Konu Detay

EZAN SESİ İLE MÜSLÜMANLIK

 17.12.2022
 532

Allah’ın  dünya  üzerinde  bütün  diğer  varlıklara  nazaran,  akıl  ile  düşünme  yeteneği  ve  özgürce  seçebilmesi  için  de  irade  bahşederek  daha  donanımlı,  üstünlüklü  yarattığı  insanoğlu,  ünsiyet  kazanıp  toplu  yaşamaya  başladıktan  sonra,  zamanla  hırsın,  bencilliğin,  gücün,  sahiplenmenin,  fıtratındaki  mevcut  fitne  ve  ficürun  da  aşırı  ölçüde  ön  plana  çıkmasının  sonuçlarında  insanlar  arasında  barış  bozulmuş,  kaos  oluşmaya  başlamış,  güçlü  ve  muktedir  olan  zalimlerin  zulmü  egemen  olmuştur.  İşte  bu  dönemlerde  Rabbimiz  toplumlara  müdahaleci  olmuş,  tarih  boyunca  değişik  zaman  ve  mekânlarda  peygamberler  göndererek  onların  aracılığı  ile  tevhidin  ve  dosdoğru  yolun  gösterilmesi,  adaletin,  hukukun,  huzurun,  barış  ve  esenliğin,  egemen  olması  için  Kendi  dininin  yaşam  koşullarını  öğreten  kitaplar  indirmiştir. Bu  minvalde  son  peygamber  olan  Muhammed ( a.s. )  ile  indirilen  son  Kitap  olan  Kur’anımızda  da  Allah’a  has  kılınmış  Hakk  Dinin  adının  Ali  İmran  Sûresinin  19. ayetinde  “  Şüphesiz  Allah  katında  din  İslam’dır. “  ifadesiyle  İslam  olduğu  belirtilmekle  beraber  85. ayetinde  de “ Kim  İslam’dan  başka  bir  din  ararsa,  bilsin  ki,  o  din  ondan  kabul  edilmeyecek  ve  o  ahirette  hüsrana  uğrayanlardan  olacaktır. “  denilerek  Kur’anın  dışında  abartılarak,  saptırılarak  yaşanacak  farklı  dinler  de,  başkalarına  verilebilecek  zararlar  da,  zulüm  de  yasaklanmıştır. 

Allah’ın  halis  dinine  göre  Bakara  Sûresinin  256.  ayetinde  "  Dinde  zorlamak,  tiksindirmek  yoktur. "  Kehf  Sûresinin  29.  ayetinde,  "  Ve  de  ki  :  O  gerçek   Rabbinizdendir.  O  nedenle  dileyen  iman  etsin,  dileyen  bilerek  reddetsin. "  denildiği  gibi  insanları   zorlamadan,  mutluluğa,  en  güzele  götürmek  amaçlı  olduğu  belirtilip,  din  ve  inancın  seçim   hakkı  insanların  kendi  özgür  iradelerine  bırakılmıştır. İlk  Peygamber  Adem  ( a.s. )  dan  itibaren,  son  Peygamber  olan  Muhammed ( a.s. ) a  kadar  gelmiş,  geçmiş  bütün  peygamberlerin  hepsinin  getirdiği  dinin  adı  da   İslam’dır.  Ancak,  İbrani,  Musevi,  İsevi,  Nasrani,  Yahudi,  Hristiyan  gibi  isimleri  insanlar  o  inançtakilere  kendileri  koymuştur.  Tarih  boyunca  ismi  ne  olursa   olsun  Allah'ın  varlığına,  birliğine  ve  kitaplarına  inanmış  olanların  hepsi  de  Müslümandır.  İslam,  barış,  esenlik,  sağlamlaştırmak  / dertten,  tasadan,  korkudan,  mutsuzluktan,  savaştan,  zulümden,  acıdan,  sızıdan,  maddi  ve  manevi  her  türlü  olumsuzluklardan  uzaklaştırmaktır.  Bundan  dolayı  İslam  dini,  insanları  sağlamlaştıran,  huzura  selâmete  kavuşturan  dindir.  Sağduyunun,  akli  selimin,  mükemmelliğin  hakimiyetidir. Bu  bağlamda   gerçek  Müslüman,  her  şeyi  sağlamlaştıran,  mükemmelleştiren,  olumsuzlukları  olumluya  çeviren,  zulmü  ortadan  kaldıran,  dinamik,  çalışkan,  üreten  ve  canlı  olan  kişidir.  İçinde  bulunduğumuz  zamanda  ise,  Allah’ın  Hakk  Dini  İslam’ın  ve  onun  öngördüğü  Müslümanlığın  nasıl  yaşanmasının  gerektiği  dosdoğru  yolun  bütün  ayrıntıları  da  Kur’anın  içerisindedir.  Kur’an,  bu  yolda  tek  düşman  olarak  dinsizliği  veya  ateizmi  değil,  birçok  ayette  değinildiği  gibi  Bakara  Sûresinin  193. ayetinde  de  “  Ve  insanları  dinden  çıkarmak,  ortak  koşmaya,  Allah’ın  ilâhlığını  ve  Rabliğini  bilerek  reddetmeye  sürüklemek  faaliyeti  kalmayıp,  din  yalnız  Allah’ın  oluncaya  kadar  illâ  alez  zalimin  /  o  zalimlerle  savaşın. “  ifadelerinde  gördüğümüz  gibi,  Kur’anın  dışına  çıkararak  oluşturulan  dinlerle  yaşatılarak  zulüm  oluşturan  zalimlikleri  de  hedeflemiş,  mücadele  edilmesini  istemiştir. Zulmün  sözcük  anlamında  hem  dayatmacı  despotizm,  hem  gasp,  hem  de  cehaletten  oluşan  karanlık  vardır,  aynı  zamanda  tahakküm  ile  akıl  düşmanlığının,  hak  ve  adalet  düşmanlığının  adıdır.

Bu  günümüze  baktığımız  zaman,  Müslüman  toplumlarında  ve  özellikle  de  ülkemizde,  Müslüman  olmanın  gerektirdiği  bir  çok  değer,  kavram,  umde  /  kural, ilke  Mezhep,  Tarikat  ve  Cemaat  bölünmeleriyle,  Ulemanın  Kur'anın  dışında  verdiği  icma,  kıyas  ve  fetvalarla,  peygamberimizin  adına  atfedilerek  sonradan  uydurulan  hadis  ve  rivayetlerle  Din,  Ehli  sünnet  denilerek  gerçek  Müslümanlık  kavramının  dışında  bozulan,  saptırılan  ayetlerle,  kurallarla  yaşatılmakta  ve  yaşanmaktadır.  Bir  çok  kavramda  olduğu  gibi  bu  bağlamda  asıl  mahiyeti,  anlamı,  mesajı,  işlevi  bilinmediği  halde,  saptırılarak,  bir  çok  ayrıntı  ile  ele  alınarak,  abartılarak  neredeyse  diğer  bütün   ibadetlerin  önüne  sembol  olarak  geçirilen  umdelerden  /  ilkelerden   birisi  de,  sadece  namaz  vaktinin  bildirildiği  kabulü  ile  bilinen  ezanın  okunması,  ezan  sesi  ile  Müslümanlığın  gösterilmesi  olmuştur.  Kur’anın  dışında  Müslümanlığın  en  önemli  göstergesi  ve  sembolü  olarak  adeta  kutsallaştırılarak  ön  planda  görülen  ezan,  Kerahat  ve  namaz  vakitlerine  de  endekslenerek  Cami  minarelerinden  günde  beş  kez  seslenilerek,  son  zamanlarda  da  minarelerle  yetinmeyip  birilerinin  işgüzarlıkları,  abartması  ve  asıl  mecrasından  saptırılması  sonucunda,  Camilerden  uzak  sokaklardaki  elektrik  direklerine  varıncaya  kadar  hatlar  çekilerek  en  güçlü  volümü  yüksek  hoparlörlerle  okunmaktadır. “  Davulun  sesi  uzaktan  hoş  gelir. “  denilen  ve  çok  anlamlı  olan  ata  sözümüzde  olduğu  gibi,  asıl  anlamı,  mahiyeti,  hedefi,  mesajı  ve  işlevi  bilindiği  zaman  halbuki  çok  uzaklardan  ve  derinden  duyulan  bir  ezan  sesi  de,  aslında  insanı  alır,  bir  yerlere  götürür,  maneviyatın  derinliklerine  indirir,  inananlara  gerçek  bir  Müslüman  olduğunu  iliklerine  kadar  hissettirir.  Ama  ülkemizdeki  insanlarımızın  ezan  konusundaki  düşüncelerine,  sahip  oldukları  eksik  ve  yanlış  bilgilere,  anlayışa  ve  kabul  ettikleri  uygulamalara  baktığımız  zaman,  kanıksanmış,  adeta  öylesine  denilerek  umursanmayan,  alışılmış  rutin  bir  olgu  olarak  görüldüğü,  Kur’anımıza  göre  büyük  bir  yanlışlığın,  saptırılmış  bir  anlayışın  ve  eksikliğin  içerisinde  olduğu  kuşkusuzdur. 

Elbette  ki,  zaman  ve  zemine  göre  Hristiyanlarda  kiliselerde  çanlar,  bazı  toplumlarda  inançlarının  gereği  davullar  çalınacak,  borular  öttürülecek,  özgürce  değişik  araçlarla  duyurular  yapılacak,  Müslüman  toplumlarında  da  ezanlar  okunacaktır.  Ama  bu  sembolik  duyurularda  önemli  olan  ise,  haddin  aşılarak  başkalarının  rahatsız  edilmemesine  de  özen  gösterilecektir.  Aslında  Müslüman  toplumlarında  okunmakta  olan  ezanın  çok  derin  bir  anlamının,  mesajının  ve  işlevinin,  bunun  yanı  sıra  Müslümanlık  kavramının  gerçekte  ne  olduğunun  büyük  bir  çoğunlukla  bilinmediği  çok  belli  olduğu  halde,  ülkemizdeki  anlayışla  “  ezanlar  susmasın,  ezanıma  dokunulamaz  “  sloganlarıyla  da  zaman  zaman  sözde  dindarlarca  oluşturulan  göstermelik  hassasiyet  ve  şekilcilikle  Cemaat  hareketlerince  ve  din  sorumlularınca,  samimiyetten  uzak  tepkiler  görülebilmektedir. Üstelik  de  ezan  sadece  ibadete  davet  olduğu  halde,  birilerince  doğrudan  doğruya  ezan  ibadettir  denilerek  Allah’la  aldatmanın  aracı  olarak  da  kullanılabilmektedir. Minarelerin  dışında  ilave  olarak  sokaklarda  da  apartman  önündeki  direklere  yerleştirilen  yüksek  volümlü  hoparlörlerden  çıkan  seslerle  rahatsız  olacak,  olumsuz  etkilenecek,  o  çevrede  hastaların,  yaşlıların  veya  uyumakta  olan  çocukların,  işten  yeni  gelmiş  yorgun  işçilerin  olabileceği,  o  yüksek  volümlü  sesin,  ezandan  ziyade  insanlara  tepki  ile  zulüm  algısı  vereceği   maalesef  düşünülmemekte,  onların  duygu  ve  düşünceleri,  rahatsızlıkları  hiç  önemsenmemektedir.  Ama  din  adına  bir  eylem  veya  ibadet  yerine  getirilirken  başkalarını   rahatsız  etmek,  onlara  zulüm  etmek,  Kur'ana  göre  riyakârlıktır,  haram  ve  zalimliktir.  Ezan  davetinin  duyurulması  için  Cami  minareleri  yetmiyor  mu ?  Böyle  bir  durumu  evimizin  iki  metre  önündeki  elektrik  direğine  yerleştirilen  hoparlörlerin  yüksek  volümünden  camların  dahi  titreşmesi,  kulakların  tıkanması  ile  bir  zamanlar  bizler  de  günlerce,  aylarca  yaşadık,  sonunda  evimizi  değiştirmek  zorunda  kaldık. O  dönemde  en  az  onlar  kadar  Müslüman  olduğumuzu,  inanç  ve  dinimizi  Kur’anımızın  doğrularıyla  yaşamaya  çalıştığımızı  düşündüğümüz  halde,  gerek  Belediye,  gerekse  Müftülük  yetkililerine  dilekçe  ile  müracaat  etmemize,  gerekli  açıklamaları  yapmamıza  rağmen,  herhangi  bir  gelişme  ve  ilgilenme  göremedik,  belki  de  ezan  düşmanı  namaz  kılmayan  bir  kâfir  yerine  konulduk. Çünkü  şekilciliğe,  gösterişe  endekslenmiş  Müslümanlık,  sadece  lafta  kalarak  birilerinin  hükmetmesi,  dayatması  ve  tekeli  olarak  görülmektedir.

Peygamberimizin  Medine’ye  hicret  etmesinden  sonra  benimsenerek  teşekkül  etmeye   başlamasıyla  beraber  İslam’da,  salat  ve  salatın  ikame  edilmesi,  toplanma  ile  yerine  getirilmesi  gerekli  olan  temel  bir  ibadet  şekli   ortaya  çıkmıştır.  Bu  nedenle  müminlerin  ne  zaman  toplanıp  bir  araya  gelecekleri  de  kaçınılmaz  bir  zorunluluk  olarak  gündeme  gelmiştir.  Aslında  bugün  bu  toplanmanın,  bir  araya  gelebilmenin  çağrısı,  duyurusu  için  mektup,  telefon,  sms,  gazete,  radyo,  televizyon,  elektronik  posta  gibi  çok  yaygın  ve  modern  iletişim  araçları  bulunmaktadır. Fakat  bütün  bunlardan  ziyade  gerçek  anlamıyla  bilinen  ve  yaşanan,  o  zamanın  koşullarına  göre  de  istihdam  edilmiş  olan  ezanın  eğer  korunabilseydi,  sesi,  yeri,  önemi  ve  işlevi  bambaşkadır.  Aslında  Kur’anımızda  yer  aldığı  ayetlerde  ve  oluşmuş  olan  yapısına  baktığımız  zaman  ezan,  Hristiyan  ve  Mecusilerinki  gibi  salt  bir  ilân,  duyuru  ve  davetten  ibaret  değil,  derin  bir  anlamı  bulunan,  müminleri  Allah’a  itaate,  bilinçlenmeye,  uyanıklığa,  takvaya  ve  İslami  şahlanışla  ayağa  kalkmaya  davet  eden,  aynı  zamanda  da  bir  özgürlük  sembolüdür,  toplumlar  için  içeriği  ile  yüce  bir  öğreti  ve  uyarı  mesajıdır,  gerçek  Müslümanlara  ait  olan  özel  bir  davet  şeklidir.

Ama  bugün  ezan  konusunun  gerçek  işlevinin  ve  mesajının  ne  olduğundan  habersiz  olan,  hadis  ve  rivayetlerin  etkisinden  sıyrılamayan  Din  sorumluları  da   sadece  namaz  daveti  olarak  odaklanarak  daraltılmış  ve  basite  indirgenmiş  anlayış  ve  kabul  çerçevesinde  “  Ezan  İslam’ın  değişmez  bir  simgesidir.  Dünyanın  neresinde  olursa  olsun  Müslüman  varlığının  ve  kimliğinin  bir  göstergesidir,  özgün  dilinde  okunması  konusunda  on beş  asırlık  bir  gelenek  ve  ittifak  söz  konusudur.  Ezanın  asıl  amacı  vaktin  girdiğini  bildirip  salata  davet  olduğundan  değişik  dilleri  konuşan  Müslümanların  hepsine  bu  davetin  ulaştırılması,  ancak  yine  hepsinin  ortak  bilincine  hitap  etmekle  olur  ki,  bunun  yolu  da  bilinen  asli  lafızlarıyla  okunmasından  geçer. “ ( Güncel  Dini  Meseleler  Toplantısı 1.  Sonuç  Bildirgesi  36. Madde )  açıklamalarıyla  yetinerek  gerçekten  İslam  ve  Dinimiz  adına,  salatı  da  sadece  namaz  olarak  kabul  ettiklerinden,  ezanı  da  sadece  namaz  davetine  indirgeyerek  çok  yararlı  bir  görevi  yerine  getirdiklerini  zannetmektedirler.

Aynı  bu  minvalde  dar  bir  çerçevede  ve  ezanın  sadece  şekli  icraatı  ile  ilgilenerek,  Kur’anın  Hakk  Dini  İslam  adına  bin  dört  yüz  yıldır,  Mezheplerin,  Ulemanın  ve  dilden  dile  dolaşan  farklı  görüşleriyle,  rivayetlerle  anlatılan  faziletleriyle,  din  çevrelerinin  sorumlularınca  yapılan  açıklama  ve  öngörülen  fetvalarla  birçok  umdenin,  vecibenin  yozlaştırıldığı  gibi  yine  yozlaştırılan,  aslında  saptırılan,  özünü  ve  ruhunu  yitirmiş  olan,  bugün  sadece  kiliselerin  çan  sesleri  ve  sivil  savunma  siren  sesleri  gibi  ezan,  Müslümanların  çoğunlukla  anlamlarını  da  bilmediği,  yalnız  namaz  vaktinin  ilânı  durumuna  getirilmiştir.  Bu  bağlamdaki  anlayışa  göre  birçok  müfessirin,  ulemanın  değişik  fetvalarında  ezanın  kendisi,  özü  değil  de,  görelim  ne  gibi  şekli  ayrıntıları  işlenmektedir ;

* Beş  vakit  namaz  ve  kaza  namazları  için,  Cuma  namazında  hatibin  karşısında,  erkeklerin  ezan  okuması  sünneti  müekkededir.

*  Kadınların  ezan  ve  ikamet  okumaları  mekruhtur. (  Kadına  her  şey  dahil  sesi  de  yasak  ya !  Peki  kendisi  namaz  kılarken  okusa  olmaz  mı ?  Hayır  ulemamız  olmaz  dedi !  

*  Ezan  başkalarına  vakti  bildirmek  için  yüksek  bir  yerde  okunur.  Hazır  olan  cemaat  veya  kendisi  için  ise  ezan  ve  ikamet  yerde  okunur.

* Ezanı  oturarak  okumak  tahrimen  mekruhtur. *  Ezan  okunurken  hareke  ve  harf  katacak  veya  harfleri  uzatacak  şekilde  teganni  yapmak  ve  böyle  okunan  ezanı  dinlemek  caiz  değildir. (  Aksine  bugün  hafızlar  teganninin  daniskası  inişli,  çıkışlı  ses  uzatmaları,  araya  ayın  eklemeleriyle  ve  tonlamaları  ile  ardına  müzik  makamı  da  ekleyerek  okuduklarında  çok  büyük  bir  takdir  almaktadırlar.  Acaba  kırk  katırdan  veya  kırk  satırdan  hangisini  doğru  kabul  etmeliyiz ?

* Ezan  sünnete  uygun  okunmuyorsa,  sesi  hoparlör  denilen  aletten  geliyorsa,  bunu  işiten,  hiç  bir  bölümünü  tekrar  etmez ( Bugün  hoparlörün  dışında  okunan  ezan  kalmadı  mı  ki ! Üstelik  hafızlar  minareye  bile  çıkmamaktadırlar. )

*  Cuma  namazında  Hz. Osman’ın  sünneti  olarak  ilk  ezandan  sonra  Cami  içinde  de  ikinci  ezan  okunur. (  Peygamberden  başka  bir  çok  kişi  de  kendi  kafasına  göre  ezan  üzerine  sünnet  oluşturmuştur. )

* Namazdan  önce  kâmet / ikamet  okumak  ezandan  daha  eftaldir. ( Ezandan  başka  böylece  farz  namazının  önünde  kâmet  getirme  gibi  bir  uygulama  ile  ikinci  bir  ezan  versiyonu  daha  icat  edilmiştir. )  Ezan  ve  kâmet  kıbleye  karşı  okunur. ( Gerçekte  kıblenin  ne  olduğunu  da  bilmemektedirler, )  Ezan  ve  kâmet  okunurken  konuşulmaz. 

*  Minarelerde  ışık  yakmak,  Mecusilere  benzediği  için  bidattır,  haramdır. ( Kabirden  çıksınlar  da  görsünler,  uydurulmuş  mübarek  denilen  Kandil  ve  Cuma   gecelerinde  minareler  nasıl  ışıl  ışıl  mahyalarla  aydınlatılmaktadır. )

* Radyoda  veya  minarede  hoparlörle  ezan  okumak  ve  bunları  ezan  olarak  dinlemek  caiz  olmaz. ( Bırakın  ezanı  radyo  ve  televizyonlarda  bugün  Kur’an  hatmi  bile  indirilmektedir.)  Bunlar  hem  kabul  olmaz,  hem  de  günah  olur. Çünkü,  kim  olduğu  bilinmeyen  ve  görülmeyen  kimsenin  sesi  sebebi  ile  elektriğin  hasıl  ettiği  seslerdir,  her  bakımdan  ezan  değildir. ( Saâdeti  Ebediye  sa. 165 – 167  Dürr  ül  Muhtar,  Redd  ül  Muhtar,  Tenvirül  Ezhan,  Mirat  ül  Haremeyn,  ) 

Bu  zihniyettekiler,  hem  ehli  sünnet  terk  edilmez  diye  Müslümanları  tehdit  etmektedirler,  hem  de  kendileri  bizzat  zaten  yanlış  olan  ehli  sünnetin  uygulamalarını  daha  da  yanlışa  yönelterek  nasıl   ters  yüz  ettiklerinin  bile  farkında  olmamaktadırlar. Bunların  yanı  sıra  yine  peygamberimizin  ismine  atfedilerek  uydurulan,  tutarsız  ve  Kur’anın  birçok  ayetine  ve  Kur’anın  vahyi  ile  eğitilmiş,  yüksek  ahlâk  sahibi  Peygamberimizin  mümtaz  şahsiyetine  hakaret  niteliğinde  olan  birçok  rivayetten  birkaçına  da  baktığımız  zaman ;

*  Cabir  bin  Abdullah’tan  rivayet  edildiğine  göre  Resulullah  şöyle  buyurdu “  Kim  ezanı  işitince  - Ey  bu  mükemmel  davetin  ve  kılınan  namazın  Rabbi  olan  Allah’ım !  Muhammed’e,  Sana  yaklaştıran  her  türlü  vesileyi  ve  fazileti  ihsan  et,  O’nu  kendisine  vaat  etmiş  olduğun  Makam’ı  Mahmud’a  kavuştur -  derse  kıyamet  günü  şefaatim  ona  helâl  olur. ( Buhari  Ezan  8,  Ebu  Davud  Salat  37 ) (  Bu  rivayeti  uyduranlar,  şefaatin  ne  olduğunu  ve  şefaatin  /  yardımın,  Ahiretteki  bağışlamanın  sadece  Allah’tan  olacağını  bilmemektedirler  ve  birçok  ayetin  uyarısını  inkâr  ederek  küfre  girmektedirler.  Allah  Resulüne  de  iftira  atmaktadırlar. )   Ama  yine  de  ulemanın  kandırmaları  sonucunda  ezandan  sonra  Arap  ekranlarında  dahi  okunan  ezanların  ardından  Rivayetlerin  yanlış  etkisinden  arınamayanlarca  “ Allahümme  Rabbe  hâzihid  daveti’t  tâmmeh  ve’s  salâti’l  kâimeh  âti  seyidine  Muhammeden  el – vesilete  ve’l  fazilete  ve’d  derecete’r  rafiah  veb’ashu  makamen  mahmudeni’llezi  va’adteh  inneke  lâ  tuhlifü’l  miad  “  ifadelerinin  yer  aldığı,  ama  zanların  dışında  aslında  makamı  mahmudun  gerçeğinin  ne  olduğu  bilinmediği  halde,  Peygamberin  de  sanki  buna  ihtiyacı  varmış  gibi,  Kur'an  ayetleri  de  hiçe  sayılarak  ezan  duası  diye  okunmaktadır.

*  Enes  bin  Malik’den  nakledildiğine  göre  Rasulullah  şöyle  buyurmuştur. “  Ezan  ile  kâmet  arasında  yapılan  dua  geri  çevrilmez. (  Ebu  Davud  Salat  35 ) (  Allah  Allah !  duayı  kim  kabul  edecek  siz  mi  Allah  mı ?  Üstelik  de  Peygamberimiz  zamanında  kâmet  diye  bir  kavram  da,  uygulama  da  yoktur. )

*  Ebu  Hureyre’den  rivayet  edildiğine  göre  Hz. Peygamber  şöyle  buyurmuştur. “ Müezzin  sesini  ulaştırmak  için  ne  kadar  güç  sarf  ederse,  o  kadar  bağışlanır.  Kuru  ve  yaş  ne  varsa  hepsi  onun  lehine  şahitlik  eder.  Cemaatle  namaza  katılan  kimseye  de  yirmi  beş  namaz  sevabı  yazılır.  Ve  iki  namaz  arasındaki  günahları  bağışlanır. ( Ebu  Davud  Salat  31 ) ( Görüldüğü  gibi  ezanın  mahiyeti,  işlevi  ve  mesajı  hiç  önemli  değildir,  ses  önemlidir. Her  namaz  sonunda  da  zet  raporu  ile  günahlardan  arındırılma  sağlanmaktadır.  Bugün  Amplifikatör  müezzinin  sesini  zaten  olabildiği  kadar  yükseltmektedir,  müezzinin  de  yorulmasına  gerek  kalmamaktadır.)

Ezan  konusunda  asıl  özüne,  mahiyetine,  amacına,  işlevine  ve  gerçek  mesajına  hiç  değinmeyen,  yer  vermeyen,  kısır  bir  şekilcilikle,  genellikle  Buhari  Muhtasarı  243 -  260  numaralar  arasındaki  hadislere  bağlı  olarak  Din  görevlilerince  böyle  tutarsız  ve  yanlış  yönlendirmeler  yapılarak  Müslümanların  beyinleri  yıkanmış  olduğundan,  ne  ezanı  okuyan  hafızların,  ne  de  duyan  Müslümanların  büyük  çoğunluğu,  ezanla  ne  denildiğini  bilmemekte,  buradaki  derin  mananın  ve  mesajın  ne  olduğunu  anlayamamakta,  kanıksanmış,  alışılmış,  sadece  namaz  vaktinin  girdiğinin  anlaşıldığı  ve  düşünüldüğü  rutin  bir  çağrı  olarak  bilinmektedir.  Elbette  ki  bu  tür  yanlış  algılamalarla  uygulanan  ve  bilinen  ezanın,  İslam’ın  hedeflediği  ezan  davetiyle  yakından  uzaktan  bir  ilgisi  bulunmamaktadır.  Halbuki  ezan  sadece  namaz  için  toplanma  çağrısı  değildir. Esasen  namaz  için  çağrıya  da  gerek  yoktur.  Çünkü  namaz  her  vakitte,  her  anda  gece  gündüz  yerine  getirilebilecek,  Allah'la  kul  arasında  beraber  olmaya  çalışılabilecek  bir  nüsuktur. Dolayısıyla  ezan  aslında  bir  iman  duyurusu,  imanı  güçlendirme  daveti,  Müslümanların  bir  birlik  olma  ve  toplanma  ilânı  olup,  tek  bir  Allah’a,  tek  bir  öndere  çağırmak,  salatı  ön  plana  çıkarmak  suretiyle  müminlere  kurtuluşun  yolunu  göstermektir.  Ezan  aynı  zamanda  bir  tebliğdir,  yapılan  davetin  yanı  sıra  gayrimüslimleri  de  Allah’a  teslim  olmaya  çağırmaktadır. Çünkü  ezanın  özünde  yer  alan  Salat  daveti,  Allah’a  yapılan  kulluğun  bir  simgesidir,  dinin  temel  direklerindendir.

Lügat  karşılığı  olarak  ezan,  mastar  olarak  seslenme,  duyurma,  anons  etme  demektir.  Kavram  olarak  ise “  Salatın  /  toplanarak  eğitim,  öğretimin  ve maddi  açıdan  destekleşme  ve  paylaşmanın  ne  zaman  gerçekleşeceğini,  Müslümanların  ne  zaman  bir  araya  gelmeleri  gerektiğini  duyurmak  için  dillendirilen  özel  lafızlardır. “  Kur’anda  bu  sözcük  lügat  anlamıyla  çeşitli  kalıplar  halinde  yer  alırken,  Tevbe  Sûresinin  3. ayetinde “  Ve  en  büyük  Hacc  günü …. Şüphesiz  Allah’ın  ve  O’nun  Elçisinin  ortak  koşan  kimselerden  ilişiksiz  olduğuna  dair  Allah’tan  ve  Elçisinden  insanlara  ezanühüm /  bir  bildiridir. “  ifadeleriyle   “  bildiri,  ilam “  olarak,  Kâbe'yi  /  Mescidi  Haram'ı /  İlâhiyatın  ilk  yüksek  okulunu  inşa  etmiş  olan  İbrahim  peygambere  yönelterek  Rabbimizin  Hacc  Sûresinin  27. ayetinde  "  Ve  ezzin  finnâsi  bil  hacci  /  Belli  günlerde  O'nun  adını  anmaları  için  haccı  /  insanlar  arasında  İlâhiyat  eğitimi - öğretimi  verileceğini  duyur. "  ifadeleri  içerisinde  de  doğrudan   ezan  sözcüğüyle  Hacc  /  İlâhiyat  eğitimi  için  toplanmanın  duyurusunu  yapması  emri  yer  alır.  Cuma  Sûresinin  9. ve  Maide  Sûresinin  58. ayetlerinde  de  “  Ve  siz  onları  salata  / ve  iza  nâdeytüm / nida  ile  seslenerek  çağırdığınız  zaman,  onlar  onu  alay  ve  eğlence  edinirler.  Bu  onların  akıllarını  kullanmayan  bir  toplum  olmalarındandır. “  ifadelerinde  gördüğümüz  gibi  kavram  olarak  “  nida “  sözcüğü,  Bakara  279,  Araf  167,  gibi  birçok  ayette  de  “  fe’ zenü “  ifadesiyle  fiil  kalıplarında  kullanılmıştır.

Ezanın  sözleri  hicretten  sonra  Medine  döneminde  Resulullah  ve  sahabe  ile  birlikte  ortak  kararlarla  tespit  edilmiştir,  sahabeden  kimisi  çan  çalınsın,  kimisi  Yahudiler  gibi  boru  çalınsın,  kimisi  yüksek  bir  yerde  ateş  yakalım  deyince,  bunlar  Resulullah  tarafından  kabul  edilmemiş,  Ömer’in  gördüğü  rüyasında  okudukları  belirtilince   kabul  edilmiş  ve  uygulanmaya  başlanmıştır. ( Mevâhib i Ledünniyye ) İlk  zamanlarda  Müslümanlar  salat  / toplanma  vakitlerini  evlerinde  beklerler,  ezanı  duyduklarında  da  sokağa  çıkarak  “  es  salat,  es  salat “  diye  seslenerek  çağrıda  bulunurlardı. Müslümanlar  çoğalıp  kenar  semtlere  de  dağılmaya  başlayınca,  duyurunun  herkese  yapılabilmesi  için  bir  çözüm  yolu  aranmaya  başlandı,  bu  konuda  çok  farklı  görüşler,  çözümler  üretildi,  sonunda  da  bugünkü  yapısıyla  seslenilmesinde  karar  kılınarak  uygulamaya  konuldu. ( Buhari  Ezan 1,  Müslim  Şalat 1,  Davud  Şalat  27,  Tirmizi  Şalat  25 )

Ezan  okunduğu  zaman  lafızlarını,  iletilmek  istenen  gerçek  mesaj  ve  anlamlarını  ele  alacak  olursak ;

*  Allah’u  ekber (  Allah,  bütün  yarattıklarından,  Peygamberler  de  dahil,  Evliyadan,  Mürşitten,  Şeyhten,  Hacıdan,  Hocadan,  İmamdan,  sahte  ilâhlardan  ve  bütün  putlardan,  put  yapılan  aşırı  tutku  ile  bağlanılan  her  şeyden  büyüktür. Büyük  addedilecek  başka  bir  şey  yoktur.)

*  Eşhedü  enlâ  ilâhe  illallah ( Ben  kesinlikle  Allah’tan  başka  ilâh  diye  bir şey  olmadığına  şehadet  ederim ) ( Peki  Allah’ı  Kur’an  ayetleriyle  okuyarak,  afaki  ve  enfusi  mucizeleriyle  tanıma  çabası  içerisinde  olmadan,  hiç  bir  bilgiye  sahip  olmayanlar  nasıl  şahitlik  edebileceklerdir ? )

*  Eşhedü  enne  Muhammeden  Rasulullah ( Ben  kesinlikle  Muhammed’in  Allah’ın  Elçisi  olduğuna  şahitlik  ederim. ) ( Peki  gerçekten  Kur'an  ayetleriyle  gerektiği  gibi  Muhammed  ( a.s. ) ı   tanıyor  muyuz ?  Hakkında  ne  biliyoruz ? )

*  Hayye  ales  salate ( Haydin  salata ) ( Salatın  sadece  namaz  olduğuna  mı  inanıyoruz,  salatın  gerçekte  ne  olduğunu  biliyor,  ayrıntılarını  da  düşünebiliyor  muyuz ? )

*  Hayye  ale’l  felah ( Haydin  kurtulmaya,  başarıya,  zafere !  Peki   kurtuluşa,  başarıya,  zafere  Kur’anımızı   anlayarak  okumadan,  dosdoğru  yolu  gösteren  ayetlerin  öğüdünü  içselleştirmeden,  bilinçli  ve  tahkiki  bir  imanla  gerçek  bir  Müslüman  olmadan  ulaşabileceğimizi  mi  zannediyoruz ? )

*  Lâ  ilâhe  illallah ( Allah’tan  başka  ilâh  diye  bir  şey  yoktur. derken  daha  cami  içerisinde  iken  şefaat  ya  resulullah  diyerek  peygamberi  de  Allah'a  ortak  etmiş  olarak  şirke  gireceğimizin  farkında  mıyız ? )

Ebu  Davud  Salat  3  rivayetine  göre  “  Bilal  Habeşi,  Necranoğullarından  bir  kadına  ait  olan  yüksek  bir  evin  damına  çıkıp  tarihte  ilk  olarak  sabah  ezanını  okudu. ( Bilâl  Habeşi  bu  ezan  ile  aslında  Müslümanları  namaza  değil,  salat  toplantısına  davet  etti. )  Böylece  ezan  hicretten  iki  yıl  sonra  uygulanmaya  başlandı.  Daha  sonra  Mescidi  Nebevinin  arka  tarafına  ezan  okumak  için  özel  bir  yer  yapıldı. “  denilmektedir. Daha  sonraları  tarihte  ezan  ile  ilgili  bazı  operasyonlar  yapılmıştır.  Halife  Ömer,  Şiilerin  kaynaklarında  ezanda  farklı  olarak  belirttiği  “  Hayye  ale’l  hayril  amel  “ haydi  hayırlı  işe,  amele,  ibaresini  kaldırmıştır. ( Bahranî  VII, 498 )  Aynı  zamanda  Halife  Ömer,  sabah  ezanında  “  essalatû  hayrun  minen  nevm “ namaz  uykudan  hayırlıdır  eklemesini  yaptırmıştır. Şiiler  de  kendilerine  göre  “  Hayye  alel  hayril  amel “  ifadelerini  korurken  bunun  yanı  sıra  “  Eşhedü  enne  aliyyen  ve  aliyyullah,  eşhedü   enne  aliyyen  hüccetullah “  eklemelerini  yapmışlardır. Elbette  ki  ezanın  lafızları  değişmez  bir  nass  değildir.  Salat  için  nida  etmek,  ayetlerde  de  değindiğimiz  gibi  Allah  tarafından  da  tasvip  edilmiştir.  Esas  olan  şeklen  ve  ruhen  gerçek  mesajın  ulaştırılmasıdır. Daha  sonraki  zamanlarda  da  uydurma  hadislerle  Cami  içerisinde  kılınacak  farz  namazlarının  önünde  “  kâmet “  getirme  diye  ilaveli  ezan  da  hayata  geçirilmiştir. Ezanın  son  kısmına  “  Kad  kami’s  salah “ ( Namaz  başladı )  ilavesi  yapılarak  iç  ve  ön  ezan  anlamında,  ezana  göre  daha  hızlı  okunması,  halbuki  Kur’anımızda  kaza  namazı  diye  bir  namaz  olmamasına  rağmen,  kaza  namazlarında  okunması  veya  ne  zaman  okunacağı  gibi   üzerine  de  birçok  fetva  oluşturulmuştur.  Ateşe  tapan  Mecusiler  gibi  olmamak  bahanesiyle  güneşin  doğuş,  batış  ve  gündüz  en  tepede  bulunduğu  vakte  göre  de  Kerahat  vakti  denilmiş,  buna  göre  okunması  ayarlanmış,  bu  vakitlerde  namaz  kılınması  haram  sayılmıştır.  Oysa  zamandan  ve  mekândan  münezzeh  olan,  her  zaman  diri  ve  uykusu  olmayan  yüce  Rabbimiz  Allah  katında  kerahat  vakti  diye  ibadet  için  yasak  bir  zaman  yoktur. Daha  sonraları  da  ezanın  daha  iyi  duyurulabilmesi  amacıyla  Mescit  dışında  minare  denilen  yapılar  icat  edilmiş,  sanki  Allah  her  yerde  değilmiş  gibi,  Ahmet  b. Hanbel’in  Allah  göklerdedir  dayatma  fetvasından  sonra,  kendi  tapınağının  en  üst  tepesinden  gökyüzüne,  Allaha  ok  atıp  öldürmeye  çalışan  Nemrut’la  adeta  yarışır  gibi  minareler  de  iki  şerefeli,  üç  şerefeli  diye  göğe  doğru  yükseltilmiştir.

Bugüne  geldiğimizde  maalesef  ezan,  namaz  vakitlerini  bildiren  birtakım  kalıplaşmış,  ezberlenmiş,  kanıksanmış,  fetvalarla  ve  saptırmalarla  sadece  volümlü  bir  sese  endekslenmiş  ezan  Müslümanlığı  anlayışıyla  sözcükler  yığını  olup,  kargaşaya  da  meydan  vermemek  adına  özel  yetiştirilmiş  hafızlarla  merkezi  sistemde,  en  güçlü  hoparlörlerin  sonuna  kadar  açıldığı,  adeta  sağır  sultan  bile  duysun  denilircesine  icra  edilen,  musikinin  de  devreye  sokulup,  saba,  nihavent,  hüzzam  gibi  makamlarla  okunacağı,  bir  güfte  haline  getirilmiştir. Anlamı  mesajı  ve  gerçek  işlevi  kaybolmuştur. Durum  bu  olunca  da  ezanı  güzel  sesli  hafızların  okuması,  değişik  vakitlerdeki  ezanın,  değişik  makamlarda  okunacağı  ayrıntılar  da  gündeme  getirilmiş,  ön  plana  sokulmuştur. Böyle  olunca  da  bu  mantıkla  hareket  edilince,  değişik  büyüklükte,  kalınlıkta  ve  tondaki  kilise  çanlarından,  sivil  savunma  sirenlerinden,  mübarek  ezanın  herhangi  bir  farkı  da  kalmamaktadır.

Halbuki  aslında  ezan  sadece  dinlenmez.  Aynı  zamanda  müezzinle  birlikte  bilinçli  bir  mümin  olarak  huşu  içerisinde  takip  edilir  ve  lafızların  derin  anlamları  düşüncelerden,  belleklerden  geçirilir. Böylece  kalplerde  oluşacak  heyecanla  iman  güçlenir,  kurtuluşun  yoluna  kanalize  olunmuş  olunur. Ve  ardından  da  “  Lâ  ilâhe  illallahu  vahdehu  lâ  şerike  leh,  lehul  mülkü  velehül  hamdü  ve  hüve  alâ  külli  şey’in  kadir. Sübhane  Rabbiyel  aliyi’l  alel  vehhab “  (  Allah’tan  başka  ilâh  diye  bir şey  yoktur,  O’nun  ortağı  da  yoktur,  mülk  O’nundur,  hamd  ve  bütün  övgüler  de  O’nadır,  her  şeye  gücü  yetendir,  her  türlü  noksanlıklardan  arınıktır,  karşılıksız  verendir. ) denilebilirse,  işte  o  zaman  ezanla  bütünleşilmiş  olunur. Böylece  ezan  işlevini  yerine  getirmiş,  mesajını  ulaştırmış,  kurtuluşun  yoluna  girilmiştir.  Okunan  ezan,  volümlü  sesi  ile  değil,  gerçek  işlevi  ile  sizin  de  Allah  katındaki  felahınız  olsun !  Allah’ın  selamı,  rahmeti,  bereketi  ve  Kur’anın  doğruları  sizinle  olsun !...

ALLAH  DOĞRUSUNU  EN  İYİ  BİLENDİR.  RAHMETİ  VE  KUR’AN  BİZE  YETER !

Temel  Kaynak :  HAKKI  YILMAZ ( Tebyin  ül  Kur’an )

PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR

BAŞLIKLAR
TAKİP ET