Allah’ın dünya üzerinde bütün diğer varlıklara nazaran, akıl ile düşünme yeteneği ve özgürce seçebilmesi için de irade bahşederek daha donanımlı, üstünlüklü yarattığı insanoğlu, ünsiyet kazanıp toplu yaşamaya başladıktan sonra, zamanla hırsın, bencilliğin, gücün, sahiplenmenin, fıtratındaki mevcut fitne ve ficürun da aşırı ölçüde ön plana çıkmasının sonuçlarında insanlar arasında barış bozulmuş, kaos oluşmaya başlamış, güçlü ve muktedir olan zalimlerin zulmü egemen olmuştur. İşte bu dönemlerde Rabbimiz toplumlara müdahaleci olmuş, tarih boyunca değişik zaman ve mekânlarda peygamberler göndererek onların aracılığı ile tevhidin ve dosdoğru yolun gösterilmesi, adaletin, hukukun, huzurun, barış ve esenliğin, egemen olması için Kendi dininin yaşam koşullarını öğreten kitaplar indirmiştir. Bu minvalde son peygamber olan Muhammed ( a.s. ) ile indirilen son Kitap olan Kur’anımızda da Allah’a has kılınmış Hakk Dinin adının Ali İmran Sûresinin 19. ayetinde “ Şüphesiz Allah katında din İslam’dır. “ ifadesiyle İslam olduğu belirtilmekle beraber 85. ayetinde de “ Kim İslam’dan başka bir din ararsa, bilsin ki, o din ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır. “ denilerek Kur’anın dışında abartılarak, saptırılarak yaşanacak farklı dinler de, başkalarına verilebilecek zararlar da, zulüm de yasaklanmıştır.
Allah’ın halis dinine göre Bakara Sûresinin 256. ayetinde " Dinde zorlamak, tiksindirmek yoktur. " Kehf Sûresinin 29. ayetinde, " Ve de ki : O gerçek Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen bilerek reddetsin. " denildiği gibi insanları zorlamadan, mutluluğa, en güzele götürmek amaçlı olduğu belirtilip, din ve inancın seçim hakkı insanların kendi özgür iradelerine bırakılmıştır. İlk Peygamber Adem ( a.s. ) dan itibaren, son Peygamber olan Muhammed ( a.s. ) a kadar gelmiş, geçmiş bütün peygamberlerin hepsinin getirdiği dinin adı da İslam’dır. Ancak, İbrani, Musevi, İsevi, Nasrani, Yahudi, Hristiyan gibi isimleri insanlar o inançtakilere kendileri koymuştur. Tarih boyunca ismi ne olursa olsun Allah'ın varlığına, birliğine ve kitaplarına inanmış olanların hepsi de Müslümandır. İslam, barış, esenlik, sağlamlaştırmak / dertten, tasadan, korkudan, mutsuzluktan, savaştan, zulümden, acıdan, sızıdan, maddi ve manevi her türlü olumsuzluklardan uzaklaştırmaktır. Bundan dolayı İslam dini, insanları sağlamlaştıran, huzura selâmete kavuşturan dindir. Sağduyunun, akli selimin, mükemmelliğin hakimiyetidir. Bu bağlamda gerçek Müslüman, her şeyi sağlamlaştıran, mükemmelleştiren, olumsuzlukları olumluya çeviren, zulmü ortadan kaldıran, dinamik, çalışkan, üreten ve canlı olan kişidir. İçinde bulunduğumuz zamanda ise, Allah’ın Hakk Dini İslam’ın ve onun öngördüğü Müslümanlığın nasıl yaşanmasının gerektiği dosdoğru yolun bütün ayrıntıları da Kur’anın içerisindedir. Kur’an, bu yolda tek düşman olarak dinsizliği veya ateizmi değil, birçok ayette değinildiği gibi Bakara Sûresinin 193. ayetinde de “ Ve insanları dinden çıkarmak, ortak koşmaya, Allah’ın ilâhlığını ve Rabliğini bilerek reddetmeye sürüklemek faaliyeti kalmayıp, din yalnız Allah’ın oluncaya kadar illâ alez zalimin / o zalimlerle savaşın. “ ifadelerinde gördüğümüz gibi, Kur’anın dışına çıkararak oluşturulan dinlerle yaşatılarak zulüm oluşturan zalimlikleri de hedeflemiş, mücadele edilmesini istemiştir. Zulmün sözcük anlamında hem dayatmacı despotizm, hem gasp, hem de cehaletten oluşan karanlık vardır, aynı zamanda tahakküm ile akıl düşmanlığının, hak ve adalet düşmanlığının adıdır.
Bu günümüze baktığımız zaman, Müslüman toplumlarında ve özellikle de ülkemizde, Müslüman olmanın gerektirdiği bir çok değer, kavram, umde / kural, ilke Mezhep, Tarikat ve Cemaat bölünmeleriyle, Ulemanın Kur'anın dışında verdiği icma, kıyas ve fetvalarla, peygamberimizin adına atfedilerek sonradan uydurulan hadis ve rivayetlerle Din, Ehli sünnet denilerek gerçek Müslümanlık kavramının dışında bozulan, saptırılan ayetlerle, kurallarla yaşatılmakta ve yaşanmaktadır. Bir çok kavramda olduğu gibi bu bağlamda asıl mahiyeti, anlamı, mesajı, işlevi bilinmediği halde, saptırılarak, bir çok ayrıntı ile ele alınarak, abartılarak neredeyse diğer bütün ibadetlerin önüne sembol olarak geçirilen umdelerden / ilkelerden birisi de, sadece namaz vaktinin bildirildiği kabulü ile bilinen ezanın okunması, ezan sesi ile Müslümanlığın gösterilmesi olmuştur. Kur’anın dışında Müslümanlığın en önemli göstergesi ve sembolü olarak adeta kutsallaştırılarak ön planda görülen ezan, Kerahat ve namaz vakitlerine de endekslenerek Cami minarelerinden günde beş kez seslenilerek, son zamanlarda da minarelerle yetinmeyip birilerinin işgüzarlıkları, abartması ve asıl mecrasından saptırılması sonucunda, Camilerden uzak sokaklardaki elektrik direklerine varıncaya kadar hatlar çekilerek en güçlü volümü yüksek hoparlörlerle okunmaktadır. “ Davulun sesi uzaktan hoş gelir. “ denilen ve çok anlamlı olan ata sözümüzde olduğu gibi, asıl anlamı, mahiyeti, hedefi, mesajı ve işlevi bilindiği zaman halbuki çok uzaklardan ve derinden duyulan bir ezan sesi de, aslında insanı alır, bir yerlere götürür, maneviyatın derinliklerine indirir, inananlara gerçek bir Müslüman olduğunu iliklerine kadar hissettirir. Ama ülkemizdeki insanlarımızın ezan konusundaki düşüncelerine, sahip oldukları eksik ve yanlış bilgilere, anlayışa ve kabul ettikleri uygulamalara baktığımız zaman, kanıksanmış, adeta öylesine denilerek umursanmayan, alışılmış rutin bir olgu olarak görüldüğü, Kur’anımıza göre büyük bir yanlışlığın, saptırılmış bir anlayışın ve eksikliğin içerisinde olduğu kuşkusuzdur.
Elbette ki, zaman ve zemine göre Hristiyanlarda kiliselerde çanlar, bazı toplumlarda inançlarının gereği davullar çalınacak, borular öttürülecek, özgürce değişik araçlarla duyurular yapılacak, Müslüman toplumlarında da ezanlar okunacaktır. Ama bu sembolik duyurularda önemli olan ise, haddin aşılarak başkalarının rahatsız edilmemesine de özen gösterilecektir. Aslında Müslüman toplumlarında okunmakta olan ezanın çok derin bir anlamının, mesajının ve işlevinin, bunun yanı sıra Müslümanlık kavramının gerçekte ne olduğunun büyük bir çoğunlukla bilinmediği çok belli olduğu halde, ülkemizdeki anlayışla “ ezanlar susmasın, ezanıma dokunulamaz “ sloganlarıyla da zaman zaman sözde dindarlarca oluşturulan göstermelik hassasiyet ve şekilcilikle Cemaat hareketlerince ve din sorumlularınca, samimiyetten uzak tepkiler görülebilmektedir. Üstelik de ezan sadece ibadete davet olduğu halde, birilerince doğrudan doğruya ezan ibadettir denilerek Allah’la aldatmanın aracı olarak da kullanılabilmektedir. Minarelerin dışında ilave olarak sokaklarda da apartman önündeki direklere yerleştirilen yüksek volümlü hoparlörlerden çıkan seslerle rahatsız olacak, olumsuz etkilenecek, o çevrede hastaların, yaşlıların veya uyumakta olan çocukların, işten yeni gelmiş yorgun işçilerin olabileceği, o yüksek volümlü sesin, ezandan ziyade insanlara tepki ile zulüm algısı vereceği maalesef düşünülmemekte, onların duygu ve düşünceleri, rahatsızlıkları hiç önemsenmemektedir. Ama din adına bir eylem veya ibadet yerine getirilirken başkalarını rahatsız etmek, onlara zulüm etmek, Kur'ana göre riyakârlıktır, haram ve zalimliktir. Ezan davetinin duyurulması için Cami minareleri yetmiyor mu ? Böyle bir durumu evimizin iki metre önündeki elektrik direğine yerleştirilen hoparlörlerin yüksek volümünden camların dahi titreşmesi, kulakların tıkanması ile bir zamanlar bizler de günlerce, aylarca yaşadık, sonunda evimizi değiştirmek zorunda kaldık. O dönemde en az onlar kadar Müslüman olduğumuzu, inanç ve dinimizi Kur’anımızın doğrularıyla yaşamaya çalıştığımızı düşündüğümüz halde, gerek Belediye, gerekse Müftülük yetkililerine dilekçe ile müracaat etmemize, gerekli açıklamaları yapmamıza rağmen, herhangi bir gelişme ve ilgilenme göremedik, belki de ezan düşmanı namaz kılmayan bir kâfir yerine konulduk. Çünkü şekilciliğe, gösterişe endekslenmiş Müslümanlık, sadece lafta kalarak birilerinin hükmetmesi, dayatması ve tekeli olarak görülmektedir.
Peygamberimizin Medine’ye hicret etmesinden sonra benimsenerek teşekkül etmeye başlamasıyla beraber İslam’da, salat ve salatın ikame edilmesi, toplanma ile yerine getirilmesi gerekli olan temel bir ibadet şekli ortaya çıkmıştır. Bu nedenle müminlerin ne zaman toplanıp bir araya gelecekleri de kaçınılmaz bir zorunluluk olarak gündeme gelmiştir. Aslında bugün bu toplanmanın, bir araya gelebilmenin çağrısı, duyurusu için mektup, telefon, sms, gazete, radyo, televizyon, elektronik posta gibi çok yaygın ve modern iletişim araçları bulunmaktadır. Fakat bütün bunlardan ziyade gerçek anlamıyla bilinen ve yaşanan, o zamanın koşullarına göre de istihdam edilmiş olan ezanın eğer korunabilseydi, sesi, yeri, önemi ve işlevi bambaşkadır. Aslında Kur’anımızda yer aldığı ayetlerde ve oluşmuş olan yapısına baktığımız zaman ezan, Hristiyan ve Mecusilerinki gibi salt bir ilân, duyuru ve davetten ibaret değil, derin bir anlamı bulunan, müminleri Allah’a itaate, bilinçlenmeye, uyanıklığa, takvaya ve İslami şahlanışla ayağa kalkmaya davet eden, aynı zamanda da bir özgürlük sembolüdür, toplumlar için içeriği ile yüce bir öğreti ve uyarı mesajıdır, gerçek Müslümanlara ait olan özel bir davet şeklidir.
Ama bugün ezan konusunun gerçek işlevinin ve mesajının ne olduğundan habersiz olan, hadis ve rivayetlerin etkisinden sıyrılamayan Din sorumluları da sadece namaz daveti olarak odaklanarak daraltılmış ve basite indirgenmiş anlayış ve kabul çerçevesinde “ Ezan İslam’ın değişmez bir simgesidir. Dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman varlığının ve kimliğinin bir göstergesidir, özgün dilinde okunması konusunda on beş asırlık bir gelenek ve ittifak söz konusudur. Ezanın asıl amacı vaktin girdiğini bildirip salata davet olduğundan değişik dilleri konuşan Müslümanların hepsine bu davetin ulaştırılması, ancak yine hepsinin ortak bilincine hitap etmekle olur ki, bunun yolu da bilinen asli lafızlarıyla okunmasından geçer. “ ( Güncel Dini Meseleler Toplantısı 1. Sonuç Bildirgesi 36. Madde ) açıklamalarıyla yetinerek gerçekten İslam ve Dinimiz adına, salatı da sadece namaz olarak kabul ettiklerinden, ezanı da sadece namaz davetine indirgeyerek çok yararlı bir görevi yerine getirdiklerini zannetmektedirler.
Aynı bu minvalde dar bir çerçevede ve ezanın sadece şekli icraatı ile ilgilenerek, Kur’anın Hakk Dini İslam adına bin dört yüz yıldır, Mezheplerin, Ulemanın ve dilden dile dolaşan farklı görüşleriyle, rivayetlerle anlatılan faziletleriyle, din çevrelerinin sorumlularınca yapılan açıklama ve öngörülen fetvalarla birçok umdenin, vecibenin yozlaştırıldığı gibi yine yozlaştırılan, aslında saptırılan, özünü ve ruhunu yitirmiş olan, bugün sadece kiliselerin çan sesleri ve sivil savunma siren sesleri gibi ezan, Müslümanların çoğunlukla anlamlarını da bilmediği, yalnız namaz vaktinin ilânı durumuna getirilmiştir. Bu bağlamdaki anlayışa göre birçok müfessirin, ulemanın değişik fetvalarında ezanın kendisi, özü değil de, görelim ne gibi şekli ayrıntıları işlenmektedir ;
* Beş vakit namaz ve kaza namazları için, Cuma namazında hatibin karşısında, erkeklerin ezan okuması sünneti müekkededir.
* Kadınların ezan ve ikamet okumaları mekruhtur. ( Kadına her şey dahil sesi de yasak ya ! Peki kendisi namaz kılarken okusa olmaz mı ? Hayır ulemamız olmaz dedi !
* Ezan başkalarına vakti bildirmek için yüksek bir yerde okunur. Hazır olan cemaat veya kendisi için ise ezan ve ikamet yerde okunur.
* Ezanı oturarak okumak tahrimen mekruhtur. * Ezan okunurken hareke ve harf katacak veya harfleri uzatacak şekilde teganni yapmak ve böyle okunan ezanı dinlemek caiz değildir. ( Aksine bugün hafızlar teganninin daniskası inişli, çıkışlı ses uzatmaları, araya ayın eklemeleriyle ve tonlamaları ile ardına müzik makamı da ekleyerek okuduklarında çok büyük bir takdir almaktadırlar. Acaba kırk katırdan veya kırk satırdan hangisini doğru kabul etmeliyiz ?
* Ezan sünnete uygun okunmuyorsa, sesi hoparlör denilen aletten geliyorsa, bunu işiten, hiç bir bölümünü tekrar etmez ( Bugün hoparlörün dışında okunan ezan kalmadı mı ki ! Üstelik hafızlar minareye bile çıkmamaktadırlar. )
* Cuma namazında Hz. Osman’ın sünneti olarak ilk ezandan sonra Cami içinde de ikinci ezan okunur. ( Peygamberden başka bir çok kişi de kendi kafasına göre ezan üzerine sünnet oluşturmuştur. )
* Namazdan önce kâmet / ikamet okumak ezandan daha eftaldir. ( Ezandan başka böylece farz namazının önünde kâmet getirme gibi bir uygulama ile ikinci bir ezan versiyonu daha icat edilmiştir. ) Ezan ve kâmet kıbleye karşı okunur. ( Gerçekte kıblenin ne olduğunu da bilmemektedirler, ) Ezan ve kâmet okunurken konuşulmaz.
* Minarelerde ışık yakmak, Mecusilere benzediği için bidattır, haramdır. ( Kabirden çıksınlar da görsünler, uydurulmuş mübarek denilen Kandil ve Cuma gecelerinde minareler nasıl ışıl ışıl mahyalarla aydınlatılmaktadır. )
* Radyoda veya minarede hoparlörle ezan okumak ve bunları ezan olarak dinlemek caiz olmaz. ( Bırakın ezanı radyo ve televizyonlarda bugün Kur’an hatmi bile indirilmektedir.) Bunlar hem kabul olmaz, hem de günah olur. Çünkü, kim olduğu bilinmeyen ve görülmeyen kimsenin sesi sebebi ile elektriğin hasıl ettiği seslerdir, her bakımdan ezan değildir. ( Saâdeti Ebediye sa. 165 – 167 Dürr ül Muhtar, Redd ül Muhtar, Tenvirül Ezhan, Mirat ül Haremeyn, )
Bu zihniyettekiler, hem ehli sünnet terk edilmez diye Müslümanları tehdit etmektedirler, hem de kendileri bizzat zaten yanlış olan ehli sünnetin uygulamalarını daha da yanlışa yönelterek nasıl ters yüz ettiklerinin bile farkında olmamaktadırlar. Bunların yanı sıra yine peygamberimizin ismine atfedilerek uydurulan, tutarsız ve Kur’anın birçok ayetine ve Kur’anın vahyi ile eğitilmiş, yüksek ahlâk sahibi Peygamberimizin mümtaz şahsiyetine hakaret niteliğinde olan birçok rivayetten birkaçına da baktığımız zaman ;
* Cabir bin Abdullah’tan rivayet edildiğine göre Resulullah şöyle buyurdu “ Kim ezanı işitince - Ey bu mükemmel davetin ve kılınan namazın Rabbi olan Allah’ım ! Muhammed’e, Sana yaklaştıran her türlü vesileyi ve fazileti ihsan et, O’nu kendisine vaat etmiş olduğun Makam’ı Mahmud’a kavuştur - derse kıyamet günü şefaatim ona helâl olur. ( Buhari Ezan 8, Ebu Davud Salat 37 ) ( Bu rivayeti uyduranlar, şefaatin ne olduğunu ve şefaatin / yardımın, Ahiretteki bağışlamanın sadece Allah’tan olacağını bilmemektedirler ve birçok ayetin uyarısını inkâr ederek küfre girmektedirler. Allah Resulüne de iftira atmaktadırlar. ) Ama yine de ulemanın kandırmaları sonucunda ezandan sonra Arap ekranlarında dahi okunan ezanların ardından Rivayetlerin yanlış etkisinden arınamayanlarca “ Allahümme Rabbe hâzihid daveti’t tâmmeh ve’s salâti’l kâimeh âti seyidine Muhammeden el – vesilete ve’l fazilete ve’d derecete’r rafiah veb’ashu makamen mahmudeni’llezi va’adteh inneke lâ tuhlifü’l miad “ ifadelerinin yer aldığı, ama zanların dışında aslında makamı mahmudun gerçeğinin ne olduğu bilinmediği halde, Peygamberin de sanki buna ihtiyacı varmış gibi, Kur'an ayetleri de hiçe sayılarak ezan duası diye okunmaktadır.
* Enes bin Malik’den nakledildiğine göre Rasulullah şöyle buyurmuştur. “ Ezan ile kâmet arasında yapılan dua geri çevrilmez. ( Ebu Davud Salat 35 ) ( Allah Allah ! duayı kim kabul edecek siz mi Allah mı ? Üstelik de Peygamberimiz zamanında kâmet diye bir kavram da, uygulama da yoktur. )
* Ebu Hureyre’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur. “ Müezzin sesini ulaştırmak için ne kadar güç sarf ederse, o kadar bağışlanır. Kuru ve yaş ne varsa hepsi onun lehine şahitlik eder. Cemaatle namaza katılan kimseye de yirmi beş namaz sevabı yazılır. Ve iki namaz arasındaki günahları bağışlanır. ( Ebu Davud Salat 31 ) ( Görüldüğü gibi ezanın mahiyeti, işlevi ve mesajı hiç önemli değildir, ses önemlidir. Her namaz sonunda da zet raporu ile günahlardan arındırılma sağlanmaktadır. Bugün Amplifikatör müezzinin sesini zaten olabildiği kadar yükseltmektedir, müezzinin de yorulmasına gerek kalmamaktadır.)
Ezan konusunda asıl özüne, mahiyetine, amacına, işlevine ve gerçek mesajına hiç değinmeyen, yer vermeyen, kısır bir şekilcilikle, genellikle Buhari Muhtasarı 243 - 260 numaralar arasındaki hadislere bağlı olarak Din görevlilerince böyle tutarsız ve yanlış yönlendirmeler yapılarak Müslümanların beyinleri yıkanmış olduğundan, ne ezanı okuyan hafızların, ne de duyan Müslümanların büyük çoğunluğu, ezanla ne denildiğini bilmemekte, buradaki derin mananın ve mesajın ne olduğunu anlayamamakta, kanıksanmış, alışılmış, sadece namaz vaktinin girdiğinin anlaşıldığı ve düşünüldüğü rutin bir çağrı olarak bilinmektedir. Elbette ki bu tür yanlış algılamalarla uygulanan ve bilinen ezanın, İslam’ın hedeflediği ezan davetiyle yakından uzaktan bir ilgisi bulunmamaktadır. Halbuki ezan sadece namaz için toplanma çağrısı değildir. Esasen namaz için çağrıya da gerek yoktur. Çünkü namaz her vakitte, her anda gece gündüz yerine getirilebilecek, Allah'la kul arasında beraber olmaya çalışılabilecek bir nüsuktur. Dolayısıyla ezan aslında bir iman duyurusu, imanı güçlendirme daveti, Müslümanların bir birlik olma ve toplanma ilânı olup, tek bir Allah’a, tek bir öndere çağırmak, salatı ön plana çıkarmak suretiyle müminlere kurtuluşun yolunu göstermektir. Ezan aynı zamanda bir tebliğdir, yapılan davetin yanı sıra gayrimüslimleri de Allah’a teslim olmaya çağırmaktadır. Çünkü ezanın özünde yer alan Salat daveti, Allah’a yapılan kulluğun bir simgesidir, dinin temel direklerindendir.
Lügat karşılığı olarak ezan, mastar olarak seslenme, duyurma, anons etme demektir. Kavram olarak ise “ Salatın / toplanarak eğitim, öğretimin ve maddi açıdan destekleşme ve paylaşmanın ne zaman gerçekleşeceğini, Müslümanların ne zaman bir araya gelmeleri gerektiğini duyurmak için dillendirilen özel lafızlardır. “ Kur’anda bu sözcük lügat anlamıyla çeşitli kalıplar halinde yer alırken, Tevbe Sûresinin 3. ayetinde “ Ve en büyük Hacc günü …. Şüphesiz Allah’ın ve O’nun Elçisinin ortak koşan kimselerden ilişiksiz olduğuna dair Allah’tan ve Elçisinden insanlara ezanühüm / bir bildiridir. “ ifadeleriyle “ bildiri, ilam “ olarak, Kâbe'yi / Mescidi Haram'ı / İlâhiyatın ilk yüksek okulunu inşa etmiş olan İbrahim peygambere yönelterek Rabbimizin Hacc Sûresinin 27. ayetinde " Ve ezzin finnâsi bil hacci / Belli günlerde O'nun adını anmaları için haccı / insanlar arasında İlâhiyat eğitimi - öğretimi verileceğini duyur. " ifadeleri içerisinde de doğrudan ezan sözcüğüyle Hacc / İlâhiyat eğitimi için toplanmanın duyurusunu yapması emri yer alır. Cuma Sûresinin 9. ve Maide Sûresinin 58. ayetlerinde de “ Ve siz onları salata / ve iza nâdeytüm / nida ile seslenerek çağırdığınız zaman, onlar onu alay ve eğlence edinirler. Bu onların akıllarını kullanmayan bir toplum olmalarındandır. “ ifadelerinde gördüğümüz gibi kavram olarak “ nida “ sözcüğü, Bakara 279, Araf 167, gibi birçok ayette de “ fe’ zenü “ ifadesiyle fiil kalıplarında kullanılmıştır.
Ezanın sözleri hicretten sonra Medine döneminde Resulullah ve sahabe ile birlikte ortak kararlarla tespit edilmiştir, sahabeden kimisi çan çalınsın, kimisi Yahudiler gibi boru çalınsın, kimisi yüksek bir yerde ateş yakalım deyince, bunlar Resulullah tarafından kabul edilmemiş, Ömer’in gördüğü rüyasında okudukları belirtilince kabul edilmiş ve uygulanmaya başlanmıştır. ( Mevâhib i Ledünniyye ) İlk zamanlarda Müslümanlar salat / toplanma vakitlerini evlerinde beklerler, ezanı duyduklarında da sokağa çıkarak “ es salat, es salat “ diye seslenerek çağrıda bulunurlardı. Müslümanlar çoğalıp kenar semtlere de dağılmaya başlayınca, duyurunun herkese yapılabilmesi için bir çözüm yolu aranmaya başlandı, bu konuda çok farklı görüşler, çözümler üretildi, sonunda da bugünkü yapısıyla seslenilmesinde karar kılınarak uygulamaya konuldu. ( Buhari Ezan 1, Müslim Şalat 1, Davud Şalat 27, Tirmizi Şalat 25 )
Ezan okunduğu zaman lafızlarını, iletilmek istenen gerçek mesaj ve anlamlarını ele alacak olursak ;
* Allah’u ekber ( Allah, bütün yarattıklarından, Peygamberler de dahil, Evliyadan, Mürşitten, Şeyhten, Hacıdan, Hocadan, İmamdan, sahte ilâhlardan ve bütün putlardan, put yapılan aşırı tutku ile bağlanılan her şeyden büyüktür. Büyük addedilecek başka bir şey yoktur.)
* Eşhedü enlâ ilâhe illallah ( Ben kesinlikle Allah’tan başka ilâh diye bir şey olmadığına şehadet ederim ) ( Peki Allah’ı Kur’an ayetleriyle okuyarak, afaki ve enfusi mucizeleriyle tanıma çabası içerisinde olmadan, hiç bir bilgiye sahip olmayanlar nasıl şahitlik edebileceklerdir ? )
* Eşhedü enne Muhammeden Rasulullah ( Ben kesinlikle Muhammed’in Allah’ın Elçisi olduğuna şahitlik ederim. ) ( Peki gerçekten Kur'an ayetleriyle gerektiği gibi Muhammed ( a.s. ) ı tanıyor muyuz ? Hakkında ne biliyoruz ? )
* Hayye ales salate ( Haydin salata ) ( Salatın sadece namaz olduğuna mı inanıyoruz, salatın gerçekte ne olduğunu biliyor, ayrıntılarını da düşünebiliyor muyuz ? )
* Hayye ale’l felah ( Haydin kurtulmaya, başarıya, zafere ! Peki kurtuluşa, başarıya, zafere Kur’anımızı anlayarak okumadan, dosdoğru yolu gösteren ayetlerin öğüdünü içselleştirmeden, bilinçli ve tahkiki bir imanla gerçek bir Müslüman olmadan ulaşabileceğimizi mi zannediyoruz ? )
* Lâ ilâhe illallah ( Allah’tan başka ilâh diye bir şey yoktur. derken daha cami içerisinde iken şefaat ya resulullah diyerek peygamberi de Allah'a ortak etmiş olarak şirke gireceğimizin farkında mıyız ? )
Ebu Davud Salat 3 rivayetine göre “ Bilal Habeşi, Necranoğullarından bir kadına ait olan yüksek bir evin damına çıkıp tarihte ilk olarak sabah ezanını okudu. ( Bilâl Habeşi bu ezan ile aslında Müslümanları namaza değil, salat toplantısına davet etti. ) Böylece ezan hicretten iki yıl sonra uygulanmaya başlandı. Daha sonra Mescidi Nebevinin arka tarafına ezan okumak için özel bir yer yapıldı. “ denilmektedir. Daha sonraları tarihte ezan ile ilgili bazı operasyonlar yapılmıştır. Halife Ömer, Şiilerin kaynaklarında ezanda farklı olarak belirttiği “ Hayye ale’l hayril amel “ haydi hayırlı işe, amele, ibaresini kaldırmıştır. ( Bahranî VII, 498 ) Aynı zamanda Halife Ömer, sabah ezanında “ essalatû hayrun minen nevm “ namaz uykudan hayırlıdır eklemesini yaptırmıştır. Şiiler de kendilerine göre “ Hayye alel hayril amel “ ifadelerini korurken bunun yanı sıra “ Eşhedü enne aliyyen ve aliyyullah, eşhedü enne aliyyen hüccetullah “ eklemelerini yapmışlardır. Elbette ki ezanın lafızları değişmez bir nass değildir. Salat için nida etmek, ayetlerde de değindiğimiz gibi Allah tarafından da tasvip edilmiştir. Esas olan şeklen ve ruhen gerçek mesajın ulaştırılmasıdır. Daha sonraki zamanlarda da uydurma hadislerle Cami içerisinde kılınacak farz namazlarının önünde “ kâmet “ getirme diye ilaveli ezan da hayata geçirilmiştir. Ezanın son kısmına “ Kad kami’s salah “ ( Namaz başladı ) ilavesi yapılarak iç ve ön ezan anlamında, ezana göre daha hızlı okunması, halbuki Kur’anımızda kaza namazı diye bir namaz olmamasına rağmen, kaza namazlarında okunması veya ne zaman okunacağı gibi üzerine de birçok fetva oluşturulmuştur. Ateşe tapan Mecusiler gibi olmamak bahanesiyle güneşin doğuş, batış ve gündüz en tepede bulunduğu vakte göre de Kerahat vakti denilmiş, buna göre okunması ayarlanmış, bu vakitlerde namaz kılınması haram sayılmıştır. Oysa zamandan ve mekândan münezzeh olan, her zaman diri ve uykusu olmayan yüce Rabbimiz Allah katında kerahat vakti diye ibadet için yasak bir zaman yoktur. Daha sonraları da ezanın daha iyi duyurulabilmesi amacıyla Mescit dışında minare denilen yapılar icat edilmiş, sanki Allah her yerde değilmiş gibi, Ahmet b. Hanbel’in Allah göklerdedir dayatma fetvasından sonra, kendi tapınağının en üst tepesinden gökyüzüne, Allaha ok atıp öldürmeye çalışan Nemrut’la adeta yarışır gibi minareler de iki şerefeli, üç şerefeli diye göğe doğru yükseltilmiştir.
Bugüne geldiğimizde maalesef ezan, namaz vakitlerini bildiren birtakım kalıplaşmış, ezberlenmiş, kanıksanmış, fetvalarla ve saptırmalarla sadece volümlü bir sese endekslenmiş ezan Müslümanlığı anlayışıyla sözcükler yığını olup, kargaşaya da meydan vermemek adına özel yetiştirilmiş hafızlarla merkezi sistemde, en güçlü hoparlörlerin sonuna kadar açıldığı, adeta sağır sultan bile duysun denilircesine icra edilen, musikinin de devreye sokulup, saba, nihavent, hüzzam gibi makamlarla okunacağı, bir güfte haline getirilmiştir. Anlamı mesajı ve gerçek işlevi kaybolmuştur. Durum bu olunca da ezanı güzel sesli hafızların okuması, değişik vakitlerdeki ezanın, değişik makamlarda okunacağı ayrıntılar da gündeme getirilmiş, ön plana sokulmuştur. Böyle olunca da bu mantıkla hareket edilince, değişik büyüklükte, kalınlıkta ve tondaki kilise çanlarından, sivil savunma sirenlerinden, mübarek ezanın herhangi bir farkı da kalmamaktadır.
Halbuki aslında ezan sadece dinlenmez. Aynı zamanda müezzinle birlikte bilinçli bir mümin olarak huşu içerisinde takip edilir ve lafızların derin anlamları düşüncelerden, belleklerden geçirilir. Böylece kalplerde oluşacak heyecanla iman güçlenir, kurtuluşun yoluna kanalize olunmuş olunur. Ve ardından da “ Lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerike leh, lehul mülkü velehül hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadir. Sübhane Rabbiyel aliyi’l alel vehhab “ ( Allah’tan başka ilâh diye bir şey yoktur, O’nun ortağı da yoktur, mülk O’nundur, hamd ve bütün övgüler de O’nadır, her şeye gücü yetendir, her türlü noksanlıklardan arınıktır, karşılıksız verendir. ) denilebilirse, işte o zaman ezanla bütünleşilmiş olunur. Böylece ezan işlevini yerine getirmiş, mesajını ulaştırmış, kurtuluşun yoluna girilmiştir. Okunan ezan, volümlü sesi ile değil, gerçek işlevi ile sizin de Allah katındaki felahınız olsun ! Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi ve Kur’anın doğruları sizinle olsun !...
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR. RAHMETİ VE KUR’AN BİZE YETER !
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR