Yüce Kitabımız Kur'anda Nuh Sûresinin 17. ayetinde " Vallahu enbetekum minel ardi nebata " ifadeleriyle Allah’ın yeryüzünde topraktan bir bitki olarak bitirdiğini söyleyerek yarattığı ve aşama aşama geliştirerek akıl, vicdan ve irade verdiği ve düşünme yetisiyle ünsiyet kazandırdığı, sosyal bir varlık olan insanoğlu, kendini bilmeye başladığı ilk zamanlardan itibaren gökyüzünün azametine bakarak merak etmeye başlamıştır. Uçsuz bucaksız gökyüzünü, Güneş’i, Ay’ı ve yıldızları hep izlemiş ve sorgulamıştır. İnsan aklının sınırlarını zorlayan bu kadar devasa yapıya sahip olan Kâinattaki denge ve düzen içerisindeki hareketler, tarih boyunca da düşünürlerin dikkatini çekmiştir. Buna ilişkin de tarih ve çağlar boyunca bir çok fikir ve teori ortaya atılmıştır.
Evrenin yaratılışı ile ilgili ilk önemli teoriyi, antik çağlarda M.Ö.4. yüzyılda düşünce sahasında bir ekol olan Aristo ile görüyoruz. Aristo felsefesinde bir Yaratıcı ( Allah ) vardır. Allah değişmez, fakat değişimin sebebidir. Nesneler dünyasında değişim, ancak değişimin kendisi dışında bir etken sebebiyle mümkündür. Aristo, Kompleks canlıların daha basit canlılardan oluştuğunu reddeder, canlıların mevcut halleriyle evrendeki son biçimlerini taşıdıklarını söyler. Orta çağda da skolastik felsefe, Aristo felsefesini esas alır, fakat din etkisiyle Aristo’nun Allah anlayışıyla hakim olan Hristiyanlık anlayışı ve Allah görüşü birbiriyle tam uyuşmamaktadır.
Orta çağda biraz daha ilkellikten sıyrılmış toplumlarda, değişik peygamberler aracılığıyla vücut bulmaya başlamış İslam’ın son kitabı Kur’anda, Yoktan Yaratma, ilk kez yapma anlamında olan Fatır başlıklı Sûre bulunduğu gibi, 1. ayetinde de " Tüm övgüler, gökleri ve yeri yoktan yaratan, melekleri / haberci ayetlerle doğal güçleri ikişer, üçer, dörder şiddet biriminde elçiler yapan Allah'a özgüdür, başkası övülemez..." ifadeleriyle var oluş ve yaratma ile ilgili olarak verdiği temel mesaj, Allah’ın bir ve tek Yaratıcı olduğu, bütün Evrenin, Kâinatın ve bütün Alemlerin, Onun tarafından yaratıldığı inancıdır. Alem : Kâinat, Evren, mahlukat, mevcudat, felek, yaratılmışların tümü, yeryüzündeki ve gökyüzündeki maddi ve manevi ( görünen, görünmeyen, boyutlu, boyutsuz, madde, enerji ) bütün varlıklar, Evrende var olan her şey, alemi oluşturmaktadır. Kâinattaki varlıkların her bir türü de ayrı ayrı alemdir. İnsanlar alemi, hayvanlar alemi, gökyüzü alemi, yeryüzü alemi, ruhlar alemi gibi…Kitabımız Kur'anda da yaratılış ve ayrıntıları ile ilgili çok sayıda ayet yer almaktadır.
ARAF 54 : Şüphesiz ki sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde / evrede oluşturan, sonra arşa istiva eden / en büyük taht üzerinde egemenlik kuran, gündüzü durmadan kovalayan gece ile bürüyen ve Güneş, Ay ve yıldızları emrine boyun eğmiş olarak yaratan Allah’tır. İyi biliniz ki oluşturma ve sistemler kurup yürütme sadece O’na özgüdür. Alemlerin Rabbi olan Allah, ne cömerttir.
MÜLK 3 – 4 : O yedi göğü, birbiri üzerine uyumlu olarak oluşturandır. Rahman’ın oluşturmasında bir çatlaklık, uygunsuzluk görmezsin. Haydi gözünü döndür, bir bozukluk görüyor musun ? Sonra gözünü iki kere daha döndür. Gözün aciz olarak ve çok bitkin olduğu halde sana dönecektir.
Ayette, Allah'ın Evreni altı günde oluşturdu ifadesiyle paralel olarak, her birinin dünya zamanına göre ne kadar olduğu da bugünün bilim adamlarınca tahminen ortaya konmakta, altı evrenin ayrıntıları da belirtilmektedir. Bu altı evrenin toplam zamanı ise dünya yaşamı zamanına göre, bilimsel olarak hesaplanmış olan 13.7 milyar yıldır. Bu evrelerin hepsi de baştan sona doğru canlıların hayatına hazırlık evreleridir. Kur'anın " Ahseni takvim " ifadesiyle en mükemmel yapıda ve donanımda, kullanabileceği aklı ve bedensel olanakları ile dünyaya ve bütün yaratılmışlara hükmedebilecek olan insan da bu evrelerden en uygun olduğu evrede yaratılmıştır. Ayette “ En büyük taht üzerine egemenlik kuran “ ifadesiyle, müteşabih ve mecazi bir anlatımla, Allah’ın en büyük gücü ve yönetimi Kendi elinde bulundurduğu ve bütün Kâinata hakim olduğu belirtilmektedir. Allah’ın yarattıklarını Kendisinin yöneteceği, kimseyi, kimseye yönettirmeyeceği anlatılmaktadır. Ayrıca devasa gökler araştırılıp incelendiğinde, çok büyük bir ihtişamla karşılaşılacağı, o ihtişama bakılarak Yaratıcının muhteşemliğinin, büyüklüğünün ortaya çıkacağı, o ihtişama ve azamete gözlerin dahi ulaşamayacağı, aciz kalacağı vurgulanmaktadır.
Milattan Sonra 8. yüzyıldan itibaren İslam dünyasında da bu şekildeki yaratılışa inanmakla beraber, nasıl ve ne zaman sorularına cevap aramak için farklı farklı düşünce akımları ortaya çıkmıştır. Kelam alimleri, akıl yoluyla İslam inançlarını savunmuşlar, İlâhi irade, insan iradesi ve özgür seçimi ile kader ( ölçü ) denilen Allah’ın yaratma ve hayatın devamı ile ilgili oluşturduğu yasaları esas almışlardır. Bu düşünceler, batı filozofları üzerinde de etkili olmuştur. İslam aleminde de bir grup düşünür, Aristo felsefesinin etkisinde kalmıştır. Bu düşünce sisteminde akıl ve mantık çıkış noktası olarak alınmaktadır. Temel meselelerde İslam’a dayanmakla birlikte, Allah’ın yaratmadaki kanunları, kuralları, ilkeleri ve hükümlerini içeren Sünnetullah ve Tevhit inancına, madde ve enerji kavramlarının ayrıntılarına, hatta dünyanın yuvarlak olduğunun bilgisinden de yoksun olarak vakıf olunamadığı için, Kur'ana aykırı Tasavvufi görüşler de ortaya çıkmıştır. Bu düşünce ekolünün öncüleri, El Kindi, Serahsi, Farabi, İbn i Miskeveyh, İbni Sina, İbn i Rüşt olmuştur.
El Kindi, ( 801 - 873 ) 9. yüzyılda yaşamış fakat Kur'anın dışında fena fillah / Allah'ta yok olmak, Vahdeti Vücut inancındaki Tasavvufun etkisinde kalmış, Platon ve Aristoteles görüşlerinin sentezini yapmıştır. İslam düşünce tarihinin ilk filozoflarındandır. Felsefenin amacının Tanrıya erişmek olduğunu öne sürmüştür. Ona göre bu yolda ilk basamak akıl yürütmektir, Tanrı mutlak Bir'dir, şekli, niteliği, niceliği, maddesi yoktur, göreli ve fiziksel bir varlık değildir. Felekler ( Yaratılan Evren ve bütün alemler ) nefs’ten sudur eder, külli iradenin düşüncesinden taşar, felsefe de Allah’a varma çabasıdır. Hakikatı bulma aklın görevidir. Madde, aklın iradesi altındadır. Nefs ise maddi varlık dünyası ile ilâhi alem arasındadır. “ Sonlu olan bir şeyin, kendiliğinden var olması düşünülemez. Bundan dolayı alemin yaratılmış olduğu ve bir Yaratıcısının bulunduğu kabul edilmek durumundadır. “ demiş, Alem’in, Evrenin, bütünüyle tam teşekküllü kozmik bir canlı ve arasında boşluk bulunmayan bir tek cisim, varlık olduğunu ileri sürmüştür. Evrenin etrafını da küresel biçimde kaplayan kabuğuna da “ Felek “ adını vermiştir. O’na göre nedensellik “ Neden, nedenliden daha üstündür. “ temelinde Tabiat anlamsız bir iş yapmaz, akıl gücü en etkili güçtür. Bundan dolayı da el Kindi'ye göre tam kudret sahibi olan Allah’ın, tümüyle kozmik varlığı, Evrendeki her şeyi içinde barındıran tek bir canlı şeklinde yarattığını inkâr etmek mümkün değildir. ( Fakat bu düşünceler temel olarak Kur'anın onaylamadığı Tasavvufi inancın temellerini oluşturan düşüncelerden başka bir şey değildir. )
Yine aynı dönemde yaşamış olan Farabi, ( 872 - 951 ) Aristo felsefesiyle, İslam’ın tanımladığı Allah kavramını birleştirerek, “ Allah bütün varlıkları Kendi iradesiyle ve ilmiyle yokluk aleminden yaratmıştır. Yaratılış ve değişmeler her an Onun Tasarrufu altında devam etmektedir, Allah koyduğu birtakım müeyyideler ile de insanın sosyal hayatına ve davranışlarına müdahale etmektedir. “ Bu düşüncelerine ulaşabilmek için de Eflatun / Platon Felsefesinden istifade ederek Neoplaton ve İsmailiye kökenine dayanan ve düşünen Allah'ın Kendi zatını bilmesi, varlığın ondan çıkmasına neden olmuş, bilgi ve düşünce eyleme illet teşkil etmiştir diyen kabulleriyle böylece külli iradenin düşünce taşması olan “ Sudur “ teorisini ortaya atmıştır. Bu teoriye göre, Allah birdir ve varlıklar ondan zorunlu olarak sudur etmiş, fışkırmış ve dışa vurmuştur. Bu düşünceye göre ise, Evrenin bir bakıma Allah’ın iradesi olmadan kendiliğinden ortaya çıktığı anlayışı kabul ediliyordu. Bu bağlamda sebep - sonuç nedensellik ilkesine göre Filozofun bilgisi de külli olacaktır, bundan dolayı " Filozofun yapması gereken şey, kendi gücü ölçüsünde Allah'a benzemektir. " demiştir. ( Risale fima yenbagi sa. 62. ) Bu teori Allah’ın hür iradesindeki İslam anlayışına ters düştüğü için tenkit edilmiştir. Buna rağmen daha sonra bu teoriler birçok Mürşit tarafından Kur'anın onaylamadığı Tasavvufun Vahdeti Vücut inancına temel oluşturulmuştur.
12. yüzyılda yaşamış İbn i Rüşt’e göre de Alem’e ilk hareketi Allah vermiştir. O’ndan ilk hareketi alan alem, yine Allah tarafından kendisine konulmuş olan ve hepsi de Allah'ın ayetleri olan, Tabiat kanunları denilen nedensellik / illiyet sebep - sonuç esasına göre kendi kendini idare etmektedir. O’na göre Allah, ilk prensiptir, ilk ve saf formdur, her şeyin gayesidir, Alem’in düzenleyicisidir, nazımıdır ve bütün sebeplerin sahibidir. Kur'an paralelinde aklın kullanılmasını ön plana çıkaran bilimsel yaklaşımlara uygun teorilerine rağmen, İmam Gazali'nin mürted ilan etmesinden dolayı Bağdat'ta kurulan Nizamiye Medresesinde Müslümanlara İbni Rüşt ve İbni Sina okutulmamış fakat maalesef gericiliğin, Sufiliğin ve Tasavvufun orta doğudaki mimarı İmam Gazali okutulmuştur.
18. yüzyıldan itibaren aydınlanma felsefesiyle beraber, toplum, din, devlet ve eğitim, aklın ilkelerine göre düzenlenmeye başlamıştır. Kant ile deneycilik ve akıl birleştirilmiş, Darvin’in doğal seleksiyon ile evrim kavramı zirveye çıkmış, Lamarck, bütün canlıların merdiven basamakları gibi basitten karmaşığa doğru ilerlediğini belirtmiştir. Tabiatın devamlı olarak kompleks yapıları yıkarak birleştirdiğini, canlı varlıkların ise bu basit yapıları, elementleri birleştirerek tekrar kompleks yapıya dönüştürdüğünü ileri sürmüştür.
Bugüne geldiğimizde ve yaşadığımız bu dönemde ise, ilerleyen bilim, gelişen akıl ve teknoloji ile Evrenin bir başlangıcının olduğu, yok iken bir anda büyük bir patlama / saçılma ile var olduğu modern Fizik tarafından, pek çok deney, gözlem ve hesaplamalarla ispatlanmış, kurulan gözlem istasyonları ve laboratuarları ile, Enam Sûresinin 101. ayetinde “ O gökleri ve yeri yoktan var edendir. “ ifadesine paralel olarak, yaratılmanın Allah tarafından maddenin sıfır hacimden, yani yokluktan yaratılma olduğu hiç tartışmasız hale gelmiştir. Yaratılmanın, Evrendeki değişimlerin, gelişmenin, basamaklarının Kur’anın bize 14 asır önce verdiği ipuçlarıyla paralel olacak şekilde bugün pek çok ayrıntısına bilimsel olarak ulaşılmıştır. Evrenin bir başlangıcının olduğu “ Big Bang “ ( Büyük patlama / dağılma ) denilen teoriyle ispatlanmıştır. Bu teorinin temelinde ilk önce 1929 yılında Hubble teleskobu ile yıldızların, gezegenlerin, galaksilerin birbirlerinden uzaklaştıkları gözlemlenmiş, bununla Evrenin sürekli genişlediği ispat edilmiştir. Halbuki yine günümüzden tam 14 asır önce, insanların Evrenle ilgili bilgilerinin son derece kısıtlı olduğu, hatta dünyanın yuvarlak olduğunun dahi bilinmediği zamanlarda, Yüce Kitabımız Kur’anda, Enbiya Sûresinin 30. ayetinde " Ve şu kâfirler, gökler ve yer bitişik bir halde idi de Bizim o ikisini ayırdığımızı ve hayatı olan her şeyi sudan oluşturduğumuzu görmediler mi ? " Zariyat Sûresinin 47. ayetinde " Ve sema / gökyüzü, evren Biz onu kudretimizle sağlamca bina ettik. Hiç şüphesiz Biz genişleticileriz. " denilen ifadelerle aynı “ Big Bang “ teorisinin ortaya koyduğu gibi, tüm Evrenin, yokluk, adeta sıfır bir hacimde bir arada iken ayrılıp genişlemesiyle ortaya çıktığının bilgileri ip ucu olarak aktarılmaktadır. Kâfirler ifadesiyle de aslında o günün inkârcılarına değil, bilakis bilimin geldiği noktaya göre hala Allah'ın varlığına inanmayan, Arap dili inceliklerini ve kurallarını bilmedikleri halde yanlış yapılmış çevirileri göstererek Kur'anı karalamak için bahaneler arayan bugünün Ateistlerine gerekli uyarı gönderilmektedir.
Ayetlerin ifadesiyle aynı zamanda insanlar, adeta gözlem ve araştırma yapmaya davet edilmektedirler. Çünkü gözlem ve araştırmalarla elde edilen tüm delillerle Evrende çok dikkate değer bir kodlamanın ve düzenin mevcut olduğunun görüleceği anlatılmaya çalışılmaktadır. Aynı zamanda da genişlemenin hala devam ettiği anlaşılmaktadır. Bugün işte bu araştırmalar sonucunda da Evren genişlediğine göre, zamandan geriye gidildiğinde ise, çok daha küçük bir Evren, onun öncesinde de sıfır hacimle yokluk olan düşünceye varılmıştır. Bilim de yokluk anlamına gelen maddenin sıfır hacmindeki sıcaklığının, deneyler ve ekstrapolasyon matematik hesaplamalarıyla bugün - 273 derece santigrat olması gerektiğini ispat etmiştir. Bu bilgiler aynı zamanda tek bir noktanın büyük bir saçılmayla bir anda Evrenin yokluktan oluştuğu sonucunu ortaya koymuştur. Bu teoriyle Evrenin bir başlangıcının olduğunun kabulü, reddiyeci materyalistlerin Evrenin iç dinamikleri ile hareket ettiği teorisini yıkmaktadır.
Kendisini ateist olmak için körü körüne şartlandırmayan pek çok bilim adamı, bugün Evrenin yaratılışında sonsuz güç sahibi bir Yaratıcının ( Allah’ın ) varlığını kabul etmiştir. Bu bağlamda Amerikalı Astrofizikçi Hugh Ross ; “ Zaman, enerjinin ve değişimlerle / Entropinin, olayların meydana geldiği boyuttur. Eğer madde ve enerji patlamayla birlikte ortaya çıkmışsa, o zaman Evreni meydana getirenin, Evrendeki zaman ve mekândan tamamen bağımsız olması gerekir. Bu bize Yaratıcının Evrendeki tüm boyutların üzerinde olduğunu gösterir. Aynı zamanda Yaratıcının, bazılarının savunduğu gibi Evrenin kendisi olmadığını ve Evreni kapladığını, sadece Evrenin içindeki bir güç olmadığını kanıtlar. “ diyerek Yaratıcının tüm boyutların üzerinde başka bir formda olduğunu açıklamıştır.
Yüce Rabbimiz Allah Evreni, madde ve enerji olmak üzere iki kökenden gelen varlıklardan yaratmıştır. Aslında Evrenin yaratılması olan ve “ Büyük Oluşum “ denilmesi gereken ve yaklaşık 13.7 milyar yıl önce gerçekleşen “ Big Bang “ denilen büyük saçılma olayı, çok büyük bir enerjinin baskı altına alınarak kütleye dönüştürülüp, sonucunda Evren ve içindeki maddelerin oluşturulmasıdır. Yüce Rabbimizin Rad Sûresinin 8. ayetinde “ Herşey O’nun katında bir ölçü iledir. “ ve Rahman Sûresinin 5. ayetinde de “ Güneş ve Ay bir hesap ile akıp gitmektedir “ dediği gibi bu olay aslında en ince ayrıntılarına varıncaya kadar hesaplanmış, planlanmış ve kurgulanmış bir olaydır. Bu madde ve enerjiye yüklenmiş olan bilinç ve kurgu hala hiç sapmadan işlemektedir ve kıyamet kopuncaya kadar da devam edecektir. Big Bang denetimsiz rastgele bir saçılma değildir. Eğer böyle olsaydı meydana gelen parçacıklar, eylemsizlik ilkesi uyarınca çok büyük bir hızla saçılır, gider, belirli, düzenli bir Evreni oluşturamazdı. Çünkü görülmektedir ki Evrendeki bütün olaylar ve değişimler, bir düzen ve dengeye ulaşma eğilimi ile hareket etmektedir. Fakat bugün hala bilim ve gelişen teknoloji “ Big Bang “ teorisiyle çok büyük madde ve enerji saçılmasına neden olan etkinin ne olduğunu, Allah’ın bu saçılmaya nasıl müdahale ettiğini henüz tam olarak açıklayamamıştır. Bu müdahale başka bir boyut ve formda yapıldığı için gayb olarak kalacak, insan aklı ve teknolojisi ne kadar gelişirse gelişsin, belki de dünya aklı ile hiç açıklanamayacaktır.
Allah, Evreni hassas bir düzen, denge ve ölçü ile yaratmıştır. Atmosferdeki gazların yapısından, oranına, dünyanın sıcaklığına, her sıcaklıkta bir metre küp hacmindeki havanın taşıyabileceği su buharı miktarına, yağmurun veya karın yağma koşullarıyla düşüş hızına, dünyanın çekirdeğindeki demirin miktarına, insanın bildiği ve bilmediği hepsi de Allah'ın ayetleri olan sayısız kanunlarla belirlenmiş ayrıntılara varıncaya kadar hepsi birbirine bağlı değişimler, sonuçlar oluşturmaktadır. Evrendeki tüm kütlelerde büyüklükleri oranında bir manyetik alan ve dipol momenti ile çekim ve itme kuvveti bulunmaktadır. Dünyamızın kütlesinin ve dönme hızının oluşturduğu çekim kuvveti, denizleri, canlı ve cansız bütün varlıkları Dünya üzerinde kalmasını sağlamaktadır. Bu çekim kuvveti ve dünyayı kuşatmış olan atmosfer tabakası, yapısı ve özellikleri ile Dünya üzerindeki ekolojik dengeyi kuracak ve canlıların varlıklarını sürdürebilecekleri şekilde çok hassas bir ayardadır. Fakat yaratılma ile Evren, uzay ve dünyamız üzerindeki bu hassas dengeler, bir anda sağlanmamış, ilk saçılmadan sonra 13.7 milyar yıl süren bir zaman içerisindeki evrimler, basamaklar, aşamalar ve değişmelerle ancak bugünkü bu hassas dengesine ulaşılmıştır. Evrenin her köşesinde ulaşılan denge, başka bir dengeye ulaşmak için de sürekli olarak yine neden sonuç ilişkisine göre bir Entropi değişimi göstermektedir.
Bilimsel araştırmalara göre Evrenin ilk oluşumundan yaklaşık 9 milyar yıla kadar geçen zamanda, üzerinde yaşadığımız dünyamız henüz teşekkül etmemiş durumdadır. Bugün son yıllarda yapılan “ Cern “ deneyi araştırmalarında da sonuç olarak elde edilen noktalardan birisi de Evrenin oluşumunun basamaklarından birinin de sıvı halde olduğudur. Ancak bu sıvı ifadesi bizim hayatımızda kullandığımız su ve sıvı maddeler gibi algılanmasın, Çünkü fizik ve kimya bilimine göre kullandığımız şeffaf görünümündeki cam da, akışkan herhangi bir madde de aslında bir sıvıdır. Hud Sûresinin 7. ayetinde " Ve Allah, hanginizin daha güzel amel işleyeceğini imtihan etmek için gökleri ve yeri altı evrede oluşturandır. Evren önce su halinde idi. O’nun tahtı su üzerindeydi. Allah o evrede de egemendi, planlayıp yönetendi. " ifadeleriyle bu aşamalara dikkat çekilmekte, Evrenin önce akışkan / sıvı halde olduğu dile getirilmektedir. Bugün artık bilimsel çalışmalarla Evrenin gerçekten altı evreden geçirildiği ispat edilmiş, bu kurgulamalarla oluşan dengenin, ancak üstün bir akıl olmadan sağlanamayacağını kabul etmişlerdir. Bu nedenle Kur'ana baktığımız zaman da Necm Sûresinin 5. ayetinde de Rabbimiz kendisini Zumira / Üstün akıl olarak tanıtmaktadır.
Ayetteki ifadelerle Kur’anın mucize olduğunu bir kez daha görmekteyiz. Bize 14 asır önce, bugün ispatlanmış olan Evrenin ilk hallerinden birinin sıvı olduğu gerçeği belirtilmektedir. Bu sıvı ve plazma halindeki Evrenin sıcaklığının trilyonlarca derece olacağı hiç tartışmasızdır. Bundan dolayı da oluşan bütün maddeler de sıvı haldedir. Ayette yer alan " taht " ifadesi, Arap toplumunda gücün ve hakimiyetin sembolüdür. Bu nedenle ayette “ O’nun tahtı su üzerindeydi, Allah o evrede de egemendi. “ ifadeleriyle mecazi olarak Allah’ın ve gücünün o evrede, o zamanda da duruma hakim olduğu, çekip çevirdiği oluşumları yönettiği, bu durumun da Allah’ın oluşturmadaki planlamalarının bir parçası olduğu anlatılmaya çalışılmaktadır. Bugün hala dünya merkezinin sıcaklığı çok yüksektir, buradaki Demir, Kalsiyum, Magnezyum, Aliminyum ve Silisyum metalleri de hala sıvı haldedir. Volkanik patlamalarla yeryüzüne çıkan sıvı haldeki bu maddelere de mağma denir.
Bilimsel araştırmalara göre milyarlarca yıl süren soğumaların ardından, Evrendeki toz bulutlarının bir kısmının yoğunlaşması ile dünyamızın oluşumu 4.5 milyar yıl önce başlamakta, bulunan en eski kaya parçasının yaşı 3.8 milyar yıl olarak hesaplanmıştır. Demek ki dünyamızın soğuyarak katılaşıp kabuk tutması da 700 milyon yıl sürmüştür. Bu zamanda Mars büyüklüğünde bir gök cisminin çarpması ile kopardığı parçadan oluştuğu sanılan Ay, dünyanın çekim alanında kalmış ve uydusu olarak dünya çevresinde dönmeye başlamıştır. İlk dönemlerde çok şiddetli volkanik patlamalarla çıkan gazlar atmosferi, su buharı da soğumalar sonucu okyanusu oluşturmuştur. Atmosferde volkanik aktiviteye bağlı olarak bol miktarda Karbon dioksit, azot, metan, amonyak ve su buharı mevcuttur. Okyanuslar da asitli sudan farksızdır, o esnada serbest oksijen hiç yoktur. Serbest oksijen ise 1.7 milyar yıl önce oluşmaya başlamıştır. Kur’anda da bu oluşumları dile getiren pek çok ayetin var olduğunu görüyoruz.
FUSSİLET 9 : De ki : “ Siz yeryüzünü iki evrede oluşturana gerçekten inanmayacak mısınız ? Bir de O'na eşler koşuyorsunuz ! O alemlerin Rabbidir. 10 : Ve O, yeryüzünde sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler meydana getirdi. Orada araştırıp isteyenler için eşit olarak rızıkları dört evrede ayarladı. 11 : Sonra duman halinde bulunan göğe yerleşti / egemenlik kurdu da ona ve yeryüzüne “ İsteyerek veya istemeyerek gelin “ dedi. İkisi de “ Biz isteyerek geldik “ dediler. 12 : Böylece Allah, onları iki evrede yedi gök olmak üzere gerçekleştirdi ve her göğün kendi işini içine yükledi. Biz en yakın göğü kandillerle ve korumayla süsledik. İşte bu Aziz ve Alim olanın / çok iyi bilenin ayarlamasıdır.
Ayetlerde, Arap dil kültüründeki mecazi anlatımlara dayalı deyimler ve kavramlar ile temelde Evrendeki her nesnenin Allah'a haşyet ile saygısından, itaatinden söz edilerek, Allah’ın yeryüzünü iki evrede oluşturduğunu, yeryüzünün önce bir bütün evresinin olduğunu, yukarıda yer verdiğimiz Enbiya Sûresinin 30. ayetinde de belirtildiği gibi, " yeryüzünü ve göğü birbirinden ayırarak " sonra duman halinde bulunan gökyüzünü ve tabakalarını çokluktan kinaye olarak kullanılan " yedi gök " ifadesiyle de iki evrede oluşturduğunu, her tabakanın da yapması gereken işlevi belirlediğini, gökyüzünü de yıldızlarla donattığını, gökyüzünün daha önceden gaz halinde olduğunu, gaz halindeki bu göklerden, yıldızları, gezegenleri, galaksileri ve diğer gök sistemlerini yaratarak “ Göğe yerleşti, egemenlik kurdu “ ifadesiyle hepsini kontrolü altına aldığını, gerekli kodlamaları yaptığını, uzayın radyasyon ve ışımaların olumsuz etkilerinden koruyacak kural ve kanunlarla önlemleri alarak yarattığını öğreniyoruz. “ Orada bereketler meydana getirdi. “ ifadesiyle milyonlarca yıldır en küçük ve basit canlı varlıktan, insana varıncaya kadar da her türlü mahlukatın faydalandığı bitmez tükenmez yaşam kaynakları anlatılmaktadır. Kur’anda daha pek çok ayette de bu ayrıntılara yer verilmektedir. Peki bugünümüzde gelişmiş bilim ile ortaya çıkan bu gerçekleri 1400 yıl önce ilkel koşuldaki birinin çıkıp da bu kadar kapsamlı ayrıntıları ile anlatması mümkün müdür ? Kur'an bir insan tarafından uydurulmuş bir Kitap olabilir mi ?
BAKARA 29 : O yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için oluşturandır. Sonra da O Sema’ya egemenlik kurdu, onları yedi gök olarak düzenledi. O her şeyi en iyi bilendir.
NAZİAT 27 – 33 : Göğü Allah yaptı, boyunu yükseltti, sonra da onu düzene koydu, gecesini kararttı ve ışığın parlaklığını çıkarttı. Ve ondan sonra sizin ve hayvanlarınız için bir yararlanma olmak üzere yeryüzünü döşedi. Yeryüzünden suyunu ve otlağını çıkardı, dağları da demirledi / sağlam bir şekilde yerleştirdi.
Bu ayetlere bakılırsa, ikisine göre önce yeryüzü, sonra gökyüzü, Naziat Sûresinin ayetlerinde ise önce gökyüzünün, sonra da yeryüzünün yaratıldığı gözükmektedir. Bu ayetlerin düz mantıkla yorumlanmasından dolayı da hangisi önce yaratıldı tereddüdü ortaya çıkarılarak bahane arayan ateistler tarafından tutarsızlık ve çelişki diye sorgulanmaktadır. Halbuki bu ayetlerdeki “ sonra “ edatları zamanın sıralanması için değil, müstakil olarak ayetlerdeki ifadenin sıralanması için kullanılmaktadır. Yasin Sûresinin 82. ayetinde “ Şüphesiz ki O bir şeyi dilediğinde O’nun buyruğu, o şeye “ ol “ demektir. O da hemen oluverir. “ ifadesine göre oluşum sürecinin başlatıldığı için artık buradaki yaratılmanın önceliğini tartışmanın pek anlamı da kalmamaktadır. Çünkü Fussilet Sûresinin 11. ayetinde de Allah, mecazi ve temsili konuşma anlatımı ile “ O’na ve yeryüzüne isteyerek veya istemeyerek gelin. “ diyerek her iki olayın da birlikte ele alındığını ifade etmektedir.
Modern bilim de bu konularda pek çok ayrıntıyı ortaya koymuştur. Bu tespitlere göre ani olarak yaratılış diye bir olay yoktur. Allah, zamandan münezzehtir, biz insanlar ve yaratılmış olan canlı veya cansız bütün varlıklar ise enerji alışverişiyle oluşan Termodinamiğin 2. kanununa göre entropiye ve düzensizlik oluşumuna, zamanın akışına mahkûmuz. Bu nedenlerle gerek Evrenin, gerekse dünyanın ve üzerindeki canlı yaşamın ortaya çıkışı yavaş yavaş işleyen ve her bir oluşumun sonraki oluşum için basamak olduğu uzun süreçlerde gerçekleşmiştir. Bu nedenle bütün varlıkların ilk yaratılışları insanoğlu tarafından gözlemlenememiştir. Evrende ve Dünyada oluşan Fiziksel, Kimyasal ve Biyolojik değişimler, Allah’ın kodladığı, programladığı ve koyduğu kurallar dahilinde oluşmaktadır. Her bir yaratılış, kendi bünyesinde gösterdiği bir evrim ile denge oluşturmaya doğru yönelmektedir.
Dünyanın yaratılışı, yeryüzünün ve gökyüzünün düzenlenmesi ile ilgili modern bilimin önümüze koyduğu bilgilere ana hatlarıyla bakacak olursak ; İlk oluşum esnasında dünyanın yüzeyi sularla kaplıydı. Yerin iç kısımları ise çok sıcaktı. Bu sıcaklık ve milyonlarca yıl süren volkanik faaliyetlerden çıkan gazlarla ve suyun bir kısmının buharlaşmasıyla ilkel bir atmosfer ve volkanik adacıklar oluştu. Atmosfer, toz bulutları ve zehirli gazlarla gri renkte bir görünümde idi. Henüz okyanus yüzeyinde herhangi bir canlının yaşamasına elverişli şartlar oluşmamıştı. Yüksek sıcaklıkla canlı yaşamı için zor koşulların bulunduğu bir ortamda bütün ihtiyaçlarını karşılayabilecek oldukça dayanıklı ilk canlı organizmalar ise 3.5 milyar yıl önce su altında oluştu. Uzun yıllar sonra volkanik faaliyetler yavaşlamaya, dünyanın dış kabuğu soğumaya ve kalınlaşmaya başladı. Volkanik adacıklar ile, yeryüzündeki buharlaşmanın artması ile de kara parçaları büyümeye başladı. Atmosferin daha sonra sıcaklığının düşmesiyle okyanus üzerinde dondurucu bir soğuk hakim olunca yeryüzü buzul görünümüne dönüştü. Manyetik alan azaldı, bu ise dünyanın güneşe biraz daha yaklaşmasına neden oldu. Böylece yer kabuğunun tekrar ısınmasıyla buzullar eridi, kara bulutlar yok olmaya başladı. Atmosferde oksijen gazı birikmeye başladı. Zehirli gazlar azalma sürecine girdi. Yeryüzü hareketleriyle kara parçalarının birbirine geçişiyle sıkışmanın ardından dağlar oluştu. Okyanuslardan buharlaşan suyun yeryüzüne tekrar döngüsel hareketi ile bir denge oluştu, bu ise karalar üzerinde canlı bitki oluşumu ve yaşamına zemin hazırladı. Kur'anımızda da bu gelişmelerle ilgili pek çok ayrıntıyı görmekteyiz.
HİCR 19 : Yer yüzünü de yaydık ve oraya sabit kazıklar / dağlar yerleştirdik. Ve yeryüzünde ölçülmüş her şeyden bitkiler bitirdik. 21 : Ve her şeyin hazineleri yalnız bizim yanımızdadır. Ve Biz onu ancak belli bir ölçü ile indiririz. 22 : Ve Biz, rüzgârları aşılayıcılar olarak gönderdik de gökten bir su indirip sizi onunla suladık.
LOKMAN 10 : Allah, gökleri dayanak olmadan oluşturmuştur, bunu görmektesiniz. Yeryüzünde de size sofra hazırlasın diye sarsılmaz dağlar bıraktı ve oralarda irili ufaklı her canlıdan türetip yayıverdi. Ve Biz gökten su indirdik. Böylelikle orada her değerli çiftten bitki bitirdik.
ENAM 99 : Ve Allah, gökten suyu indirendir. Böylece Biz onunla her şeyin bitkilerini çıkardık. Ondan da birbirlerine benzeyen birbirinin üzerine binmiş taneler, hurmanın tomurcuğundan sarkan salkımları, üzümden bağları, zeytini ve narı çıkardığımız filizi çıkardık.
KAMER 49 : Şüphesiz ki Biz her şeyi, evet her şeyi bir ölçü, ayar ile oluşturduk.
Allah her şeyi bir ölçü ve denge esasına göre yaratmıştır. Bitkilerin çeşidi, büyümesi, yeryüzünün oluşumu evreleri ve sonunda getirildikleri nokta da hep bu ayarlamaların bir sonucudur. Ayetlerle Hikmet sahibi ve her şeye gücü yeten Rabbimizin, bütün gelişmelere ve değişmelere bir ölçü, denge ve sınır koyduğu ve düzenlediği anlaşılmaktadır. Yüce Kitabımız Kur’anda hayvanların yaratılışı ile ilgili de pek çok ayet yer almaktadır.
NUR 45 : Ve Allah, her canlıyı sudan oluşturdu. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürümekte, kimileri iki ayak üzerinde yürümekte, kimi de dört ayak üzerinde yürümektedir. Allah dilediğini oluşturur. Hiç şüphesiz Allah, her şeye en iyi güç yetirendir.
NAHL 5 : Hayvanları O oluşturmuştur. Onlarda sizi ısıtacak şeyler ve birçok yararlar vardır. Siz onlardan bir kısmını da yersiniz.
YASİN 71 : Ve onlar görmediler mi ki, Biz şüphesiz onlar için kudretimizin meydana getirdiklerinden birtakım hayvanlar oluşturduk da onlar, onlara sahip bulunuyorlar. 72 : Ve onları, kendileri için aşağı tutulan varlıklar yaptık. Bu yüzden binekleri onlardandır. Onlardan yiyip duruyorlar da . 73 : Onlardan daha birçok menfaatler ve içecekler var. Hala kendilerine verilen nimetlerin karşılığını ödemeyip nankörlük mü edecekler ?
ENAM 38 : Ve yeryüzünde hiçbir irili ufaklı kıpırdayan canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi önderli topluluk olmasın.
Ayetlerde tüm canlıların tür bazında birbirleriyle bağlarının olduğu, her canlı türünün bu bağlar sayesinde kendi aralarında gruplar oluşturduğu bildirilmektedir. Rabbimizin verdiği bu bilgi, yalanlanması mümkün olmayan Allah’ın yaratmadaki mucizelerinden biridir. Doğaya bakıldığında, kendine özgü yaşam tarzı, fonksiyonu olan canlı türlerinin gerçekten de insanlar gibi hep gruplar halinde yaşadıkları görülmektedir. Her hayvan türü müstakil olarak yaratılmıştır. Eğer bir evrimden söz edilecek olunursa, ancak o türün kendi bulunduğu koşullara uyumu için uğradığı değişimden söz edilebilir. Örneğin Afrika'da yaşayan insanların derisi o koşullarda siyahlaşmakta, güneş ışığını az alan bölgelerde yaşayanların ise beyazlaşmaktadır. Isının büyük ve suyun çok fazla olduğu yağmur ormanlarında hem bitkiler, hem de hayvanlar daha büyük boyuta ulaşmaktadır. Antik çağlarda yağmur ormanlarında yaşayan dev cüsseli hayvanlar da bu evrimlerin bir sonucudur. Bütün bunlar ve bu kadar çok çeşitlilik, Allah’ın büyüklüğünün ve zenginliğinin bir kanıtıdır. Ayette “ Onları kendileri için aşağı tutulan varlıklar yaptık “ ifadesiyle de insanın dışındaki yaratılan bütün canlıların, insanın yararlanması için hizmetine verildiği anlatılmaktadır.
BAKARA 28 – 29 : Siz nasıl küfredersiniz, oysa siz ölüler idiniz de sizlere O, hayat verdi. Sonra sizleri öldürecek, sonra canlandıracaktır. Sonra da Kendisine döndürüleceksiniz. O, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için oluşturandır.
Ayette görüldüğü gibi “ Siz ölüler idiniz de sizlere o hayat verdi. “ ifadesiyle, Rabbimiz Evreni, Kâinatı ve Dünyayı önce ölü olarak nitelendirdiği metallerden, elementlerden, atomlardan, moleküllerden yaratmış ve daha sonra da Evrenin ve Dünyanın koşullarını canlıların yaşamına uygun hale getirdikçe, hayatı yaratarak, hayat vererek canlıları, önce basit yapılı hücrelerle bitkileri, daha sonra hayvanları ve en sonunda da canlı varlık türü olarak insanları yaratmıştır. Ve yeryüzünde ne varsa, hepsini de insanlar için oluşturduğunu ifade etmektedir.
Tarih ve modern bilim, ilk insan hakkında oldukça ayrıntılı ve zaman da bildirerek bize pek çok bilgi sunmaktadır. Bu bilgilere göre 1.8 milyon yıl önce yeryüzünde var olmuş olan ilk insan Homo Erektüsler, iki ayak üzerinde yürüyen insanların ilk atası olarak, ilk defa Orta Asya’da ortaya çıkmıştır. Genleri de bugünkü insanın genleri ile aynı yapıyı taşımaktadır. Homo Sapiens adı verilen, iki ayak üzerinde, gelişmiş beyne sahip olan, soyut düşünebilen, konuşma kabiliyeti olan akıllı insan türünün de zamanımızdan 300 bin yıl önceye dayandığı ortaya konmuştur. Bilim insan yaşamındaki tarihsel evrimini kanıtlarla ortaya koyarken, Yüce Kitabımız Kur’an da, aynı bu paralellikte, bilimle örtüşür şekilde, üstelik de ilk insanın nasıl yaratılarak aşama aşama geliştirildiğini, evrimden geçirildiğini ayrıntıları ile anlatan pek çok ayeti görmekteyiz.
HİCR 26 : Ve andolsun ki Biz, insanı / görünen ve bilinen varlıkları çınlayan kilden / topraktan işlenebilen çamurdan / halden hale girebilen bir maddeden yarattık.
NUH 14 : Oysa O sizi gerçekten tavır tavır / aşama aşama oluşturmuştur. 17 : Ve Allah sizi yeryüzünde bir bitki olarak bitirdi.
Bu ayetlerden hiç tartışmasız, Allah’ın insanı çamur, toprak, kil dediği ve topraktaki karbon, azot, fosfor, hidrojen, çinko, demir, magnezyum, kalsiyum ve havadan alınan oksijen gibi elementlerden oluşturarak önce bir bitki olarak yarattığını, daha sonra aşama aşama yapısını geliştirerek eşeysiz üreme ile eşini yarattığını, Kur’anın başka ayetleri ile de yapısının nasıl donatıldığını ve eşli olarak da çoğalmanın nasıl olduğunu öğreniyoruz.
Modern Bilimin ortaya koyduğu gen bilgileri ve Kur’anın bu ayetleri ile, hem Darvin’in doğal seleksiyonla insanın 500 çeşit canlının birleşmesiyle evriminin insan üzerindeki teorisi yıkılmakta hem de teolojik olarak insanın cennette yaratılan Adem peygamberden çoğaldığı inancının yanlış olduğunu ortaya koymaktadır. ( Adem ve İnsan başlıklı yazımıza bakabilirsiniz ) Kur’an ayetlerine göre insan, belki de milyonlarca yıl süren fakat kendi yapısı üzerindeki bir evrim ile bu günkü yapısına kavuşturulmuştur. Bunu da Kur’anın İnsan Suresinin 1. ayetinde “ İnsan üzerine henüz kendisi değersiz / anılabilecek bir şey değilken, milyonlarca yıl geçti mi ? Elbette ki geçti. “ ifadelerinden anlıyoruz.
Bugün geldiğimiz noktada, Allah’ın Evreni 2 evrede, yeryüzünü 2 evrede, gökyüzünü 2 evrede olmak üzere toplam 6 evrede yarattığını söylemesine karşılık, bilim, Evrenin oluşturulmasını birinci evrenin 8 milyar, ikinci evrenin 4 milyar yıl gibi, diğer evreleri daha daralan milyon yıl sürelerindeki basamaklarıyla, aşamalarıyla, çağlarıyla, zaman dilimleriyle, isimlendirerek, bitkilerin, hayvanların ve insanların geçirdiği evrimi, pek çok ayrıntısı ile ortaya koymuştur. Bu ayrıntılara ana hatlarıyla ve özet olarak bakacak olursak :
* Dünyamızın 4.5 milyar yıl önce başlayan oluşumuna göre, çekirdekli ve fotosentez yapabilen ilk hücrelerin ortaya çıkmasıyla, tek hücreli canlılar yaşamının belirtileri 1.5 milyar yıl önce başlamıştır. İlk ortaya çıkan bu canlıları Bilim adamları, Arkeyalar ( Çekirdeksiz Bakteriler ), Gerçek Bakteriler, Ökaryotlar ( Hayvanlar, bitkiler, mantarlar, algler, çekirdekli organizmalar ) olmak üzere üç sınıfa ayırmışlardır.
* Çok hücreli canlıların oluşumu 1 milyar yıl önce, Alglerin oluşumu 900 milyon yıl önce, deniz anasının oluşumu 680 milyon yıl öncedir. Ondan sonraki dönemler de değişik isimlerde dört zamana ayrılarak oluşan canlıların ve hayvanların sınıfları ve türleri belirlenmiştir.
* 1. Zamanda 400 milyon yıl öncesinden itibaren örümcek, akrep, kırk ayak gibi eklembacaklılar ve böceklerin türleri ortaya çıkmış, 350 milyon yıl öncesine gelince denizdeki omurgalılar karaya çıkmaya başlamış, karada büyük yapraklı eğrelti otları çoğalmıştır. 300 milyon yıl öncesinden itibaren çok yoğun bitki örtüsünün hakim olduğu yağmur ormanları oluşmuş, kabuklu deniz hayvanları, omurgalılar, balık, eğrelti otları türemiştir. Dev boyutlu böcekler, akrepler dolaşmaya başlamış, karaya uyum sağlayan dev sürüngenler çoğalmıştır.
2. Zamanda 240 milyon yıl öncesinden itibaren dev Dinozorlar, Memeliler, Sürüngenler ve Kuşlar çoğalmış, yeryüzüne hakim olmuşlardır. Bu zamanın sonunda artan volkanik aktivite, patlamalar ve depremler ile atmosfer koşulları canlı yaşamını olumsuz etkilemeye başlamış, ışığın azalması, fotosentezi etkilemiş, bitki örtüsü azalmış, iklimsel bir doğal felaketle canlı yaşamının neredeyse yüzde 95 i telef olmuş, ortadan kalkmıştır. Hepsi de bugünün kömür, doğal gaz ve petrol kaynakları haline dönüşmüştür.
3. Zamanda 65 milyon yıl öncesinden itibaren Dinozorların ve dev sürüngenlerin yok oluşuyla başlayan bu devirde memeli hayvanların türleri ortaya çıkmaya başlamış, çeşitlilik artmış, iklim ılımanlaşmış, zaman ilerledikçe balina gibi memelilerin boyutları büyümüştür. Günümüzün kuşlarının ataları da ilk defa bu dönemde ortaya çıkmıştır. 38 milyon yıl öncesine gelindiğinde ise dünya buzul çağı dönemine girmiş, dünyada çok soğuk bir hava hüküm sürmüş, güney kutbu tamamen buz olmuştur. Bu devirde atlar, yırtıcı memeliler, gergedan ve geyik türleri ortaya çıkmıştır. 24 – 5 milyon yıl arasındaki döneme gelindiğinde iklim yeniden ılımanlaşmaya başlamış ve dünya ısınmıştır. Bununla beraber ilk insan yapısı görünmeye başlamıştır. 5 – 1.6 milyon yıl öncesine gelindiğinde ise dünya tekrar bir buzul çağı dönemine girmiştir.
4. Zamanda 1.6 milyon yıl öncesine gelindiğinde ise son buzul çağı sona ermiş, dünya tekrar ısınmaya başlamış, ılıman bir iklim hakim olmuş ve bugünkü orta doğu bölgesinde yerleşik, tarım ve hayvancılıkla uğraşan insan toplulukları görülmeye başlamıştır.
Bugüne geldiğimizde bilim adamlarının en çok merak ettikleri ve araştırma yaptıkları konulardan birisi, yeryüzünde mevcut olan cansız varlıklardan, canlanmaların nasıl sağlandığıdır. Bu amaçla çok yönlü laboratuar ve deney çalışmaları ile araştırmalar yapılmaktadır. Bilim, bitkilerin en küçük yapı taşları olan formaldehit moleküllerinin polimerizasyon ile oluşturduğu, glikoz, nişasta ve seliloz yapılarını, bir hücreli bakteri ve virüsten neredeyse var olan bütün hayvan türlerine varıncaya kadar, sınıflandırmalarla hayvanların ve insanların yapı taşı olan amino asit, protein, RNA ve DNA ile gen yapılarına ve en ince ayrıntılarına varıncaya kadar ulaşmış, bu yapı taşlarını laboratuvarlarda sentez etmeyi başarmış ama bir türlü temelde cansız varlıklardan oluşturdukları bu sentezlerin canının / ruhun Allah tarafından nasıl verildiği bilgisine ulaşamamıştır. Elbette ki Allah’ın verdiği akıl ve irade ile insanoğlu bilimsel araştırmalarını sürdürecek ve ileride bizim şu an bilemediğimiz pek çok bilgiye de ulaşabilecektir. Ancak, yaratılışta ilâhi Kudret, Allah’ın ilmi ve iradesinin esas olduğu unutulmamalıdır. Görülmekte, deneylerle de ispatlanmakta olduğu gibi, her olay bir neden ve sonuç ilişkisi içinde çözümlenmekte, Allah’ın yarattığı kanunlar ve hükümler çerçevesinde gerçekleşmektedir. Değişik faktörler ve kanunlar iş yapıyor gibi görünse de mutlak Meşiet ( irade ) ve yaratma zaten Allah’a aittir. Allah, kesintisiz olarak her an sürekli bir oluşum ve yaratış içerisindedir. Yaşamın içindedir, Evrenin, Kâinatın, Gökyüzünün, Yeryüzünün her zerresindedir.
Milyarlarca yıl önce yaratıldığını öğrendiğimiz Evren, elbette ki neredeyse bütün filozofların ortak görüşü ve bizim de inancımız olarak sonlu yaratılmıştır. Madem ki Evren ulaştığı denge sonucunda sınırlı ve sonlu bir düzen birikimine sahiptir ve insanoğlunun da bilinçsiz bir katkısıyla entropiye / düzensizliğe doğru kaçınılmaz bir biçimde hızla termodinamik bir dengeye doğru yol almaktadır, entropisi / düzensizliği büyümektedir, bu nedenle de çok derin iki kaçınılmaz sonuç yaklaşıyor demektir. Ya Evren sonunda ağır ağır yuvarlanarak kendi entropisi / düzensizliği içerisinde ısı ölümüyle ölecektir, ya da ebedi olarak yaratılmamış olduğundan, dengesi, konulmuş olan son sınıra gelmiş olarak ölecektir. Kur'anın pek çok ayette belirttiği, tasvir ettiği gibi kıyamet, belki de çok yakın zamanda gerçekleşecektir.
Bugün dünyanın sonunu hazırlayan sebepler birer birer kendisini göstermekte, doğa olaylarındaki anormalliklerle kutupların eridiği, dünyayı güneş ışınlarından ve radyasyondan koruyan ozon tabakasının delindiği, inceldiği, atmosfer içerisinde artan karbon dioksit gazlarının sera vazifesi ile dünyanın dengesinin olumsuz etkilendiği gibi pek çok alametler görülmekte, bilimsel gelişme ve bulgularla düzensizliğin / entropinin, depolanan enerjinin büyüdüğü matematiksel olarak ortaya konulmaktadır. Kur’anda da zaten ayetlerle, Evrenin yaratılmaya başlandığı duruma döndürüleceği, her şeyin adı konulmuş bir müddet için sona doğru akıp gittiği, sonunda her şeyin tekrar Allah’a döndürüleceği çok çarpıcı ve etkili ayetlerle anlatılmaktadır.
ENBİYA 104 : Biz göğü, kitapların dürüldüğü gibi dürdüğümüz zaman, oluşturmaya ilk başladığımız gibi katımızdan verilmiş bir söz olarak, onu yeniden var edeceğiz. Şüphesiz Biz yapanlarız.
FATIR 13 : Allah geceyi gündüze sokuyor, gündüzü de geceye sokuyor. Güneşi ve Ayı insanlığın yararlanacağı yapı ve işleyişte yaratmıştır. Hepsi adı konmuş bir müddet için akıp gidiyor.
CUMA 8 : De ki : “ Şüphesiz sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, kesinlikle size kavuşacaktır. Sonra görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği ve algılanabilen her şeyi bilene döndürüleceksiniz. O size yapmış olduğunuz şeyleri haber verecektir.
Kur’anda ölümün, Evrenin ve dünyanın sonu olarak belirtilen kıyamet belirtilerinin, bu derece çok ayrıntı ile ortada olmasına, vaadedilen sonun, kıyametin mutlaka geleceğinin ısrarla bildirilmesine rağmen, dünya üzerinde hala kendi sonunu düşünmeyen, Allah’tan korkmayan ve hırsla dünya nimetlerine bağlı birçok insanın var olması çok düşündürücüdür. Hala ölüm gerçeğini kendilerinin çok uzağında olduğunu zannetmektedirler. Herkes bir an önce aklını kullanmalı, muazzam Kâinatı yaratan, Evreni ve dünyayı milyarlarca yıl süren bir değişimle düzene sokan ve dengeye kavuşturan, insanları en mükemmel şekilde yaratarak akıl ve irade ile donatan, bitkileri, hayvanları, doğanın bütün olanaklarını ve güzelliklerini, sayısız nimeti insanın hizmetine veren Yüce Rabbimiz Allah’a, nankörlük etmeden şükrün eda edilmesi, insan olmayı başarabilen herkesin kaçınılmaz mecburiyetidir. Bunun yolu da daha fazla zaman geçirmeden, geç kalınmadan insan için önerilen dosdoğru yolun yegâne kaynağı olan kitabımız Kur’an ile Allah’a yönelmektir.
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
Dünyanın Evrimi : Dr. Can Gürgen
Yeryüzü ve Gökyüzünün Düzenlenmesi : Mesut Bigalıoğlu
İslam Alimleri Ansiklopedisi
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR