Konu Detay

ZEKAT SADAKA İNFAK NEDİR ?

 02.11.2022
 554

Yüce  Rabbimiz  Allah  tarafından  değişik  zamanlarda,  değişik  ortamlarda,  değişik  koşullarda,  yeterli  veya  yetersiz  olanaklarla,  sosyal  bir  varlık  olarak  yaratılan  insanlar,  kendilerinde  olmayan  ihtiyaçlarını  karşılayabilmek  için  toplu  olarak  yaşamak  zorundadırlar.  Bunun  yanı  sıra   her  insan,  geldiği  kökene,  gen  yapısına,  çevre  olanaklarına  göre  aynı  akıl,  zekâ,  kabiliyet  ve  beceriyi  aynı  ölçüde  kullanabilecek  güçte  ve  bedensel  yapıda  da  değildir. Bu  nedenle   Allah’ın  insanlara  sunduğu  nimetlerden  ve  olanaklardan,  toplu  olarak  yaşayan  insanların  bazıları  aynı  ölçülerde  sahiplenememekte,  yararlanamamaktadır.  Mali  açıdan  farklılıklar,  yaşanılan  o  bölgenin  koşullarına  göre  standardın  üstünde  veya  altında  olabilmektedir. İnsan  denen  varlıkların  bazıları  da  kendilerini  güçlü,  yeterli  gördüklerinde  tagutlaşarak,  azgınlaşarak  fıtraten  bu  olanakları  en  fazla  bir  ölçüde  kendileri  sahiplenmek,  diğer  insanlara  hükmederek  bu  nimetlerden  olabildiğince  yararlanmak  hırs  ve  arzusunda  olabilmektedir. Bütün  bunları  bilen,  mülkün,  nimetin  asıl  sahibi  olan,  insanların  tamamının  da  bu  nimetlerden  asgari  ölçüde  yararlanmasını  isteyen  Rabbimiz,  toplumsal  yaşamın  ahengi,  barışı,  huzuru  ve  mutluluğu  için  bütün  toplumlarda,  Ala  Sûresinin  14 - 17. ayetlerinde  “  mentezekkâ  /  Arınan,  Rabbinin  adını  anıp  da  salat  eden  /  mali  yönden  ve  zihinsel  açıdan  paylaşarak  destek  olan  /  toplumu  aydınlatmaya  çalışan  kimse  kesinlikle  kendini  kurtarmıştır.  Fakat  siz  şu  basit  dünya  hayatını  tercih  ediyorsunuz.  Oysa  ahiret  daha  hayırlı  ve  devamlıdır. “  dediği  ifadelerinde  görüldüğü  gibi   Salatı  /  mali  ve  zihinsel  açıdan  destekleşme  ile  paylaşmayı,  yardımlaşmayı,  dayanışmayı  temel  bir  ibadet  görevi  olarak  belirlemiştir.  Burada  Allah  katında  tezkiye  ile  arınmanın,  temizlenmenin,  imanla  amelin  birleştirilerek  salat  etmek,  destekleşmek,  insanlarla,  toplumla  bir  şeyleri,  malı,  emeği,  gücü,  anlayarak  okuyup  öğrendiği  Kur'an  ayetlerinin  öğüdünü,  her  türlü  bilgiyi  paylaşmakla,  dayanışma,  yardımlaşma  içerisinde  olmakla  mümkün  olabileceği  dile  getirilmektedir. Kur’anın  birçok  ayetinde  de  salat  etmenin  mali  yönü  kapsamı  içerisinde, tezkiye  ile temizlenmek  olan  zekâttan,  sadakadan,  vergiden,  infaktan,  şükretmekten,  tersine  biriktirme  ve  cimrilik  hastalığı  olan  kenzden  söz  edilmektedir. 

Bu  bağlamda  Kur'anımızda  biriktirme,  istifleme  olan,  aslında  da  zaman  zaman  kişilerce  tutku,  hastalık  ve  saplantı  haline   getirilebilen,  bazı  ayetlerde  Kur’anın  onaylamadığı  ve  bir  hastalık  olarak  görülen  kenz / biriktirme  ile  bazı  insanları  da  toplumsal  sorunların  oluşmasında  ön  plana  çıkararak,  Tekasür  Sûresinde  de  çoklukla  yarışmanın  kınandığı  ve  hatta  Araf  Sûresinin  11 -  26.  ayetleri  arasında  temsili  konuşturma  sahneleriyle  anlatılan  “  Adem  ve  eşine  yasaklanmış  ağaç “  teması  içerisinde  mal  ve  aşırı  kazanç  tutkunluğu  ile   bizlere  de  çok  önemli  öğütlerin  verilmeye  çalışıldığı,  toplumsal  dayanışmanın,  salatın  yerine  getirilebilmesi,  ikame  edilebilmesi  için  de  birçok  ayette  önemsenerek  dile  getirilmektedir. Kur'anın  ön  gördüğü  zekâtın,  sadakanın  verilmesi,  infak  edilmesi,  malın  temizlenmesi  açısından  şükrün  eda  edilmesi  ve  zekâtın,  sadakanın  ne  olduğu  konularında  ise,  İslam  alimi  denilen  kimi  fakihlerin  hadis  ve  rivayetlere  dayandırarak  ortaya  çıkarmış  olduğu  birçok  farklı  görüşlerden,  kavram  karmaşasından  dolayı  da  bu  kavramların  gerçeği  insanlarımızca  doğru  ve  net  olarak  anlaşılamamakta,  merak  konusu  olmakta,  birçok  soru   dile  getirilebilmektedir. Biz  ise  dinimizin,  ibadetimizin,  bu  konulardaki  yükümlülüklerimizin  ve  kavramların  aslının  neler  olduğunu  dinimizin  yegâne  kaynağı  olan  Kur’anımızdan  öğrenmeye  ve  anlamaya  çalışalım.

Öncelikle  belirtelim  ki,  Kur’an  ve  Dinimiz,  kişilerin,  Müslümanların  meşru  yollarla,  hakça  ve  helâlinden  kazanılarak  elde  edilecek  olan  zenginleşmesine,  mal  ve  mülk  edinilmesine,  israfa  kaçmadan  müreffeh  bir  hayat  yaşamasına  asla  karşı  değildir.  Necm  Sûresinin  39. ayetinde “ Gerçek  şu  ki,  insan  için  çalışıp  didindiğinden  /  alın  teri  ve  emeğinden  başka  şey  yoktur. “  ifadeleriyle  bizzat  çalışma,  alın  teri  önemsenmekte,  o  çalışmanın  ve  emeğin  ölçüsünde  karşılığının  mutlaka  alınacağı,  elde  edilecek  olan  ihtiyaçtan  fazla  kazancın  da  istihdama  ve  üretime  yatırılarak,  toplumsal  yaşamdaki   dayanışma,  destekleşme,  salat  etmenin  bir  uygulaması  olarak  paylaşma  ile  yerine  getirilmesine  karşılık  Allah  katındaki  verilecek  ödüller,  kazançlar  da  Kur'anımızda  ayrıca  belirtilmektedir.  Bu  bağlamda   Fussilet  Sûresinin  34. ayetinde  "  ....Ve  hasene  /  güzellikler  /  iyilikler  eşit  değildir,  derece  derecedir.  Ve  seyyie /  kötülükler  çirkinlikler  de  eşit  değildir,  derece  derecedir.  Kötülüğü  en  güzel  şeyle  sav... "  denilmekte,  yapılacak  paylaşmalarda,  yardımlaşmalarda,  kötülüklere  karşı  verilecek  karşılıklarda  Müslümanlarca  bu  derecelerin  en  güzeliyle  hareket  edilmesi  istenmektedir. Bu  hareketlerle  ilgili  olarak  da  söz  konusu  olan  zekât,  sadaka,  infak,  kenz,  şükür  gibi  kavramlara  sırası  ile  bakacak  olursak ;

Zekât,  bir  şeyin  en  iyi,  en  temiz,  en  düzgün  derecesi  en  yüksek  hali  demektir. Malınparanın,  sahip  olunan  nimetlerin  temizlenmesi,  saf  arı  duru  hale  getirilmesi  anlamına  gelmektedir. Bu  sözcüğün  mastarlarından  olan  “ Tezkiye “  sözcüğü  de  temizlemek,  geliştirmek,  feyizlendirmek,  büyütmek  ve  temize  çıkarmak  anlamlarını  taşımaktadır. Leyl  Sûresinin  14 – 21. ayetlerinde  “  İşte  bu  nedenle,  yalanlayan,  yüz  çeviren,  en  çok  mutsuz  olacak  olan  kişiden  başkasının  girmediği,  alevlendikçe  alevlenen  bir  ateşe  karşı  Ben  sizi  uyardım.  Kimseden  karşılık  beklemeden,  sadece  Yüce  Rabbinin  rızasını  umarak,  yetezekkâ / arınmak  için  malını  veren  çokça  Allah’ın  koruması  altına  girmiş  kişi  ondan  uzak  tutulacaktır.  Ve  yakında  o  kişi  kesinlikle  hoşnut  olacaktır. “ ifadelerinde  gördüğümüz  gibi  aynı  zamanda  nefs  için,  şirk,  günah,  nifak,  pislik,  cehalet  gibi  kötü  duygulardan  temizlenmek  olarak  da  anlamlandırılan  “ Tezkiye “  Kur’an  kavramlarındandır.  Bu  kavramlar  İslâm’ın  varlığını  sürdürebilmesi,  ayakta  durabilmesi,  bu  çerçevede  salatın  ikame  edilebilmesi  için  mali  yönden  yerine  getirilmesi  gereken  en  temel   unsurlarından  biridir. İnsanın  nefsini  arındırması,  ancak  iman  etmesi  ve  salihatı  işlemesi  ile  mümkün  olan  bir  durumdur.  Kişiyi  kirleten  ise  Allah'ın  ayetlerini  ve  uyarılarını  inkâr  etmek  olan  küfür  ve  aracıları  Allah'a  ortak  koşmak  olan  şirktir.  Tevbe  Sûresinin  28. ayetinde  “  Ey  iman  eden  kimseler !  meşrikûne  necesün  /  Ortak  koşan  /  şirk  içinde  olan  bu  kimseler  sadece  bir  pisliktir. “  ifadelerinde  gördüğümüz  gibi  şirk  koşan  müşriklerin  necis /  pislik,  şirk  koşup  küfredenlerin  ise  neces /  pis  olduğunu  Kur’an  bize  bildirmektedir.

Terimsel  anlam  olarak  ise  zekât,  müminlerden  oluşan  toplumlarda,  devletlerde,  devletin  var  olabilmesi,  ayakta  durabilmesi,  salatın  ikame  edilebilmesi  /  ayakta  tutulabilmesi,  sosyal  yardım,  dayanışma,  eğitim,  öğretim  kurumlarının,  istihdam  edilecek  iş  alanlarının  oluşturulması,  sağlık,  iç  dış  güvenliğin  ve  toplumsal  huzurun  sağlanabilmesi,  geleceğin  güvence  altına  alınabilmesi  için  gerekli  olan  ve  bireylerin  vermesi  gereken  maddi  desteklerdir.  Yapılması  gereken  bu  ödemelerin  günümüzde  yaygınlaşmış  adı  da  vergidir.  Bu  hedefler  ve  amaçlar  doğrultusunda  yerine  getirilmesi,  verilmesi  zorunlu  olarak  ödenilen  vergiler,  müminlerin  iman  borcu  ve  kulluk  görevidir. Bunun  sonucunda  zekât  /  vergi  müminlerin  dışa  karşı  bağımsız  bir  devlet  ortamında  tüm  ibadetlerini  özgürce  yapmalarını,  müminlerin  manevi  temizliğini  sağladığı,  onları  kusursuzlaştırdığı  ve  aynı  zamanda  mal,  mülk  evlat  tutkusundan,  kişileri  günah,  cimrilik  kirinden  arındırıp,  mali  yönden  berekete  neden  olduğu  için  vergi  adıyla  yaygınlaşmış  bu  ibadete  Kur’anda  “  zekât “  denilmiştir.  Aynı  zamanda  bugünkü  ekonomi  sistemlerinde  ise  zekât,  elde  ettikleri  kazanca  göre  devlet  tarafından  konulan  ve  insanların  tüketim  ihtiyaçlarını  karşılamak  için  yaptıkları  bütün  harcamalarında  ödenen,  ötv,  kdv,  damga  ve  harç  gibi  vergilerdir.  Aslında  Kur’anın  inmesinden  önce  Arap  toplumunda  uygulanan  ve  buna  istinaden  bugün  de  toplumumuzda  yanlış  bilindiği  gibi  nesep  miktarına  göre  malın  kırkta  birinin  verilmesi  anlayışındaki  zekât  uygulaması  ise  Kur’anda  yoktur.  Allah’ın  sayılarla  işi  olmaz.  Buna  rağmen  diğer  zamanlarda  sanki  uygulanmayacakmış  gibi  ülkemizde  özellikle  her  Ramazan  ayında  ekran  yıldızı  konuşmacıları,  ünlü  ilâhiyatçıları,  insanların  manevi  duygularından  da  istifade  ederek  ısrarla  zekâtın  verilmesinden  söz  ederler,  nisap  miktarlarından  / zenginlik  ölçüsünden  dem  vururlar.

Kur’anımızda  zekât  sözcüğü  29  ayette,  birçok  müfessir  tarafından  namazın,  zekâtla,  para  ile  hiç  ilgisi  olmamasına  rağmen,  namazı  dosdoğru  kılarlar  diye  yanlış  meallendirdikleri  halde,  aslında  dayanışma,  destekleşme  amacıyla  sosyal  yardım  ve  kamu  kurumlarının  oluşturulması  olan  salatın  ikamesi  ile  birlikte  “ atüzzekât  /  zekâtı  "  götürüp  verin,  veya  “  yütünazzekât   /  zekâtı  "  getirip,  götürüp  verirler  ifadeleriyle  yer  alır.  Enbiya  Sûresinin  71 - 73. ayetlerinde  “  İbrahim’i  de  Lut’u  da,  İshak’ı  da,  Yakub’u  da  bağışladık.  Hepsini  iyi  kimseler  yaptık. Ve  Biz  onları,  Bizim  emrimizle  kılavuzluk  yapan  önderler  yaptık.  Ve  Biz  onlara  hayırlar  işlemeyi,  salatı  ikame  etmeyi,  zekâtı  / vergiyi  vermeyi  vahyettik.  Ve  onlar  sadece  Bize  kulluk  yapanlar  idiler. “  ifadelerinde  görüldüğü  gibi  zekâtın  /  verginin  bizden  önceki  mümin  ümmetlere  de  toplumsal   dayanışmanın  sağlanabilmesi  için  farz  kılındığı  belirtilmektedir. Dünya  üzerinde  İslam’ın  dışında  yaşamış  toplumlarda  binlerce  yıldır  vergi  / zekât,  yönetici  ve  muktedirler  tarafından  zorla  alınmıştır  hala  da  alınmaktadır. Oysa  Kur’anda  Zekât  alınır  diye  bir  ifade  yoktur. Bu  nedenle  aslında  müminlerin  devletinde  yerleştirilen  ekonomik  düzende  zekât  istenmez  ve  zorla  da  alınmaz.  Müminlerin  kendileri  gönülden,  Allah  rızası  ile  götürüp  verirler.  Tabii  ki  bugünkü  dünyanın  içinde  bulunduğu  bu  global  ekonomik  sistemlerde  ve  konjonktürde,  artık  bu  inançların  ve  uygulamaların  pek  hükmü  de  kalmamıştır. İnsanların  vermesi  gereken  vergiler,  yöneticiler  tarafından  oranları  ve  yapısı  ile  zamanı  da  belirlenerek,  bazen  dozu  da  kaçırılarak  zorunlu  olarak  tahsil  edilmektedir.

Sadaka,  sözcüğü  de  Kur’anımızda,  öncelikle  ve  genellikle  Kamuya   hizmet   karşılığı,  kamu  adına  devletin  gelir  olarak  aldığı  değerler  /  vergiler  anlamında  kullanılmıştır.  Kamu  adına  Devlete  ödenecek  vergilerle,  Müminlerin  Allah’ın  emirlerine  uymadaki  sadakatlerini  gösterdiği  için  bu  ad  verilmiştir. Sadaka  sözcüğünün  çoğulu  da   aynı  zamanda  “ sadakat  “  tir. Sadaka,  toplumumuza  yanlış  yerleştirilmiş  anlayış  sonucunda  sadece  dilenenlere  verilen  üç  beş  liralık  yardım  değildir.  Tevbe  Sûresinin  103. ayetinde  “  Onların  mallarından  sadaka  al  ki,  sadaka  ile  kendilerini  temizlersin  ve  arındırırsın.  Bir  de  onlara  destek  ol.  Şüphesiz  senin  desteğin,  onlar  için  bir  huzurdur. “  ifadelerinde  gördüğümüz  gibi  o  beldede  yaşayan  mümin,  Müslüman,  münafık,  Yahudi  veya  azınlıklar  olmak  üzere  tüm  vatandaşların  verdiği  sadakanın  devlet  adına  alınabileceği  belirtilmektedir. Kamu  adına  toplanan  bu  sadakalarla  orada  yaşayan  bütün  insanlara  devletin  ve  kamunun  desteği  ile  kamu  hizmetleri  verilerek  toplumun  huzuru  sağlanır.  Zekâtı  ise  sadece  müminler  verirler. Çünkü  müminlerin  devletinin  varlığına,  ayakta  tutulmasına  dış  destek  gelir  ve  dış  müdahale  olursa,  o  devletin  ekonomik  bağımsızlığı,  bekası,  bireylerin  özgürlükleri  ipotek  altına  girer  ve  tehlike  oluşur.  Bu  anlayış  ve  ayrıntılar  ise  Osmanlıda  tam  kavranamamış,  aynen  uygulanmış,  azınlıklardan  vergi  alınmamış,  onların  zenginleşmesine,  aksine  müminlerin  fakirleşmesine  neden  olunmuştur. Ayette  de  görüldüğü  gibi  Sadaka  kamu  hizmetleri  için  harcanan  ayni  ve  nakdi  değerlerdir.  Aslında  ayette  konu  edilen,  peygamberin  veya  padişahların  şahsına  verilecek  bir  yardım  değildir.  Çünkü  tüm  peygamberlere  ücret,  kendi  adına  sadaka  alması  yasaklanmıştır. Burada  azınlıklar  da  dahil  alınan  sadaka,  devlet  ve  kamu  yönetimi  adına  alınmıştır.

Sadakalar  /  Vergiler  “  Mülk  Allah’ındır  ve  müminler  kardeştirler  “  esası  üzerinden  işlerlik  gerektirir. Toplumda  refahın  dağılımı,  yaygınlaştırılması,  herkesin  eşit  ölçüde  müreffeh  yaşaması  için  hakkaniyet  ölçüleri  dikkate  alınır.  Bu  bağlamda  sadaka,  aynı  zamanda  hem  kamu  tarafından,  hem  de  bireyler  tarafından,  kamunun  dışındaki  bireylere  de  verilebilir. Bu  tür  sadakanın  kamu  tarafından  veya  bireyler  tarafından  kimlere  verilmesi  gerektiği  ise  kamunun  veya  kulların  kendi  içtihadına  bırakılmayıp,  yine  toplumsal  ve  kamusal  yararlar  sağlaması  bakımından  Allah  tarafından  Kur’anda  birçok  ayetle  açıklanır,  örneğin  Bakara  Sûresinin  271. ayetinde  “  Sadakaları  açıkça  verirseniz,  artık  o,  ne  iyi  olur. Eğer  onları  gizlerseniz,  fakirlere  verirseniz  de  artık  bu,  sizin  için  daha  hayırlıdır  ve  günahlarınızdan  bir  kısmını  kapattırır. Ve  Allah  işlemiş  olduğunuz  şeylere  haberdardır. ”  ifadeleriyle  bireysel  olarak  verilecek  olan  sadakaların  gizli  veya  açıktan  fakirlere  verileceği   ve  bunun  yanı  sıra   Tevbe  Sûresinin  60. ayetinde de   “ Kesinlikle  Allah  tarafından  bir  taksim  /  zorunlu  görev  olarak  sadakalar  /  Kamunun  gelirleri  ancak  fakirler,  miskinler / yoksullar,  işsizler,  o  iş  üzerine  çalışan  görevliler  /  kamu  görevlileri,  kalpleri  İslam’a  ısındırılacaklar,  özgürlüğü  olmayan  köleler,  ağır  borç  altındakiler,  Allah  yolundakiler /  askerler,  öğrenci  ve  öğretmenler,  yolda  kalmışlar  içindir. Allah  her  şeyi  en  iyi  bilendir  ve  en  iyi  yasa  koyandır. “  ifadelerinde  gördüğümüz  gibi  kamunun,  devletin,  yöneticilerin  topladığı  zekâtın /  vergilerin  yanı  sıra  sadakaların  kamu  tarafından  da,  bireyler  tarafından  da  kimlere  verilebileceği,  nerelerde  harcanacağı  anlatılmaktadır. Fakat  İslam  alimi  denilen  birçok  fakih,  Kur’andan  ziyade  hadislerdeki  kullanımlarını  dikkate  alarak,  yaptıkları  içtihatlarla  zekât,  kefaret,  fitre,  fidye,  adak  temelinde  sadakayı  beş  sınıfta  toplamış,  kimi  fakihler  de  1. Farz  olan  sadaka,  2. Nafile  olan  sadakalar,  3. Fıtır  sadakası /  sadaka i  fıtır / fitre  4. Sadaka i  cariye  diye   farklı  bir  sınıflandırmaya  tabi  tutmuşlardır. Her  bir  sınıflandırma  için  de  Fıkıh  ve  İlmihal  kitaplarında  ciltler  dolusu  hadis  ve  rivayetle   açıklamalar  yapılmış,  Kur'anın  yerine  nisap  miktarı /  zenginlik  ölçüsü  üzerine  hükümler  oluşturulmuş,   farklı  fakih  görüşlerine  yer  verilmiştir. Bu  bağlamda   örneğin ;

* İnsanların  her  bir  eklemi  için  her  gün  bir  sadaka  gerekir,  adaletle  hükmetmek  sadakadır,  güzel  söz  sadakadır,  mescide  giderken  atılan  her  adım  sadakadır,  yoldan  taşı  kaldırmak  sadakadır. ( Buhari  Sulh  11. ) (  İyi  de  Devlet  için  çalışanların  ücreti  atılan  adımla,  yoldan  kaldırılan  taşla  mı  ödenecektir. )

* Her  tesbih  sadaka,  her  tekbir  sadaka,  her  tahmid  sadaka,  her  tehlil  sadaka,  iyiliği  emretmek  sadaka,  kötülükten  sakındırmak  sadaka,  her  birinizin  eşiyle  bile  aynı  yatakta  yatması  sadakadır. ( Buhari  Edeb  33,  Müslim  Zekât  53 ) (  Sadakanın  maddi  ve  parasal  bir  infak  şekli  olduğunu  kavrayamamışlardır. )

gibi  hadislerle  abartarak,  neredeyse  dinin,  ibadetin  bütün  ayrıntılarını  sadaka  kavramının  içerisine  sokarak,  birbirine  karıştırarak  yanlış  kavramlarla  asıl  mecrasından  saptırmışlar,  anlaşılmasını  zorlaştırmışlardır. Bunlarla  yetinilmemiş  ardından  özellikle  Ramazan  ayındaki  yerine  getirilecek  oruç  ibadeti  ile  bağlantı  kurularak  Kur'anda  asıl  verilmek  istenen  mesajlar  ve  yükümlülükler  tamamen  gözardı  edildiği  halde,  özellikle  "  sadaka i  fıtır  "  adı  altında  Müslümanların  o  ay  içerisinde  yapması  gereken  maddi  ve  parasal  infaklar  için  de  birçok  hadisle  içtihat  oluşturulmuş,  bu  tür  infakın  fitre  denilerek  tarifi  yapılmış,  farklı  görüşlerle  miktarlarının  belirlenmesi  yöntemi  ortaya  konmuş,  farz,  vacip,  sünnet  oluşları  ile  ilgili  farklı  görüşler  de  kafaları  karıştırmıştır.  Ramazan  ayı  boyunca  Din  görevlilerini,  İlâhiyatçıları,  kamu  oyunu,  yardım  bekleyen  kurumları  her  şeyden  fazla  öncelikle  meşgul  eden  fitre  uygulamaları  konusunda  hiç  bir  yetkili  de  çıkıp,  fakir,  yardıma  muhtaç  olan  insanların  diğer  aylarda  yardıma,  sadakaya  ihtiyacı  yok  mudur ? sorusunu  soramamıştır.

İnfak,  malın,  paranın,  Allah  yolunda  canın  harcanması,  tüketilmesi  demektir. (  Lisanül  Arab )  Bir  terim  olarak  ise,  başta  yakınlar  olmak  üzere,  yoksul  ve  muhtaç  olanlara,  insanlara  para,  erzak  veya  giyecek  yardımı  yaparak  onların  sıkıntısını  gidermektir. Bu  sözcüğün  türevlerinden  olan  “ nafaka “  sözcüğü  ise,  yenilerek,  içilerek,  giyilerek  tüketilen  zorunlu  tüketim  maddelerinin  ismidir. Bu  nedenle  Kur’anın  konu  ettiği  “  infak  “  ifadelerinin  anlamı,  “  hem  Allah  yolunda  harcamak  “  hem  de  “ nafakalandırmak “  tüketim  maddelerini  sağlamak  anlamlarında  karşımıza  çıkar.  Bakara  Sûresinin  261. ayetinde “  Mallarını  infak  eden  /  Allah  yolunda  harcayan / başta  yakınları  olmak  üzere  başkalarının  nafakalarını  sağlayan  kimselerin  örneği,  yedi  başak  bitiren  ve  her  başağında  yüz  adet  tane  bulunan  tane  örneğidir.  Allah  dilediğine  katlar.  Ve  Allah  bilgisi  ve  rahmeti  geniş  ve  sınırsız  olandır,  çok  iyi  bilendir. “  ifadelerinde  gördüğümüz  gibi  bazı  ayetlerde  de  her  iki  anlam  birlikte  yer  alır.

İnfak  etmek,  aslında  aynı  zamanda  bir  şükürdür.  Yani  Allah’ın  verdiği  nimetlerin,  değerlerin  karşılığının,  o  nimetlerin  ve  değerlerin  bir  kısmı  ile  ihtiyacı  olanlara  dağıtarak  veya  vererek  ödenmesidir. Şükür  sözcüğü  Kur’anda  74  kez  değişik  ayrıntıları  ve  örnekleri  ile  ele  alınarak  açıklanıp  üzerinde  çok  durulmuş  ve  doğru  anlaşılması  gereken,  Müslüman’ın  imanının  gereği  olarak  aslında  yerine  getirilmesi  istenen  temel  görevlerinden  biridir.  Bundan  dolayıdır  ki  örneğin  Furkan  Sûresinin  62. ayetinde  “  Ve  O,  öğüt  almayı  veya  şükredenler  / kendisine  verilen  nimetlerin  karşılığını  ödemeyi  dileyen  kimseler  için  gece  ile  gündüzü  birbiri  ardınca  getirendir. “  ifadeleriyle  bir  çok  ayette  de  dile  getirilmektedir  ki,  inananlar,  sahip  oldukları  nimetlerin  karşılığını  ödediklerinde,  yaptıkları  yardımlarla  ihtiyacı  olanların  ihtiyaçlarını  giderdiklerinde  aynı  zamanda  “  şükredenler “  olarak  nitelendirilmişlerdir.  İbrahim  Sûresinin  7. ayetinde  de  “  Rabbiniz  ilân  etmişti :  Andolsun  ki  şükrederseniz  /  sahip  olduğunuz  nimetlerin  karşılığını  öderseniz,  elbette  size  arttırırım  ve  eğer  nankörlük  /  iyilik  bilmezlik  ederseniz  hiç  şüphesiz  azabım  çok  çetindir. “  ifadelerinde  gördüğümüz  gibi  bazı  ayetlerde  “ şükür “  sözcüğü  ile  zıt  anlamda  olarak  kullanılan  “  küfran “  sözcüğü  de  yine  müminin  asla  yapmaması  gereken  bir  davranış  olarak  “  nankörlük “  anlamında  yer  almaktadır.

Arapçada  Şükür  :  Hayvanın  yediği  besinin  karşılığında  verdiği  süt  ve  semizliği  ile  belli  etmesi  demektir. ( Lisanül  Arab  c. 5.  Sa. 163 )  Yani  beslenen, karnı  doyan  hayvanın  yediklerinin  karşılığını,  örneğin  tavuğun  yumurta  ve  et,  ineğin,  koyunun  süt,  deri  ve  et  şeklinde  maddeten  geri  vermesi  demektir.  Dini  açıdan  ise  şükür,  Allah’ın  kendilerine  verdiği  nimetlere  karşı,  insanların   bu  nimetlerin  karşılığını  Allah’a  ödemesi,  o  nimetlerin  bir  kısmını  Allah  rızası  için  insanların  yararlanabilmesi   adına  kullanması,  harcaması,  feda  etmesi   infak  etmesi  demektir.  İnsanın  Allah’a  şükretmesi,  karnını  tıka  basa  doyurduktan  sonra   “  Elhamdülilah  yarabbi  şükür “  deyip,  ağız  alışkanlığı  olarak  kuru  bir  laf  sözcüğü  ile  olmaz. Ama  buna  rağmen  Ulema  tarafından  abartılarak  dilin  şükrü,  kalbin  şükrü,  bedenin  şükrü  gibi  gereksiz  tasniflere  tutulmuş,  gerçek  mecrasından  saptırılmıştır.  Oysa  şükrün  bütün  ayrıntıları   Kur’anda  bir  çok  ayette  yer  verilerek  “  Allah’ın  ana  ve  baba  fedakârlıkları  aracılığıyla  insana  lütfettiklerinden  dolayı  ana  ve  babaya  da  şükürden,  büyük  baş,  küçük  baş  hayvanlardan,  üzüm  bağları,  hurma  bahçeleri,  denizin  nimetlerinden  ve  rızıklarından,  yeryüzünde  sağlanan  geçimliklerden  gibi  nimetlerin  karşılığının  şükredilerek  Allah'a  ödenmesinin  önemi   belirtilirken  Neml  Sûresinin 73. ayetinde  “  Ve  hiç  şüphesiz  senin  Rabbin,  insanlara  karşı  büyük  armağan  sahibidir.  Velâkin  onların  çoğu  şükretmiyorlar / sahip  olduklarının  karşılığını  ödemiyorlar. “  Zümer  Sûresinin  66. ayetinde  “  Yalnız  Allah’a  kulluk  et  ve  sahip  olduğun  nimetlerin  karşılığını  ödeyenlerden  ol. “  Bakara  Sûresinin  152. ayetinde  de  “  Öyleyse  Beni  anın  ki,  Ben  de  sizi  anayım.  Ve  bana  şükredin  /  verdiğim  nimetlerin  karşılığını  ödeyin.  Bana  nankörlük  /  iyilik  bilmezlik  etmeyin. " ifadelerinde  gördüğümüz  gibi  Allah’ın  insanlara  verdiği,  bahşettiği  sınırsız,  sayısız  nimetlerin  karşılığının  mutlaka  ödenmeye  çalışılması  istenerek,  inanmış  insanların  temel  bir  görevi  yerine  konulmaktadır. 

Bu  görevin  ifa  edilmesi  halinde,  yukarıda  değindiğimiz  ayetlerdeki  ifadelere  benzer  şekilde  Sebe  Sûresinin  39. ayetinde  de  “  De  ki :  Şüphesiz  benim  Rabbim  kullarından  dilediği  kimse  için  rızkını  genişletir  ve  onun için  ölçülendirir. Ve  siz  her  ne  şeyden  infak  eder / Allah  yolunda  harcarsanız / nafaka  sağlarsanız  hemen  O,  arkasını  getirir.  Ve  O,  rızık  verenlerin  en  hayırlısıdır. “  ifadelerinde  belirtildiği  gibi,  Rabbimizin  infak  edilen  mal  ve  değeri  eksiltmediğini,  bilakis  arttırdığını,  arttıracağını  görüyoruz.  Zekât,  sadaka,  infak,  ve  şükür  gibi  mali  yönden  yerine  getirilen  ibadetleri  Rabbimiz  Kendisine  verilen  ödünç  olarak  kabul  etmektedir.  Ancak  infak  etmek,  zekât  ile  aynı  şey  değildir.  Bakara  Sûresinin  177. ayetinde "  Yüzlerinizi  batı  ve  doğuya  çevirmek  el  birru  /  iyi  olan  kimse,  takva  /  iyi  adamlık /  iyi  insanlık  değildir.  Ama  iyi  adamlar  /  iyi  insanlar, ….. malını  akrabalara  /  yakınında  bulunanlara,  yetimlere,  miskinlere,  yolcuya  ve  dilenenlere  ve  özgürlüğü  olmayanlara  çok  sevdiğinden  veren  ve  salatı  ikame  eden,  zekâtı  /  vergiyi  veren  kimselerdir "  ifadelerinde  gördüğümüz  gibi  zekât / vergi  ile  infakın / fazla  malın  ve  paranın  ihtiyacı  olanlara  verilmesinin  aynı  şey  olmadığı  belirtilmektedir. Ayette  görüldüğü  gibi  zekât  ve  infak / verginin  verilmesi  ve  malın  harcanması  ayrı  ayrı  ele  alınmıştır. Bu  nedenle  kavram  ve  uygulama  olarak  birbirine  karıştırılmaması  gerekir. Zekâtın  müminlerin  devletine  kamu  yararına  verdikleriyle  ayakta  tutan  olduğu,  infakın  ise  bireylerin  yardıma  ve  korumaya  muhtaç,  yetim  ve  düşkün  insanlara  ve  yardım  kurumlarına   yapılacak  mali  bir  yardım  olduğu  hatırda  tutulmalıdır.  Sadaka  da  bir  ayrıntısı  ile  devletin  yanı  sıra  ihtiyacı  olanlara  verilmesinden  dolayı  infakın  bir  başka  çeşididir.  Ali  İmran  Sûresinin  92. ayetinde “ Sevdiğiniz  şeylerden  vemâ  tünfikû /  infak  etmedikçe  /  Allah  yolunda  harcamadıkça  asla  “ iyi  adamlık “ mertebesine  eremezsiniz. Ve  siz  her  neyi  tünfikû  /  infak  ederseniz  /  bağışlarsanız  kesinlikle  Allah  onu  en  iyi  bilendir. “ ifadelerinde  gördüğümüz  gibi  infak,  sevilen  değerlerden,  kişinin   kendisinin  yediğinin,  giydiğinin,   kullandığının  aynısından,  kalitelisinden,  temizinden  ve  sağlamından  yapılmadığı  takdirde  makbul  olamayacağı  dile  getirilmektedir.

Bakara  Sûresinin  195. ayetinde  “  Ve  enfikû  sebil  / Ve  Allah  yolunda  malınızı  harcayın,  kendinizi  ellerinizle  tehlikeye  bırakmayın  ve  iyileştirin  / güzelleştirin.  Şüphesiz  Allah  iyileştirenleri - güzelleştirenleri  sever. “  ifadeleriyle  de  kullanılabilir,  ihtiyaçtan  fazla  olan  malın  infak  edilmesi,  muhtaç  insanlar  için  harcanması  istenmektedir,  bu  davranışın  Müslümanlar  için  daha  iyi  ve  Allah  katında  çok  daha  makbul  olduğu  dile  getirilmektedir.  Ayetten  anladığımıza  göre  toplumda  infak  etmek  fedakârlığı  olmazsa,  aksi   durumda  o  toplumda  felâket  kaçınılmaz  olur.  Varlıklı  insanların  aşırı  lüks  ve  israfa  kapılmaları,  servet  birikimiyle  kenz  yapmaları,  birikimlerini  yatırıma,  istihdama,  üretime  yöneltmemeleri  nedenleriyle,  istismar  ederek  kazanç  sağladıkları  fakirleri,  çalışanları,  emekçileri  düşünmemeleri,  gerekli  ölçüde  infakı  yapmamaları,  vergiyi  yeterince  ödememeleri,  çoğalan  işsizlerin,  yoksulların  kendilerine  kıskançlık  ve  kin  duymalarına  neden  olur.  Bunun  sonucunda  da  toplumsal,  sosyal  patlamalar,  taşkınlıklar,  huzursuzluklar,  tepkiler  ortaya  çıkar.  İnfak  ise  insanlar  arasında   servet  düşmanlığı  duygusunu,  kini  ve  nefreti  ortadan  kaldırır,  dayanışma  ile  zengin  ve  fakir  sınıfları   arasındaki  mesafeyi  daraltır,  Refahı  yaygınlaştırır,  insanlar  arasında  sevgi  ve  kardeşliği  yaygınlaştırır.  Bu nedenle  infak  dini  ve  manevi  hikmetleri  yanı  sıra  toplumda  sosyal  adaleti  sağlamakta  da  önemli  bir  rol  oynamaktadır.

Kenz,  define,  yer  altında  saklı  kalmış,  değerli  eşya,  para,  altın  demektir.  Terim  olarak  da  “  Üretime,  istihdama,  ticarete  katılmayan,  istiflenen,  biriktirilen,  bankada,  yastık  altında,  kasada  tutulan  ve  havaici  asliyenin  dışında  kalan  demektir.  Tevbe  Sûresinin  35. ayetinde  “ O  gün  keneztüm  /  biriktirdikleri  altın  ve  gümüşlerin  üstü  cehennem  ateşinde  kızdırılacak  da  bunlarla  alınları,  yanları  ve  sırtları  dağlanacak :  İşte  bu  kendi  canınız  için  saklayıp  biriktirdiğiniz  şeydir.  Haydi  şimdi  tadın  şu  biriktirmiş  olduğunuz  şeyleri. “  denilerek  yapılan  biriktirme  yanlışlıkları  için  çok  ciddi  uyarılar  görüldüğü  gibi   biriktirilen,  istiflenen  her  türlü  değer,  para,  altın,  döviz,  mal,  mülk,  evler,  lüks  ve  son  model  pahalı  arabalar,  han,  hamam,  yalılar,  katlar,  lüks  villalar  kenz /  biriktirme  hastalığının  kapsamına  girer.  Havaici  asliye  bir  kimsenin  ömür  boyu  içinde  oturacağı  orta  derecede  evi,  içine  donatacağı  eşyaları,  yıl  boyunca  giyecekleri,  yiyecekleri,  çalışma  ortamı,  gerekli  olan  araçları,  alet  ve  edevatı,  yine  orta  derecede  binit  aracı,  borçlarının  tamamı  ve  beraberinde  bir  yıllık  kendisinin  ve  ailesinin  geçimini  sağlayacak  mali  imkânlarıdır.  Eğer  iş  istihdamı  için  yapabileceği  yatırımlar,  çocukları  için  yapacağı  harcamalar  olacaksa  onların  da  toplamıdır. Bu  ölçü  ve  sınır  kişilere,  konumlarına,  yaşadıkları  koşullara  göre  değişir.  Vicdanen  de  sınırı  kendisinin  belirlemesi  gerekir.  Bu  ölçüler  çerçevesinde  Rabbimiz  Bakara  Sûresinin  219. ayetinde  “  Ve  Yine  sana  neyi  infak  edeceklerini  /  Allah  yolunda  harcayacaklarını  soruyorlar.  De  ki  :  İhtiyaçtan  fazlasını  yunfikun  /  harcayın.  Allah  iyiden  iyiye  düşünürsünüz  diye  ayetlerini  işte  böyle  sizin  için  ortaya  koyuyor. “  ifadeleriyle  belirtildiği  gibi  kişinin  belirleyeceği  ihtiyacından  /  Havaici  asliyesinden  fazlasını  Allah  yolunda  ve  insanların  yararına  harcamalarını  ve  infak  etmelerini  istemekte,  ölçüsünü  de  bizzat  Rabbimiz  kişilerin  vicdanlarıyla  belirleyeceklerini  ortaya  koymaktadır. 

Kenz /  biriktirme  ve  cimrilik  konusunda  Hadid  Sûresinin  7 - 11. ayetlerinde  de  “  Allah  ve  Elçisine  inanın. Sizi  kendisine  sonradan  sahip  yaptığı  şeylerden  Allah  yolunda  harcayın.   Başta  kendi  yakınlarınız  olmak  üzere  başkalarının  nafakalarını  sağlayın.  Artık  sizden  inanan  ve  harcayan  kimseler ;  Kendileri  için  büyük  karşılık  vardır.  Kimdir  o,  Allah’a  güzel  bir  ödünç  verecek  olan  kişi  Allah  da  onun  için  kat  kat  arttırsın !  Onun  için  şerefli  bir  ödül  de  vardır. " ifadeleriyle  Allah’ın  kullarından  gereksiz  yere  biriktirmeden,  cimrilik  ve  istifleme  hastalığına  kapılmadan,  ihtiyaçlarından  fazlasını  ihtiyacı  olanlar  için  harcayarak  infak  etmenin  önemi  ve  şekli  konusundaki   isteklerini,  Enfal  Sûresinin  27 – 28. ayetlerinde  ise “  Şüphesiz  mallarınızın  ve  evlatlarınızın,  kesinlikle  imtihan  aracı ;  sizi  dinden  çıkaracak  birer  varlık  olduğunu  ve  kesinlikle  de  Allah  katında  çok  büyük  ecir  olduğunu  bilin. “  denilerek  de  sahip  olunan  gereğinden  fazla  biriktirilen  ve  harcanmayan  malların,  çok  ciddi  bir  sınav  olduğu  uyarıları  yapılmaktadır. 

Toplum  olarak  Müslümanların  iş  ve  aş’a,  istihdama,  üretime  ihtiyaçları  varken,  servetin,  altın,  gümüş  ve  dövizin  biriktirilip,  istiflenerek,  ya  da  ikinci,  üçüncü  ve  lüks  evlere  ve  her  yıl  değiştirilen  araçlara  harcanması  Müslümanlıkla   bağdaşmaz.  Sebe  Sûresinin  37. ayetinde  “  Ve  sizi  huzurumuza  yaklaştıracak  olan,  mallarınız  ve  evlatlarınız  değildir.  Ancak  kim  iman  eder  ve  düzeltmeye  yönelik  işleri  yaparsa,  işte  onlar,  kendileri  için  yaptıklarına  karşı  kat  kat  karşılık  olanlardır.  Ve  onlar  yüksek  köşklerde  güven  içindedirler. “ ifadeleriyle  Allah’ın  ayetlerine  iman  ederek  ve  inanarak  toplumsal  paylaşımlarda  bulunup,  insanların  sıkıntılarını  gidermede  fedakârlık  yapacak  olanlara  karşılık  verilecek  ödüllerden  söz  edilmekte,  Münafikun  Sûresinin  9 – 11.  ayetlerinde  infak  etmek  imanın  bir  göstergesi  sayılmakta,  Nur  Sûresinin  42. ayetinde  de  “  Mülküs  semavati  /  Göklerin  ve  yeryüzünün  hükümranlığı  yalnızca  Allah’a  aittir.  Dönüş  de  ancak  Allah’adır. ”  ifadeleriyle  mülk  Allah’a  ait  olduğuna  göre,  Ali  İmran  Sûresinin  14. ayetinde  “  Kadınlara,  oğullara,  kantar  kantar  yığılmış  altın  ve  gümüşe,  salma  atlara,  etinden  ve  sütünden  yararlanılan  hayvanlara  ve  ekinlere  duyulan  tutkulu  aşırı  istek,  insanlara  süslü  /  çekici  kılındı.  Bunlar  basit  dünya  hayatının  kazanımıdır.  Ve  Allah,  varılacak  güzel  yer  Kendi  katında  olandır. ”  İfadeleriyle  belirtildiği  gibi  malın  tamah  edilecek,  göz  dikilecek  bir  şey  olmadığına,  bir  imtihan  aracı  ve  dünya  süsü  olduğuna  göre  dünya  mallarına,  güzelliklerine,  süsüne  tutkuyla  bağlanılmasından  ziyade  Ahiret  hayatının  ve  Allah  katındaki  kurtuluşun  çok  daha  önemli  olduğu  önem  kazanmaktadır.

Yine  Tekasür  Sûresinin  1- 8. ayetlerinde  de  dile  getirildiği  gibi  çoğaltma  yarışının  dünyayı  ve  kişinin  kendi  hayatını  daha  bu  dünyada  yaşarken  cehenneme  çevireceğine  göre,  bunları  bilerek  inanan  bir  kimsenin  infak  etmesi  hiç  de  zor  olmasa  gerektir.  ( Mezarlıkta  Okunan  Tekasür  Suresi  başlıklı  makalemize  bakabilirsiniz )  Müminun  Sûresinin  62. ayetinde  de  “  Ve  Biz,  hiç  kimseyi,  gücünün  yettiğinden  başkası  ile ;  kapasitesi  dışındaki  bir  şeyle  yükümlü  tutmayız. “  denilerek  insanların  yapabilecekleri  harcamalar  ve  infaklar  konusunda  sınır  konulmakta,  kolaylaştırılarak  teşvik  edilmektedir. Bu  nedenlerle  Kişinin  ölmeden  evvel,  ihtiyacından  fazlası  malıyla,  mülküyle  başkaları  için  harcamada  bulunması,  infak  etmesi,  hayırlı  işlerde  malını,  servetini  kullanması,  meşru  yollardan  ve  haklı  kazançlarla  çok  çalışıp  servetini  arttırması,  zengin  olması,  bunları  yatırıma  yönelterek  çok  sayıda  insana  istihdam  yaratması,  bugünkü  ekonomi  sisteminde  çalmadan  vergisini  tam  olarak  yatırması  Allah  katında  çok  değerli  görülmekte  ve  onaylanmaktadır.  Fakat  o  servetin  kendisi,  ailesi  ve  çocuklarının  güvencesinin  sağlanmasından  sonraki  gerektiğinden  ve  ihtiyaçtan  fazlasının  toplumsal  dayanışmada  kullanılmaması,  ölene  kadar  elde  tutulması,  miras  bırakılması  veya  kamuya  emanet  edilmiş  değerlerin  yöneticiler  tarafından  çarçur  edilmesi,  israfa  ve  talana  yönelinmesi   ise  Allah  katında  çok  hayırlı  bir  davranış  olarak  görülmemektedir.  Eninde  sonunda  Allah’a  dönecek  olan  kişinin  bırakacağı  tek  miras,  Kur’ana  göre  imanla  oluşturulmuş  bir  yaşam  ve  amel  olmalıdır.  Allah’ın  selamı,  rahmeti  ve  salat  etmenin  mali  yönündeki  paylaşmalarla  taçlandırılmış  hayat  sizinle  olsun !..

ALLAH  DOĞRUSUNU  EN  İYİ  BİLENDİR !  RAHMETİ  VE  KUR’AN  BİZE  YETER !

Temel  Kaynak :  HAKKI  YILMAZ  ( Tebyin  ül  Kur’an )

PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR

BAŞLIKLAR
TAKİP ET