Mekke Şehrinde bulunan Kâbe, Yüce Rabbimizin de bizzat evim / Beytullah / Mescidi Haram diyerek bütün dünya insanları için açık tutulmasını, Tevhidin / Allah’ı birlemenin / Lailâhe illallah Allah’tan başka ilâh diye bir şey yoktur deme bilincinin eğitiminin yapılmasını istediği, binlerce yıl önce İbrahim peygamber ve oğlu İsmail peygambere yaptırdığı Mescittir, küp şeklinde bir kulübe olup etrafında toplanarak Tevhit eğitimi almak için yapılan ilk ilâhiyat Yüksek Okuludur. Buna bağlı olarak Yüce Kitabımız Kur’anda, durumu uygun olan her Müslüman’ın, bu eğitimi hedef kılarak burayı ziyaret etmesi, Tevhit eğitiminden nasibini alıp, şirkten arınarak hanifler sınıfına katılması anlamına gelen Hacc ibadeti farz kılınmıştır. Ancak Kur’anın öngördüğü ve pek çok ayetle de nasıl yapılmasının gerektiği açıklanan bu ibadet, Peygamberimizin vefatından sonra geçen yüzyıllar içerisinde, uydurulan hadis ve rivayetlerle, maalesef pek çok Kur’an dışı ritüel ilave edilerek asıl mecrasından çıkartılmış, Tevhit öğretisinden çok uzak, adeta müşriklerin sapkın inancının benzeri ve devamı olan bir yapı ile, sadece şekilcilikte kalan bir anlayışla çöl turizmine dönüştürülmüştür. Asıl hedef olan Tevhit eğitiminin verilmesi gereken sempozyum, konferans ve organizasyonlar, Kur’anın anlaşılarak okunması uygulamaları ve önermeleri yoktur. Adaylar neyi niçin yaptıklarından habersizdir, adayların gerekli eğitim için bir alt yapıları, ön bilgileri de bulunmamaktadır. Hurafelere, taşperestlik, putperestlik yapısında bir anlayışın devamı olarak sadece vakfe denilip, ihram adında giyilen kefen misali kıyafetlerle Arafat bölgesinde beklettirilmekte, şeytan denilip taştan duvar taşlattırılmakta, tavaf denilen şaft sayıları ile Hacerül Esved denilen put taşının selamlanmasıyla Kâbe etrafında yedi tur döndürülmekte, say adı altında bir ileri bir geri yüz metre koşuşturulmakta, ardından da bol bol kafileler halinde değişik yerlere, mağara ve mescitlere, sahabelerin Baki mezarlıklarına ziyaret ve turistik geziler düzenlenmektedir. ( Hacc Farızası ve Hacı Olmak başlıklı makalemizde geniş bilgi bulabilirsiniz )
Kur’anın öngördüğü Haccın tamamen dışında kalan bu yapı içerisindeki Hacc ve Umre turistik ziyaretlerinde, ziyaretçilerin en çok gezdirildikleri yerlerden birisi de, Cebeli Nur adı verilen dağın yamacındaki Hira mağarasıdır. Bu mağara, Mekke’nin kuzeydoğusunda, Kâbe’ye beş kilometre uzaklıktadır. Bu mağaradan kuş bakışı ile Mekke şehri tamamen görülebilmektedir. Her ne kadar Prof. Muhammed Hamidullah ( 1908 – 2002 ) “ Geceleyin yollarını kaybedenlere yardım etmek, doğru yolu göstermek amacıyla üzerinde ateş yakılmış olduğundan dolayı bu dağa Cebeli Nur adı verilmiştir. “ ( İslam Peygamberi I. 73 ) dese de, uydurulmuş olan hadis ve rivayetler daha güçlü bir etki oluşturmuş, Müslümanların büyük çoğunluğu tarafından Kur’anın ilk vahiy nurunun Peygamberimize içine yabani bir hayvanın dahi zor girebileceği bu mağarada indirildiğine inanılmıştır.
Mekke’de Peygamberimizin yaşadığı dönemde de Recep ve Ramazan gibi yılın bazı aylarında, sıcak ve kurak bir iklimin etkisi altında, ormanlara sahip olmayan bu bölgede bulunulduğundan, birkaç günlüğüne dinginliği, sessizliği, sakinliği isteyerek o bölgede çok sayıda bulunan mağara serinliğinde inzivaya çekilen, İbrahim Peygamber öğretisinde Allah'ın varlığına ve birliğine inanmış olan insanlar bulunmakta idi. Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib de zaman zaman Peygamberimizle beraber de bu mağaralardan birine giderlerdi. Rivayetlere göre " Hz. Muhammed muhtemelen 35 yaşlarından itibaren, Ramazan aylarında orucunu mağarada eda etmeye, inzivaya çekilmeye, bilhassa Ramazanın son on gününde dünya yaşamına kapanmaya başlamıştır. " ( İslam Peygamberi I. 252 ) denilmektedir. ( Fakat bu anlatılanların doğru olmadığı, sonradan kurgulandığı çok açıktır. Çünkü Muhammed henüz Peygamber olmamıştır, Müslümanlar için Ramazan ayında toplu olarak öngörülen oruç ayetleri ortada yoktur ve insanlar 30 gün toplu olarak değil de atalardan gelen bir gelenek ile bireysel olarak bazen üç, bazen iki gün, bazen yılın değişik zamanlarına dağıtarak oruç tutmaktadırlar. Kadir Sûresi içinde yer alan Kadir gecesini Ramazanın son on gününde arayın uydurma hadisi bile henüz ortalarda yoktur.)
Yine rivayetlerle anlatılanlara göre ; “ Özellikle nübüvvetinin ilk müjdeleri olarak kabul edilen sadık rüyalar görüyordu, altı ay içerisinde yalnız kalmak istiyor ve bu mağarada düşüncelere dalıyordu. Dağdan her inişte evinden önce Kâbe’ye gidip tavaf ediyordu. Zaman zaman eşi Hatice’yi de mağaraya yanında götürüyordu. Azık olarak yanına çok az miktarda süt, kurutulmuş et veya zeytinyağı ile kuru ekmek alırdı, günlerce mağarada tefekküre dalardı. “ denilmektedir. ( Taberi II. 300, Belazuri I. 115 )
Müslim Fedail 2. Kitabında bir başka rivayette Resulullah “ Ben Mekke’de bir taş bilirim ki, Peygamber olarak gönderilmeden evvel bana selam verirdi. Onun yerini de biliyorum buyurmuştur. “ denilmekte, bu uydurma rivayete dayanarak da Topbaş.com sitesinde ; Zaman zaman evinden çıkar, Mekke’den uzaklaşır, sessiz ve sakin yerlere doğru giderdi. Bu esnada rastladığı ağaç ve taşlar “ es Selamu aleyke ya Resulullah “ diyerek kendisine selam verirlerdi. Fahr'i Kâinat aleyhi ekmelü’t tahiyyat Efendimiz hemen etrafına bakar, fakat ağaç ve taştan başka bir şey görmezdi. “ diye Allah'ın yaratma kanunlarına aykırı olan bir başka masalımsı düzmece anlatılmaktadır.
Bu ve buna benzer rivayetlerle anlatılan hikâyeler, Allah’ın Kâinatı yönetmede oluşturduğu Tabiat Kanunlarına, Sünnetullah’a, Kur’an ayetlerine tamamen aykırıdır. Çünkü Kur’anda Kasas Sûresinin 86. ayetinde “ Ve sen Kitab’ın sana vahyedileceğini / indirileceğini ummuyordun. O ancak Rabbinden bir rahmet olarak verildi. “ ifadeleriyle Allah’tan başka kimsenin bilmediği, henüz yapılmadığı bir görevlendirmeyi taşların ağaçların ve bir başkasının bilmesi ve Peygamberimizi önceden selamlaması diye bir şey olamaz. Fabl ve Yüzüklerin Efendisi masallarının dışında taşın ve ağacın konuştuğunu bugüne kadar kim görmüştür ? Uydurma ve saçma rivayetlerle el Emin denilen Peygamberimizi günlerce dağda inzivaya çekilmiş ve adeta dağda mecnun olmuş bir kişiye dönüştürmüşlerdir. Elbette ki o yörenin insanları gibi Peygamberimiz de zaman zaman dinginlik, serinlik aramak için o mağaralardan birine gitmiş olabilir. Ama bunu abartıp, mana alemi denilen bir anlayışa bağlı olarak ve kerametlerle Peygamberimizi dağda aklını yitiren mecnunluğa, deliliğe dönüştürmenin kime ne yararı olacaktır. Bunları kabul etmek, Kur'anın bize bir beşer, aranızdan gelen bir arkadaşınız diye tanıttığı, görevlendirdikten sonra henüz insanların karşısına çıkarmadan önce aylarca Kur'an ayetlerini vahyederek eğittiği Peygamberimizin şahsına yapılan bir hakaret değil midir ? Bu saçma ve uydurma olan hikâyelere inananların Peygamberimize mecnun, deli diyen müşriklerden ne farkı olacaktır. Halbuki mecnun olduğu izlenimini verecek bir hayat içerisindeki birine Allah’ın Nebilik görevini verdiği düşünülebilir mi ? Aklını kullanan, Allah’ı tanıyan, Kur’anı bilen bir insana bu iddialar mantıklı ve inandırıcı gelebilir mi ? Çünkü zaten Kur’anda da Tekvir Sûresinin 22. ayetinde “ Ve sizin arkadaşınız mecnun / deli değildir. “ denilerek adeta rivayetlerde anlatılanların saçmalığına ve tutarsızlığına işaret edilmektedir.
Kur’anda İsra Sûresinin 1 – 2. ayetlerinde Peygamberimize Mescid i Haram'dan, Mekke yakınlarındaki Mescid i Aksa'ya gece yürüyüşünün yaptırıldığı ve bunun ardından oradaki bahçenin içerisindeki son sedir ağacının önünde oluşan kozmik bir perdenin arkasından Peygamber'e seslenilerek ilk vahyin nasıl indirildiğinin ayrıntıları Necm Sûresinin 1 – 18. ayetleriyle anlatılmaktadır. Ama buna rağmen, Kur'an ayetleriyle bu anlatılanların aksine, uydurma hadis ve rivayetlerle Müslümanların çoğunluğunu Peygamberimize ilk vahyin Hira mağarasında indiğine inandırmışlardır. Bunu sağlayan, dilden dile dolaşarak, her birinin de kendi kişiliğinin arzularına göre bir şeyler eklemesi mümkün olan, tevatür denilen, Buhari’nin Tefsir 96 / 1. Vahiy Kitabının 3 numaralı Bab’ında anlatılan rivayeti, Kur’an merceğinde incelemeye çalışalım ; “ Bize Yahya bin Bükeyr, ona Leys, ona Ukalyl, ona İbni Şihap, ona Urbe bin Zubeyr, Urbe de müminlerin annesi Ayşe’den tahdis etti. / Anlattı, rivayet etti, Peygamberimizin sözlerini tekrar etti. Müminlerin annesi Ayşe şöyle dedi :
Resulullah’a ilk vahyin başlayışı uykuda doğru rüya görmekle olmuştur. Her gördüğü rüya sabah aydınlığı gibi ortaya çıkardı. Sonra ona yalnızlık sevdirildi. Hira dağındaki mağaraya yalnızlığa çekilir, belirli gecelerde ailesinin yanına gelinceye kadar ibadet ederdi. Tekrar yiyecek içecek alır, yine giderdi. Tekrar Hatice’nin yanına döner, yiyecek içecek tedarik edip yine giderdi. Ta ki vahiy gelene kadar.
Bir gün Hira mağarasında iken melek ona geldi, “ ikra “ oku dedi. O da “ Ben okuyucu değilim “ dedi. Peygamber buyurdu ki ; “ O zaman melek beni alıp takatim kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp yine oku dedi. “ Ben de ona “ Ben okuyucu değilim “ dedim. Böylece beni üç defa sıkıştırdı, oku dedi, ben de üç defa “ Ben okuyucu değilim “ dedim. Sonra bırakıp : “ Yaratan Rabbinin adıyla oku ! İnsanı kan damlasından yarattı. Oku ! Rabbin en büyük cömertliğin sahibidir. “ Bunun üzerine Resulullah, bu ayetlerle yüreği titreyerek Hatice’ye döndü. “ Beni sarıp örtünüz ! “ dedi. Korkusu gidinceye kadar vücudunu sarıp örttüler. Ondan sonra olanları Hatice’ye haber verdi. “ Kendimden korktum “ dedi. Hatice de : “ Hayır, vallahi Allah seni ebediyen rüsva etmez. Çünkü sen yakınlarına sıla yaparsın, acizlerin işini görürsün, fakire yardım eder, misafiri ağırlar, hak vekillerine yardımcı olursun. “ dedi. Ve hemen peygamberi alıp amcasının oğlu Varaka’ya götürdü. Bu kişi cahiliye döneminde Hristiyan olmuş bir kişi idi. İbranice yazı yazmasını bilir, İncil’den Allah’ın dilediği kadar bazı şeyleri İbranice yazardı. Ve kördü. Hatice Varaka’ya : “ Amca oğlu dinle ! Kardeşinin oğlu ne söylüyor ? “ dedi. Varaka : “ Ne var kardeşimin oğlu “ diye sorunca, Resulullah, gördüğü şeyleri ona haber verdi. Bunun üzerine Varaka : “ O gördüğün, Allah’ın Musa’ya indirdiği Namus’tur. Ne olurdu, senin davetin günlerinde ben de genç olsaydım. Kavminin seni çıkaracakları ( Hicrete zorlayacakları ) zaman sağ olsaydım. “ Bunun üzerine Resulullah : “ Onlar beni çıkaracaklar mı ? “ diye sordu. O da : “ Senin gibi bir şey getirmiş bir kimse yoktur ki düşmanlığa uğramasın. Şayet senin davet günlerine ulaşırsam sana son derece yardım ederim. “ dedi. Ondan sonra çok geçmeden Varaka öldü. Ve bir müddet vahiy kesildi.
Peygamberimize elçilik görevi, 40 yaşında iken M. S. 610 yılında, ilk olarak Alak Sûresinin 1 - 5. ayeti " İkra bismirabbikelleziy halak * Halekalinsane min alak * İkra verabbükel ekrem * Elleziy allemebil kalem * Allemel insane malem ya'lem " ( Yaratan Rabbinin adına oku O, insanı alaktan / kan pıhtısından yarattı. Oku ! Senin Rabbin kerem / bütün ikramların ve zenginliklerin sahibidir. O, kalemi yaratan, insana okumayı yazmayı öğretendir. ) ifadeleriyle vahyedilmeye başlanarak verilmiştir. Bu ayetler günümüze gelinceye kadar büyük çoğunlukla yukarıda yer verdiğimiz Sahihi Buhari denilen imamın, elden ele, dilden dile dolaşan bu rivayeti ile anlaşılmaya çalışılmıştır. Oysa Yüce Kitabımızın bu konulara değinen genel yapısına baktığımız zaman, bu rivayetle anlatılanların Kur’anın gerçeğine uymadığını, onaylanmadığını, bir çok tutarsızlığı ve yanlışı içerdiğini görmekteyiz.
* Rivayette ilk vahyin uyku esnasında rüya ile başladığı belirtilmektedir. Halbuki Necm Sûresinin 12 – 13. ayetlerinde “ Onun gördüğü şeyden kuşku mu duyuyorsunuz ? Andolsun onu başka bir inişte daha gördü. “ denilen ayetler Peygamberimizin göreve başladığının ikinci yılında nazil olarak, uykuda değil de ilk vahyin nasıl indiğine işaret edilmektedir. Eğer iddia edildiği gibi ilk vahiyler rüyada inmiş ise, bu ayetlerin ve daha başka ayetlerin de Alak Sûresinden önce inmiş olması ve Kur’anda yer alması gerekirdi. Böyle bir iddia ise, vahyin eksik toparlandığının kabulü olur ki, bu hem tarihi bilgilere hem de Rabbimizin Kitabını koruma vaadine ters düşer.
* Rivayette mağarada sanki görevlendirilmeden önce yoğun ibadet içerisindeki bir Peygamber portresi anlatılmaktadır. Halbuki Kur'anda Duha Sûresinin 7. ayetinde " Seni yolunu kaybetmiş olarak bulup da yola iletmedi mi ? " denilerek ve yine Şura Sûresinin 52. ayetinde " İşte böylece Biz, sana da Kendi emrimizden olan ruhu / bilgiyi, Kur'anı vahyettik. Sen kitap nedir iman nedir bilmezdin. " denilerek Peygamberimizin daha önceki durumunun inanç bakımından orada müşrik olarak yaşayan insanlardan pek farklı olmadığı anlatılmaktadır. Bu ifadelerle de rivayetin sonradan kurgulandığı açıkça ortaya çıkmaktadır.
* Ayşe’den rivayet edilenler doğru ise, rivayette sözü edilen vahiyler ancak Ayşe’nin olayları hatırlayabileceği çağa ve Peygamberimizin evine dahil olduğu döneme ait olabilir. Rivayet, Ayşe’nin ağzıyla sanki Ayşe olaylara tanık olmuş ve anlatmış gibi aktarılmış. Halbuki herkes tarafından bilinmektedir ki, ilk vahiyler geldiğinde Ayşe küçük bir çocuktur, ailenin içinde değildir, Peygamberimiz de Hatice validemizle evlidir. Hatice validemiz cahil bir kadın değildir, üstelik de ticaret kervanlarının sahibi ve yöneticisi bir kadındır. Hatice validemizin ağzından neden böyle bir şey anlatılmamıştır ? Üstelik Peygamberimiz on yıllık Mekke döneminde peygamberliğini yayma mücadelesinden sonra Mekke'den Medine'ye hicretinin ardından Ayşe valideyle Medine'de evlenmiştir.
* İlk vahyin geldiği esnada Kur’anda yine Necm Sûresinin 11. ve 17. ayetinde “ Gönlü gördüğünü yalanlamadı. Göz şaşmadı ve azmadı. “ ifadeleriyle Peygamberimizin korkmadığı ürpermediği belirtilmektedir.
* Allah'tan başka gaybı kimsenin bilmesinin mümkün olmamasına karşın, rivayetin içine Varakanın geleceği bilmesi ve Peygamberimizin Hicretine de atıf yapılması, üstelik de Kur’anda İbrahim Sûresinin 13. ayetinde “ Ve kâfirler elçilerine : Ya sizi kesinlikle yurdumuzdan çıkaracağız, ya da kesinlikle bizim dinimize / yaşam tarzımıza döneceksiniz dediler. “ benzer ifadelerin yer almasından dolayı, bütün rivayet anlatımlarının sonradan kurgulandığının kanıtı olmaktadır.
* İnsanların yanlış olarak inandırıldığı gibi, insan kılığına dönüşebilen, konuşan melek diye bir metafizik varlık yoktur. Üstelik de Rahman Sûresinin 1. ayetinde " Er rahman allemel Kur'an " ifadesiyle Kur'anı peygamberimize bizzat Rahman'ın öğrettiği anlatılmakta, birçok ayette de vahyi Kendisinin ilga ile nüfuz ettirdiğinden söz edilmektedir. Eğer bu rivayet doğruysa ve gerçekte olmayan Cebrail meleği gelip Peygamberimizi üç defa sıkıştırıp, üç defa ağzından “ oku “ sözü çıktıysa, Kur’anda da Alak Sûresinin ilk ayetinin içerisinde üç defa bu sözün yer alması gerekirdi. Oysa bir defa “ İkra “ oku sözünün olduğunu görüyoruz. Ve yine eğer bu rivayet doğru sayılırsa, Kur’anda Enam Sûresinin 14. ayetinde “ De ki : Ben Müslümanların ilki olmakla emrolundum. “ ayetinin aksine ilk mümin, ilk Müslüman Peygamberimiz değil, hemen ona inanmış olan Hatice validemizin olduğunu kabul etmek gerekir.
* Peygamberimize ilk vahyedilen Alak Sûresinin 1 - 5. ayetlerinin içerisinde, " Yaratan Rabbinin adına oku / öğren, öğret O, insanı alaktan / kan pıhtısından yarattı. Oku ! Senin Rabbin kerem sahibidir. / bütün ikramların ve zenginliklerin sahibi olan Rabbini tanı. O, kalemi yaratan, insana okumayı yazmayı öğretendir. " ifadeleriyle Yüce Rabbimiz Kendisini Alemlerin Rabbi, Yaratan, Kerem Sahibi, Kalemi yaratıp okumayı yazmayı öğreten olarak tanıtmaktadır ve henüz " Allah " lafzı yoktur. Bu ismi çok zaman sonra İhlas Sûresi içerisinde ilk defa kullanacaktır. Bu nedenle rivayetin içerisinde yer alan " Allah " ismi ile ilgili konuşmalar da rivayetin sonradan kurgulandığını göstermektedir. Rivayetin sonunda da “ Bir müddet vahiy kesildi “ ifadesine bağlı olarak da ardından pek çok tutarsız başka rivayetler uydurulmuş, konu daha da kapsamlı ve masalımsı best seller bir dizi haline getirilmiştir. Üstelik indirilen bu ayetlerin ardından hemen ertesi günü insanların karşısına çık da peygamberliğini ilân et denilmemiş, Peygamberimiz bir süre başka ayetlerle eğitilmiş, bilgilendirilmiş ve hazır hale geldiğinde de insanların karşısına çıkması emredilmiştir.
* Kur’ana göre ise ilk vahiy Hira mağarasında değil, uydurma miraç olayı ile çoğunluğun yanlış olarak Kudüs'te olduğunu zannettiği, fakat aslında Mekke’nin çok yakınında bir yer olan Mescidi Aksa denilen yerin Cennetu’l Meva ifadesiyle belirtilen bahçesindeki sedir ağacının bulunduğu yerde gelmiştir. Hira mağarası ile ilgili rivayetler, hem peygamberimizi hem de vahyi rencide eder. Kur’anın Peygamberimize ilk vahyedilen Alak Sûresinin ilk beş ayeti ile ilgili daha geniş bilgileri sitemizde ( Kur’anımız Nasıl Bir Kitaptır veya Miraç Efsanesi ile Kandil Gecesini Yaşamak başlıklı ) yazılarımızda bulabilirsiniz.
Tarih boyunca insanlar, Allah’ın ayetlerine ve bu ayetlerle yaptığı uyarılara hep karşı bir direnç göstermişler veya zorla inandıklarından sonra da bu yetmez düşünceleri ile ayetlerin bir kısmını tahrif ederek ve kendi öngörülerine göre ilaveler yapmışlardır. Kur'anda bir beşer, sadece vahye uyan ve aralarından seçilmiş bir arkadaş olduğu belirtilen Peygamberimizi rivayetlerle, hurafelerle kerametlerle adeta doğa ve insan üstü bir yapıya dönüştürüp bu yanlış inançları gelenekleştirmişler, sonradan gelenler de, düşünmeden, sorgulamadan hep biz atalarımızdan öğrendiklerimizden, geleneklerimizden vazgeçmeyiz zihniyetinde ve direncinde olmuşlardır. Maalesef bin iki yüz yıldır bugün de aynı zihniyet, aynı hastalık devam etmektedir. Bugünün din uleması ve görevlileri de, Allah’ın saf ve tertemiz dinine sokulan, Kur’anın terk edilerek veya geri planda bırakılarak, uydurma hadis ve rivayetlerle yaşanan dinde, aklı devreye sokarak herhangi bir düzeltmeye gidememektedirler. Halbuki sorgulanmadan yaşanan din, ama doğru veya ama yanlış ataların, geleneklerin ve törelerin dinidir. Sorgulamak için de yegâne kaynak Kur’andır. Oysa bugün hadis ve rivayetlerin istilası ile Kur’an anlaşılmak üzere okunmayan, terk edilerek geri planda bırakılan, sadece Arapçası okunularak sevabının ölülere bağışlandığı mezarlıkların Kitabı olma konumundadır. İçinde hangi uyarıların ve öğütlerin bulunduğu bilinmediğinden, Kur’anın ve Allah’ın Hakk Dininin gerçeklerine yönelme sağlanamamaktadır. Yanlış inanç ve din adına uygulanan ritüeller, çoğunlukla doğru bilindiği zannedilerek aynen yanlış olarak yaşanmaya devam edilmektedir. Allah'ın selamı, rahmeti ve hayatın rehberi edinilebilen Kur'anın doğruları sizinle olsun !...
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !...
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR