Bugün dünyada ve ülkemizde çoğunlukla adalete, mutluluğa, barışa ve huzura kavuşturamayan, saçmalığı, tutarsızlığı, hakkı ve hukuku sorgulattırabilen, aklı ve mantığı zorlayan, Müslümanlıkta da Tarikat ve Cemaatlerin Kur'an dışında oluşturarak yaşanmasını dayattıkları yaşanan dinlere bakılarak, bir çok insan Allah'ın Hakk Dini olan İslam'dan, gerçek Hakk Din olgusundan uzaklaşmaktadır. Yaşamın, koşulların getirdiği eğitim yetersizlikleri, yanlışlıkları, bilgisizlik, hayatın önündeki sosyal, ekonomik, konjonktürel olumsuzluklar, zorluklar, mücadeleler, ister istemez dosdoğru yol inancından uzaklaşılmasını da arttıran etkenler olmaktadır. Bunun yanı sıra insanları gerçek Dine yöneltebilecek kaynakların temeli olan Allah'ın indirdiği Yahudilikte Zebur / taş yazı, Tevrat, Hristiyanlıkta İncil / müjde gibi Kitapların gerçeğinin artık ortada olmaması, yerine çarpıtılarak insan eliyle yazılmış, mitolojik hikâye ve hurafelerle doldurulmuş kaynakların kullanılmaya çalışılması, son Kitap olan Kur'anın ortada ve mevcut olmasına rağmen, onun da Müslümanlar tarafından anlaşılmak üzere okunmayıp içinde nelerin olduğunun bilinmediği Din ve inançlar, Allah'ın Kitaplarının dışında saptırılmış kaynaklarla, kendilerine Din Alimi, Ulemaûs sû / Kötülük Uleması denilen ve Kur'anı bütünüyle kavrayamamış olan önderlerin yanlış yönlendirmeleriyle yaşatılmaktadır. Bunların yanı sıra batının kansız veya kanlı katliamlarıyla işgali ve aynı zamanda Sünni ve Şii öğretilerle onların maşası olan Taliban, Boko Haram, İşid gibi gerici terör örgütleri olan radikal dincilerin ortaya çıkardığı görüntüler de bu oluşuma fazlasıyla katkıda bulunmaktadır. İslam adını kullanan, ama Allah'ın Kitaplarının ve Kur'anın onaylamadığı Sünnilik ve Şiilik dinlerine yönelik bu kampanya sonucunda, binlerce Sünni veya Şii mukallitler / İslam'a kıyısından, kenarından taklidi olarak inanmış insanlar Dinlerini terk etmekte, Ateist, Deist, Agnostist olmaktadır. Bu nedenle İslam Dünyası şu anda zulüm ve cehalet dünyası olarak tarihi bir değişimi yaşamaktadır. Tarih boyunca da birçok nedenledir ki, değişik toplum ve kültürlerde, kendi tanrılarını icat eden insanların, düşünce ve inançlarıyla oluşturdukları Paganizm, Budizm, Şamanizm, Şintoizm, Marksizm, gibi gerçek Hakk Dinden sapma inançlarla veya reddedilen Teizm iddialarıyla bu değişimlere zemin de hazırlanmıştır. Zamanımızda da bütün bunların sonucu olarak, bugün artık bilhassa ülkemizde Tarikat ve Cemaatlere bağlı Radikal Dincilik, Ataizm ve Panteizme karşı Ateizm, Deizm, Agnosizm gibi izmli yeni kavramlar inanç gündemini daha hissedilir bir şekilde işgal etmektedir.
Öte yandan Tarih boyunca her toplumda kendisini yeterli ve güçlü görenler, kibrini, bencilliğini ve sahiplenme hırsını ön plana çıkarmış olanlar, yönetici efendi olarak bilinmiş veya onlar şiddet ve baskıyla kendilerini kabul ettirmiş, çoğunlukla da diğer insanlara hükmetmiş, kendisine hizmet ettirmiş, köle gibi kullanmış, kendisinin Tanrı, Allah'ın yeryüzündeki gölgesi, vekili, Firavun, Padişah, Kral, Halife, Sultan, Evliya, koruyup kollayan yerine konulması ile elde ettikleri şaşaalı yaşam koşulları, olanakları hoşuna gitmiştir. Zaman zaman da insanlar, daha önce yaşamış güçlü olarak bildikleri önder atalarından bazılarını tanrı olarak bilmişler heykellerini yapmışlar, bazen ölüleri, bazen ruhları, bazen dirileri, bazen gücü ve altını, doğa olaylarını, gök varlıklarını putlaştırarak da ilâh diye tapmışlardır. Bu nedenle Kâinatı yaratan, yeri, göğü ve ikisinin arasındaki bütün varlıkları oluşturan, Dünya denilen gezegeni insan için hazırlayıp sayısız nimetlerle donatan, Enam Sûresinin 12. ayetinde : De ki : “ Göklerde ve yerde olanlar kim içindir ? “ De ki : “ Allah içindir. “ Allah, rahmeti kendi zatı üzerine yazmıştır. " ifadeleriyle belirtildiği gibi Rahman ve Rahim olan Rabbimiz, bütün insanlık için gerekli olan rahmet ve hidayeti, insanın ihtiyacı olabilecek bütün yaşam koşullarını, olanakları, bitkisel ve hayvansal nimetleri yaratmayı kendi üzerine farz kılmıştır. Tarih boyunca çeşitli bölgelere peygamberler göndererek Kendisinin tanınmadığı, yerine ortak tanrıların konulduğu, adaletin, barışın ve huzurun kalmadığı, güçsüzlerin ezildiği, zulüm gördüğü, kaosun egemen olduğu zamanlarda da Rabblerinin Allah olduğunu öğretmek için Adem peygamberle başlayarak, Kur'anda ismi bildirilen ve ismini bildiğimiz, ismi yer almayan ve ismini bilmediğimiz pek çok peygamber göndermiştir ve kitaplar indirerek toplumların gidişatına müdahaleci olmuştur. İndirdiği sözlü, yazılı emir ve kitaplarla o günün koşullarına göre yaratılış, Kâinat, Dünya, geçmiş, gelecek, yaşanacak hayat hakkında bir takım ip uçları ve müteşabih ayetlerle bilgilendirerek gerçek Hakk Dine, doğru yola davet ettirmiştir.
Geçen zamanlar içerisinde Müminun Sûresinin 44. ayetinde " Sonra Biz birbiri ardından elçilerimizi gönderdik. Her ne zaman bir ümmete elçileri geldi, onlar bu elçiyi yalanladılar. " denildiği gibi her toplumda Allah’ın elçilerine ve indirdiklerine karşı gelenler, uyanlar, uymayanlar, dalalete sapanlar, inkâr edenler, dini tahrif edenler, değiştirenler, azgınlaşanlar sapkınlığa düşenler, Allah’ın varlığını ve birliğini unutanlar ya da reddedenler, doğa üstü olaylara, güçlere, mitolojik hikâyelere inananlar, bu güçleri ve güçlüleri putlaştırarak ilâh yerine koyanlar, yanlış Din olgusunu yaşayanlar olmuştur. Adiyat Sûresinin 6. ayetinde " Kesinlikle insan Rabbine karşı çok nankördür. " denilerek belirtildiği gibi, bütün bunlara benzer şekilde son dönemlerde bir de Din ve Allah yoktur, Evrenin kendi iç dinamikleri içerisinde her şey rastgele kendiliğinden oluşmuştur, din mitolojik inançların ve korkuların bir sonucudur diyen, sadece bilimsel evrim kalıbı içinde kalan materyalistler ortaya çıkmıştır. Modern sosyalist hareket, özgürlük, demokrasi denilip önce kapitalizme, sermayeye karşı emeğin, işçi sınıfının hakları için yola çıkmış olanlar, fakat daha sonra toplumu yeniden yapılandırma sürecinde özgürlükleri de kısıtlayarak kendileri dayatmacı bir yapıya dönüşmüşlerdir. Ardından Dini ve inancı en büyük engel olarak görmeye başlamış, ortadan kaldırmak için Teizmi de muhatap almış olan Ateistler, görünmeyen, kötülüklere de müdahale etmeyen böyle bir Allah yoktur demişlerdir. Bunların yanı sıra da her şeyi yaratan Allah vardır ama Peygamber ve Kitaplar yoktur, yaşanan dinlere bakarak böyle din olmaz diyen Deistler ve bir de Allah'ın varlığı da yokluğu da ispat edilemez diyen bilinmezci Agnostikler devreye girmiştir.
Son ikiyüz yıl içerisinde bu ideolojiler ve akımlar bazı dışa kapalı feodal yapıdaki katı ideolojik toplumlarla beraber özellikle ülkemizde tersine hakim olarak ortaya çıkmış olan radikal dini inançların egemenliğinden dolayı da artık önemini ve geçerliliğini büyük ölçüde kaybetmiştir. Yerine sözde düşünce, inanç ve teşebbüs özgürlüğüne dayalı daha ılımlı bir yapı olduğu iddia edilen liberalizm öne çıkmaya başlamışsa da, bugün yine de aynı sosyalist teorilere büyük ölçüde bağlılığını sürdüren ve bu kabullerle dini inanç ve değerlerin ortada olmaması gerektiğine inanan, bu yolda mücadele veren, hatta dini eğitim kökeninden gelmiş birtakım kesimler bile tekrar din karşıtı olarak ortaya çıkmıştır. Bazı sosyalistler akılcılık ve bilim vurgusunu öne çıkararak Ateizmi ideolojilerinin ayrılmaz bir parçası ve propaganda aracı olarak takdim etmekte, bazıları da sosyalizmi, özgürlük ve demokrasi adına ön plana çıkarmaktadırlar. Din, daha ziyade sınıflar arası çatışmanın bir ürünü olarak görülmekte, doğaya yenik düşen insanların olmayan tanrılara, şeytanlara, ruhlara, mucizelere inanarak oluşturdukları mitolojik inançların bir sonucu olarak kabul edilmektedir. Bu bağlamda aslında sosyalizmle birlikte toplumsal bütünün rahatsızlıkları giderildiğinde, Yahudiler de egemen oldukları ticaret hayatındaki güçlerinden uzaklaştırıldığında, Dinin kendiliğinden ortadan kalkacağı düşüncesiyle önceleri " Din birinci planda bizim hedefimiz değildir. " dediği halde Lenin, daha sonraları " Din, yaşamı boyunca çalışan, yokluk çekenlere bu dünyada azla yetinmeyi, kadere kısmete boyun eğmeyi, sabırlı olmayı ve öteki dünyada cennet umudunu sürdürmeyi öğretir. " demeye başlamış, Marx da " Kalpsiz dünyanın kalbi, acı çeken kitlelerin afyonu veya ağrı kesicisidir. " ifadeleriyle halkı uyutan sömürü ilişkilerini kolaylaştıran, zihni uyuşturan dinle mücadele edilmelidir demişlerdir. Bu şekilde değişik yargılarla ve nedenlerle dini reddeden Ateizmin, Deizmin, Agnosizmin temeli bize göre Sadece bilimsel, evrimci ve materyalist düşünce sınırında kalan, Kur'anın orijinal yapısına ve mesajına vakıf olunamadan, kader gibi Kur'andaki birçok kavramın da gerçeğini bilmeden, yaşanan ve yaşatılan yanlış dinlere bakılarak Allah'ın oluşturduğu enfusi ve afaki mucizeleri göremeden, gerekli rasyonel ve ampirik metodlarla da yeterince gerçek bilgiye sahip olunamamaktır, tek taraflı kalan Kur'an cehaleti ile oluşan bilgisizliktir.
Aslında 1400 yıldır dünyada ve ülkemizde Allah'ın Kitaplarının ve ayetlerinin çarpıtılarak Kur'anın dışında, kendilerine din alimi, ulema denilen kişilerce ortaya atılıp verilen fetvalarla, tutarsız, saçma sapan yanlış hadis ve rivayet yönlendirmeleriyle, Mezhep, Tarikat, Cemaat bölünmeleriyle, gerçek dışı mitolojik olaylarla, olmayan peygamber mucizeleri saçmalıklarıyla, geleneksel bir Sünni ve Şii anlayış oluşturularak yaşatılan ve yaşanılan dinlere bakıldığında söylenenlerde ve sosyalizm hareketi ideolojilerinin çıkış felsefesinde hiç de yanlışlık ve haksızlık bulunmamaktadır. Çünkü gerçekten de bugün önderler tarafından Müslümanlara yaşatılan Din, Kur'anın Allah'ına ait Hakk Din olan gerçek İslam değildir. Bununla beraber öte yandan özellikle dini eğitimin içerisinden geçmiş ve bu yanlış uygulamaların da bir zamanlar sorumluluğunu üstlenmiş, bizzat önderi ve din adamı olmuş, ama dinin entellektüel ve felsefi boyutuna yabancı kalmış, inancını sorgulayamayan bazı kişiler dahi bugün Ateistlerle birlikte Dinin karşısında olmaya başlamışlardır. Oysa bu karalama değerlendirmelerini ve eleştirilerini yapanlar, Kur'an bütünlüğünde anlatılanların, içerisinde yer alan kavramların doğrularını, o günkü Arabın yaşam koşullarına göre ayet ve din dili ayrıntılarını, dil kuralları ile edebi sanatlarla donatılmış anlatım tekniklerini bilemediklerinden dolayı, sadece din adına yanlış yaşatılan ve yaşananlar bağlamında kalmaktadırlar. Eleştiriyi yapanların, Kur'an ayetlerinin orijinal yapısı ile, kavramlarının derinlemesine rasyonel ve ampirik metodla incelenerek gerçek mesajları ile doğrularına ulaşamadıkları, Allah'ın gerçek vahyi Kur'anı da bilmedikleri belli olmaktadır.
İnsanlık tarihi boyunca ismi bilinen veya bilinmeyen peygamberler aracılığıyla Allah'ın indirdiği bütün emirlerin ve kitapların temel ilkesi, Tevhit ( Allah’ı birlemek ) Allah'tan başka herhangi bir şeyi veya kimseyi Tanrı yapmamak ve Allah katında tek bir din, adı da, özgürlük, barış, sevgi, adalet temeline göre konulmuş olan İslam’dır. Allah'ın indirdiği Kitapların içeriği, belli kişilerin ve zümrenin kendi ideolojilerine ve menfaatlerine yönelik değildir, bütün insanlığa yöneliktir ve evrenseldir. Fakat her peygamberin ardından İslam'ın Tevhit inancı ve ilkeleri insanlar eliyle saptırılmış, değiştirilmiş, bambaşka dinler ortaya çıkarılmıştır. Her Kitap, aslında bir önceki kitabı tasdik eder, zamanla unutulmuş, tahrif edilmiş ve değiştirilmiş olan Tevhit ilkelerini hatırlatan, barış ve huzur içerisinde yaşanması gereken dosdoğru yolun kurallarını tekrar insanların önüne koyan niteliktedir. Bu bakımdan Ali İmran Sûresinin 3 - 4. ayetlerinde " Allah sana, sadece içinde konu edilenleri doğrulayıcı olarak bu kitabı hak ile indirdi. O daha önce insanlara doğru yol kılavuzu olarak Tevrat'ı ve İncil'i de indirmişti. Furkan'ı / doğruyu yanlışı da o indirdi. " ifadelerinde gördüğümüz gibi Kur'anda da önceki kitapların tasdik edildiği belirtilmektedir. Toplumların sosyal yaşam koşulları ve medeniyeti geliştikçe de kitapların zaman içerisindeki kapsamları ve hitabeti de gelişme göstermektedir. Bu hatırlatma, emir ve hitabetin en sonuncusu, kapsamının en gelişmiş ve kıyamete kadar yaşayacak olanı da gerçek İslam'ın son Kitabı olan Kur’andır. Bu nedenle zamanımıza kadar gelmiş geçmiş, Kur’anda ismi bildirilen veya bildirilmeyen bütün peygamberler, İslam’ın elçileridirler.
İnsanlık için gönderilen son peygamber Muhammed ( a.s. ) ve onun aracılığı ile indirilen son Kitap olan Kur’anımızda, bizim peygamberimizin de dahil olduğu 25 peygamberin ismi ve bizlere öğüt olması bakımından onlarla ilgili olarak kıssalar ve açıklamalar yer almakta ve hepsinin de Ortadoğu Coğrafyası olarak bildiğimiz, bugünkü Suriye, Filistin, Ürdün, Lübnan, Irak, Arabistan ve Mısır topraklarında, hatta Harun, İlyas gibi bazı peygamberlerin de Anadoluda Urfa ve Van ili yöresinde Urartu medeniyetinin başkenti Tuşba'da yaşadığı ve bu bölgelerdeki insanlara hitap ettikleri bilinmektedir.
Bunun üzerine Kur’an bütünlüğünde içeriği, o günkü Arap kültüründe yaşam tarzına göre ayetlerde Peygamberimizin ağzından Allah'ın kullandığı din dili, hayatı ilgilendiren fazilet ve mesaj yoğunluklarının farklılıkları, zarf, edat, fiil, zamir kalıpları ile anlatım teknik ve yöntemleri göz önünde tutulamadan, nedenleri, muhatap aldığı toplumun o zamandaki kültürel, sosyolojik, ekonomik, coğrafi koşulları, iletişimin çok kısıtlı ve yetersiz, bilim ve teknolojinin adeta hiç gelişmemiş olduğu, dünyanın içinde bulunduğu konjonktür, diğer bölgelerinin var olup olmadığının, insanların oralarda yaşayıp yaşamadığının henüz bilinmediği, koşulların tam olarak düşünülemediği, kavranamadığı halde, sanki bugünkü koşullar o zamanlarda da aynı imiş gibi düşünen, araştıran, sorgulayan insanları, ister istemez dünyanın diğer bölgeleri, Uzakdoğu, Batı Avrupa, Afrika’nın içleri, sonradan keşfedilmiş Amerika ve diğer kıtalarda neden hiç peygamber ortaya çıkmamıştır ? gibi sorulara yöneltmekte, dinin ortadoğuya yerleşmiş olan medeniyetlerin geleneklerin bir devamı olarak çıkmış mitolojik inançlar, tarih kayıtlarında yer almayan masallar olduğu, aslında İbrahim, Davut, Musa, İsa gibi din kurucusu olan o isimlerdeki kişilerin de gerçekte yaşamadıkları eleştirileri gündeme gelmektedir. Bu nedenle de Allah katındaki Hakk Din olgusu için bazılarınca bunun bir eksiklik, olumsuzluk ve doğmatik bir oluşum olduğu ileri sürülebilmektedir.
Bu minvalde kendilerine Prof. Akademisyen Öğretim Görevlisi denilen, Allah, peygamber, Kitap yoktur deyip din olgusunun tamamen karşısında Ateist olduğunu belirten, aslında içerisinde bulundukları bilimin, uğraşının ve araştırmalar sonucunda gördükleri, üstün aklı gerektiren devasa bir Evren düzeninin, Yerde ve Gökte, canlı ve cansız varlıklardaki muazzam bir matematikle akıllı tasarımların, yaratılmış ve mevcut olan atom ve atom altı parçacıklarına varıncaya kadar her varlıkta mühendislik harikası kodlamalarla yaratılmışlığın görülerek, ulaştıkları verilerin doğrultusunda öncelikle onların Allah'ın varlığına birliğine inanmaları gerektiği halde, fakat buna rağmen Allah'ın, peygamberlik müessesesinin ve dini inançların yok sayılması gerektiğini söyleyen bazı bilim adamları da, karşı savunmanın olmadığı program ve zeminlerde tek başına monologlarla ahkâm kesebilmekte * Din medeniyetle bağdaşmaz. * Dinler birbirini yalanlamaktadır. * O kadar peygamber geldiği halde insanlığın halini görüyorsunuz. * Çünkü söylenenler doğru değil, dinler tamamen mitlerle oluşturulmuş bir yalan * Bütün Kâinat bir keşmekeş, gezegenlerin hareketi kaotik. * Bu nasıl düzen ve ahenktir ki canlılar bir birini yiyor. * Her oluşum tesadüflerin eseridir. * Orta doğuda din adına yaşananların tamamı, Asya’dan, Sümer, Babil medeniyetlerinden gelen kültürlerin, Musevi, İsevi ve Müslümanlık dinlerinin birbirini izleyen geleneğidir. * Çin’de, Hindistan’da neden peygamber yoktur ? demektedirler.
Ama buna rağmen tarih boyunca bu tür Allah'ı ve Dini reddiye olan düşüncelere karşı Kur'anımızda Nahl Sûresinin 24 - 25. ayetlerinde " Ve onlara : " Rabbiniz ne indirdi ? " denildiği zaman, onlar kıyamet günü, kendi günahlarını tam olarak yüklenmek ve bilgisizlikleri yüzünden saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından bir kısmını da yüklenmeleri için " Öncekilerin efsaneleri " dediler. Dikkat edin, yüklendikleri şey ne kötüdür ! " ifadeleriyle yapılan uyarılarla, Pascal'ın da " Tanrı'ya inanmak, inanmamaktan daha akılcıdır. Ya bir de gerçekten Allah varsa " dediği gibi, Allah katında nasıl bir olumsuzluğun ve sorumluluğun içine girdiklerinin farkında olmayanlara yine de hemen burada bir düzeltme ile dayanaksız, eksik, yanlış olan bu ifadelerine özetle yanıt verelim.
Allah katındaki vahiyler, Hakk Din, öncekilerin efsaneleri değildir, insanların kendi saptırmalarının dışında masal, efsane, gerçek dışı olaylar anlatılmaz, hiç bir dönemde de, hiç bir Kitap bir birini asla yalanlamamıştır. Gerçek demokrasi, irade ile özgür seçim, hak, hukuk ve adalet temelindeki davranış öğütlerini, kullanılan ve geliştirilen akıl ile doğruya, bilime ve medeniyete ulaşma önerilerini içermektedir. Evrende ve dünya üzerinde meydana gelen hiç bir olay tesadüfü ve nedensiz değildir. Hepsinin uymak zorunda olduğu Allah'ın hükmü ve kurallar, kanun ve ilkeler zinciri, nedensellik ( sebep sonuç ) ilişkisi söz konusudur. Doğanın dengesi, yaşamın sürdürülebilmesi için kodlanmış olarak yaratılmış olan bütün canlı ve atomu altı parçacıklara varıncaya kadar cansız varlıkların belli bir hedefi, amacı, görevi, yer aldıkları oluşumlar içerisindeki değişimleri, evrimle gelişmeleri söz konusudur. Yüce Rabbimiz de Evrenin ve Dünyanın ekolojik dengesi için hiç bir şeyi boşuna yaratmadığını ayetlerle ifade etmektedir. Bugün batı medeniyetine kavuşmuş olan toplumların çoğunluğu da dinsiz değillerdir, üstelik de doğru seçim ve çaba ile onları sahip oldukları medeniyete kavuşturan da dindir, bilimdir ve ulaştıkları ahlâktır. Unutulmamalıdır ki tarih kaynaklarına göre batıya, Orta Asya göçleri başlayıp Sümerler Orta Doğuda Mezepotamya'ya yerleşmeden önce, o bölgede İbrahim Peygamberden önce de din vardır, Nuh tufanı o bölgede oluşmuş, Nuh tufanından önce de o bölge insanlarına Adem, İdris, Hud ve ismi belirtilmeyen Peygamberler gönderilmiştir. İnsanın nerede ve nasıl yaratıldığını ve Dinler tarihinin kronolojik gerçeğini bilmeyenler için elbette ki Sümer ve Babil uygarlıklarının daha önce bu bölgelerde var olan dinlerden aktarılanlardan etkilenmiş olabileceğini söylemeleri de mümkün olamayacaktır.
Allah'ın indirdiği Hakk Din olan İslam'ın hiç bir kitabının, peygamberlere indirdiği vahyin orijinali birbirini yalanlamaz. Bütün peygamberlerde olduğu gibi, Örneğin İdris'in 3 prensibi, Nuh'un 7 ilkesi, Musa'nın Tevrat'taki 10 emri, İsa'nın 10 emri açıkladığı İncil'i / Müjdesi, tarihteki diğer toplumlarda peygamber olsun, olmasın, Şaman'ın, Brahma'nın, Zerdüşt'ün ilkeleri hepsi de evrensel hukukun, insan hak ve özgürlükleri ile sorumluluklarının aynı temelleri üzerine oturmaktadır. Ancak yalanlayanlar olarak kastedilmesi gerekenler ise Allah'ın vahyinin, Kitaplarının ve Kur'anın dışında, tarih boyunca insanların her peygamberin iletilerini saptırarak, değiştirerek oluşturdukları ve yaşadıkları dinler ve mezhepler olabilir. Kur'anda İsra Sûresinin 89. ayetinde " Ve andolsun ki Biz, bu Kur’anda insanlar için her örnekten evirip çevirmişizdir. Yine de insanların çoğu gerçeği inkârda ısrarcı oldular. " ifadeleriyle belirtildiği gibi, insan, dünya üzerinde yaratıldığından bu yana tarihin her döneminde, her bölgesinde aynıdır, her zaman kendi bencilliğinin, sahiplenme hırs ve kibrinin, kıskançlığının esiridir, bu nedenle de nankör, inkârcı ve reddiyeci olmuştur, bugün de olmaktadır. Ama bu reddiyecilerin, Allah'ın insanlık için indirdiği son vahyi olan Kur’anı hiç incelemedikleri, kendilerinin sahip çıkmaya çalıştıkları " Evrimde akıllı tasarımı " göremedikleri, Kur'anın Arap dil kuralları ve kültürüne göre mecazi anlatım tekniğini, bin dört yüz yıl önce Rabbimizin " Mâfissemavat ve Menfissemavat " ifadeleriyle bir çok ayetle uzayda ve Evrende bizden ve dünyadan başka yerlerde akıllı canlıların var olduğunu bildirerek, ileriye yönelik verdiği bilimsel örneklerle mucizesini kavrayamadıkları, içerisindeki aklın kullanılmasının, ilme, gelişmeye, araştırmaya yönelmenin ne kadar önemli olduğunun vurgulandığı ayet ve öğütlerden bilgilerinin olmadığını, o ilkel yaşamın içerisindeki koşullarda bir insanın çıkıp da kendiliğinden bu kadar kapsamlı geçmişe ve ileriye yönelik mucizevi bilgilerle dolu ayrıntılı anlatımları yapıp yapamayacağını düşünemediklerini göstermektedir.
Peki Allah yoktur diyen ve Ateist olduğunu iddia eden arkadaşlara soralım ! 13.7 milyar yıl önce ortaya çıkmış olan bütün Evren, Uzay ve içindeki makro ve mikro düzeylerdeki enerji değişimleri ile maddesel oluşumların matematik tasarımlarını ve kodlamalarını içeren Big Bang'den, Ainstain'in E = m.c 2 matematik formülündeki madde ve enerji arasındaki ilişkiyi bulmasından önce de var olan daha üstün bilgiye sizler sahip misiniz ki ? Bilimsel kanıtlar sınırında kalmaya da çalışıyorsunuz ya ! Allah yoktur diyebilmeniz için kanıtınız nedir ? Bu bilgilerin, tasarımların ve yaratılmışlıkların daha önceden bir sahibinin olması gerekmez midir ? Bizim kanıt olarak yerde ve gökte afaki ve enfusi olarak sayabileceğimiz sonsuz sayıda Evren yaşamının devamı için yaratılmış, oluşturulmuş kanunlar, kurallar ve bunların sonucunda ortaya çıkmış mucizevi oluşumlar vardır. Dünya yaşamında sahipsiz bir sanat eseri, resim, heykel, mimari yapı var mıdır ? Kanıtınız olmadığı halde sizin yaptığınız bu Allah yoktur iddianız sizi yalancı durumuna düşürmez mi ?
Bizim bütün Ateist iddialarına vereceğimiz yanıtın kavranabilmesi için, öncelikle insanlığın yaratılışından bu yana bütün toplumlar için bir, Allah'ın Peygamberleri aracılığıyla indirdiği gerçek vahyinin, Kitaplarındaki gerçek Hakk Din İslam'ın yaşayanlar için öğütlerinin, bir de bütün toplumlarda daha sonradan insan eliyle saptırılmış, değiştirilmiş Allah'ın vahyinin, Hakk Dinin dışında yanlış yaşanan dinlerin var olduğunun bilinmesi gerekir Nitekim bugün dünya üzerinde yaşanan Yahudilikte Musevilik için Allah tarafından indirilmiş olan gerçek Tevrat'ın yerini, sonradan yüzbinlerce yıl süren aralıklarda insanlarca yazılmış, içine geleneklerin ve mitolojik masalımsı doğa üstü anlatımların yerleştirildiği Talmut, Çıkış, Tesniye, Leviller, Tanna, Tora kitapları almıştır. Hristiyanlıkta İsevilik için gerçek İncil diye bir şey ortada yoktur, İsa peygamber zamanında hiçbir şey yazılı kaynak haline getirilmemiştir, sonradan İsa peygamberin yaşadıklarını ve biyografik hayatını anlatan insanların yazdığı Matta, Markos, Yuhanna ve Luka ismindeki İnciller ve mitolojik olaylarla donatılmış Yüzlerce Apokrif İncil, dini yaşamlarındaki inançların yerini almıştır. Müslümanlıkta ise gerçek Kur’an, Arapça lafız ve anlatım teknikleriyle ortada durmaktadır, ama hayatın rehberi olarak kullanılması gereken Kur’anın Hakk Dini ortada yoktur, yerine sonradan Ulema denilen kişilerce uydurulmuş hadis ve rivayetlere dayanılarak verilen fetvalarla, Mezhep, Tarikat ve Cemaatlerle bölünmüş bambaşka dinler yaşanmaktadır ve yaşatılmaktadır. Bugün elimizde de Allah'ın gerçek vahyinden, orijinal diziliminden farklı insan eliyle yanlışlıklarla harekelendirilmiş, seslendirme işaretlerinin konulduğu, ayet sıralamasına ve tertibine dikkat edilmediği için, farklı ve yanlış anlamların çıkarılabileceği tam Ateistlere malzeme olabilecek resmi bir Osman Mushafı Kur'an bulunmaktadır. Bu fırsattan yararlanan, çok da iyi tespitlerde bulunduğunu zanneden, ama Allah'ın gerçek vahyinden zerre kadar bilgisinin olmadığı belli olan işgüzar bir şarlatan Ateist de " Bazı müfessirlerin ve Diyanetin değişik ayetlerde, bugün elde bulunan yanlış tertiplenmiş resmi Osman Mushafına göre yaptığı yanlış meallendirmeleri de malzeme olarak kullanıp, Bu nasıl Allah ki, Yahudileri başka insanlara üstünlüklü yaratmakta, Hristiyanları düşman ilân etmekte, Allah onları kahretsin diyerek kendi kendine lanet okumakta, insanları da birbirine düşman etmektedir. " diyerek de gevrek gevrek zafer havalarına bürünmektedir.
Eğer sadece değiştirilmiş, saptırılmış, Musevilik, İsevilik ve Müslümanlık adına yaşanan ve Kur’anın dışında anlatılan dinlere göre konuşuyor, dinler adına hüküm veriyorlarsa, Ateist olduğunu söyleyen bilim adamları bu din olgusu eleştirilerinde haklı olurlar. Ama bugün elimizde mevcut olan gerçek Hakk dinin kaynağı Kur’anın içeriğini, kapsamını, anlatım tekniğini, içindeki kavramlarını, o zamanın koşullarını, Arap dil kurallarını ve kültürünü, Allah'ın gerçek vahyinin orijinalini bilmeden, kendilerini bu konularda yetiştirmeden, rasyonel ve ampirik metotla araştırmadan, bir bilim adamına yakışmayacak şekilde her hangi bir sağlam delile dayandırmadan sadece gördüklerine, duyduklarına ve yaşanılan dine, yanlışlarla dolu meallere bakıp yüzeysel ve afaki olarak bu şekilde eleştirilere giriliyor, Dini ve Allah’ı yok sayıyor iseler, Allah katındaki Hakk Din için gerçeği yansıtmayan bu kabulleri, onları bilim adamlığı güvenilirliğinden uzaklaştırır, Allah katında da tamamen yanlışın, inkârın ve küfrün hedefine sokar. Biz de bu yazımızda Allah katında Hakk Dinin yegâne kaynağı olan Kur’anın içeriği, yapısı, anlatım teknikleri ve doğruları ile bu eleştirilere, sorulara açıklık getirmeye çalışıyoruz.
Kur’anımızda Allah'ın gerçek vahyi ile anlatılan, konu edilen her şey Hakk’tır, gerçektir, yaşayan insanlar için sorgulanması, araştırılması ve öğütlerinin, mesajlarının doğru algılanarak ders çıkarılması, rehber edinilmesi gereken hatırlatma ve yönlendirmelerdir. Hurafe, masal, ütopik ve doğa üstü olaylar, olmayan, olmayacak şeyler de anlatılmaz. Aslında insanların çoğunlukla yanlış inandırıldıkları gibi Kur'anda " Ne İbrahim'in gerçek anlamdaki ateşe atıldığı, ne Musa'nın asasının yılan olduğu, denizi yardığı, ne balığın peygamberi yuttuğu, ne İsa'nın körleri iyi edip gerçek ölüleri dirilttiği gibi " gerçek dışı ve doğa üstü olaylar anlatılmaz. Hepsinin de gerçek yaşanmışlıklardan karşılıkları vardır. Allah, hiçbir insanı başka bir insana, hiçbir toplumu başka bir topluma bizim anladığımız şekilde üstünlüklü kılmaz, hiçbir kuluna veya topluma da lânet etmez ve kahretsin demez. Her anlatılan kıssanın, Arap dil kalıbında kullanılan orijinal sözcüklerin gerçek hayattan karşılıkları vardır.
Peygamberimizin ilk defa görevlendirilmek üzere bir gece vakti yürütüldüğünün anlatıldığı İsra Sûresinin birinci ayetine başlanırken “ Sübhanelleziy “ denilerek " Allah’ın her türlü noksanlıklardan arınık olduğu, ayetin sonunda da en iyi gördüğü ve en iyi işittiği " dile getirilir. Allah’ın Hakk Dinini anlayabilmek, kavrayabilmek, eğri midir ? doğru mudur ? gerçek midir ? yalan mıdır ? yargısına varılabilmek için, Din sorumlularının, eleştiriyi yapacak olan Ateistlerin veya bilim adamlarının öncelikle Kur’anda bir çok ayette yer alan Kasem cümlelerinin ( Allah'ın kanıt gösteriyorum, dikkatinizi çekerim, and olsun ki dediği somut referanslar vererek iddiasını kanıtladığı ) ifadelerini doğru anlamaları gerekir. Çünkü Yüce Rabbimiz Allah, zamanımızdan bin dört yüz yıl önce mucize ve kanıt olarak kabul edilebilecek, ileriye yönelik bir çok bilgi ve ip ucunu, özellikle Evrenin sürekli olarak genişlediğinin, Dünya ve Ay'ın güneş etrafında bir yörüngede döndüğünün, bütün gök cisimlerinin uzayda yol aldıklarının, denizin altında birbirine karışmayan ve aralarına engel konulmuş ifadesiyle tatlı su ve denizin bulunduğunun bilgisini, en mükemmel ve donanımlı yaratılmış olan insan için parmak uçlarına varıncaya kadar donatıldığının söylendiği ayetlerle bugün ortaya çıkarılmış olan parmak izi mucizesini dahi örnek vererek bir çok ayetle ve de bizzat “ Ve şahidin ve meşhud “ ifadesini de kullanarak bütün vereceği hükümlere bu kasem cümleleri ile gerçek hayattan, bilinen, gözle görülen, elle tutulan somut referanslar göstererek uyarılarına başlamaktadır.
Özellikle örneğin Buruc Sûresinin 1 – 3. ayetlerinde “ Burçlar sahibi sema'ya / gökyüzüne, söz verilmiş o güne, şahitlik edene ve şahitlik edilene kasem olsun ki, andolsun ki / kanıt gösteririm, dikkatinizi çekerim ki “ denilerek doğrudan doğruya hakikat anlamında lafız karşılıkları olarak sema, büruc, söz verilmiş gün ile üç şey kanıt gösterilerek müteşabih ve mecazi anlamları içeren ifadelerle başlamakta, aslında 4. sırada olması gereken 12. ayette “ Rabbinin kıskıvrak yakalaması gerçekten çok şiddetlidir. “ ifadeleriyle kıyamet günündeki sona bağlantı yapılarak kasem cümlesi tamamlanmaktadır. Eğer ayetlerin orijinalinde yer alan “ sema “ sözcüğü düz mantıkla sadece gökyüzü olarak anlamlandırılırsa, cümlenin asıl mesajını doğru olarak ortaya koymakta ve anlamakta zorlanırız ve ayetin asıl mesajından uzaklaşmış oluruz. Ardından da bir takım insanlar çıkar, burçlar Kur’anda da var der ve yıldız kümelerini falcılıkta kullanmaya başlarlar. Oysa Türkçe'de genellikle bizim uzay olarak kullandığımız sema sözcüğünün, Arap dil kurallarında yükseklik, yücelik, üst olma gibi daha bir çok anlamı bulunmakta, fiili ise aynı zamanda iyi hesap yapan, yüksek matematik bilen kimseler için de kullanıldığı gibi Allah'ın bu konulardaki yüceliğine ve sınırsızlığına dikkat çekilmektedir. Büruc sözcüğü ise burç sözcüğünün çoğuludur, lafız olarak bilinen 12 sabit yıldız kümeleridir. Fakat Kur'anda ayetlerin mecazi anlatımına göre Güneşin dünyayı ve gezegenleri aydınlatma özelliğinden dolayı, Güneş sözcüğü mecazi anlamında Kur’an olarak kastedildiği gibi, yıldızların da dünya üzerinde buna benzer işlevinden dolayı, burçlar da her bir defada bölüm bölüm, paragraflar halinde inmiş, insanlığa yaşamı için ışık tutan, yol gösteren “ Kur’an ayetlerinin kümeleri “ olarak da anlamlandırılabilir. Söz verilmiş gün ise kişinin ölümüdür, Evrenin ölüm günüdür, yok olmasıdır, kıyametin kopmasıdır. Bunun sonucunda da bu ayette yapılan kasem ile kastedilenin “ İyi hesap bilen bilim adamlarının Evrenin yapısını, işleyişini tespit ederek Evrenin sonunun / kıyametin mutlaka gerçekleşeceğini bilimsel olarak da ortaya koyup ispat edebilecekleri ve bu bilgiyi de açıklayacakları kanıt gösterilmiş olmaktadır. “ şeklinde yorumlanması, Allah’ın bin dört yüz yıl önce mucizevi olarak gerçek vermek istediği mesaja uygun ve daha isabetli olacaktır. Bunun da gerçek doğru olduğunu bugün gelişmiş olan bilim ortaya koymuştur.
Gerçekten de 01.08.2002 tarihinde www.bilim ve teknoloji.com linkinde yayınlanmış “ Devasa büyüklüğe ve akıl almaz karmaşıklığa sahip olan bu muhteşem Evren, her şey gibi bir gün son bulacaktır. Bu sonun nasıl olacağı sorusu Evrenin kapalı mı, yoksa açık mı olduğu sorusunun cevabına bağlıdır. Şu an teorik fizikçiler Evrenin kapalı, ya da açık oluşu ile ilgili kesin bir yargıya sahip değiller. Evren ister açık olsun ister kapalı, üzerindeki bu muhteşem denge eninde sonunda bozulacak ve madde bir şekilde yok olacaktır. Eğer Evren kapalı ise, genişleme sonunda sıkışacak, Big bang’in tersi şeklinde kütle çekiminin etkisi altında kalan Evren zamanla küçülecek, sahip olduğu yoğunlaşmış potansiyel enerjiyi yayarak ısınacak ve sonuçta sonsuz yoğunluk ve sıfır hacim ile yok olacaktır. Eğer Evren açık ve sınırsız ise üzerine çöküş gerçekleşmeyecek, fakat zamanla birlikte genişleyen Evren soğuyacak ve üzerindeki maddeyi oluşturan tüm enerjisi harcanarak yok olacaktır. “ şeklinde yayınlanmış bilgiler, yukarıdaki ayetin bu şekilde anlamlandırılmasını doğrular niteliktedir.
Şimdi “ Her şey tesadüflerin eseridir. Bütün Kâinat bir keşmekeş ve gezegenlerin hareketi kaotik. Dinler kültürlerin birbirini izleyen gelenekleridir. “ diyen ve ateist olduğunu belirten yerli ve yabancı bilim adamlarına sormak gerekir. Zamanımızdan bin dört yüz yıl önce, dünyanın yuvarlak olduğunun dahi bilinmediği, dünyanın bir çok kıtasının ve bölgesinin henüz keşfedilmemiş olduğu, bilimin teknolojinin ve iletişimin gelişmediği, bu güne göre bir ilkel yaşamın içerisinde, Kur’an ayetlerindeki mucize ifadeleri, kendisine peygamber dedirttiren birisinin çıkıp da kendisinin uydurduğunu, ya da kendileri ilkel bir yaşamın içerisinde tarihi, evreni ve yaratılmanın ayrıntılarını bilmezken birilerinin ona öğrettiğini kabul etmek mümkün müdür ? Elbette ki Big bang ile Evrenin yaratılmasının ilk dönemlerinde açığa çıkmış olan çok yüksek enerjilerden, entropiden dolayı o an her şey kaotiktir. Ama bilim adamı denilen kişiler elbette bilirler ki her düzensiz kaotik yapı, üzerindeki fazla depolanmış, yığılmış potansiyel enerjiden oluşan entropiyi azaltarak dengeye ulaşma eğilimi içerisindedir. Hala da o kaotik yapılar Evrenin değişik kesimlerinde dengeye ulaşma eğilimlerini sürdürmektedirler. Dünya üzerindeki depremler de bu nedenle oluşmaktadır. Maddenin en küçük yapı taşları atomun çekirdeğindeki proton ve nötronlar arasında enerji aktarımını sağlayabilmek için sürekli sıçrayıp yer değiştiren takyon ve mezon denilen tanecikler üzerinde kodlanmış, elektron ve her türlü engelden geçebilen nötrino denilen taneciklerin yönlenmesindeki düzen ve bilincin, hızın ve eğilimin, yarattığı her şeyde en mükemmel, kusursuz tasarımı ve çok hassas hesapları bile yapabilmiş olan bir gücün, Kur'anda Kendisini Zumira diye tanıtan üstün aklın, yani Allah'ın müdahalesi olmadan rastgele oluştuğunu söylemek mümkün müdür ? Evrendeki devasa birçok galaksinin yapısını ve güneş sistemlerini, zerreden kürreye bütün var olan yaratılmışların üzerinde kodlanmış determinizmi bir eğilimi, entropiyi / düzensizliği arttıran kurallar zincirini, kozmik düzeni ve kontrolünü gördüğü halde farkına varıp da Allah’a ulaşamayan ister yerli, ister yabancı bilim adamlarına, Allah hidayeti, aklını ve tefekkürü doğru yerde kullanmayı nasip eylesin demekten başka artık biz ne diyebiliriz ki !....
Kur’anda ismi bulunan bütün peygamberler orta doğuda yaşamışlardır da neden o peygamberler hakkında tarih kaynaklarında o peygamberlerle ilgili anlatımlar yer almamaktadır ? Çin’de, Hindistan’da, Dünyanın başka yerlerinde peygamber çıkmamıştır sorusuna, Kur’anımızı hafife alan ve dinlerin toplumlar tarafından icat edilen gelenekler olduğunun iddia edildiği görüşlerine ve eleştirilerine gelince ;
Şu iyi bilinmelidir ki tarih boyunca gelmiş, geçmiş bütün peygamberler, her dönemde içinde bulundukları toplum tarafından hemen kabul edilmemiş, hoş geldin ne iyi ettin de geldin denilmemiş, muktedirlerin kurmuş olduğu sömürü düzenini bozucu olarak görülmüş, reddiyelerle karşılaşmış ve canları pahasına, can siperane büyük mücadelelerin içerisinde olmuşlardır. Hiç bir peygamber yaşadığı dönemde hayatının sonuna gelinceye kadar, öğretisini çoğunluğa kabul ettirememiştir. Örneğin Yahudiliğin kökeni olarak görülen Musa peygamberin dinini yaşayanların bugün dünya üzerindeki toplam nüfusu hala 20 milyonu geçmez. İsa peygamber ve onun sağlığında ve öldükten sonra 12 havarisi ile ilettiklerine inananlar, yüzlerce yıl zulüm ve işkence görmüşlerdir. Ancak İmparator Teodosyüs'ün Hristiyanlığı seçip devlet dini kabul etmesi ile güç bularak milyonların peşinden gittiği din olmaya başlamıştır. Müslümanlıkta ise aynı sıkıntılar Muhammed Peygamberce de yaşanmış, 13 yıllık Mekke dönemi yaşantısında inananlar 200 ü geçmez iken, hicret etmek zorunda kalmış, Medine'de vefat ettiği zaman inananların sayısı ancak on binler civarındadır. Ölümünden yaklaşık yüz yıl sonra başlayan Türklerin Müslümanlığa geçmesi, Selçuklu ve Osmanlı fetihlerinin ardından önce Anadolu'ya, sonra batıya, uzak doğuya, Afrika'nın içlerine varıncaya kadar yayılma ile inananların sayısı milyonlarla ifade edilmeye başlanmıştır. Peki bütün o ilkel dönemlerde yazılım kaynakları, iletişim olanakları da yeterince vardı da tarihçiler mi bu peygamberlerin hayatını ve yaşadıklarını Tarih kitaplarında yazmamışlardır. Halbuki gerçekten anlamak ve kavramak üzere okuyan, Arabın diline vakıf olarak inceleyebilen gerçek bilim adamları, aslında bir çok sorularının karşılığını da Kur'an ayetlerinde göreceklerdir.
Hud Sûresinin 116. ayetinde “ İşte sizden önceki devirlerden bakiye, / söz, erdem, eser sahipleri akıllı insanlar / bilge insanlar kitap ehli / kendilerine kitap indirilmiş olanlar yeryüzünde bozgunculuktan vazgeçirmeye çalışsalardı ! Fakat onların içinden kurtardığımız pek az kimse bunu yaptı. Allah’ın ortağı olduğunu kabullenerek, Allah’ın ilâhlığını ve Rabliğini bilerek reddederek yanlış ; kendi zararlarına iş yapan o kişiler ise şımartıldıkları refahın ardına düştüler ve suçlular oldular. 117 : Ve senin Rabbin, halkları düzeltici iken, o memleketleri haksız yere helâk edici / değişime, yıkıma uğratacak değildir. “ ifadeleriyle helâkten, yok olmaktan kurtulmanın bir başka yolunun açıklandığı bu ayetlerde, kötü gidişat sergileyen toplumlarda ortaya çıkıp mücadele vermesi gerekirken, mal mülk, makam mevki düşünüp, saray nimetlerinin çıkarı uğruna suskun kalan bilgi ve akıl sahibi neme lazımcı önderler kınanmaktadır. Moliere'in " Susan bir bilgin, bir kelime söylemeyen aptallardan farksızdır. " ( Ölümü 1673 ) dediği gibi hayati ve toplumsal konularda doğru olduğuna inandığı bir insan, bildiği şeyleri, olanakları ölçüsünde, bulunduğu zeminde, toplumla paylaşmalıdır, toplumların bozulma dönemlerinde, o toplumdaki bakiye sahibi ( toplumun bilge kişilerinin ) nitelikli bireylerinin öne çıkıp toplumun düzeltilmesi yolunda çaba harcamaları, dilsiz şeytan olmamaları gerekmektedir. Toplumlarda insanlık adına " Bir şey bilmeyen cahildir, ama bilip de susan ahlaksızdır. " diyen Bertold Brecht'in de bu konudaki özlü sözünü, Kur'an bin dört yüz yıl önce söylemiştir.
Ali İmran Sûresinin 104. ayetinde “ Ve içinizden hayra çağıran, herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden, vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeyleri engelleyen bir önderli toplum bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. “ ifadelerinde anlatılmak istendiği gibi her toplum kendi bilgesini, önderini yetiştirmek zorundadır. Nitekim uzak doğuda Asya’da Bilge Kaan, Konfiçyus, Buda, batı Avrupa’da Aristo, Sokrates, Eflâtun gibi bilge kişiler tarihin değişik zamanlarında ve toplumlarında ortaya çıkmışlardır. Çinde, Orta Asya Türklerinde ve uzak doğuda tarihin her döneminde Bilge insanlar hiç eksik olmamış, toplumlarını en güzel bir ahlâk ile erdemli davranışlara kavuşturmuşlardır. Onların da Kur'anda ismi bildirilmeyen peygamberlerden olmaları ihtimal dışı değildir. Ulaşım olanaklarının zamanla gelişmesi ile sonradan keşfedilen Amerika kıtasında Kızılderili denilen toplumlarında, Azteklerde, Afrika’nın, Brezilya’nın, Güney Amerika’nın ilkel kabilelerinde bile o toplumları yönlendiren kendi çaplarında bilge insanların olduğu, oralarda bulunmuş taştan yapılmış tablet, yazıt, kitabe gibi kalıntılardaki motifler, çizimler, semboller ve yazılarla geleceğe aktarılmaya çalışılan çok çarpıcı bilgilerle kanıtlanmaktadır.
O toplumların bazılarında kaos oluşmadığı için belki de peygamber göndermeye ihtiyaç ta kalmamıştır. Ama yine de Orta Doğuda ortaya çıkmış ve Kur’anda ismi belirtilenlerden başka diğer bölgelere de peygamber niye gönderilmemiş demek doğru ve gerçekçi bir yaklaşım değildir. Çünkü Mümin Sûresinin 78. ayetinde “ Ve andolsun ki Biz senin önünden nice elçiler gönderdik. Onlardan kimini sana anlattık, onlardan kimini de anlatmadık. “ denilmekte, yine Nisa Sûresinin 163. ayetinde de “ Şüphesiz Biz, Nuh’a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyub’a, Yunus’a ve Süleyman’a, daha önce kendilerini sana anlattığımız elçilere, kendilerini sana anlatmadığımız elçilere, elçilerden sonra insanların Allah’a karşı bir delilleri olmasın diye, müjdeciler ve uyarıcılar olarak vahyetmiştik. “ ifadelerinde görüldüğü gibi geçmişte dünyanın çok değişik bölgelerinde toplumlara bir çok peygamber gönderildiği, Allah’ın bazılarını bildirdiği, bazılarını da bildirmediği açıklanmaktadır.
Fatır Sûresinin 24. ayetinde de “ Şüphesiz Biz seni hak ile bir müjdeci, bir uyarıcı olarak gönderdik / elçi yaptık. Her ümmetin de içinde bir uyarıcı kesinlikle gelip geçmiştir. “ denilerek ifade edildiği gibi daha bir çok ayette de her toplum için bir yol gösterenin olduğu dile getirilmekte, Şuara Sûresinin 208. ayetinde “ Ve Biz sadece kendileri için uyarıcılar olan kenti helâk ettik. / yıkıma, değişime uğrattık 209 : Öğüt ! / bir hatırlatmadır. Ve Biz haksızlık edenler değiliz. “ ifadelerinde de görüldüğü gibi, Yüce Rabbimiz Allah’ın, uyarıcı gönderilmeyen toplumları sorumlu tutmayacağı belirtilmektedir. Bu ayetlerle ve açıklamalarla, Kur’anda bu konularda hiç bir ayrıntının eksik bırakılmadığının görülmesi, Kur’anın doğru olarak anlaşılması sonucunda gelinen noktada artık diğer bölgelere niye peygamber gönderilmemiştir sorusu sorulabilir mi ? Üstelik Hud ve Saffat Sûrelerinde İbrahim Peygambere gönderilen üç peygamberden, Yasin Sûresinde sapkın bir topluma arka arkaya uyarıcı olarak gönderilen üç peygamberden, Neml Sûresinde Süleyman peygambere gönderilen bilge kişiden, Kehf Sûresinde Musa Peygamberle yolculuk yapan “ Alim kul “ dan somut örnekleriyle ismi bildirilmeyen peygamberler olarak söz edilmektedir.
Sonuç olarak neden Kur'anda sadece Orta doğu bölgesindeki peygamberlerden söz edilmektedir ? sorusuna da değinecek olursak ! Orta doğu coğrafyası, iklim özellikleri ve yaşam koşullarına uygunluğu nedeniyle tarih boyunca insanların en çok yoğunlaştığı, ticaretin, ulaşımın, iletişimin daha kolay yapıldığı bir bölge olmuştur. Medeniyetler de tarih boyunca en çok bu bölgelerde gelişmiştir. Üstelik de M.Ö. 7000 li yıllarında Uzak doğuda ortaya çıkan olumsuz iklim değişiklikleri ve çölleşmeden dolayı büyük çapta toplumsal olarak gerçekleşen göç olayları sonucunda da, yine en çok yerleşilen ve Sümer, Babil, Asur, Elam, Akad gibi yeni ve büyük medeniyetlerin kurulduğu sosyal yaşamın geliştiği bölge olmuştur. Bu sıkışıklığın sonucunda adaletsizlik, haksızlık, mazlumların ezilmesi ve sömürülmesi, köleleştirilmesi, savaşlar, soygunlar, gasplar, öldürülmeler, katliamlar, yine en yoğun ve sürekli kaos da bu bölgedeki insanlar arasında yaşanmıştır. Yalancı ilâhlarla Allah'ın birliği ve Rabbliği en çok bu bölgedeki toplumlar tarafından inkâr edilmiştir. Sonradan gelecek İnsanlar ve toplumlar için bir ibret ve ders olsun diye Nuh tufanı bile bu bölgede gerçekleşmiştir.
İşte bu nedenlerle Kur'anda ismi belirtilen çok sayıdaki peygamber bu bölgelere uyarıcı olarak gönderilmiştir. Gönderilmiş olan peygamberlerin uyarıları çoğu zaman reddedilmiş, ya da kısa zamanda unutulmuş, ya da insanlar tarafından tahrif edilerek değiştirilmiştir. Unutulmamalıdır ki çok sayıda peygamber isminin yer aldığı bu bölgelerdeki yaşam, insanlık adına ulaşması gereken erdemler için mücadelelerin on binlerce yıl sürdüğü, barışın sürekli bozulduğu, gelişmenin, medeniyetin, huzurun ve adaletin tam olarak sağlanamamış, iletişim olanaklarının, bilim ve teknolojinin yeterince gelişememiş olduğu bir süreçtir. Kur’an da yine bu nedenlerden dolayı bu bölgede 600 yıllarının başında indirilmiş olduğundan, henüz Dünyayı, Evreni de tanıyamamış olduklarından, ulaşımın çok kısıtlı ve yetersiz olmasından, insanlar sadece yakın çevrelerindeki yaşanan olayları ve o bölgede anlatılan peygamber hikâyelerini bildiklerinden, elbette ki kendilerine uyarı olsun, bildikleri geçmişten ders alsınlar diye sadece bu bölgedeki peygamberlerin isimleri ve onlarla ilgili kıssaları Kur’anda yer almıştır. İnsanların henüz keşfetmedikleri, bilmedikleri, görmedikleri yerlerdeki ve duymadıkları peygamber örneklerinin o dönemde ve Kur’anda o insanlara anlatılmasının elbette ki bir mantığı, insanların bilmedikleri şeylerin kanıt gösterilmesi de hiç bir konuda inandırıcı olamaz. O nedenlerle de başka bölgelere gönderilmiş olan peygamberlerden, isim ve yer olarak onların kıssalarından Kur’anda söz edilmemiştir.
Bugün yine Orta doğu Coğrafyası, savaşların, çatışmaların, öldürmelerin, insan kıyımlarının, göz yaşının, geri kalmışlığın, sefaletin ve kaosun en yoğun olduğu, dünya barışının ve huzurunun çıban başı olarak görüldüğü, dünyanın başka bölgelerindeki egemen güçlerinin paylaşmak, bu bölgenin yer altı ve yer üstü zenginliklerini, nimetlerini sömürmek için gözlerini dikerek kışkırttıkları, dinlerinin gerçeğini bilmeyen ve yaşamayan, taassuba yönelmiş, bilimden, eğitimden kültürel gelişmişlikten, medeniyetten uzak kalmış Müslümanları birbirine düşürdükleri bir bölge halindedir. Neredeyse bütün dünya insanlarında ne Musevilikte, ne İsevilikte, özellikle de bu bölgedeki mezhepleşmiş, bölünmüş, birbirine düşman kesilmiş Müslüman toplumlarında dahi Allah’ın ayetleri, uyarıları, doğru algılanarak yaşamın içerisine sokulamamış olduğundan Kur'anın Hakk Dini ortada ve akılda yoktur. Bu bölgede insanları ve toplumları yöneten önderler, kendi egolarından, hırslarından, aç gözlülüklerinden, sömürü hastalıklarından, saltanatlarından, haksız kazançlarından vaz geçememektedirler. Özellikle orta doğudaki yoğunlaşmış olan Müslüman toplumlarında da taassuba yönelinerek bilime, çağdaş ve müspet eğitime kapıların kapatılıp aklın kullanılamamasından, düşünme ve sorgulamalardan uzak kalınmış olmasından, tembelliklerinden, medeni toplumlar seviyesine ulaşamamış, Allah’ın ayetlerinden uzaklaşılmış olduğundan dolayı da, Yüce Rabbimiz Allah’ın bir çok ayette belirttiği gibi aklını kullanmayan toplumlar için “ Ben pislikleri üzerilerinden kaldırmam “ dediği cezalandırmalar tecelli etmektedir. Sürü halinde raina yapısı ile güdülme, sefalet devam etmektedir. Rabbimiz ateist ve deist kardeşlerimize yanlış yaşanan dinleri değil de, Kur'anımızın doğrularını görmeyi, sosyalist hareket ideolojilerini de gerçek Hakk Dinle birleştirerek hedeflerine ulaşmalarını nasip eylesin. Allah’ın selamı, rahmeti, Kur’anın doğruları ile aklın egemenliği sizinle olsun !
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !...
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR