına inanmayanlar küfre girer diye de insanlara korku üzerine korku salmaktadırlar. Bazıları da Cinn hikâyelerini, uydurma hadis ve rivayetlerini büyük bir heyecanla dramatize ederek kendi menfaatleri için malzeme yapmakta, anlatımları ile cahil insanları sömürmek amacıyla etraflarında bir güzel toplayabilmektedirler.
Uydurma rivayetlerle oluşturulan Halk kültüründe, Kur’andaki Cinn Sûresinin ve Cinnin yer aldığı ayetlerin bulunmasından ve bu ayetlerin saptırılıp yanlış yorumlanması sonucu yanlış aktarılanlardan dolayı, hacmi ve kütlesi olmayan, insan boyutundan farklı boyutta yaşayan varlıklar olarak Cinnlerin kesinlikle var olduğuna inanılır. Cinn erkek, peri de kadın olarak düşünülür. Cinnlerin de dişili erkekli yaşadığı, doğup büyüdüğü, ürediği, inançları ve idealleri olduğuna ve öldüklerine inanılır. Kişilerin halisinasyonlarına göre, Cinnler kısa boy, dikine göz bebeği, seri hareket, kanatlı, çift baş, yılan kafa, kılıktan kılığa girebilme, korkutmak için büyü ile insanlara zaman zaman görünebilme, insanların içine girebilme gibi özelliklerle ifade edilirler. İnançlara göre, Cinnler de insanlar gibi yemek yemekte, içmekte, insanın yaptığı her şeyi yapmakta, dünyada bizimle iç içe yaşamakta, grupları, kabileleri bulunmakta, kimileri evlerin banyolarında, samanlıklarda, helalarda çöplüklerde yaşamaktadır. Kemiklerle, tezek ve yemek artıkları ile beslenmektedirler. Cinn çarpması ile insanlarda, hareket bozukluğu, rahat yürüyememe, vücutta dengesizlik, konuşma bozukluğu, sara nöbetleri oluştuğuna inanılmaktadır. Bundan dolayı da bir takım sahtekâr kurnazlar hoca kisvesi ve görünümü altında Cinn çıkardıklarını, çağırdıklarını, konuştuklarını iddia ederek cahil insanları kandırmakta, olmayan bu yanlış cinn inançlarıyla paralarını çarpmaktadırlar. Bazı aklı kıt kişiler de Cinci bir sahtekârın cinn çarpmış teşhisi koyması üzerine cinn çıkarmak amacıyla kadını sopa ile döve döve öldürebilmektedirler.
Yahudi ve Hristiyanların ortaklaşa dini inançlarının toplandığı Kitabı Mukattesde Cinn ; Günah işlemiş melekler olarak, Tanrının sadık melekleri iken şeytanın yönetimi altına girmiş, şeytani melekler olarak tanımlanır. Hristiyanlık inancına göre şeytanın isyanından sonra bazı ruhani varlıklar, Nuh tufanı öncesinde, gökteki görevlerini bırakarak yeryüzüne geldiler. Onlar bunu şeytanı desteklemek amacıyla yapmadı iseler de sonunda onun tarafına geçmiş oldular. Bunlar erkek şeklinde maddeleşerek kadınlarla ilişkiye girmeyi başladılar. Ve Nefilim / gökyüzünden gelenler türünü oluşturdular. Tufan esnasında da öldüler. Cinnler ise suda boğulmadılar, maddeleşmiş bedenlerini ruha çevirerek göğe döndüler. Ve Tanrı onları alçaltılmış bir durumda bırakıp yer yüzüne attı. Artık maddeleşemeseler de hala insanlara kötülük yapmak için yaklaşmaya devam ederler. Diğer dinlerde anlatılanların aksine, Kitabı Mukattes’e inanan ve gerçek Hristiyan olduklarını söyleyenler, Yehova’ya / Tek Tanrı’ya inanılarak, dua edildiğinde Cinnlerden korunabileceğini anlatırlar. Ayrıca Herkül gibi güçlü mitolojik varlıkların da Cinnlere karşı koyabilecek birer nefilim / gökten inen olduklarını kabul ederler. Bu ana fikir etrafında da Amerikan Holivut piyasasında pek çok sinema filmi çekilmektedir.
Müslümanlıktaki Cinn inancı da büyük ölçüde ilkel ve önceki dinlerin inançlarından etkilenerek oluşmuştur. Peygamberimizin vefatından sonra sekiz yüzlü yıllarda klasik tefsircilerin bu yanlış ve hurafe olan inançların etkisinden kurtulup, Kur’an bütünlüğünde ayetleri doğru yorumlayamamasından dolayı, çok değişik kaynaklarda bu konu ile ilgili bir çok yanlış, tutarsız ve temelsiz hadis, rivayet uydurulmuş, hurafelerle dolu oldukça zengin bir Cinn inancı ve anlayışı ortaya çıkartılmıştır. Bu inançlardan bazılarına birlikte bakalım neler uydurmuşlar ;
* Cinler, Yüce Allah’ın ateşten yarattığı akıl sahibi varlıklardır. Gözle görünmezler, çeşitli şekillere girerek insanların başaramadıkları bazı işleri başarırlar. Müslüman olanları da vardır. ( Teftezani v. 793, Darimi c. 1. ha. no. 18 sa. 105 )
* Cinlere inanmamak küfürdür. Çünkü Kur’anda hususi Cinn Sûresi bulunmaktadır. ( Buhari Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi ve Şerhi I - XII, 403 - 406 ) ( Bunu söyleyen arkadaşlar her halde Cinn Sûresinin ayetlerini anlama çabasına hiç girmemiş, uydurma rivayetlerin etkisinden kendisini kurtaramamıştır. )
* Kur’anda pek çok ayette Cinnden bahsedilir, şeytan iblis de bir Cinndir. ( Ama şeytan ve iblis kavramının ne olduğu doğru olarak bilinmekte midir ? )
* Cinnlerin Müslüman olmayanları bazen insanlara musallat olarak onları doğru yoldan çıkarmak isterler. Hakiki müminlere ise bir tesirleri olmaz. ( Rudani c. 3 ha. no. 4592 sa. 363 )
* Cinnler Hz. Süleyman’dan önce yeryüzünde serbest olarak dolaşıyorlardı, Hz. Süleyman onları idaresi altında topladı. ( Sebe Sûresinin 12 - 14. ayetlerinin yanlış yorumlanarak saptırılması olan, Hz. Süleymanın cinnleri dedikleri, aslında yabancı ülkelerden getirtilen, gerçekte birer insan olan yabancı işçilerden ve ustalardan başka bir şey değildir. )
* Peygamberin Kur’an okuyuşunu dinleyerek Müslüman olan Cinnler vardır. Bu yüzden Peygambere insanların ve Cinnlerin peygamberi denir. ( Tirmizi c. 5 ha. no. 3507 sa. 392 ) ( Aslında onlar Akabe denilen yerde Medine'den gelip Peygamberimizle görüşmek isteyen, Peygamberimizin daha önce tanımadığı insanlardır. )
* Cinnlerin yiyecekleri, Peygamberimizin bir hadisine göre kemiklerdir ki onlarla taharetlenmek doğru değildir. ( Rudani c.1. ha. no. 503 sa. 182 )
Cinn konusundaki ortada olan bu yanlış ve Kur’an dışı inançlardan kurtulabilmek için, dinimizin yegâne kaynağı olan kitabımız Kur’anımıza yönelmemiz ve onu doğru anlamaya çalışmamız gerekir. Çünkü dinimiz saf, halis ve Allah’a has bir din olarak yaşanmalı ve içine yuvalanmış olan yanlış ve batıl inançlardan, hurafelerden temizlenmelidir. Öncelikle bilmeliyiz ki, halk kültürüne yerleştiği gibi insanın dışında görünmediği halde fakat zaman zaman üç boyutlu, metafizik / Fizik ötesi ve ontolojik olarak değişik görünümlere bürünebilen cinn diye şahsiyet oluşturan nesnel bir varlık yoktur.
KUR'ANA GÖRE CİNN NEDİR ? Arapçada Cinn sözcüğü “ cenn “ kökünden türemiştir. Asıl anlamı yabancı kavramı ekseninde herhangi bir şeyi duyulardan saklamaktır. Kişilerin ve varlıkların bir birine yabancı olması, varlıkların doğal yapılarının bozulması, yabancılaşma ve aynı zamanda da Kur'ana göre madde dışında enerjiden oluşmuş görülemeyen, elektro manyetik radyo dalgaları, mıknatıslanma ile çekme ve itme kuvveti, elektrik akımı, enerjileridir. Bu kökten türemiş ve aynı anlamlarda olan başka sözcükler de vardır.
Cennehülleylü = Gece onu örttü, görünmez hale getirdi. ( doğal halinde görünemez oldu )
Ecennehü = Onu örttü, onu gizledi. Kur’anda da İbrahim peygamberi konu alan bir pasajda da “ fellemma cenne aleyhilleylü “ ( ne zamanki gece kendisini sakladı, iyice karanlık çöktü ) ifadesi ile fiil halinde yer almıştır. ( Enam 76. )
Cennet, cinnet, cenin, cünnet sözcükleri de bu kökten türemiş sözcüklerdir. Hepsinde de bir şeylerin duyu organlarından saklanması, gizlenmesi anlamları bulunmaktadır. Cennet : Toprağı ağaç yaprakları ile örtülmüş görünmez hale gelmiş yerdir. Türkçe'de de yer alan Cinnet : Kişinin aklının örtüldüğü, fikrinin saklandığı delirme halidir. Cenin : Ana karnında saklanan insanın yaratılışındaki bölümü, Arapların da savaş esnasında kullandıklarıdır Cünnet : Kişiyi saklayan, siper olan, koruyan kalkandır. Arap toplumunda da doğal yapısından ve görünümünden farklı olarak hastalanmış ve kendi kendine yabancılaşmış olan kişilere de gövdesi çürümeye yüz tutmuş ağaca da cinnlendi denilmektedir.
Cinn sözcüğü Kur'ana ve lügatlara göre değişik ayetlerde yer aldığı zaman insanın beş duyusuyla kavrayamadığı, algılayamadığı, somut veya soyut, ama görülmeyen, varlığı kesin olan güçlerdir, insanlardır, kodlanmış ve akıllı varlıklardır. Bir tür enerji olan Melek ve Şeytan terimleri de duyu organlarıyla ve gözle görülmedikleri için, Cinn kavramı kapsamına girmektedir. Fakat Kur'anda yer alan her Cinn ifadesi ( duyu organlarıyla görünmeyen her şey ) Melek veya Şeytan değildir. Çünkü bu kavramın içerisine bazı ayetlerde bir duvarın arkasında göremediğimiz ama sesini duyduğumuz veya gördüğümüz halde tanımadığımız, yabancı ama varlığından emin olduğumuz insanlar da girmektedir. Varlığını bildiğimiz halde göremediğimiz enerji türleri, radyasyon, elektrik enerjisi, elektromanyetik radyo dalgaları gibi varlıklar da girmektedir. Bundan dolayı Kur'anda Cinn sözcüğü bazen melek, ( haberci ve doğa güçleri ) bazen şeytan, ( İçindeki olumsuz duyguları ön plana çıkmış kötü niyetli insanlar ) bazen görüldüğü halde tanınmayan yabancı insanlar, bazen de elimizle tutamadığımız, gözümüzle göremediğimiz ( mekanik, kinetik, potansiyel, ısı, elektrik, radyasyon, ışık mıknatıs gibi ) enerji türleri ve doğadaki güçler için kullanılmıştır. Gerçekte görünmediği halde ontolojik ve metafizik ( nesnel, fiziksel ve biyolojik görünebilen varlık ) olarak Cinn, Melek, Şeytan diye insan gibi olan bir şahsiyet, bir yaratık yoktur. Mekke müşrikleri Cinlere, Meleklere Allah'ın kızları yerine koyarak ilâh diye tapmışlar, bu nedenle de Allah, Kur'anda onların bu yanlış davranışlarını eleştirmek için Cinn sözcüklerini kullanmıştır. Melekleri ve doğadaki ( fırtına, gök gürültüsü, yağmur, şimşek gibi ) doğa güçleri kastedilerek Cinn sözcüğünün geçtiği Kur'an ayetleri Mekke'de, Yahudi dininin şeytani davranışlarda bulunan liderlerini, iki yüzlü münafıklarını kasteden Cinn sözcüklerinin yer aldığı ayetler de Medine'de nazil olmuştur.
Cinn sözcüğü tanım olarak insan sözcüğünün karşıtıdır. Bu nedenle cinn sözcüğünü daha iyi anlayabilmek için, insan sözcüğünün tanımına da bakmamız gerekir. İnsan : Beş duyu ile hissedilebilen, bilinen görünen, tanıdık, ilişki kurulabilen, kaybolmayan, sürekli ortada duran demektir. İnsan sözcüğünün aslı “ insiyan “ dır. Sözcük anlamı ile birbirinin karşıtı olan cinn ve insanın, varlık olarak da yaratılıştan gelen bir karşıtlık içinde olduklarını Kur’an ayetleriyle de görmekteyiz.
RAHMAN 14 – 15 : O insanı / görünen, bilinen varlıkları pişmiş çamur gibi kuru balçıktan / değişken bir maddeden oluşturdu. Cannı da / Cinni de / görünmez varlıkları, doğa güçlerini de ateşin dumansızından / enerjiden oluşturdu.
HİCR 26 – 27 : Ve andolsun ki Biz, insanı / görünen bilinen varlıkları çınlayan kilden işlenebilen çamurdan / halden hale girebilen bir maddeden oluşturduk. Ve cannı / görünmez varlıkları da daha önce en ince delikten bile geçebilen yakıcı bir esintinin ateşinden / engel tanımayan enerjiden oluşturmuştuk.
Bu ayetler bize insanın genel anlamda maddeden, görünebilen, sürekli ortada olan, kaybolmayan cisimli ( üç boyutlu ) nesnel, fiziksel ve biyolojik varlıklar olarak yaratıldığını, cann ise / insanın öz benliği, ruh, melek, şeytan, cinn olarak kastedilen elektrik, elektro manyetik dalgalar, radyasyon, ışın gibi görünmez varlıkların görünmeyen enerjiden yaratıldığını anlatmaktadır. Ayetlerin orijinalinde yer alan “ can “ sözcüğü ve yakıcı bir esinti ifadesi, aslında enerjiden ibaret olan ruh, cinn, nefis, öz benlik gibi görünmez varlıklarla da eş anlamlıdır. Ama pek çok Türkçe çeviri meallerde doğrudan doğruya Cinn olarak çevrilmiştir. Ruh sözcüğü hem sözlük, hem de ansiklopedik anlamlara uygun olarak “ manevi benlik ve can “ kavramları ile eş anlamlı olarak kabul edilmiştir. Bu ayetlerle beraber aynı zamanda aslında enerjinin, maddeden daha önce yaratıldığı da anlatılmaktadır. ( Enerjinin Big Bang saçılmasıyla maddenin, taneciklerin ortaya çıkması )
Kur’an ayetlerine baktığımız zaman, Saffat 158, Enam 100, Sebe 41, Zariyat 56, ayetlerinde cinn sözcüğünün melekler, kısacası görünmeyen varlıklar, sıcaklık, basınç, genleşme, kaldırma kuvveti gibi tabiat kanunları ve doğa güçleri için kullanıldığını görüyoruz.
SAFFAT 158 : Ve onlar, Allah ile Cinnler / melekler / görünmeyen güçler arasında bir hısımlık bağı kurdular. Oysa andolsun, Cinnler / melekler / gizli güçler kendilerinin kesinlikle hazır edilenler / mahşerde toplananlar olduklarını bilirler.
ENAM 100 : Ve onlar Cinnleri / görünmez güç ve varlıkları / Melekleri Allah’a ortaklar kıldılar. Halbuki onları O oluşturmuştur. Bilgileri olmadan da oğullar, kızlar uydurdular. O’nun şanı onların nitelediği şeylerden arınık ve yücedir.
SEBE 40 – 41 : Ve o gün Allah onları hep birlikte toplayacak, sonra meleklere “ şunlar mı size tapıyorlardı “ diyecektir. Onlar “ Seni tenzih ederiz. Onlara karşı velimiz / bizim koruyucu, yol gösterici yakınımız Sensin. Tam tersi onlar Cinlere / gizli güçlere, doğa güçlerine tapıyorlardı. Çoğu onlara inananlardı. ” Dediler.
ZARİYAT 56 : Ben ins u cinn / bildiğiniz, bilmediğiniz, gelmiş geçmiş herkesi melekleri / doğa güçlerini yalnızca bana kulluk etsinler / Emrime uysunlar diye oluşturdum.
Ayetlerde görüldüğü gibi Mekke müşriklerinin, sırf kendi hayal ve kuruntularının ürünü olan bir takım gizli varlıklara, Kâinatın yönetiminde ve insanların kaderinde güç ve görev verecek kadar ileri gittikleri ve bu gizli varlıkları / Cinleri, doğa güçlerini Allah’a ortak koşarak inkâr ettikleri anlatılmaktadır. Tarih kaynaklarına bakıldığında, o dönemde bazı kimselerin ve nesnelerin, yağmur tanrısı, bitki tanrısı, servet tanrıçası, hastalık tanrıçası yapıldığı, hatta tanrılar ve tanrıçalar soy ağacı oluşturulduğu gibi bilgiler görülmektedir. Ayetteki Cinnler ifadesi ile melekler ve doğadaki güçler kastedilmektedir. Çünkü Sebe Sûresinin 40. ayetinde de o günün müşriklerinin “ Allah’ın kızları “ diyerek Allah’a ortak koşulanların Melekler olduğu açıklanmaktadır. Aynı şekilde bunlardan başka Nahl 57. Tur 39. Zuhruf 16. Necm 21. ayetlerinde de görüyoruz ki, müşrikler Allah ile melekler arasında soy bağı kurmuşlar, meleklere Allah’ın kızları demişler, Allah’ın yerine meleklere tapmışlardır. Ayetlerde " Allah'ın meleklere sorması " ifadeleri aslında temsili konuşma sahneleridir. Aslında Allah ve melekler arasında böyle konuşmalar olmaz. Bu ayetlerle, müşriklerin bu yaptıkları yanlış davranışları eleştirildikten sonra, Zariyat Sûresi ile de ister nesnel, ister görünmez olarak bütün yaratılmışların sadece Allah'a ibadet etmesi, Allah'ın emirlerine uyması gerektiği vurgulanmaktadır.
Cinn sözcüğü Kur’anda Kehf Sûresinin 50. ayetinde de iblis / insanın kendi içindeki olumsuz dürtüleri, duyguları için kullanılmıştır.
KEHF 50 : Ve hani Biz meleklere / doğal güçlere “ Adem’e secde edin / boyun eğip teslimiyet gösterin demiştik de iblis / düşünce yetisi dışında hepsi secde etmişlerdi. İblis cinnlerdendi. / görünmez varlıklardan, enerjidendi. Sonra Kendi Rabbinin emrine ters düştü.
Kur’anın biz Müslümanlara öğüt verme yöntemlerinden birisinde de, bazı ayetlerle geçmişteki kıssalar anlatılır, bazen içine mecaz sanatı da katılarak müteşabih ( birden çok benzeşen anlamlara sahip ) ayetler kullanılır, bazı ayetlerde de sanki yaşanmış gibi, meleklerin, şeytanın, insanı temsil eden Ademin, konuşturulduğu tiyatro sanatı ile temsili sahneler yer alır. Bu ayetle aslında somut olarak bütün doğa güçlerinin ( meleklerin ) enerji ve enerji çeşitlerinin, rüzgârın, sıcaklığın, ateşin, kaldırma kuvvetinin aklını kullanabilen insanların gücüne boyun eğdiği, hizmetine girdiği, hayatını kolaylaştırdığı, ama insanın kendi düşünce yetisi, içindeki, beynindeki olumsuz düşünce ve duygularının, nefis, heva, kin, nefret, bencillik gibi cinn / görünmeyen olan iblisinin dürtülerinin boyun eğip teslim olmadığı, onu kötü yol ve davranışlara yönlendirdiği anlatılmaya çalışılmaktadır.
Kur’anda kendileri görülse de kimliği açıkça belirsiz, yabancı, tanınmayan insanlar için de Cinn sözcüğü kullanılmıştır.
Süleyman Peygamberin Cinnleri, Peygamberimizden Kur’an dinleyen Cinnler, birbirini anlatan Cinnler de çeşitli ayetlerle tanınmayan yabancılar olarak ele alınmıştır. ( Sebe 12 - 14. ) ( Neml 39. ) ayetlerinde Süleyman Peygamber’in Cinnlerinden söz edilmektedir.
SAD 36 – 38 : Bunun üzerine Biz de O’nun emriyle istediği yere yumuşacık akıp giden rüzgârı, cinni / şeytanı / dalgıç ve yapı ustalarını ve zincirlere bağlı olan diğerlerini O’nun emrine verdik.
SEBE 12 – 14 : Süleyman için de, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay olan rüzgârı boyun eğdirdik. Ve Biz erimiş bakır madenini O’na sel gibi akıttık. Ve eli altında Rabbinin izniyle / bilgisiyle iş görmekte olan cinnleri / yabancı kişileri boyun eğdirdik. Ve onlardan kim Bizim emrimizden çıkıp sapacak olsa ona çılgın ateşin azabından tattırdık. Onlar Süleyman’a özel karargâhlar, heykeller ve havuzlar gibi çanaklar ve sabit kazanlardan her ne isterse yaparlar. Ey Davut ailesi ! Nimetlerin karşılığını ödemek için çalışın ! ama kullarım içinde verilen nimetlerin karşılığını ödeyen de çok azdır.
NEML 38 – 39 : Süleyman dedi ki ; “ İleri gelenler ! Onlar teslim olanlar olarak bana gelmeden önce, hanginiz onun tahtını bana getirir ? Cinnlerden bir ifrit, “ Sen makamından kalkmadan önce ben onu sana getiririm. Ve hiç şüphesiz ben onun üzerine güçlü ve güvenilirim “ dedi.
Bu ayetlerde şükreden ve kendisine verilen nimetlerin karşılığını ödeyen kullara, Süleyman Peygamber ve Davut Peygamber ailesi örnek olarak gösterilmektedir. Süleyman Peygambere verilen nimetler, lütuflar sıralanırken Cinn' lerin de / Başka ülkeden getirilmiş yabancı olan işçi ustaların, O’nun hizmetine verildiği dile getirilmektedir. Kur’anda Süleyman Peygamberle ilgili ayetlerdeki gerçek ve ibret verici bilgiler saptırılmış, birçok asılsız rivayet ve masallar ortaya çıkartılmıştır. Bu ayetlerdeki Cinnler / şeytanlar konusunda anlatılan efsanelerin tümü, Kur’anda asıl tanımının dışında, Yahudi ve Hristiyan mitolojik masallarından uyarlanmış, ve halk kültürüne yerleştirilmiş hayali yaratıklar olarak, şeytan anlayışı kabulüne dayanmaktadır. Ayetlerde konu edilen Cinnler, aslında halk kültüründe inanılan Cinnler değil, Süleyman Peygamber’in babası Davut Peygamberin hünerli zanaatkâr adamları ve onlara usta başılık yapan ve Sur Kralının gönderdiği Huram Baba emrindeki yabancı işçilerdir. Bu gerçeği, tarihi kaynaklarda ve Tevrat 1. Krallar 11. Bab ( Eski Ahit ) anlatımlarında teferruatlı olarak görmekteyiz. Bundan dolayı bu ayetlerde yer alan Cinn şeytanlar, Süleyman’a zoraki hizmet eden, başka ülkelerden getirtilen hünerli sanatkârlar, yabancı işçiler olmakla beraber, bir kısmı da O’nun hakkında yalan ve iftira kampanyası düzenleyip, O’ndan kurtulmak ve iktidarını devirmek için uğraştıklarından dolayı, zincirlenmiş olarak çalıştırılan usta işçilerdir.
Neml Sûresinde sözü edilen Cinnlerden İfrit de oradaki yabancıların önde gelenlerindendir. İfrit sözcüğü “ akranlarını ezip geçen, onları aşağılayan kötü adam “ anlamına gelmektedir, halk kültüründe de Cinnlerin en üstünlerindendir. Bu ayette ise “ Ve hiç şüphesiz ben onun üzerine güçlü ve güvenilirim “ ifadesi ile asıl anlatılmak istenen, “ onun gücünü, askeri ve stratejik olarak sahip olduklarının bütün bilgilerini ve ayrıntılarını olduğu gibi getirebilirim, kaçıp gitmem, ihanet etmem “ anlamına gelmektedir. Kur’anda bu ayetin devamında Süleyman Peygambere Sebe Melikesinin tahtının getirilmesi konusu anlatılmaya devam edilmektedir. Bu ayetlere dayanılarak pek çok uydurma hikâye ve rivayet anlatılmıştır. Aslında ortada düz mantıkla bizim bildiğimiz anlamdaki taht diye bir şey de, ifrit denilen şahıs da, kitaptan ilim verilen kimse de yoktur. İfrit, Süleyman ( a.s.) ın sezgisel bilgileri, duygularıdır, kitaptan ilim verilen şahıs da Süleyman ( a.s. ) ın vahiyle gelişmiş stratejik aklıdır. Süleyman Peygamber ise kendi içinde konuyu nasıl çözeceğini düşünmektedir. İma edilmek istenen ise Süleyman Peygamber ile Sebe Melikesinin askeri ve stratejik güçlerinin karşılaştırılmasıdır. Aslında bu ayetle bize masala değil, Kitap ile tasdik edilmiş akılla hareket etmenin önemine dikkat çekilmeye çalışılmaktadır. Buna rağmen bu hikâyelerin içine Süleyman’ın Şeytanları, Cinnleri, kuşları, karıncaları, kanatlı atları, birçok müfessirin yanlış olarak yaptığı çevirisinden dolayı Neml Sûresinin 44. ayetinde olduğu gibi billurdan döşenmiş sarayı, köşkü gibi akla hayale gelmeyecek ne kadar hurafe varsa doldurulmuştur. Halbuki gerek tarihi kaynaklar, gerekse Tevrat anlatımları incelenecek ve Kur’anın bu konulardaki ayetleri saptırılmadan doğru olarak ele alınacak olursa, bütün bu anlatılanların devletler arası siyasette, gerçek hayatta mantıklı bir karşılığının olduğu görülecektir. Üstelik de bütün kral ve sultanlara yakıştırıldığı gibi Süleyman Peygamberin ilâhiyat eğitimi için yaptırdığı, İsra Sûresinin 7. ayetinde dile getirildiği gibi Beytil Makdis ismindeki mescitten başka sarayı da yoktur. Sad Sûresinin 32. ayetinde " Ben mal, servet, çıkar sevgisini, Rabbimin anılmasından dolayı sevdim " ifadesiyle belirtildiği gibi, insanlık tarihinde Allah'ın yolunda ve hizmetinde olmak üzere kendisine en çok nimetin, malın, mülkün, saltanatın verildiği, bunlara karşılık da en çok şükreden, karşılığını ödeyen olduğu halde, en çok üzerine iftira atılan peygamberlerden biri de Süleyman Peygamber olmuştur.
Müslümanlıkta da halk kültürüne göre, uydurma hadis ve rivayetlerle desteklenmiş olarak, Cinnlerin Peygamberimizden Kur’an dinledikleri, ardından bir kısmının Müslüman olduğu ve Peygamberimizin hem insanların hem de Cinnlerin peygamberi olduğu inancı vardır. Bu inanç da, uydurma hadis ve rivayet öğretisinden beslenmiş olan pek çok ilâhiyatçı tarafından saptırılarak ( Ahkaf 29 – 32 ) ve Cinn ( 1 - 15 ) ayetleri arasında anlatılanlara dayandırılmaktadır.
AHKAF 29 – 32 : Ve Biz cinnlerden / yabancı casuslardan Kur’anı dinlemek isteyen bir grubu sana yöneltmiştik. Onlar Kur’ana hazır oldukları zaman “ susun “ dediler. Sonra Kur’anı dinleyince de birer uyarıcı olarak toplumlarına döndüler. Onlar : “ Ey toplumumuz ! Şüphesiz biz Musa’dan sonra indirilen ve sadece içinde konu edilenleri tasdik eden, hakka ve dosdoğru yola kılavuz olan bir kitap dinledik. Ey toplumumuz ! Allah’ın davetçisine karşılık verin ve O’na iman edin ki, Allah günahlarınızı bağışlasın. Ve sizi acı bir azaptan kurtarsın.
CİNN 1 – 2 : De ki : Bana vahiy edildi ki, şüphesiz cinnlerden / yabancılardan bir grup Kur’an dinleyip de “ Şüphesiz biz, rüşte kılavuzluk eden hayret verici bir Kur’an dinledik. Bundan dolayı biz O’na iman ettik ve Rabbimize hiç bir şeyi asla ortak koşmayacağız.
Cinn Sûresinin başındaki " Cinnlerden bir grup " , ayette nefer sözcüğü ile ifade edilmiştir. Bu ifade bazı çevirilerde Türkçeye yanlış olarak “ bir kişi “ anlamında çevrilmiştir. Aslında bu sözcük, sayıları 3 veya 10 kişi arasında değişen erkeklerden oluşan bir grup demektir. Buna göre Kur’anı dinlemek için gelen bu grubun ( yabancıların ) sayısı 3 veya 10 kişiden ibarettir. Mekkeli olmayıp buraya dışarıdan gelmiş ve tanınmayan kişiler olduğu için bunlara Cinn denilmiştir. Üstelik de onların Yahudi inancına mensup oldukları da anlaşılmaktadır. Gerçek bu iken buna rağmen rivayetçiler hemen devreye girmişler ve bu konuda pek çok hikâye ortaya çıkarmışlardır.
Bu hikâyelerden biri ; Said b. Cübeyr demiştir ki : Cinnler gök kapılarını dinlerdi, ne zaman ki, taşlanıp kovuldular, sebebini yerde aramaya gittiler. O sırada Peygamberimiz Mekke halkının kendisine uymalarından ümitsiz olarak İslam’a davet için Taif’e çıkmıştı. Mekke’ye dönmek üzere bulunduğu zamana tesadüf ediyordu. Batnı Nahil denilen vadide kalkmış sabah namazında Kur’an okuyordu. İşte oraya Nusaybin Cinnlerinin ileri gelenlerinden bir bölük Cinn uğramıştı. Kur’anı işittiler ve gökten kovulmalarının sebebinin o olduğunu anladılar. İbn i Mesud'dan nakille ( Ahmet bin Hanbel Müsned )
Hikâyelerden bir başkası : Allah Teala peygambere Cinnleri de uyarıp davet etme ve kendilerine Kur’an okuma görevini de vermişti. Onun için Allah Teala O’na Kur’an dinlemek ve kavimlerini uyarmak üzere bir takım Cinn göndermişti. Ebu Hayyan da Bahir’de der ki : Cinn kıssası iki defa olmuştu, birincisi Taif’den dönerken, Siyercilerin anlattıkları kıssaya göre onlardan yardımcı aramaya çıkmıştı. Nahle vadisinde namaz kılarken dinlediler. O bilmiyordu sonra Allah Teala onların dinlediklerini haber verdi. Diğer bir defasında da Allah Teala Peygamber’e Cinnleri uyarıp onlara Kur’an okumasını emir buyurmuştu. Bunun üzerine bana Cinnlere Kur’an okumam emredildi, arkamdan kim gelecek dedi. Bunu üç kere söyledi. Abdullah b. Mesud'dan başkası ses çıkarmamış önlerine bakmışlardı. Abdullah bin Mesud demiştir ki, Cinn gecesi benden başka kimse hazır olmadı, gittik. Hacundaki dağ yoluna vardığımızda bana bir hat çizdi, ben gelinceye kadar bundan çıkma dedi, sonra Kur’an okumaya başladı. Ben şiddetli bir gürültü işittim. Hatta Resulullah’a bir şey olmasından korktum. O’nu bir çok karartılar kapladı. Onunla benim arama engel oldu, hatta sesini işitmez oldum. Sonra bulut parçalanır gibi parçalandılar. Sonra bana bir şey gördün mü dedi. Evet beyaz elbiselere bürünmüş siyah adamlar gördüm dedim. İşte onlar Nusaybin Cinnleridir diye buyurdu. ( Beyhaki Delail 2 : 231 )
Bu Cinn gecesi rivayetlerini daha pek çok farklı senaryolarla onlarcası izlemiştir. Dikkat edilirse anlatılan hikâyeler Hristiyanların, “ Cinnlerin gökten kovulması “ inancının bir benzeridir. Bunun yanı sıra Cinn Sûresinin 8.- 10. ayetlerindeki gökyüzünü dinleyen Cinnlerle ilgili asıl anlatılmak istenenden farklı ve yanlış oluşturulan yorumlar sonucu ortaya çıkartılmış olan rivayetler zincirinin devamı gibidir. Başka rivayetlere göre de bu Cinnlerin peygamberle ateş yaktığı, yemek yediği, Peygamberimizin de daha sonra anlattıklarını doğrulamak için onların izlerini gösterdiği, bu Cinnlerin nereli oldukları, sayılarının ne olduğu, Cinnlerin özellikleri, ayrı ayrı isimlerinin ne olduğu, zekâları, yılan başlı oldukları, yediklerinin ne olduğu ayrıntıları ile birbiriyle çelişen pek çok sayıda masal anlatılmış, insanların belleği bu hurafelerle doldurulmuştur. Çok ilginçtir o dönemde Nusaybin yöresinde yaşayanlar da Cinnlere tapmakta ve yoğun bir şekilde Cinncilikle uğraşmaktadırlar.
Tarihi kaynaklara ve Kur’an ayetlerine baktığımız zaman gerçekten de Peygamberimizin risaletinin 11. yılında Medine’den gelen kabilelere mensup 6 kişilik bir gruba Akabe denilen yerde Kur’an okuduğu ve onların Müslüman olarak Medine’ye döndükleri ve bir yıl sonraki Hacc döneminde diğer Medineli Evs kabilesini de ikna ederek, gizlice 12 kişilik bir grup ile ikinci defa Akabe denilen yerde buluştukları, peygamberimize biat ederek Müslüman oldukları, tarihi kayıtlara Akabe Beyatları / sözleşmeleri olarak geçmiştir. Ve bu insanlar peygamberimize destek olacaklarını beyan ederek Medine’ye davet etmişler ve O’nun hicretine vesile olmuşlardır. İşin aslında ayetlerde " Cinnlerden bir grup " denilerek sözü edilenler, işte bu Medine’den gelmiş olan ve peygamberimizin daha önceden tanımadığı ve yabancı olan kişilerdir. Cinnlerle ilgili yapılan rivayetler tarihi gerçeklerle de Kur’an ayetleri ile de çelişmektedir. Ortaya çıkan ilk rivayetler İbni Abbas’ın ağzından anlatılmaktadır ama o tarihte İbni Abbas daha yeni doğmuştur, böyle bir olaya tanık olması mümkün değildir. Ayrıca rivayetlerde peygamberimizin okuduğu söylenen Rahman, Nebe ve Enam Sûreleri henüz nazil olmamıştır. Üstelik de abdest alma sahneleri de uydurmadır. Çünkü abdestin nasıl alınacağını açıklayan Maide Sûresinin 6. ve Nisa Sûresinin 43. ayetleri de hicretten yıllar sonra Medine’de nazil olmuştur. Cinnlerin başka bir boyuttan hayali, metafizik ve ontolojik bir varlık olarak düşünülmesi Kur’an ayetlerine de ters düşmektedir. Çünkü pek çok ayette vurgulandığı gibi peygamberimiz de bir beşerdir. İnsanlara elçi olmuştur ve “ sizden biri “ olarak nitelendirilmiştir. Eğer “ Cinnler “, Mekke müşriklerinin taptığı melekler, başka bir boyuttan ( meta fizik ) Fizik ötesi varlıklar olsaydılar, zaten Sünnetullah gereği onlara gönderilen elçinin de kendi cinslerinden ve boyutundan olması gerekirdi. Bu nedenle de İsra Sûresinin 95. ayetinde, " De ki : “ Eğer yeryüzünde huzur içinde yürüyüp duran melekler olsaydı, elbette Biz onlara gökten elçi olarak bir melek indirirdik. “ denilerek bu ayrıntıya dikkat çekilmektedir.
Konuyu özetleyecek olursak, Cinn Sûresinin ayetleri ile Mekke’ye dışarıdan gelen bir grup yabancının Kur’an dinledikleri, Kur’andan etkilendikleri, inanmış olarak yurtlarına döndükleri, döndükten sonra da Kur’andan öğrendikleri gerçekleri ve eski inançlarının çürüklüğünü kendi halklarına anlattıkları ifade edilmektedir. Bu Sûrenin inmesi ile Mekke dışında inanmış kişilerin var olduğu anlaşılmış, bu kişilerin inananları destekleme kararı aldıkları öğrenilmiştir. Bu bilgi başta peygamberimiz olmak üzere o günkü koşullarda umutsuz ve karamsar olan tüm inananlara manevi bir güç ve moral kaynağı olmuştur.
Kur’anda, sözcüklerin anlamını farklılaştırmak, zenginleştirmek ve başkalaştırmak için başka konularda olduğu gibi cinn konusu içerisinde de “ İns u Cinn “ ikili kalıbının kullanıldığını görüyoruz. Kur’an ayetlerindeki bu ikili ifade genellikle çeviri meallerde asıl ifade edilmek istenen anlamlarından farklı olarak doğrudan doğruya “ İnsanlar ve Cinnler “ şeklinde çevrilmektedir. Oysa Kur’anda buna benzer pek çok ikili ve karşıtlı ifadeler, anlamları zenginleştirmek için edebi bir anlatım sanatı olarak kullanılmaktadır. Örneğin ;
* Magrip ve Meşrik / batı ve doğu ) karşıtlı iki sözcük sadece doğu ve batı yönlerini değil, bütün yönleri kapsamak için kullanılmıştır. ( Müzzemmil 9. Rahman 17 ) * Dünya ve Ahiret ikilemi “ her yerde ve her zaman ” anlamını ifade etmektedir. ( Bakara 217. )
Bunlara benzer şekilde de “ İns u Cinn “ kalıbındaki ikileme de insanlar ve cinnler değil, Kur’anda yer aldığı ayetlerde “ gördüğünüz görmediğiniz “, “ bugün bildiğiniz bilmediğiniz “ , “ tanıdığınız tanımadığınız “ " gelmiş, geçmiş gelecekte bildiğiniz bilmediğiniz herkes, bütün insanlar anlamında kullanılmaktadır.
CİNN 4 - 5 : Ve hiç şüphesiz bizim sefih / bizim aklı ermez, beyinsiz Allah üzerine saçma sapan şeyler söylüyormuş. Doğrusu Biz ins u cinnin / bildiğiniz bilmediğiniz her kişinin Allah’a karşı asla yalan söylemeyeceğine inanıyorduk.
CİNN 6 : Gerçekten de insten / çok iyi tanıdığınız kimselerden bazı kimseler, cinnden / tanımadığınız yabancı kimselerden bazı kişilere sığınırlar idi. Böylece de cinnler / o yabancı kimseler onların azgınlıklarını, ahmaklıklarını arttırırlardı.
Ayetlerde yer alan “ ins u cinn “ ikileme kalıbıyla burada aslında tanıdığınız kimseler ve tanımadığınız kimseler ve herkes anlamı ifade edilmek istenmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta da, Sûrenin kahramanı olan cinnlerin ( yabancıların ) kendilerini ins olarak tanımlamaları ve kentlerinde casus olarak dolaşan tanımadıkları yabancıları da cinn olarak nitelemeleridir. Anlaşıldığına göre Sûrenin kahramanı olan cinn ( yabancı ) grubunun tanıyıp bildiği insten bazı kimseler, bu grubun tanımadığı cinnden bazı kişilere sığınmakta ve onlardan yardım görmekte, akıl almaktadırlar. Klasik tefsirciler, ayetteki “ sefih “ ifadesini iblis olarak anlamışlar ve tüm kabahati İblis’e yüklemişlerdir. Oysa sefih ifadesi ile kastedilen kişinin, ayette sözü edilen cinnlerin ( yabancıların ) kendi dini liderleri, toplumsal önderleri olduğunu düşünmek daha gerçekçi bir yaklaşım olur. Ayetin ifadesine göre, anlaşılan o lider, toplumunu Allah hakkında gerçek dışı saçmalıklarla kandırmıştır. Bu kandırma şekli zaten insanlık tarihi boyunca süre gelmektedir. Bu nedenledir ki Rabbimiz, Fatır Sûresinin 5. ayetinde “ Onun için bu basit dünya hayatı sizi aldatmasın. Ve sakın o aldatıcı sizi Allah ile aldatmasın “ demektedir.
ENAM 130 : Ey cinn ve ins / gizli, aşikar, geleceğin ve bu günün insan topluluğu ! size ayetlerimi anlatan ve bu gününüze kavuşacağınız hususunda sizi uyaran kendinizden elçiler gelmedi mi ? Onlar kendi aleyhimize şahidiz dediler. Basit dünya yaşamı onları aldattı. Ve onlar kesinlikle kâfirlerin ta kendisi olduklarına şahitlik ettiler.
ARAF 179 : Ve andolsun ki, ins u cinnin / tanıdıklarınızdan, tanımadıklarınızdan birçoğunu cehennem için türetip ürettik. Onların kalpleri vardır, onlarla anlamazlar. Gözleri vardır, onlarla görmezler. Kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Hatta daha sapıktırlar. İşte onlar duyarsızların ta kendileridirler.
ARAF 38 : Allah, “ sizden önce geçmiş ins u cinn / tanıdığınız, tanımadığınız ateş içindeki toplumların içine girin “ der. Her toplum girdikçe kardeşini dışlayıp gözden çıkarır. Sonunda hepsi oraya toplandığında, sonrakiler öncekiler hakkında “ Rabbimiz ! işte şunlar bizi saptırdı. Onlara ateşten kat kat azap ver “ derler. Allah, “ herkese kat kattır, fakat siz bilmiyorsunuz. “ der.
Tam da bu ayetlerin lafzına, cinn konusunun mesajına uygun düşecek şekilde düşüncelerin kaleme döküldüğü bir anekdot örneğine bakacak olursak !
“ Aklını, anlayışını Allah’a teslim etmeyen bir insan, aklının ve anlayışının bekçiliğini de reddetmiş olacaktır. Bu yetilerin hepsi, sahibinin Allah olduğu gerçeği ile değerine ulaşır. Doğruyu görmeyen bir göz, söylemeyen bir dil, düşünmeyen bir beyin, küfür bataklığında debelenen güçleri anlatacaktır. Kötülüğe seyirerek koşan ayaklar, iyilikte uyuşuk felahınız olsun. Kendi yalanına dürüst olmayanlar adalet istemeyecektir. Nasıl ki hiç bir şeyi yokken kendini zengin göstermeye çalışan bir insan, gösteriş budalası olmak zorundadır, onun gibi zengin olanlar da malını infak etmedikçe doğruluğa ve dürüstlüğe eremeyeceklerdir. İkisi de aynı sonuçla karşılaşacak, ateş içinde birbirlerine “ merhaba sen de mi buradasın ne güzel “ diyeceklerdir. Gerçi öküzlerin olmadığı yerde yemliğin, eşeklerin bulunmadığı yerde semerin çok olması anlamsız olacağı gibi, öküzlerin ve eşeklerin çok olduğu yerde de hak ve hakikatler, gerçek değerini bulmayacaktır. Çünkü insanları öküzden ve eşekten aşağı yerlerde değersiz kılan, akılsızlığından uzamış öfke boynuzu, kibri, cehaleti, zulmü, basiretsizliği ve kendi türünden olan çokluğudur. Kur’anın kullandığı cinn tabiri bir yönüyle kendine verilen güçlerin farkında olmadan, aktif hale getirmeden, bunlara yabancı kala kala görünmez sanmış ve nihayet kendine yabancılaşmış insanları anlatır. " denilmektedir. ( Kur’an Edebi Doğrular, Putlara Ültimatom “ Kemal ARAS )
Sonuç olarak, yukarıda değindiğimiz İsra Sûresinin 95. ayetinde belirtildiği gibi yaşadığımız dünyada yeryüzünde yürüyüp duran, insan da dahil maddeden oluşmuş üç boyutlu fiziksel, nesnel varlıkların ve enerjiden oluşmuş duyu organlarıyla görülemeyen varlıkların dışında ve bizim dışımızda Melek, Şeytan, Cinn gibi, Allah'tan başka metafizik, ontolojik, nesnel, fiziksel ve biyolojik varlıklar yoktur. Hepsi, Allah'ın yarattığı enerji güçleri, duyular, yasalar, kurallar ve doğanın kimyasal, fiziksel, biyolojik, manyetizma, çekme ve itme ile kaldırma kuvvetleri gibi kanunlarını oluşturan ve yöneten görünmeyen varlıklardır. Bazen de kötü duyularını ön plana çıkartarak, erdemden, ünsiyetten, doğruluktan, dürüstlükten, adaletten uzaklaşmış, bilinen veya bilinmeyen, görebildiğimiz veya göremediğimiz insanlardır. Biz de sözlerimizi Cinn ifadesinin Peygamberimize vahyediliş sırasına göre ilk defa yer aldığı mesajlarının bilinci ile, istiaze ile, insanların oluşturduğu ve ön plana çıkardığı kötü duyularından, bilemediğimiz, göremediğimiz kötülüklerden, şeytani dürtülerine esir olmuş insanların kötülüğünden, kendi şeytani dürtülerimizi frenleyerek ve bütün bunlardan Allah’a sığındığımızı ifade edeceğimiz, Yüce Rabbimiz'in Nas Sûresinin 1 - 6. ayetlerinde " Rahman Rahim Allah adına " De ki : Cinnlerden / gözükmeyen bilemediğimiz, tanıyamadığımız varlıklardan, insten / bilinen varlıklardan hepsinden, insanların akıllarında kötülük fısıldayan / vesveseden, şeytanlıktan sinsi düşmanın kötü fısıltılarının kötülüğünden, insanların ilâhına, insanların hükümdarına ve insanların Rabbine sığınırım. “ denilen ifadelerle bize yöneltilen öğütleri ile tamamlayalım. Allah'ın selamı, rahmeti ve Kur'anın doğruları ile, Kur’anı anlayarak okuyup, cinnlikten, şeytanlıktan / Kendisine yabancılıktan, yabanilikten kurtulabilenlerin, insan olarak yaratılmanın değerini kavrayabilenlerin üzerine olsun.!
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )