Konu Detay

EVRENİN VE DÜNYANIN YARATILIŞI

 15.10.2017
 2172

Yüce  Kitabımız  Kur'anda  Nuh  Sûresinin  17. ayetinde  "  Vallahu  enbetekum  minel  ardi  nebata "  ifadeleriyle  Allah’ın  yeryüzünde  topraktan  bir  bitki  olarak  bitirdiğini  söyleyerek  yarattığı  ve  aşama  aşama  geliştirerek  akıl,  vicdan  ve  irade  verdiği  ve  düşünme  yetisiyle  ünsiyet  kazandırdığı,  sosyal  bir  varlık  olan  insanoğlu,  kendini  bilmeye  başladığı  ilk  zamanlardan  itibaren  gökyüzünün  azametine  bakarak  merak  etmeye  başlamıştır. Uçsuz  bucaksız  gökyüzünü,  Güneş’i,  Ay’ı  ve  yıldızları  hep  izlemiş  ve  sorgulamıştır. İnsan  aklının  sınırlarını   zorlayan  bu  kadar  devasa  yapıya  sahip  olan  Kâinattaki  denge  ve  düzen  içerisindeki  hareketler,  tarih  boyunca  da  düşünürlerin  dikkatini  çekmiştir.  Buna  ilişkin  de  tarih  ve  çağlar  boyunca  bir  çok  fikir  ve  teori  ortaya  atılmıştır.

Evrenin  yaratılışı  ile  ilgili  ilk  önemli  teoriyi,  antik  çağlarda  M.Ö.4. yüzyılda  düşünce  sahasında  bir  ekol  olan  Aristo  ile  görüyoruz. Aristo  felsefesinde  bir  Yaratıcı ( Allah )  vardır.  Allah  değişmez,  fakat  değişimin  sebebidir. Nesneler  dünyasında  değişim,  ancak  değişimin  kendisi  dışında  bir  etken  sebebiyle  mümkündür.  Aristo,  Kompleks  canlıların  daha  basit  canlılardan  oluştuğunu  reddeder,  canlıların  mevcut  halleriyle  evrendeki  son  biçimlerini  taşıdıklarını  söyler. Orta  çağda  da  skolastik  felsefe,  Aristo  felsefesini  esas  alır,  fakat  din  etkisiyle  Aristo’nun  Allah  anlayışıyla  hakim  olan  Hristiyanlık  anlayışı  ve  Allah  görüşü  birbiriyle  tam  uyuşmamaktadır.

Orta  çağda  biraz  daha  ilkellikten  sıyrılmış  toplumlarda,  değişik  peygamberler  aracılığıyla  vücut  bulmaya  başlamış  İslam’ın  son  kitabı  Kur’anda,  Yoktan  Yaratma,  ilk  kez  yapma  anlamında  olan   Fatır  başlıklı  Sûre  bulunduğu  gibi,  1. ayetinde  de  "  Tüm  övgüler,  gökleri  ve  yeri  yoktan  yaratan,  melekleri / haberci  ayetlerle  doğal  güçleri  ikişer,  üçer,  dörder  şiddet  biriminde  elçiler  yapan  Allah'a  özgüdür,  başkası  övülemez..."  ifadeleriyle  var  oluş  ve  yaratma  ile  ilgili  olarak  verdiği  temel  mesaj,  Allah’ın  bir  ve  tek  Yaratıcı  olduğu,  bütün  Evrenin,  Kâinatın  ve  bütün  Alemlerin,  Onun  tarafından  yaratıldığı  inancıdır.  Alem :  Kâinat,  Evren,  mahlukat,  mevcudat,  felek,  yaratılmışların  tümü,  yeryüzündeki  ve  gökyüzündeki  maddi  ve  manevi  ( görünen,  görünmeyen,  boyutlu,  boyutsuz,  madde,  enerji )  bütün  varlıklar,  Evrende  var  olan  her  şey,  alemi  oluşturmaktadır.  Kâinattaki  varlıkların  her  bir  türü  de  ayrı  ayrı  alemdir. İnsanlar  alemi,  hayvanlar  alemi,  gökyüzü  alemi,  yeryüzü  alemi,  ruhlar  alemi   gibi…Kitabımız  Kur'anda  da  yaratılış  ve  ayrıntıları  ile  ilgili  çok  sayıda  ayet  yer  almaktadır.

ARAF  54  : Şüphesiz  ki  sizin  Rabbiniz,  gökleri  ve  yeri  altı  günde  /  evrede  oluşturan,  sonra  arşa  istiva  eden /  en  büyük  taht  üzerinde  egemenlik  kuran,  gündüzü  durmadan  kovalayan  gece  ile  bürüyen  ve  Güneş,  Ay  ve  yıldızları  emrine  boyun  eğmiş  olarak  yaratan  Allah’tır.  İyi  biliniz  ki  oluşturma  ve  sistemler  kurup  yürütme  sadece  O’na  özgüdür.  Alemlerin  Rabbi  olan  Allah,  ne  cömerttir.

MÜLK  3 – 4 :  O  yedi  göğü,  birbiri  üzerine  uyumlu  olarak  oluşturandır.  Rahman’ın  oluşturmasında  bir  çatlaklık,  uygunsuzluk  görmezsin.  Haydi  gözünü  döndür,  bir  bozukluk  görüyor  musun ? Sonra  gözünü  iki  kere  daha  döndür.  Gözün  aciz  olarak  ve  çok  bitkin  olduğu  halde  sana  dönecektir.

Ayette,  Allah'ın  Evreni  altı  günde  oluşturdu  ifadesiyle  paralel  olarak,  her  birinin  dünya  zamanına  göre  ne  kadar  olduğu  da  bugünün  bilim  adamlarınca  tahminen  ortaya  konmakta,  altı  evrenin  ayrıntıları  da  belirtilmektedir. Bu  altı  evrenin  toplam  zamanı  ise  dünya  yaşamı  zamanına  göre,  bilimsel  olarak  hesaplanmış  olan  13.7  milyar  yıldır.  Bu  evrelerin  hepsi  de  baştan  sona  doğru  canlıların  hayatına  hazırlık  evreleridir. Kur'anın  "  Ahseni  takvim "  ifadesiyle  en  mükemmel  yapıda  ve    donanımda,  kullanabileceği  aklı  ve  bedensel  olanakları  ile  dünyaya  ve  bütün  yaratılmışlara  hükmedebilecek  olan  insan  da  bu  evrelerden  en  uygun  olduğu  evrede  yaratılmıştır.  Ayette  “ En  büyük  taht  üzerine  egemenlik  kuran “  ifadesiyle,  müteşabih  ve  mecazi  bir  anlatımla,  Allah’ın  en  büyük  gücü  ve  yönetimi  Kendi  elinde  bulundurduğu  ve  bütün  Kâinata  hakim  olduğu  belirtilmektedir.  Allah’ın  yarattıklarını  Kendisinin  yöneteceği,  kimseyi,  kimseye  yönettirmeyeceği  anlatılmaktadır. Ayrıca  devasa  gökler  araştırılıp  incelendiğinde,  çok  büyük  bir  ihtişamla  karşılaşılacağı,  o  ihtişama  bakılarak  Yaratıcının  muhteşemliğinin,  büyüklüğünün  ortaya  çıkacağı,  o  ihtişama  ve  azamete  gözlerin  dahi  ulaşamayacağı,  aciz  kalacağı  vurgulanmaktadır.

 Milattan  Sonra  8. yüzyıldan  itibaren  İslam  dünyasında  da  bu  şekildeki  yaratılışa  inanmakla  beraber,  nasıl  ve  ne  zaman  sorularına  cevap  aramak  için  farklı  farklı  düşünce  akımları  ortaya  çıkmıştır.  Kelam  alimleri,  akıl  yoluyla  İslam  inançlarını  savunmuşlar,  İlâhi  irade,  insan  iradesi  ve  özgür  seçimi  ile  kader ( ölçü ) denilen  Allah’ın  yaratma  ve  hayatın  devamı  ile  ilgili   oluşturduğu  yasaları  esas  almışlardır. Bu  düşünceler,  batı  filozofları  üzerinde  de  etkili  olmuştur. İslam  aleminde  de  bir  grup  düşünür,  Aristo  felsefesinin  etkisinde   kalmıştır. Bu  düşünce  sisteminde  akıl  ve  mantık  çıkış  noktası  olarak  alınmaktadır. Temel  meselelerde  İslam’a  dayanmakla  birlikte,  Allah’ın  yaratmadaki   kanunları,  kuralları,  ilkeleri  ve  hükümlerini  içeren  Sünnetullah  ve  Tevhit  inancına,  madde  ve  enerji  kavramlarının  ayrıntılarına,  hatta  dünyanın  yuvarlak  olduğunun  bilgisinden  de  yoksun  olarak  vakıf  olunamadığı  için,  Kur'ana   aykırı  Tasavvufi  görüşler  de  ortaya  çıkmıştır. Bu  düşünce  ekolünün  öncüleri,  El  Kindi,  Serahsi,  Farabi,  İbn i  Miskeveyh,  İbni  Sina,  İbn i  Rüşt  olmuştur.

El  Kindi, ( 801 - 873 ) 9. yüzyılda  yaşamış  fakat  Kur'anın  dışında  fena  fillah  /  Allah'ta  yok  olmak,  Vahdeti  Vücut  inancındaki  Tasavvufun  etkisinde  kalmış,  Platon  ve  Aristoteles  görüşlerinin  sentezini  yapmıştır.  İslam  düşünce  tarihinin  ilk  filozoflarındandır.  Felsefenin  amacının  Tanrıya  erişmek  olduğunu  öne  sürmüştür. Ona  göre  bu  yolda  ilk  basamak  akıl  yürütmektir,  Tanrı  mutlak  Bir'dir,  şekli,  niteliği,  niceliği,  maddesi  yoktur,  göreli  ve  fiziksel  bir  varlık  değildir.  Felekler  ( Yaratılan  Evren  ve  bütün  alemler )  nefs’ten  sudur  eder,  külli  iradenin  düşüncesinden  taşar,  felsefe  de  Allah’a  varma  çabasıdır.  Hakikatı  bulma  aklın  görevidir. Madde,  aklın  iradesi  altındadır. Nefs  ise  maddi  varlık  dünyası  ile  ilâhi  alem  arasındadır. “ Sonlu  olan  bir  şeyin,  kendiliğinden  var  olması  düşünülemez.  Bundan  dolayı  alemin  yaratılmış  olduğu  ve  bir  Yaratıcısının  bulunduğu  kabul  edilmek  durumundadır. “  demiş,  Alem’in,  Evrenin,  bütünüyle  tam  teşekküllü  kozmik  bir  canlı  ve  arasında  boşluk  bulunmayan  bir  tek  cisim,  varlık  olduğunu  ileri  sürmüştür.  Evrenin  etrafını  da  küresel  biçimde  kaplayan  kabuğuna  da  “ Felek “  adını  vermiştir.  O’na  göre  nedensellik  “  Neden,  nedenliden  daha  üstündür. “  temelinde  Tabiat  anlamsız  bir  iş  yapmaz,  akıl  gücü  en  etkili  güçtür.  Bundan  dolayı  da  el  Kindi'ye  göre  tam  kudret  sahibi  olan  Allah’ın,  tümüyle  kozmik  varlığı,  Evrendeki  her  şeyi  içinde  barındıran  tek  bir  canlı  şeklinde  yarattığını  inkâr  etmek  mümkün  değildir. ( Fakat  bu  düşünceler  temel  olarak  Kur'anın  onaylamadığı  Tasavvufi   inancın  temellerini  oluşturan  düşüncelerden  başka  bir  şey  değildir. )

Yine  aynı  dönemde  yaşamış  olan  Farabi, ( 872 - 951 )  Aristo  felsefesiyle,  İslam’ın  tanımladığı  Allah  kavramını  birleştirerek, “  Allah  bütün  varlıkları  Kendi  iradesiyle  ve  ilmiyle  yokluk  aleminden  yaratmıştır.  Yaratılış  ve  değişmeler  her  an  Onun  Tasarrufu  altında  devam  etmektedir,  Allah  koyduğu  birtakım  müeyyideler  ile  de  insanın  sosyal   hayatına  ve  davranışlarına  müdahale  etmektedir. “  Bu  düşüncelerine  ulaşabilmek  için  de  Eflatun / Platon  Felsefesinden  istifade  ederek  Neoplaton  ve  İsmailiye  kökenine  dayanan  ve  düşünen  Allah'ın  Kendi  zatını  bilmesi,  varlığın  ondan  çıkmasına  neden  olmuş,  bilgi  ve  düşünce  eyleme  illet  teşkil  etmiştir  diyen kabulleriyle   böylece  külli  iradenin  düşünce  taşması  olan  “ Sudur “  teorisini  ortaya  atmıştır. Bu  teoriye  göre,  Allah  birdir  ve  varlıklar  ondan  zorunlu  olarak  sudur  etmiş,  fışkırmış  ve  dışa  vurmuştur.  Bu  düşünceye  göre  ise,  Evrenin  bir  bakıma  Allah’ın  iradesi  olmadan  kendiliğinden  ortaya  çıktığı  anlayışı  kabul  ediliyordu.  Bu  bağlamda  sebep - sonuç  nedensellik  ilkesine  göre  Filozofun  bilgisi  de  külli  olacaktır,  bundan  dolayı  "  Filozofun  yapması  gereken  şey,  kendi  gücü  ölçüsünde  Allah'a  benzemektir. "  demiştir. ( Risale  fima  yenbagi  sa. 62. ) Bu  teori  Allah’ın  hür  iradesindeki  İslam  anlayışına  ters  düştüğü  için  tenkit  edilmiştir. Buna  rağmen  daha  sonra  bu  teoriler  birçok  Mürşit  tarafından  Kur'anın  onaylamadığı  Tasavvufun  Vahdeti  Vücut  inancına  temel  oluşturulmuştur.

12. yüzyılda  yaşamış  İbn i  Rüşt’e  göre  de  Alem’e  ilk  hareketi  Allah  vermiştir. O’ndan  ilk  hareketi  alan  alem,  yine  Allah  tarafından  kendisine  konulmuş  olan  ve  hepsi  de  Allah'ın  ayetleri  olan,  Tabiat  kanunları  denilen  nedensellik / illiyet  sebep - sonuç  esasına  göre  kendi  kendini  idare  etmektedir. O’na  göre  Allah,  ilk  prensiptir,  ilk  ve  saf  formdur,  her  şeyin  gayesidir,  Alem’in  düzenleyicisidir,  nazımıdır  ve  bütün  sebeplerin  sahibidir. Kur'an  paralelinde  aklın  kullanılmasını  ön  plana  çıkaran  bilimsel  yaklaşımlara  uygun  teorilerine  rağmen,  İmam  Gazali'nin  mürted  ilan  etmesinden  dolayı  Bağdat'ta  kurulan  Nizamiye  Medresesinde  Müslümanlara  İbni  Rüşt  ve  İbni  Sina  okutulmamış  fakat  maalesef  gericiliğin,  Sufiliğin  ve  Tasavvufun  orta  doğudaki  mimarı  İmam  Gazali  okutulmuştur.

18. yüzyıldan  itibaren  aydınlanma  felsefesiyle  beraber,  toplum,  din,  devlet  ve  eğitim,  aklın  ilkelerine  göre  düzenlenmeye  başlamıştır.  Kant  ile  deneycilik  ve  akıl  birleştirilmiş,  Darvin’in  doğal  seleksiyon  ile  evrim  kavramı  zirveye  çıkmış,  Lamarck,  bütün  canlıların  merdiven  basamakları  gibi  basitten  karmaşığa  doğru  ilerlediğini  belirtmiştir.  Tabiatın  devamlı  olarak  kompleks  yapıları  yıkarak  birleştirdiğini,  canlı  varlıkların  ise  bu  basit  yapıları,  elementleri  birleştirerek  tekrar  kompleks  yapıya  dönüştürdüğünü  ileri  sürmüştür.

Bugüne  geldiğimizde  ve  yaşadığımız  bu  dönemde  ise,  ilerleyen  bilim,  gelişen  akıl  ve  teknoloji  ile  Evrenin  bir  başlangıcının  olduğu,  yok  iken  bir  anda  büyük  bir  patlama  / saçılma  ile  var  olduğu  modern  Fizik  tarafından,  pek  çok  deney,  gözlem  ve  hesaplamalarla  ispatlanmış,  kurulan  gözlem  istasyonları  ve  laboratuarları  ile,  Enam  Sûresinin  101. ayetinde  “  O  gökleri  ve  yeri  yoktan  var  edendir. “  ifadesine  paralel  olarak,  yaratılmanın  Allah  tarafından  maddenin  sıfır  hacimden,  yani  yokluktan  yaratılma  olduğu  hiç  tartışmasız  hale  gelmiştir.  Yaratılmanın,  Evrendeki  değişimlerin,  gelişmenin,  basamaklarının  Kur’anın  bize  14  asır  önce  verdiği  ipuçlarıyla  paralel  olacak  şekilde  bugün  pek  çok  ayrıntısına  bilimsel  olarak  ulaşılmıştır.  Evrenin  bir  başlangıcının  olduğu  “  Big  Bang  “ ( Büyük  patlama / dağılma ) denilen  teoriyle  ispatlanmıştır. Bu  teorinin  temelinde  ilk  önce  1929  yılında  Hubble  teleskobu  ile  yıldızların,  gezegenlerin,  galaksilerin  birbirlerinden  uzaklaştıkları  gözlemlenmiş,  bununla  Evrenin  sürekli  genişlediği  ispat  edilmiştir. Halbuki  yine  günümüzden  tam  14  asır  önce,  insanların  Evrenle  ilgili  bilgilerinin  son  derece  kısıtlı  olduğu,  hatta  dünyanın  yuvarlak  olduğunun  dahi  bilinmediği  zamanlarda,  Yüce  Kitabımız  Kur’anda,  Enbiya  Sûresinin  30. ayetinde   Ve  şu  kâfirler,  gökler  ve  yer  bitişik  bir  halde  idi  de  Bizim  o  ikisini  ayırdığımızı  ve  hayatı  olan  her  şeyi  sudan  oluşturduğumuzu  görmediler  mi ? "   Zariyat  Sûresinin  47. ayetinde  "  Ve  sema /  gökyüzü,  evren  Biz  onu  kudretimizle  sağlamca  bina  ettik.  Hiç  şüphesiz  Biz  genişleticileriz. "  denilen  ifadelerle  aynı  “ Big  Bang “  teorisinin  ortaya  koyduğu  gibi,  tüm  Evrenin,  yokluk,  adeta  sıfır  bir  hacimde  bir  arada  iken  ayrılıp  genişlemesiyle  ortaya  çıktığının  bilgileri  ip  ucu  olarak  aktarılmaktadır.  Kâfirler  ifadesiyle  de  aslında  o  günün  inkârcılarına  değil,  bilakis  bilimin  geldiği  noktaya  göre  hala  Allah'ın  varlığına  inanmayan,  Arap  dili  inceliklerini  ve  kurallarını  bilmedikleri  halde  yanlış  yapılmış  çevirileri  göstererek  Kur'anı  karalamak  için  bahaneler  arayan  bugünün  Ateistlerine  gerekli  uyarı  gönderilmektedir.  

Ayetlerin  ifadesiyle  aynı  zamanda  insanlar,  adeta  gözlem  ve  araştırma  yapmaya  davet  edilmektedirler. Çünkü  gözlem  ve  araştırmalarla  elde  edilen  tüm  delillerle  Evrende  çok  dikkate  değer  bir  kodlamanın  ve  düzenin  mevcut  olduğunun  görüleceği  anlatılmaya  çalışılmaktadır.  Aynı  zamanda  da  genişlemenin  hala  devam  ettiği  anlaşılmaktadır. Bugün  işte  bu  araştırmalar  sonucunda  da  Evren  genişlediğine  göre,  zamandan   geriye  gidildiğinde  ise,  çok  daha  küçük  bir  Evren,  onun  öncesinde  de  sıfır  hacimle  yokluk  olan  düşünceye  varılmıştır.  Bilim  de  yokluk  anlamına  gelen  maddenin  sıfır  hacmindeki   sıcaklığının,  deneyler  ve  ekstrapolasyon  matematik  hesaplamalarıyla  bugün  - 273  derece  santigrat  olması  gerektiğini  ispat  etmiştir. Bu  bilgiler  aynı  zamanda  tek  bir  noktanın  büyük  bir  saçılmayla  bir  anda  Evrenin  yokluktan  oluştuğu  sonucunu  ortaya  koymuştur. Bu  teoriyle  Evrenin  bir  başlangıcının  olduğunun  kabulü,  reddiyeci  materyalistlerin  Evrenin  iç  dinamikleri  ile  hareket  ettiği  teorisini  yıkmaktadır.

Kendisini  ateist  olmak  için  körü  körüne  şartlandırmayan  pek  çok  bilim  adamı,  bugün  Evrenin  yaratılışında  sonsuz  güç  sahibi  bir  Yaratıcının ( Allah’ın )  varlığını  kabul  etmiştir.  Bu  bağlamda  Amerikalı  Astrofizikçi  Hugh  Ross ;  “  Zaman,  enerjinin  ve  değişimlerle  / Entropinin,  olayların  meydana  geldiği  boyuttur.  Eğer  madde  ve  enerji  patlamayla  birlikte  ortaya  çıkmışsa,  o  zaman  Evreni  meydana  getirenin,  Evrendeki  zaman  ve  mekândan  tamamen  bağımsız  olması  gerekir.  Bu  bize  Yaratıcının  Evrendeki  tüm  boyutların  üzerinde  olduğunu  gösterir.  Aynı  zamanda  Yaratıcının,  bazılarının  savunduğu  gibi  Evrenin  kendisi  olmadığını  ve  Evreni  kapladığını,  sadece  Evrenin  içindeki  bir  güç  olmadığını  kanıtlar. “  diyerek  Yaratıcının  tüm  boyutların  üzerinde  başka  bir  formda  olduğunu  açıklamıştır.

Yüce  Rabbimiz  Allah  Evreni,  madde  ve  enerji  olmak  üzere  iki  kökenden  gelen  varlıklardan  yaratmıştır.  Aslında  Evrenin  yaratılması  olan  ve  “  Büyük  Oluşum  “  denilmesi  gereken  ve  yaklaşık  13.7  milyar  yıl  önce  gerçekleşen  “ Big  Bang “  denilen  büyük  saçılma  olayı,  çok  büyük  bir  enerjinin  baskı  altına  alınarak  kütleye  dönüştürülüp,  sonucunda  Evren  ve  içindeki  maddelerin  oluşturulmasıdır.  Yüce  Rabbimizin  Rad  Sûresinin  8. ayetinde  “ Herşey  O’nun  katında  bir  ölçü  iledir. “  ve  Rahman  Sûresinin  5. ayetinde  de  “ Güneş  ve  Ay  bir  hesap  ile  akıp  gitmektedir “  dediği  gibi  bu  olay  aslında  en  ince  ayrıntılarına  varıncaya  kadar  hesaplanmış,  planlanmış  ve  kurgulanmış  bir  olaydır.  Bu  madde  ve  enerjiye  yüklenmiş  olan  bilinç  ve  kurgu  hala  hiç  sapmadan  işlemektedir  ve  kıyamet  kopuncaya  kadar  da  devam  edecektir.  Big  Bang  denetimsiz  rastgele  bir  saçılma  değildir. Eğer  böyle  olsaydı  meydana  gelen  parçacıklar,  eylemsizlik  ilkesi  uyarınca  çok  büyük  bir  hızla   saçılır,  gider,  belirli,  düzenli  bir  Evreni  oluşturamazdı. Çünkü  görülmektedir  ki  Evrendeki  bütün  olaylar  ve  değişimler,  bir  düzen  ve  dengeye  ulaşma  eğilimi  ile  hareket  etmektedir. Fakat  bugün  hala  bilim  ve  gelişen  teknoloji  “  Big  Bang  “  teorisiyle  çok  büyük  madde  ve  enerji  saçılmasına  neden  olan  etkinin  ne  olduğunu,  Allah’ın  bu  saçılmaya  nasıl  müdahale  ettiğini  henüz  tam  olarak  açıklayamamıştır. Bu  müdahale  başka  bir  boyut  ve  formda  yapıldığı  için  gayb  olarak  kalacak,  insan  aklı  ve  teknolojisi  ne  kadar  gelişirse  gelişsin,  belki  de  dünya  aklı  ile  hiç  açıklanamayacaktır.

Allah,  Evreni  hassas  bir  düzen,  denge  ve  ölçü  ile  yaratmıştır.  Atmosferdeki  gazların  yapısından,  oranına,  dünyanın  sıcaklığına,  her  sıcaklıkta  bir  metre  küp  hacmindeki  havanın  taşıyabileceği  su  buharı  miktarına,  yağmurun  veya  karın  yağma  koşullarıyla  düşüş  hızına,  dünyanın  çekirdeğindeki  demirin  miktarına,  insanın  bildiği  ve  bilmediği  hepsi  de  Allah'ın  ayetleri  olan  sayısız  kanunlarla  belirlenmiş  ayrıntılara  varıncaya  kadar  hepsi  birbirine  bağlı  değişimler,  sonuçlar  oluşturmaktadır.  Evrendeki  tüm  kütlelerde  büyüklükleri  oranında  bir  manyetik  alan  ve  dipol  momenti  ile  çekim  ve  itme  kuvveti   bulunmaktadır.  Dünyamızın  kütlesinin  ve  dönme  hızının  oluşturduğu  çekim  kuvveti,  denizleri,  canlı  ve  cansız  bütün  varlıkları  Dünya  üzerinde  kalmasını  sağlamaktadır.  Bu  çekim  kuvveti  ve  dünyayı  kuşatmış  olan  atmosfer  tabakası,  yapısı  ve  özellikleri  ile  Dünya  üzerindeki  ekolojik  dengeyi  kuracak  ve  canlıların  varlıklarını  sürdürebilecekleri  şekilde  çok  hassas  bir  ayardadır.  Fakat  yaratılma  ile  Evren,  uzay  ve  dünyamız  üzerindeki  bu  hassas  dengeler,  bir  anda  sağlanmamış,  ilk  saçılmadan  sonra  13.7  milyar  yıl  süren  bir  zaman  içerisindeki  evrimler,  basamaklar,  aşamalar  ve  değişmelerle  ancak  bugünkü  bu  hassas  dengesine  ulaşılmıştır. Evrenin  her  köşesinde  ulaşılan  denge,  başka  bir  dengeye  ulaşmak  için  de  sürekli  olarak  yine  neden  sonuç  ilişkisine  göre  bir  Entropi  değişimi  göstermektedir.

Bilimsel  araştırmalara  göre  Evrenin  ilk  oluşumundan  yaklaşık  9  milyar  yıla  kadar  geçen  zamanda,  üzerinde  yaşadığımız  dünyamız  henüz  teşekkül  etmemiş  durumdadır.  Bugün  son  yıllarda   yapılan  “  Cern “  deneyi  araştırmalarında  da  sonuç  olarak  elde  edilen  noktalardan  birisi  de  Evrenin  oluşumunun   basamaklarından   birinin  de  sıvı  halde  olduğudur.  Ancak  bu  sıvı  ifadesi  bizim  hayatımızda  kullandığımız  su  ve  sıvı  maddeler  gibi  algılanmasın,  Çünkü  fizik  ve  kimya  bilimine  göre  kullandığımız  şeffaf  görünümündeki  cam  da,  akışkan  herhangi  bir  madde  de  aslında  bir  sıvıdır.  Hud  Sûresinin  7. ayetinde  "  Ve  Allah,  hanginizin  daha  güzel  amel  işleyeceğini  imtihan  etmek  için  gökleri  ve  yeri  altı  evrede  oluşturandır.  Evren  önce  su  halinde  idi.  O’nun  tahtı  su  üzerindeydi.  Allah  o  evrede  de  egemendi,  planlayıp  yönetendi. "  ifadeleriyle  bu  aşamalara  dikkat  çekilmekte,  Evrenin  önce  akışkan /  sıvı  halde  olduğu  dile  getirilmektedir. Bugün  artık  bilimsel  çalışmalarla  Evrenin  gerçekten  altı  evreden  geçirildiği  ispat  edilmiş,  bu  kurgulamalarla   oluşan  dengenin,  ancak  üstün  bir  akıl  olmadan  sağlanamayacağını  kabul  etmişlerdir. Bu  nedenle  Kur'ana  baktığımız  zaman  da  Necm  Sûresinin  5. ayetinde  de Rabbimiz  kendisini  Zumira /  Üstün  akıl  olarak  tanıtmaktadır.

Ayetteki  ifadelerle  Kur’anın  mucize  olduğunu  bir  kez  daha  görmekteyiz.  Bize 14  asır  önce,  bugün  ispatlanmış  olan  Evrenin  ilk  hallerinden  birinin  sıvı  olduğu  gerçeği  belirtilmektedir. Bu  sıvı  ve  plazma  halindeki  Evrenin  sıcaklığının  trilyonlarca  derece  olacağı  hiç  tartışmasızdır.  Bundan  dolayı  da  oluşan  bütün  maddeler  de  sıvı  haldedir.  Ayette  yer  alan  " taht "  ifadesi,  Arap  toplumunda  gücün  ve  hakimiyetin  sembolüdür.  Bu  nedenle  ayette  “  O’nun  tahtı  su  üzerindeydi,  Allah  o  evrede  de  egemendi. “  ifadeleriyle  mecazi  olarak  Allah’ın  ve  gücünün  o  evrede,  o  zamanda  da  duruma  hakim  olduğu,  çekip  çevirdiği oluşumları  yönettiği,  bu  durumun  da  Allah’ın  oluşturmadaki  planlamalarının  bir  parçası  olduğu  anlatılmaya  çalışılmaktadır. Bugün  hala  dünya  merkezinin  sıcaklığı  çok  yüksektir,  buradaki  Demir,  Kalsiyum,  Magnezyum,  Aliminyum  ve  Silisyum  metalleri  de  hala  sıvı  haldedir. Volkanik  patlamalarla  yeryüzüne  çıkan  sıvı  haldeki  bu  maddelere  de  mağma  denir.

Bilimsel  araştırmalara  göre  milyarlarca  yıl   süren  soğumaların  ardından,  Evrendeki  toz  bulutlarının  bir  kısmının  yoğunlaşması  ile  dünyamızın  oluşumu  4.5  milyar  yıl  önce  başlamakta,  bulunan  en  eski  kaya  parçasının  yaşı  3.8  milyar  yıl  olarak  hesaplanmıştır. Demek  ki   dünyamızın  soğuyarak  katılaşıp  kabuk  tutması  da  700  milyon  yıl  sürmüştür.  Bu  zamanda  Mars  büyüklüğünde  bir  gök  cisminin  çarpması  ile  kopardığı  parçadan  oluştuğu  sanılan  Ay,  dünyanın  çekim  alanında  kalmış  ve  uydusu  olarak  dünya  çevresinde  dönmeye  başlamıştır. İlk  dönemlerde  çok  şiddetli  volkanik  patlamalarla  çıkan  gazlar  atmosferi,  su  buharı  da  soğumalar  sonucu  okyanusu  oluşturmuştur.  Atmosferde  volkanik  aktiviteye  bağlı  olarak  bol  miktarda  Karbon  dioksit,  azot,  metan,  amonyak  ve  su  buharı  mevcuttur.  Okyanuslar  da  asitli  sudan  farksızdır,  o  esnada  serbest  oksijen  hiç  yoktur.  Serbest  oksijen  ise  1.7  milyar  yıl  önce  oluşmaya  başlamıştır. Kur’anda  da  bu  oluşumları  dile  getiren  pek  çok  ayetin  var  olduğunu  görüyoruz.

FUSSİLET  9  :  De  ki  :  “ Siz  yeryüzünü  iki  evrede  oluşturana  gerçekten  inanmayacak  mısınız ?  Bir  de  O'na  eşler  koşuyorsunuz !  O  alemlerin  Rabbidir. 10  :  Ve  O,  yeryüzünde  sabit  dağlar  yerleştirdi. Orada  bereketler  meydana  getirdi.  Orada  araştırıp  isteyenler  için  eşit  olarak  rızıkları  dört  evrede  ayarladı.  11  :  Sonra  duman  halinde  bulunan  göğe  yerleşti /  egemenlik  kurdu  da  ona  ve  yeryüzüne  “ İsteyerek  veya  istemeyerek  gelin “  dedi.  İkisi  de  “  Biz  isteyerek  geldik “  dediler. 12  :  Böylece  Allah,  onları  iki  evrede  yedi  gök  olmak  üzere  gerçekleştirdi  ve  her  göğün  kendi  işini  içine  yükledi.  Biz  en  yakın  göğü  kandillerle  ve  korumayla  süsledik.  İşte  bu  Aziz  ve  Alim  olanın  /  çok  iyi  bilenin  ayarlamasıdır.

Ayetlerde,  Arap  dil  kültüründeki  mecazi  anlatımlara  dayalı  deyimler  ve  kavramlar  ile  temelde  Evrendeki  her  nesnenin  Allah'a  haşyet  ile  saygısından,  itaatinden  söz  edilerek,  Allah’ın  yeryüzünü  iki  evrede  oluşturduğunu,  yeryüzünün  önce  bir  bütün  evresinin  olduğunu,  yukarıda  yer  verdiğimiz  Enbiya  Sûresinin  30.  ayetinde  de  belirtildiği  gibi,  "  yeryüzünü  ve  göğü  birbirinden  ayırarak "  sonra  duman  halinde  bulunan  gökyüzünü  ve  tabakalarını  çokluktan  kinaye  olarak  kullanılan  " yedi  gök "  ifadesiyle  de  iki  evrede  oluşturduğunu,  her  tabakanın  da  yapması  gereken  işlevi  belirlediğini,  gökyüzünü  de  yıldızlarla   donattığını,  gökyüzünün  daha  önceden  gaz  halinde  olduğunu,  gaz  halindeki  bu  göklerden,  yıldızları,  gezegenleri,  galaksileri   ve  diğer  gök  sistemlerini  yaratarak  “  Göğe  yerleşti,  egemenlik  kurdu “  ifadesiyle  hepsini  kontrolü  altına  aldığını,  gerekli  kodlamaları  yaptığını,  uzayın  radyasyon  ve  ışımaların  olumsuz  etkilerinden  koruyacak  kural  ve  kanunlarla  önlemleri  alarak  yarattığını  öğreniyoruz. “ Orada  bereketler  meydana  getirdi. “  ifadesiyle  milyonlarca  yıldır  en  küçük  ve  basit  canlı  varlıktan,  insana  varıncaya  kadar  da  her  türlü  mahlukatın  faydalandığı  bitmez  tükenmez  yaşam  kaynakları  anlatılmaktadır. Kur’anda  daha  pek  çok  ayette  de  bu  ayrıntılara  yer  verilmektedir. Peki  bugünümüzde  gelişmiş  bilim  ile  ortaya  çıkan  bu  gerçekleri  1400  yıl  önce  ilkel  koşuldaki  birinin  çıkıp  da  bu  kadar  kapsamlı  ayrıntıları  ile  anlatması  mümkün  müdür ?  Kur'an  bir  insan  tarafından  uydurulmuş  bir  Kitap  olabilir  mi ?

BAKARA  29  :  O  yeryüzünde  ne  varsa  hepsini  sizin  için  oluşturandır.  Sonra  da  O  Sema’ya  egemenlik  kurdu,  onları  yedi  gök  olarak  düzenledi.  O  her  şeyi  en  iyi  bilendir.

NAZİAT  27 – 33  :  Göğü  Allah  yaptı,  boyunu  yükseltti,  sonra  da  onu  düzene  koydu,  gecesini  kararttı  ve  ışığın  parlaklığını  çıkarttı.  Ve  ondan  sonra  sizin  ve  hayvanlarınız  için  bir  yararlanma  olmak  üzere  yeryüzünü  döşedi.  Yeryüzünden  suyunu  ve  otlağını  çıkardı,  dağları  da  demirledi  / sağlam  bir  şekilde  yerleştirdi. 

Bu  ayetlere  bakılırsa,  ikisine  göre  önce  yeryüzü,  sonra  gökyüzü,  Naziat  Sûresinin  ayetlerinde  ise  önce  gökyüzünün,  sonra  da  yeryüzünün  yaratıldığı  gözükmektedir. Bu  ayetlerin  düz  mantıkla  yorumlanmasından  dolayı  da  hangisi  önce  yaratıldı  tereddüdü  ortaya  çıkarılarak  bahane  arayan  ateistler  tarafından  tutarsızlık  ve  çelişki diye  sorgulanmaktadır. Halbuki  bu  ayetlerdeki  “ sonra “  edatları  zamanın  sıralanması  için  değil,  müstakil  olarak  ayetlerdeki  ifadenin  sıralanması  için  kullanılmaktadır. Yasin  Sûresinin  82. ayetinde  “  Şüphesiz  ki  O  bir  şeyi  dilediğinde  O’nun  buyruğu,  o  şeye  “  ol  “  demektir.  O  da  hemen  oluverir. “  ifadesine  göre  oluşum  sürecinin  başlatıldığı  için  artık  buradaki  yaratılmanın  önceliğini  tartışmanın  pek  anlamı  da  kalmamaktadır.  Çünkü  Fussilet  Sûresinin  11. ayetinde  de  Allah,  mecazi  ve  temsili  konuşma   anlatımı  ile  “  O’na  ve  yeryüzüne  isteyerek  veya  istemeyerek  gelin. “  diyerek  her  iki  olayın  da  birlikte  ele  alındığını  ifade  etmektedir.

Modern  bilim  de  bu  konularda  pek  çok  ayrıntıyı  ortaya  koymuştur. Bu  tespitlere  göre  ani  olarak  yaratılış  diye  bir  olay  yoktur.  Allah,  zamandan  münezzehtir,  biz  insanlar  ve  yaratılmış  olan  canlı  veya  cansız  bütün  varlıklar  ise  enerji  alışverişiyle  oluşan  Termodinamiğin  2. kanununa  göre  entropiye  ve  düzensizlik  oluşumuna,  zamanın  akışına  mahkûmuz. Bu  nedenlerle  gerek  Evrenin,  gerekse  dünyanın  ve  üzerindeki  canlı  yaşamın  ortaya  çıkışı  yavaş  yavaş  işleyen  ve  her  bir  oluşumun  sonraki  oluşum  için  basamak  olduğu  uzun  süreçlerde  gerçekleşmiştir.  Bu  nedenle  bütün  varlıkların  ilk  yaratılışları  insanoğlu  tarafından  gözlemlenememiştir.  Evrende  ve  Dünyada  oluşan  Fiziksel,  Kimyasal  ve  Biyolojik  değişimler,  Allah’ın  kodladığı,  programladığı  ve  koyduğu  kurallar  dahilinde  oluşmaktadır. Her  bir  yaratılış,  kendi  bünyesinde  gösterdiği  bir  evrim  ile  denge  oluşturmaya  doğru  yönelmektedir.

Dünyanın  yaratılışı,  yeryüzünün  ve  gökyüzünün  düzenlenmesi  ile  ilgili  modern  bilimin  önümüze  koyduğu  bilgilere  ana  hatlarıyla  bakacak  olursak ;  İlk  oluşum  esnasında  dünyanın  yüzeyi  sularla  kaplıydı. Yerin  iç  kısımları  ise  çok  sıcaktı.  Bu  sıcaklık  ve  milyonlarca  yıl  süren  volkanik  faaliyetlerden  çıkan  gazlarla  ve  suyun  bir  kısmının  buharlaşmasıyla  ilkel  bir  atmosfer  ve  volkanik  adacıklar  oluştu. Atmosfer,  toz  bulutları  ve  zehirli  gazlarla  gri  renkte  bir  görünümde  idi. Henüz  okyanus  yüzeyinde  herhangi  bir  canlının  yaşamasına  elverişli  şartlar  oluşmamıştı. Yüksek  sıcaklıkla  canlı  yaşamı  için  zor  koşulların  bulunduğu  bir  ortamda  bütün  ihtiyaçlarını  karşılayabilecek  oldukça  dayanıklı  ilk  canlı  organizmalar  ise  3.5  milyar  yıl  önce  su  altında  oluştu. Uzun  yıllar  sonra  volkanik  faaliyetler  yavaşlamaya,  dünyanın  dış  kabuğu  soğumaya  ve  kalınlaşmaya  başladı.  Volkanik  adacıklar   ile,  yeryüzündeki  buharlaşmanın  artması  ile  de  kara  parçaları   büyümeye  başladı.  Atmosferin  daha  sonra  sıcaklığının  düşmesiyle  okyanus  üzerinde  dondurucu  bir  soğuk  hakim  olunca  yeryüzü  buzul  görünümüne  dönüştü.  Manyetik  alan  azaldı,  bu  ise  dünyanın  güneşe  biraz  daha  yaklaşmasına  neden  oldu.  Böylece  yer  kabuğunun  tekrar  ısınmasıyla  buzullar  eridi,  kara  bulutlar  yok  olmaya  başladı.  Atmosferde  oksijen  gazı  birikmeye  başladı.  Zehirli  gazlar  azalma  sürecine  girdi. Yeryüzü  hareketleriyle  kara  parçalarının  birbirine  geçişiyle  sıkışmanın  ardından  dağlar  oluştu. Okyanuslardan  buharlaşan  suyun  yeryüzüne  tekrar  döngüsel  hareketi  ile  bir  denge  oluştu,  bu  ise  karalar  üzerinde  canlı  bitki  oluşumu  ve  yaşamına  zemin  hazırladı. Kur'anımızda  da  bu  gelişmelerle  ilgili  pek  çok  ayrıntıyı  görmekteyiz.

HİCR  19  :  Yer  yüzünü  de  yaydık  ve  oraya  sabit  kazıklar  /  dağlar  yerleştirdik.  Ve  yeryüzünde  ölçülmüş  her  şeyden  bitkiler  bitirdik.  21  :  Ve  her  şeyin  hazineleri  yalnız  bizim  yanımızdadır.  Ve  Biz  onu   ancak  belli  bir  ölçü  ile  indiririz.  22  :  Ve  Biz,  rüzgârları  aşılayıcılar  olarak  gönderdik  de  gökten  bir  su  indirip  sizi  onunla  suladık.

LOKMAN  10  :  Allah,  gökleri  dayanak  olmadan  oluşturmuştur,  bunu  görmektesiniz.  Yeryüzünde  de  size  sofra  hazırlasın  diye  sarsılmaz  dağlar  bıraktı  ve  oralarda  irili  ufaklı  her  canlıdan  türetip  yayıverdi.  Ve  Biz  gökten  su  indirdik.  Böylelikle  orada  her  değerli  çiftten  bitki  bitirdik.

ENAM  99  :  Ve  Allah,  gökten  suyu  indirendir.  Böylece  Biz  onunla  her  şeyin  bitkilerini  çıkardık.  Ondan  da  birbirlerine  benzeyen  birbirinin  üzerine  binmiş  taneler,  hurmanın  tomurcuğundan  sarkan  salkımları,  üzümden  bağları,  zeytini  ve  narı  çıkardığımız  filizi  çıkardık.

KAMER  49  : Şüphesiz  ki  Biz  her  şeyi,  evet  her  şeyi  bir  ölçü,  ayar  ile  oluşturduk.

Allah  her  şeyi  bir  ölçü  ve  denge  esasına  göre  yaratmıştır. Bitkilerin  çeşidi,  büyümesi,  yeryüzünün  oluşumu  evreleri  ve  sonunda  getirildikleri  nokta  da  hep  bu  ayarlamaların  bir  sonucudur. Ayetlerle  Hikmet  sahibi  ve  her  şeye  gücü  yeten  Rabbimizin,  bütün  gelişmelere  ve  değişmelere  bir  ölçü,  denge  ve  sınır  koyduğu  ve  düzenlediği  anlaşılmaktadır. Yüce  Kitabımız  Kur’anda  hayvanların  yaratılışı  ile  ilgili  de  pek  çok  ayet  yer  almaktadır.

NUR  45  :  Ve  Allah,  her  canlıyı  sudan  oluşturdu.  İşte  bunlardan  kimi  karnı  üzerinde  yürümekte,  kimileri  iki  ayak  üzerinde  yürümekte,  kimi  de  dört  ayak  üzerinde  yürümektedir.  Allah  dilediğini  oluşturur.  Hiç  şüphesiz  Allah,  her  şeye  en  iyi  güç  yetirendir.

NAHL  5  :  Hayvanları  O  oluşturmuştur.  Onlarda  sizi  ısıtacak  şeyler  ve  birçok  yararlar  vardır. Siz  onlardan  bir  kısmını  da  yersiniz.

YASİN  71  :  Ve  onlar  görmediler  mi  ki,  Biz  şüphesiz  onlar  için  kudretimizin  meydana  getirdiklerinden  birtakım  hayvanlar  oluşturduk  da  onlar,  onlara  sahip  bulunuyorlar.  72  :  Ve  onları,  kendileri  için  aşağı  tutulan  varlıklar  yaptık.  Bu  yüzden  binekleri  onlardandır.  Onlardan  yiyip  duruyorlar  da . 73  :  Onlardan  daha  birçok  menfaatler  ve  içecekler  var.  Hala  kendilerine  verilen  nimetlerin  karşılığını  ödemeyip  nankörlük  mü  edecekler ?

ENAM  38  :  Ve  yeryüzünde  hiçbir  irili  ufaklı  kıpırdayan  canlı  ve  iki  kanadıyla  uçan  hiçbir  kuş  yoktur  ki,  sizin  gibi  önderli  topluluk   olmasın.

Ayetlerde  tüm  canlıların  tür  bazında  birbirleriyle  bağlarının  olduğu,  her  canlı  türünün   bu  bağlar  sayesinde  kendi  aralarında  gruplar  oluşturduğu  bildirilmektedir.  Rabbimizin  verdiği  bu  bilgi,  yalanlanması  mümkün  olmayan  Allah’ın  yaratmadaki  mucizelerinden  biridir. Doğaya  bakıldığında,  kendine  özgü  yaşam  tarzı,  fonksiyonu  olan  canlı  türlerinin  gerçekten  de  insanlar  gibi  hep  gruplar  halinde  yaşadıkları  görülmektedir. Her  hayvan  türü  müstakil  olarak  yaratılmıştır. Eğer  bir  evrimden  söz  edilecek  olunursa,  ancak  o  türün  kendi  bulunduğu  koşullara  uyumu  için  uğradığı  değişimden  söz  edilebilir.  Örneğin  Afrika'da  yaşayan  insanların  derisi  o  koşullarda  siyahlaşmakta,  güneş  ışığını  az  alan  bölgelerde  yaşayanların  ise  beyazlaşmaktadır. Isının  büyük  ve  suyun  çok  fazla  olduğu  yağmur  ormanlarında  hem  bitkiler,  hem  de  hayvanlar  daha  büyük  boyuta  ulaşmaktadır. Antik  çağlarda  yağmur  ormanlarında  yaşayan  dev  cüsseli  hayvanlar  da  bu  evrimlerin  bir  sonucudur.  Bütün  bunlar  ve  bu  kadar  çok  çeşitlilik,  Allah’ın  büyüklüğünün  ve  zenginliğinin  bir  kanıtıdır.  Ayette  “ Onları  kendileri  için  aşağı  tutulan  varlıklar  yaptık “  ifadesiyle  de  insanın  dışındaki  yaratılan  bütün  canlıların,  insanın  yararlanması  için  hizmetine  verildiği  anlatılmaktadır.

BAKARA  28 – 29  :  Siz  nasıl  küfredersiniz,  oysa  siz  ölüler  idiniz  de  sizlere  O,  hayat  verdi.  Sonra  sizleri  öldürecek,  sonra  canlandıracaktır.  Sonra  da  Kendisine  döndürüleceksiniz.  O,  yeryüzünde  ne  varsa  hepsini  sizin  için  oluşturandır.

Ayette  görüldüğü  gibi  “  Siz  ölüler  idiniz  de  sizlere  o  hayat  verdi. “  ifadesiyle,  Rabbimiz  Evreni,  Kâinatı  ve  Dünyayı  önce  ölü  olarak  nitelendirdiği  metallerden,  elementlerden,  atomlardan,  moleküllerden  yaratmış  ve  daha  sonra  da  Evrenin  ve  Dünyanın  koşullarını  canlıların  yaşamına  uygun  hale  getirdikçe,  hayatı  yaratarak,  hayat  vererek  canlıları,  önce  basit  yapılı  hücrelerle  bitkileri,  daha  sonra  hayvanları  ve  en  sonunda  da  canlı  varlık  türü  olarak  insanları  yaratmıştır.  Ve  yeryüzünde  ne  varsa,  hepsini  de  insanlar  için  oluşturduğunu  ifade  etmektedir.

Tarih  ve  modern  bilim,  ilk  insan  hakkında  oldukça  ayrıntılı  ve  zaman  da  bildirerek  bize  pek  çok  bilgi  sunmaktadır.  Bu  bilgilere  göre  1.8  milyon  yıl  önce  yeryüzünde  var  olmuş  olan  ilk  insan  Homo  Erektüsler,  iki  ayak  üzerinde  yürüyen  insanların  ilk  atası  olarak,  ilk  defa  Orta  Asya’da  ortaya  çıkmıştır.  Genleri  de  bugünkü  insanın  genleri  ile  aynı  yapıyı  taşımaktadır.  Homo  Sapiens  adı  verilen,  iki  ayak  üzerinde,  gelişmiş  beyne  sahip  olan,  soyut  düşünebilen,  konuşma  kabiliyeti  olan  akıllı  insan  türünün  de  zamanımızdan  300  bin  yıl  önceye  dayandığı  ortaya  konmuştur. Bilim  insan  yaşamındaki  tarihsel  evrimini  kanıtlarla  ortaya  koyarken,  Yüce  Kitabımız  Kur’an  da,  aynı  bu  paralellikte,  bilimle  örtüşür  şekilde,  üstelik  de  ilk  insanın  nasıl  yaratılarak  aşama  aşama  geliştirildiğini,  evrimden  geçirildiğini  ayrıntıları  ile  anlatan  pek  çok  ayeti  görmekteyiz.

HİCR  26  :  Ve  andolsun  ki  Biz,  insanı  /  görünen  ve  bilinen  varlıkları  çınlayan  kilden  /  topraktan  işlenebilen  çamurdan  /  halden  hale  girebilen  bir  maddeden  yarattık.

NUH  14  :  Oysa  O  sizi  gerçekten  tavır  tavır  /  aşama  aşama  oluşturmuştur.  17  :  Ve  Allah  sizi  yeryüzünde  bir  bitki  olarak  bitirdi.

Bu  ayetlerden  hiç  tartışmasız,  Allah’ın  insanı  çamur,  toprak, kil  dediği  ve  topraktaki  karbon,  azot,  fosfor,  hidrojen,  çinko,  demir,  magnezyum,  kalsiyum  ve  havadan  alınan  oksijen  gibi  elementlerden  oluşturarak  önce  bir  bitki  olarak  yarattığını,  daha  sonra  aşama  aşama  yapısını  geliştirerek  eşeysiz  üreme  ile  eşini  yarattığını,  Kur’anın  başka  ayetleri  ile  de  yapısının  nasıl  donatıldığını  ve  eşli  olarak  da  çoğalmanın  nasıl  olduğunu  öğreniyoruz. 

Modern  Bilimin  ortaya  koyduğu  gen  bilgileri  ve  Kur’anın  bu  ayetleri  ile,  hem  Darvin’in  doğal  seleksiyonla  insanın  500  çeşit  canlının  birleşmesiyle  evriminin  insan  üzerindeki  teorisi  yıkılmakta  hem  de  teolojik  olarak  insanın  cennette  yaratılan  Adem  peygamberden  çoğaldığı  inancının  yanlış  olduğunu  ortaya  koymaktadır. ( Adem  ve  İnsan  başlıklı  yazımıza  bakabilirsiniz ) Kur’an  ayetlerine  göre  insan,  belki  de  milyonlarca  yıl  süren  fakat  kendi  yapısı  üzerindeki  bir  evrim  ile  bu  günkü  yapısına  kavuşturulmuştur. Bunu  da  Kur’anın  İnsan  Suresinin  1. ayetinde  “ İnsan  üzerine  henüz  kendisi   değersiz  /  anılabilecek  bir  şey  değilken,  milyonlarca  yıl  geçti  mi ?  Elbette  ki  geçti. “  ifadelerinden  anlıyoruz.

Bugün  geldiğimiz  noktada,  Allah’ın  Evreni  2  evrede,  yeryüzünü  2  evrede,  gökyüzünü  2  evrede  olmak  üzere  toplam  6  evrede  yarattığını  söylemesine  karşılık,  bilim,  Evrenin  oluşturulmasını  birinci  evrenin  8  milyar,  ikinci  evrenin  4  milyar  yıl  gibi,  diğer  evreleri  daha  daralan  milyon  yıl  sürelerindeki  basamaklarıyla,  aşamalarıyla,  çağlarıyla,  zaman  dilimleriyle,  isimlendirerek,  bitkilerin,  hayvanların  ve  insanların  geçirdiği  evrimi,  pek  çok  ayrıntısı  ile  ortaya  koymuştur. Bu  ayrıntılara  ana  hatlarıyla  ve  özet  olarak  bakacak  olursak :

* Dünyamızın  4.5  milyar  yıl  önce  başlayan  oluşumuna  göre,  çekirdekli  ve  fotosentez  yapabilen  ilk  hücrelerin  ortaya  çıkmasıyla,  tek  hücreli  canlılar  yaşamının  belirtileri  1.5  milyar  yıl  önce  başlamıştır. İlk  ortaya  çıkan  bu  canlıları  Bilim  adamları,  Arkeyalar  ( Çekirdeksiz  Bakteriler ), Gerçek  Bakteriler,  Ökaryotlar ( Hayvanlar,  bitkiler,  mantarlar,  algler,  çekirdekli  organizmalar )  olmak  üzere  üç  sınıfa  ayırmışlardır.

* Çok  hücreli  canlıların  oluşumu  1 milyar  yıl  önce,  Alglerin  oluşumu  900  milyon  yıl  önce,  deniz  anasının  oluşumu  680  milyon  yıl  öncedir. Ondan  sonraki  dönemler  de  değişik  isimlerde  dört  zamana  ayrılarak  oluşan  canlıların  ve  hayvanların  sınıfları  ve  türleri  belirlenmiştir.

* 1. Zamanda  400 milyon  yıl  öncesinden  itibaren  örümcek,  akrep,  kırk  ayak  gibi  eklembacaklılar  ve  böceklerin  türleri  ortaya  çıkmış,  350  milyon  yıl  öncesine  gelince   denizdeki  omurgalılar  karaya  çıkmaya  başlamış,  karada  büyük  yapraklı  eğrelti  otları  çoğalmıştır. 300  milyon  yıl  öncesinden  itibaren  çok  yoğun  bitki  örtüsünün  hakim  olduğu  yağmur  ormanları  oluşmuş,  kabuklu  deniz  hayvanları,  omurgalılar,  balık,  eğrelti  otları  türemiştir. Dev  boyutlu  böcekler,  akrepler  dolaşmaya  başlamış,   karaya  uyum  sağlayan  dev  sürüngenler  çoğalmıştır.

2. Zamanda  240  milyon  yıl  öncesinden  itibaren  dev  Dinozorlar,  Memeliler,  Sürüngenler  ve  Kuşlar  çoğalmış,  yeryüzüne  hakim  olmuşlardır.  Bu  zamanın  sonunda  artan  volkanik  aktivite,  patlamalar  ve  depremler  ile  atmosfer  koşulları  canlı  yaşamını  olumsuz  etkilemeye  başlamış,  ışığın  azalması,  fotosentezi  etkilemiş,  bitki  örtüsü  azalmış,  iklimsel  bir  doğal   felaketle  canlı  yaşamının  neredeyse  yüzde  95  i  telef  olmuş,  ortadan  kalkmıştır.  Hepsi  de  bugünün  kömür,  doğal  gaz  ve  petrol  kaynakları  haline  dönüşmüştür.

3. Zamanda  65  milyon  yıl  öncesinden  itibaren  Dinozorların  ve  dev  sürüngenlerin  yok  oluşuyla  başlayan  bu  devirde  memeli  hayvanların  türleri  ortaya  çıkmaya  başlamış,  çeşitlilik  artmış,  iklim  ılımanlaşmış, zaman  ilerledikçe  balina  gibi  memelilerin  boyutları  büyümüştür.  Günümüzün  kuşlarının  ataları  da  ilk  defa  bu  dönemde  ortaya  çıkmıştır. 38  milyon  yıl  öncesine  gelindiğinde  ise  dünya   buzul  çağı  dönemine  girmiş,  dünyada  çok  soğuk  bir  hava  hüküm  sürmüş,  güney   kutbu  tamamen  buz  olmuştur.  Bu  devirde  atlar,  yırtıcı  memeliler,  gergedan  ve  geyik  türleri  ortaya  çıkmıştır.  24 – 5  milyon  yıl  arasındaki  döneme  gelindiğinde  iklim  yeniden  ılımanlaşmaya  başlamış  ve  dünya  ısınmıştır. Bununla  beraber  ilk  insan  yapısı  görünmeye  başlamıştır.  5 – 1.6  milyon  yıl  öncesine  gelindiğinde  ise  dünya  tekrar  bir  buzul  çağı  dönemine  girmiştir.

4.  Zamanda  1.6  milyon  yıl  öncesine  gelindiğinde  ise  son  buzul  çağı  sona  ermiş,  dünya  tekrar  ısınmaya  başlamış,  ılıman  bir  iklim  hakim  olmuş  ve  bugünkü  orta  doğu  bölgesinde  yerleşik,  tarım  ve  hayvancılıkla  uğraşan  insan  toplulukları  görülmeye  başlamıştır.

Bugüne  geldiğimizde  bilim  adamlarının  en  çok  merak  ettikleri  ve  araştırma  yaptıkları  konulardan  birisi,  yeryüzünde  mevcut  olan  cansız  varlıklardan,  canlanmaların  nasıl  sağlandığıdır.  Bu  amaçla  çok  yönlü  laboratuar  ve  deney  çalışmaları  ile  araştırmalar  yapılmaktadır. Bilim,  bitkilerin  en  küçük  yapı  taşları  olan  formaldehit  moleküllerinin  polimerizasyon  ile  oluşturduğu,  glikoz,  nişasta  ve  seliloz  yapılarını,  bir  hücreli  bakteri  ve  virüsten  neredeyse  var  olan  bütün  hayvan  türlerine  varıncaya  kadar,  sınıflandırmalarla  hayvanların  ve  insanların  yapı  taşı  olan  amino  asit,  protein,  RNA  ve  DNA  ile  gen  yapılarına  ve  en  ince  ayrıntılarına  varıncaya  kadar  ulaşmış,  bu  yapı  taşlarını  laboratuvarlarda  sentez  etmeyi  başarmış  ama  bir  türlü  temelde  cansız  varlıklardan  oluşturdukları  bu  sentezlerin  canının  /  ruhun Allah  tarafından  nasıl  verildiği  bilgisine  ulaşamamıştır. Elbette  ki  Allah’ın  verdiği  akıl  ve  irade  ile  insanoğlu  bilimsel  araştırmalarını  sürdürecek  ve  ileride  bizim  şu  an  bilemediğimiz  pek  çok  bilgiye  de  ulaşabilecektir. Ancak,  yaratılışta  ilâhi  Kudret,  Allah’ın  ilmi  ve  iradesinin  esas  olduğu  unutulmamalıdır.  Görülmekte,  deneylerle  de  ispatlanmakta  olduğu  gibi,  her  olay  bir  neden  ve  sonuç  ilişkisi  içinde  çözümlenmekte,  Allah’ın  yarattığı  kanunlar  ve  hükümler  çerçevesinde  gerçekleşmektedir. Değişik  faktörler  ve  kanunlar  iş  yapıyor  gibi  görünse  de  mutlak  Meşiet ( irade )  ve  yaratma  zaten  Allah’a  aittir.  Allah,  kesintisiz  olarak  her  an  sürekli  bir  oluşum  ve  yaratış  içerisindedir.  Yaşamın  içindedir,  Evrenin,  Kâinatın,  Gökyüzünün,  Yeryüzünün  her  zerresindedir.

Milyarlarca  yıl  önce  yaratıldığını  öğrendiğimiz  Evren,  elbette  ki  neredeyse  bütün  filozofların  ortak  görüşü  ve  bizim  de  inancımız  olarak  sonlu  yaratılmıştır.  Madem  ki  Evren  ulaştığı  denge  sonucunda  sınırlı  ve  sonlu  bir  düzen  birikimine  sahiptir  ve  insanoğlunun  da  bilinçsiz  bir  katkısıyla  entropiye / düzensizliğe  doğru  kaçınılmaz  bir  biçimde  hızla  termodinamik  bir  dengeye  doğru  yol  almaktadır,  entropisi  /  düzensizliği  büyümektedir,  bu  nedenle  de  çok  derin  iki  kaçınılmaz  sonuç  yaklaşıyor  demektir.  Ya  Evren  sonunda  ağır  ağır  yuvarlanarak  kendi  entropisi  /  düzensizliği  içerisinde  ısı  ölümüyle  ölecektir,  ya  da  ebedi  olarak  yaratılmamış  olduğundan,  dengesi,  konulmuş  olan  son  sınıra  gelmiş  olarak  ölecektir. Kur'anın  pek  çok  ayette  belirttiği,  tasvir  ettiği  gibi  kıyamet,  belki  de  çok  yakın  zamanda  gerçekleşecektir.

Bugün  dünyanın  sonunu  hazırlayan  sebepler  birer  birer  kendisini  göstermekte,  doğa  olaylarındaki  anormalliklerle  kutupların  eridiği,  dünyayı  güneş  ışınlarından  ve  radyasyondan  koruyan  ozon  tabakasının  delindiği,  inceldiği,  atmosfer  içerisinde  artan  karbon  dioksit  gazlarının  sera  vazifesi  ile  dünyanın  dengesinin  olumsuz  etkilendiği  gibi  pek  çok  alametler  görülmekte,  bilimsel  gelişme  ve  bulgularla  düzensizliğin  /  entropinin,  depolanan  enerjinin  büyüdüğü  matematiksel  olarak  ortaya  konulmaktadır. Kur’anda  da  zaten  ayetlerle,  Evrenin  yaratılmaya   başlandığı  duruma  döndürüleceği,  her  şeyin  adı  konulmuş  bir  müddet  için  sona  doğru  akıp  gittiği,  sonunda  her  şeyin  tekrar  Allah’a  döndürüleceği  çok  çarpıcı  ve  etkili  ayetlerle  anlatılmaktadır.

ENBİYA  104  :  Biz  göğü,  kitapların  dürüldüğü  gibi  dürdüğümüz  zaman,  oluşturmaya  ilk  başladığımız  gibi  katımızdan  verilmiş  bir  söz  olarak,  onu  yeniden  var  edeceğiz.  Şüphesiz  Biz  yapanlarız.

FATIR  13  :  Allah  geceyi  gündüze  sokuyor,  gündüzü  de  geceye  sokuyor.  Güneşi  ve  Ayı  insanlığın  yararlanacağı  yapı  ve  işleyişte  yaratmıştır.  Hepsi  adı  konmuş  bir  müddet  için  akıp  gidiyor.

CUMA  8  :  De  ki  :  “  Şüphesiz  sizin  kendisinden  kaçtığınız  ölüm,  kesinlikle  size  kavuşacaktır. Sonra  görülmeyeni,  duyulmayanı,  sezilmeyeni,  geçmişi,  geleceği  ve  algılanabilen  her şeyi  bilene  döndürüleceksiniz.  O  size  yapmış  olduğunuz  şeyleri  haber  verecektir.

Kur’anda   ölümün,  Evrenin  ve  dünyanın  sonu  olarak  belirtilen  kıyamet  belirtilerinin,  bu  derece  çok  ayrıntı  ile  ortada  olmasına,  vaadedilen  sonun,  kıyametin  mutlaka  geleceğinin  ısrarla  bildirilmesine  rağmen,  dünya  üzerinde  hala  kendi  sonunu  düşünmeyen,  Allah’tan  korkmayan  ve  hırsla  dünya  nimetlerine  bağlı  birçok  insanın  var  olması  çok  düşündürücüdür.  Hala  ölüm  gerçeğini  kendilerinin  çok  uzağında  olduğunu  zannetmektedirler. Herkes  bir  an  önce  aklını  kullanmalı,  muazzam  Kâinatı  yaratan,  Evreni  ve  dünyayı  milyarlarca  yıl  süren  bir  değişimle  düzene  sokan  ve  dengeye  kavuşturan,  insanları  en  mükemmel  şekilde  yaratarak   akıl  ve  irade  ile  donatan,  bitkileri,  hayvanları,  doğanın  bütün  olanaklarını  ve  güzelliklerini,  sayısız  nimeti   insanın  hizmetine  veren  Yüce  Rabbimiz  Allah’a,  nankörlük  etmeden  şükrün  eda  edilmesi,  insan  olmayı  başarabilen  herkesin  kaçınılmaz  mecburiyetidir.  Bunun  yolu  da  daha  fazla  zaman  geçirmeden,  geç  kalınmadan  insan  için  önerilen  dosdoğru  yolun  yegâne  kaynağı  olan  kitabımız  Kur’an  ile  Allah’a  yönelmektir.

ALLAH  DOĞRUSUNU  EN  İYİ  BİLENDİR ! RAHMETİ  VE  KUR'AN  BİZE  YETER !

Temel  Kaynak  :  HAKKI  YILMAZ  ( Tebyin  ül  Kur’an )

Dünyanın  Evrimi  :  Dr. Can  Gürgen

Yeryüzü  ve  Gökyüzünün  Düzenlenmesi :  Mesut  Bigalıoğlu

İslam  Alimleri  Ansiklopedisi

PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR

BAŞLIKLAR
TAKİP ET