Konu Detay

BÜYÜ SIĞINAĞI YAPILAN FELAK SURESİ

 22.07.2024
 336

Tarihte  geçmiş  toplumlarda,  Dünyanın  her  bölgesinde  binlerce  yıldır  ve  zamanımızda  da  ülkemizde  halk  arasında  inanılan  ve  peşinden  gidilen,  dertlere  deva,  hastalık  ve  rahatsızlıklara  şifa,  sihir  ve  büyüye  karşı  sığınma  ve  kalkan  olduğu  ileri  sürülen  rivayetlerle  büyü,  nazar,  sihir,  fal  gibi  inançlarla  saf  insanların  büyücü  ve  üfürükçü  denilen  şarlatan  kişilerce  sömürüldüğü,  maddi  ve  manevi  zararlara  uğratıldığı,  toplumsal  ve  sosyal  yaşamda   rahatsızlık  oluşturan  bir  gerçektir.

Büyü  uygulamaları  ve  inancı  çerçevesinde,  özellikle  bugünkü  ilaç  yapımı  demek  olan  Farmakoloji  biliminin  ilkel  yapısı  ile,  değişik  kimyasal  maddelerin,  zehirlerin,  bitkilerin  veya  otların  karıştırılarak,  renk,  koku,  duman  oluşturarak,  bazı  kurnazların  da  düğümler  bağlayarak  üfürüp  büyü  oluşturduğu,  muska  yazarak  kişileri  koruma  altına  aldığı  iddiasıyla  insanlar  kandırılmakta,  ama  bedenlerine,  ama  düşüncelerine  zarar  verilebilmekte,  etki  altına  alınabilmektedir.  Hala  bugün  ilkel  ve  geri  kalmış  toplumlarda  ve  ülkemizde,  ne  yazıldığı  belli  olmayan  Arapça  harflerle  sözde  büyüye  karşı  muska  yazma,  düğüm  bağlayıp  büyü  oluşturma,  üfleyerek  düğüm  bozma  gibi  uygulamalar,  aklını  kullanamayan  Kur'an  cahili  kesimler  arasında  dert  ve  sıkıntıların  giderilebileceği  inancıyla  sıklıkla  müracaat  edilen  bir  kapı  olmaktadır. Sihir  ve  büyüye  inanan  ülkemizdeki  Müslümanların  çoğunluğunca  bazı  Kur’an  ayet  ve  Sûrelerinin  ilaç  reçetesi  gibi  dertlere  deva,  hastalıklara  şifa  olduğu  kabul   edilmekte,  Kur’ana  aykırı  olduğu  halde  yine  de  bu  konularda  uydurulmuş  olan  rivayetlerin  ardından  gidilebilmektedir. Bu  bağlamda  kul / de  ki  emri  ardından  euzu / sığınırım  ifadesi  ile  başlayan  Felâk  ve  Nâs  Sûreleri  de  özellikle  yanlış  ve  Kur’anın  asıl  mesajlarına  aykırı  olduğu  halde,  sihir  ve  büyüden,  hastalık  ve  dertlerden  sığınma   ve  korunma   kalkanı  olarak  bazı  Müslümanlarca  kullanılabilmektedir.

Halbuki  bu  iki  sûre,  Peygamberimizin  görevine  başladığı  ilk  dönemlerde,  Mü’minlerle  kâfirlerin  kesin  olarak  belirginleşmesinden  sonra,  tecrit  edilen,  baskı  uygulanılan,  toplumdan  izole  edilen  Müslümanların  karşı  karşıya  geldikleri  işkenceler  karşısında,  Allah’a  sığınmalarını  bildiren  ve  Allah’tan  hangi  konularda  yardım  istenmesinin  gerektiğini,  aynı  zamanda  bizlere  de  öğreten  öğütler  dizisidir. Biz  de  bu  makalemizde,  Mekke’de  peygamberimize  20.  sırada  indirilmiş  olan  beş  ayetlik  Felâk  Sûresinin   asıl   mesajlarını,  hurafelerden  ve  yanlışlardan  arındırarak  Kur’anın  doğrularıyla  ele  almaya  çalışacağız.

FELÂK  1 :  Kul  eûzü  bi  rabbil  felâk  2  :  Min  şerri  mâ  halak  3  :  Ve  min  şerri  gasikın  izâ  ve  kab  4  :  Ve  min  şerrin  neffâsâti  fil  ukad  5  :  Ve  min  şerri  hâsidîn  izâ  hased

FELÂK  1 – 5 :  “  Oluşturduğu  şeylerin  kötülüğünden  ve  çöktüğü  zaman  karanlığın  kötülüğünden  ve  düğümlere  tükürüp  üfleyenlerin /  sözleşmeleri  bozup  uymayanların  kötülüğünden  ve  hasetten  / kıskandığı  zaman  kıskananın  kötülüğünden,  çatlamaların  Rabbine /  sıkıntıları   ortadan  kaldıran  Allah’a  sığınırım  “  de !

Ayetlerin  orijinalinde  gördüğümüz  gibi,  “ kul /  de  ki “  emriyle  başlayan,  öğütlerle  dolu  bu  ayetlerin  indiği   ve  Peygamberimizin  risaletinin  ilk  yıllarındaki  Mekke  müşriklerinin  tepki  ve  reddiyeleriyle  dolu  olduğu  döneme  bakacak  olursak,  ayetlerin  asıl  vermek  istediği  mesajı  daha  doğru  anlayabiliriz. Bu  dönem  sayıca  az,  varlıkça  yoksul,  kimsesiz,  korumasız  olan  Müslümanların  Mekkeli  müşriklerin  işkencelerine,  zalimliklerine   en  yoğun  bir  şekilde  maruz  kaldıkları  bir  dönemdir. Bu  gibi  zalimliklerin,  şiddetin  karşısında  hangi  konuların  öncelikle  Allah’a  havale  edilmesi  gerekeceği,  ayetlerin  ayrıntılarıyla  sıralanmıştır. Bir  kısmı  da  bu  Sûrenin  arkasından  21. sırada  indirilmiş  olan  Nâs  Sûresinde  aktarılmıştır.  Böylece  müminlerin  bildirilen  bu  konularda  ve  daha  sonra  da  başka  ayetlerle  bildirilecek  olan  diğer   konularda  Allah’a  sığınmasının  gerekliliği,  buralarda  yer  almayan  başka  konularda  ise  kendi  güç  ve  dirayetleriyle  mücadele  etmeleri  öğüdü  yapılmaktadır.  Ayetlerin  asıl  vermek  istediği   mesajlarına  bakacak  olursak !

Birinci  ayetin  başında  yer  alan  “ eûzü “  sözcüğü,  bir  başkasına  iltica  etmek,  sığınmak  anlamına  gelmektedir. Bu  sözcük  “  avz “  kökünden  türemiştir. Bu  kökten  türemiş  olan  “  uztü,  yeîzûne,  feste’ız  “ sözcükleri  de  aynı  kavram  içerisinde  Kur’anda  yer  almaktadır. Bu  Sûrelerin  ayetleriyle  nelerden  Allah’a  sığınılacağının  bir  çok  ayrıntılı  örnekleri  işlenmektedir. Bu  ayette  ise  birinci  tekil  şahıs  olarak  “ eûzü  /  ben  sığınırım “  denilmesi,  Peygamberimizin  tüm  insanlığa  öncü  ve  rehber  olduğunu   göstermek  amaçlıdır. Bir  bakıma  Peygamberimiz  adeta  “  Bu  karşı  konulmaz  düşmanlardan  ve  zararlılardan  Allah’a  sığınıp  yoluma  devam  ediyorum. "  Fussilet  Sûresinin  33.  ayetinde  ve  içinde  bulunduğu  ayet  grubunda  da  "  Ve  Allah'a  çağırıp  /  yakarıp  salihi  işleyen  ve  "  Ben  Müslümanlardanım  "  diyen  kimseden  daha  güzel  sözlü  kim  vardır ? "  ifadeleriyle  belirtildiği  gibi,  koşullar  ne  kadar  zor  olursa  olsun  büyük  bir  cesaret  gösterip   Allah'a  güvendiklerini  ve  sığındıklarını  " Ben  Müslümanım "  diye  söyleyebilmenin  önemi  vurgulanarak  bu  seçimin   Allah'tan  yana  yapılmasının  karşılığının  da  güzelliklerle  dolu  olduğu  anlatılmakta,  bu  bağlamda  da  yine  peygamberimiz  "  Bana  inanan,  Allah’a  güvenen  benimle  gelir,  korkan  ise  geri  gider. “  mesajını  vermekte  ve  insanların  da  tercihlerini  açıkça  yapmaları  iması  aktarılmaktadır.  Aynı  zamanda   Ahiret  hesaplaşmasında  Allah’ın  vereceği  cezanın,  insanların  cezalandırmasından  daha  çetin  olacağı  ihtarı  da  yapılmaktadır.

Yine  birinci  ayette,  Yüce  Allah  Kendisini  “  Rabbü’l  Felâk “  diye  nitelendirerek  bize  bir  sıfatını  daha  öğretmektedir. Rabb :   Sözcüğünün  anlamı  “ Terbiye  edip  eğiten,  yarattıklarını  belirli  bir  programa  uygun  olarak  bir  takım  hedeflere  götüren,  tekâmülünü,  gelişimini  programlayıp  yöneten “  Yönetici,  Efendi  demektir.  Enam  Sûresinin  95 – 96.  ayetlerinde “  Şüphesiz  ki  Allah,  fâligul  habbi /  taneyi  ve  çekirdeği  yarıp  çıkarandır.  Ölüden  diriyi  çıkarır,  diriden  de  ölüyü  çıkarır.  Nasıl  da  döndürülüyorsunuz.  96  :  İşte  Allah ! fâlıgul  isbah  / Tan  yerini  /  seher  vaktini   yarıp  çıkarandır. Geceyi  dinlenme  zamanı,  güneş  ve  ay’ı  hesap  ile  yapmıştır.  Bu  Azizü’l  Alim  Allah’ın  belirlemesidir,  ayarlamasıdır. “  ifadelerinde  gördüğümüz  gibi,  Felâk  :  Sözcüğünün  anlamı  ise  “  yarıp  çıkarmak  “  demektir.  Ayetin  orijinalinde  yer  alan  “  fâligul  isbah “ ifadesinden  dolayı   asıl  mesajından  uzaklaştırıp  konuyu  basitleştirerek  Felâk  Sûresine  “  Sabah  Sûresi “  diyenler  de  bulunmaktadır. Bu  ayetin  ifadeleriyle  Allah’ın  zararlı  ve  zararsız,  olumlu  veya  olumsuz  bilinen  ikili  ve  zıtlı  şeyleri  iç  içe  yarattığı,  birbirinin  içinden,  “  diriden  ölünün,  ölüden  dirinin,  gece  karanlığından  sabahın  aydınlığının  çıkartıldığı  “  örneği  ile  de  bir  çok  yaratılmanın  da  Allah  tarafından  nasıl  oluşturulabileceği  anlatılmaktadır.

Bu  durumda  Rabbü’l  Felâk  tamlaması  ile :  Gecenin  karanlığının  çatlatılıp  / yarılıp,  içinden  sabahın  aydınlığının  çıkarılması  anlamı  da  dahil,  topraktan  bitki  tohumlarının  yarılıp  kök  salmasından,  bulutların  yarılıp  yağmurun  yağdırılması,  dağların  yarılıp  kaynak  sularının  çıkartılması,  nehirlerin  akıtılması,  toprağın  yarılıp  filizlerin  uç  vermesinden,  hücrenin  gelişip  ikiye  bölünmesinden  tutalım  da,  atomun  yarılıp  nükleer  enerjinin  ortaya  çıkmasına,  ilk  çatlamaya  /  Big  Bang  ile  Evrenin  ortaya  çıkmasına  varıncaya  kadar  her  türlü  yarılmanın  Allah  tarafından  belirli  bir  ölçü,  amaç  ve  bir  program  dahilinde  yapılmakta  olduğu   anlaşılmalıdır. Bu  sözcükle  aynı  zamanda  Peygamberimize  ve  Müslümanlara  sıkıntılarının  sürekli  olmayacağı,  bir  program  çerçevesinde  sıkıntıların  çatlatılıp  içinden  İslam’ın  bir  filiz  gibi  yeryüzüne  çıkıp  yayılacağı  mesajı  da  verilmektedir.  Bütün  bu  programların  ayrıntılarının  önceden  bilinmemesinden  dolayı  da  “  O  çatlatmanın /  yarılmanın  "  Rabbi’ne  dua  edilmeli,  sığınılmalı,  gerisi   ve  sonucu  O’na  bırakılmalıdır.

Sûrenin  tamamında  4  ana  başlıkta  karşılaşılabilecek  olan  şerlere /  kötülüklere  karşı  yapılacak  sığınmalardan  söz  edilmektedir.  Biz  de  bu  dört  başlıktaki  şerlerin  /  kötülüklerin  neler  olduğunu  maddeleriyle  ele  alalım.  

1 -  Yarattığı  şeylerin  şerrinden / kötülüğünden   Allah’a  sığınılacaktır.  Ayette  bu  sığınılacaklar  için  “  mâ  /  şey,  şeyler “  anlamındaki  edat  ile  genel  bir  ifade  kullanılmıştır. Bu  Sûre  Fil  Sûresinden  sonra  indirilmiş  olduğundan  dolayı,  buradaki  olaylar  göz  önünde  bulundurularak  sığınılması  gereken  şeylerin,  başta  Fil  Ashabını  /  ordusunu  perişan  eden  “  boran,  fırtına,  ardından  gözün  gözü  göremediği  şiddetli  yağmur,  sel,  deprem,  yangın,  volkanik  patlamalar,  aşırı  sıcaklıklar,  dondurucu  soğuklar,  gibi  doğal  afetler  ve  daha  sonra  da  mikroplar,  virüsler  yoluyla  oluşan  bulaşıcı  hastalıklar,  zararlı  ve  zehirli  haşereler “  gibi  çok  çeşitli  olumsuzlukları  ve  sıkıntıları  oluşturabilecek  Evrende  ve  Dünyada  bulunan  tüm  yaratıklar  olduğu  söylenebilir. ( Fil  Ordusunu  Kuşlar  mı  Yendi  başlıklı  makalemize  bakabilirsiniz )

2 -  Ve  çöktüğü  zaman  karanlığın  şerrinden  sığınırım  diye  her  ne  kadar  çevrilmekte  ise  de,  ayetin  asıl  ve  orijinal  mesajı  tam  olarak  yansıtılmamış  olur. Gecenin  içinde  barındırdığı  pek  çok  bilinmeyen   kötülük  ve  karanlık  vardır. Öncelikle  karanlık  görüntüsü,  neyin  nereden  çıkacağının  bilinmemesinden  dolayı  korku  ve  dehşet  vericidir.  Ama  aslında  bu  ifade  ile  bizim  düz  mantıkla  kabul  ettiğimiz  bu  korkulardan  değil  de,  Rabbimizin  seçtiği  sözcüklerin  zenginliği  sayesinde  *  Gelip  çattığı  zaman,  gözün  olmasına  rağmen  gerçeklerin  görülememesi  olan  göz  perdelenmesinin  şerrinden  * Tutulduğu  zaman  ayın  şerrinden  *  Battığı  zaman  güneşin  şerrinden *  Taştığı  zaman  şehvetin  şerrinden  *  Soktuğu  zaman  yılanın  şerrinden  *  Ümitsizliğe  düşüldüğünde  ümitsizliğin  şerrinden  *  Ölümün  yaklaşmasıyla  oluşan  korkunun  şerrinden  anlamlarına  da  getirilebildiği  gibi,  daha  bir  çok  anlamlar  da  çıkartılabilir.  Özellikle  bir  çok  ayette  yer  alan   karanlık  ifadesinin,  "  çaresizlik,  doyumsuzluk,  bunalım,  sıkıntı,  hırs,  isyan,  inkâr,  küfür,  şirk  içinde  olma  hali  olarak,  ama  asıl  önemli  ve  ön  planda  olması  gereken  mesajı  da   “  çöken,  bastıran  karanlık  ifadesine  göre  cehalettir,  bilgisizliktir,  yobazlıktır,  atalar  dinine  ve  geleneklere  körü  körüne  bağlanıp  kalmaktır,  bağnazlıktır,  tutuculuktur  “  olarak  anlaşıldığında,  ayetlerin  gerçek  mesajı  ile  Müslüman  toplumları  için  daha  da  verimli  sonuca  ulaşılabilir. 

3 – Ve  düğümlere  tükürülüp  üfleyenlerin  şerrinden  sığınırım.  Denildiğinde  çoğu  müfessirler  bu  ifadelerle  bağlantılı  olarak  “ Bunlar  sihir  ve  büyü  yapan  kimselerdir,  erkek  veya  kadın  olabilir,  fakat  bu  işleri  daha  çok  kadınlar  yaptığı  için  diyerek  özellikle  bu  ifadelerin  başına “  Düğümlere  üfleyen  kadınlar “  başlığını  koyup,  ayetin  orijinalinde  yer  alan  “  neffâsâti “  sözcüğünü  de  dişil  sigada   kabul  edip  her  konuda  yaptıkları  gibi,  büyücülüğün  faturasını  da    kadınlara  keserek,  onları  cadı,  hilebaz,  güvenilmez  yaparak  aşağılamakta,  büyünün   de  dinimizde  var  olduğunu  kabul  ettirmektedirler. Büyü  kandırmacası  genellikle  ipler  düğümlenerek  ve  bu  düğümlere  üflenerek  yapılır. Bu  büyüler  insanı  etkilemekte,  psikolojisini  bozmakta,  eşler  arası  münasebetleri  aksatacak  bir  etki  oluşturmakta,  hatta  eşlerin  ayrılmalarına   dahi  yol  açabilmektedir.  Bu  nedenle  İslam  dini  büyü  yapmayı  haram  kılmış  ve  bu  tür  zararlı  kişilerin  ve  yaptıklarının  şerrinden  kendimizi  korumamız,  bunun  için  de  Allah’a  sığınmamızı  emretmiştir. “  demektedirler.  Bu  inançla  birinin  talihini  bağlamak  için  iplere  düğüm  atarak  üfleyen  büyücülerin  kastedildiği  söylenmiş  ve   “  Hz.  Aişe’den  rivayet  edilen  bir  hadise  göre  Resuli  Ekrem  rahatsızlık  anında  ve  gece  yatağına  gireceği  sırada  İhlas,  Felak  ve  Nas  Sûrelerini  okuyup  avuçlarına  üfler  ve  elleriyle  bütün  vücudunu  sıvazlardı (  Buhari,  Fezailül  Kur’an  14. )  hadisi  ile  ve   bunun  yanı  sıra  Ukbe  bin  Amir’den  gelen  bir  rivayette  de  Hz. Peygamberin  kendisine  şöyle  dediği  belirtilmiştir.  “  Ey  Ukbe !  Sen  kul  euzü  bi  rabbil  felak  sûresini  oku.  Zira  Allah’a  bu  sûreden  daha  sevimli  gelen  ve  daha  beliğ  olan  hiç  bir  sûre  okuyamazsın.  Mümkün  oldukça  onu  oku. ( Müsned  IV  149, 149 )  gibi  rivayetler  de  ön  plana  çıkarılmıştır.  Böylece  dolaylı  olarak  üfürükçülüğün,  muskacılığın,  büyüye  inanmanın  ve  büyücülüğün  meşruluğuna,  dinde  de  yerinin  olduğuna  hükmetmişler,  saf  insanların  kandırılarak  birkaç  lirasının   ellerinden  alınmasının   yolunu  açmışlar,  büyücülük,  muskacılık  adı  altında  şarlatanlara  da  sömürü  kapısını  aralamışlardır. Peygamberin  izinden  gidiyoruz  diyerek  Felâk  Sûresinin  ayetlerini  de  büyü  sığınağı  haline  getirmişlerdir.

Halbuki  Felâk  ve  Nâs  Sûreleri  peygamberimizin  risaletinin  ilk  yıllarında  Mekke’de  indirilmiştir  ve  o  zaman  diliminde  peygamberimiz  Hatice  validemizle  evlidir.  Peygamberimizin  Medine’de  Aişe  valide  ile  evliliği  ile  bu  Sûrelerin  indirilmesi  arasında  on  yıldan  fazla  bir  zaman  aralığı  bulunmaktadır.  Üstelik  de  Peygamberimizin  sağlığında  kendisine  indirilmiş  olan  ayetler  sûre  sûre  toplanmamış  ve  sûre  isimleri  konulmamıştır.  Dolayısıyla  bu  rivayetlerin  sağlam  temele  dayalı  tutarlı  bir  tarafı  da  yoktur.  Sonradan  uydurulduğu  da  çok  belli  olmaktadır.  Allah’ın  eğittiği,  yetiştirdiği  Peygamberimizin  de  kendisine  indirilen  ayetlerin  mesajlarını,  sonuçlarını  yanlış  anlaması  ve  etrafındakileri  de  yanlış  yönlendirmesi  mümkün  değildir.  Elbette  ayetlerin  gerçek  mesajında  bu  şekilde  öngörülenler  ve  rivayetler  anlatılmamaktadır. Bizim  de  gerçek  mesajı  yakalayabilmemiz  için  ayetin  orijinalindeki  “  neffâsât “  ve  “ ukad “  sözcüklerinin  ifade  ettikleri  anlamların  ayrıntılarına  bakmamız  gerekecektir. 

Neffâsât  sözcüğünün  kökü  olan  “  nefs “  sözcüğünün  anlamı,  “ nefes  etmek “  denilen  “  üflemek “  tir. Bu  da  biraz  tükürükle  veya  tükürüksüz  olarak  üfürür  gibi  yapmak  anlamındadır.  Aslında  ortada  bir  düğüm  varsa,  bu  düğüme  az  bir  tükürükle  üfürerek  yumuşatıp  düğümü  çözmek  büyü  oluşturmak  anlamına  gelmez.  Sadece  düğüm  daha  kolay  çözülür  ve  düğümde  bozulma  sağlanır.  Ukad  sözcüğü  ukde  sözcüğünün  çoğuludur.  Düğüm  bağlamak,  düğümlemek  anlamına  gelen  “  akd “  kökünden  gelen  bir  isim  olup  “  düğüm “  demektir. Ukde  sözcüğünün  karşılıkları   Arap  toplumunun  gerçek  hayatında  “  Düğüm  yeri,  idarecilere  biat  ederek  bağlanmak,  bolluk  yer,  eşlerin  birbirine  bağlandığı  nikah  akdi,  iki  kişinin  alışveriş  sözleşmesi,  söz,  ahit  “  gibi  bir  çok  anlamlarda  kullanıldığından,  ayeti  oluşturan  bu  iki  sözcük  gerek  hakikat,  gerekse  de  mecaz  olarak  bir  çok  anlama  gelebilmektedir. Bu  anlamların  hepsi  de  birbiriyle  çelişmedikleri  için  müteşabih  /  benzeşen  sözcüğünün  anlamına  uygun  olarak  da  geçerlidir. Bu  nedenlerle  ayetin  “  Akitlere /  sözleşmelere  üfleyip  tükürenlerin /  bozanların  şerrinden “  sığınırım  olarak  çevrilmesi,  Sûrenin  bütünlüğü  içerisinde   çok  daha  isabetli  ve  gerçekçi  olacaktır.  Çünkü  sonucunda  Allah’a  sığınılacak  bir  şer /  kötülük /  zarar  ortaya  çıkaracak  davranış,  burada  ancak  karşı  tarafın  haberi  olmadan  tek  taraflı  olarak  herhangi  bir  anlaşmanın  bozulması  olabilir.

Eğer  insanlar  arasında  oluşturulmuş  akitler,  sözleşmeler  tek  taraflı  olarak  ayetin  mecazi  anlamıyla  düğüme  üflenerek  /  düğüm  çözülerek  bozulursa,  karşı  taraf  maddi  ve  manevi  olarak  büyük  zararlar  görebilir.  Çünkü  sonuçta  Allah’a  sığınılacak  bir  şer  /  kötülük,  ancak  önemli  ve  büyük  bir  zarar  çıkaracak  davranış,  iki  tarafın  oluşturduğu  bir  anlaşmanın,  sözleşmenin,  örneğin  nikâh  akdinin,  iş  anlaşmasının,  barış   anlaşmalarının,  bir  müteahhidin,  buluşmak  üzere  sözleşmiş,  randevulaşmış  olan  iki  kişinin  tek  taraflı  olarak  vazgeçmesiyle  muhatabına  vereceği  zarar  gibi,  karşı  tarafın  haberi  olmadan   sözleşmenin  akdin,  anlaşmanın,  ancak  tek  taraflı  olarak  bozulması  olabilir.  Böyle  durumlarda  karşı  tarafın,  herhangi  bir  önlemi  önceden  alması  ve  bilmesi  söz  konusu  dahi  olamayacağından  dolayı  Allah’a  sığınmaktan  başka  çaresi  de  yoktur.  Dolayısıyla  bu  ayetteki  sığınma,  tek  taraflı  bozulacak  olan  anlaşmalardır,  sözleşmelerdir,  zaman,  emek,  umut  ve  maddi  kayıplarıyla  uğranılacak  sıkıntı  ve  zararlardır.  Ayetteki  ifadelerin  büyü  ve  büyücülerle,  üfürükçülerle,  muskacılarla,  büyünün  yapılıp  bozulmasıyla  yakından  veya  uzaktan  bir  ilgisi  yoktur.

4 – Ve  kıskandığı  zaman  kıskananın  şerrinden  sığınırım  denildiğinde  ayetin  orijinalinde  yer  alan  Haset,  sözcüğü “  kıskanmak,  çekememek,  başkasında  olan  sağlık,  zenginlik  ve  benzeri  nimetlerden  dolayı  rahatsız  olarak  o  kişiden  o  nimetin  gitmesini  istemek “  demektir. Haset,  kalpte  bulunan  ve  insanı  kötülüklere  yönelten  en  önemli  ve  ahlâk  dışı  özelliklerden,  ruhsal  hastalıklardan  birisidir.  Bilgisizlik  ve  aşırı  tamahkârlığın  birleşmesinden  doğan  haset,  en  çok  da  kişinin  kendi  yakınları  ve  tanıdıkları  arasında  kendini  gösterir  ve  çirkin  huyların  en  zararlılarındandır. Derece  derece  hemen  hemen  herkeste  de  bulunabilmektedir. Kimi  insanlarda  ise  bu  duygu  iyice  yerleşir,  bütün  benliğine  hükmeder,  gittikçe  dozu  da  artar.  Tehlikeli  olan  ve  eyleme  dönüştüren  haset  de  budur. Kin  ve  düşmanlık,  başkalarına  üstünlük  taslama,  başkalarını  küçümseyen  kibir,  şaşkınlık  ve  hayranlık,  amacına  ulaşamama  korkusu,  makam,  mevki,  aşırı  zenginlik,  mal  sevgisi  ve  önderlik  tutkusu,  kötü  huyluluk  ve  nimetlere  karşı  cimrilik  gibi  duygular,  hasedin  çıkmasının  başlıca  nedenleridir.

Haset  dışa  vurulmadığı,  herhangi  bir  eyleme  dönüşmediği  sürece  kişinin  kendisinden  başkasına  zarar  vermez. Bu  kişinin  kendi  içinde  sürekli  bir  ateş  yanar,  yavaş  yavaş  eritir,  yakar.  Psikolojik  olarak  etkiler,  göğsü  daralır,  uykuları  kaçar.  Haset  edilenin  perişanlığı  istenirken  aslında  kendisi  perişan  olur.  Ama  eğer  hasetçinin  içindeki  haset  büyür  de  dışa  vurursa,  haset  edilene  karşı  kin,  garaz  gütmeye,  düşmanlık  yapmaya  başlarsa,  sürekli  karşısındakini  yok  etmek  için  uğraşır,  iftiraya  yönelir,  komplo  kurar,  hatta  kundakçılık  ve  suikasta  dahi  yönelebilir. İşte  ayette  bahsedilen  haset,  bu  aşamaya  ulaşmış  ve  dışa  vurulmuş  kıskançlığın  şerridir,  kötülükleri  ve  vereceği  zararlardır.  Dışa  vurulmadan  da  haset  duygusunun  bilinmesinin  olanağı  yoktur.  Kulun  da  önceden  buna  önlem  alması  da  söz  konusu  olamaz.  Kişinin  gücünü  aşan  bu  tip  konularda  da  “  akıllardan  geçenleri  dahi  bilen “  Allah’a  sığınıp  gereğini  O’na  havale  etmekten  başka  yapacak  bir  şey  yoktur.

Sonuç  olarak : İslam’da  ve  Kur’anın  Hakk  Dininde  büyü  diye  bir  inanç  ve  uygulama  yoktur.  Müslümanlar,  ayetlerin  vermek  istediği  gerçek  mesajların  farkına  varamamış  olan  birtakım  işgüzarların  saptırmaları  sonucunda  aldatılarak  yanlış  yollara  ve  inançlara  sürüklenmişlerdir.  Böylece  insanların  büyü  yapmanın  meşruluğu  etrafında  yanlış  yönlendirilerek  sahtekârlarca  istismar  edilmelerinin  yolu  açılmıştır. Özellikle  bu  tür  kandırmanın  içinde  olan  sahtekârlar,  el  çabukluğu  marifeti  ile,  kendi  özel  çalışmaları  ve  becerileri  ile  insanları  kandırmaktadırlar. Bu  tür  uygulamaların,  İslam’la,  Kur’anın  Hakk  dini  ile,  içindeki  ayetlerin  gerçek  mesajı  ile  yakından  uzaktan  bir  ilgisi  yoktur.  Bir  takım  sahtekâr  şarlatanın  göz  boyama  ve  kandırmasından  başka  bir  şey  de  değildir.

Bütün  musibetlerden,  kötülüklerden   karanlığın   bilinmeyenlerinden,  ileride  beklemediğimiz  zamanlarda  başımıza  ne  gibi  kötülüklerin  gelebileceğinden  sadece  Kur’an  ayetlerinin  doğrularını  öğrenerek,  büyücülere,  muskacılara  ve  sahtekârlara  değil,  Allah’a  ve  ayetlerine  sığınılarak  kurtulmanın  yolu  aranmalıdır  ve  dosdoğru  yolların  neler  olduğu  öğrenilmelidir.  Kur’anın  dosdoğru  yolunda  olanları  hiç  bir  sahtekârın  büyüsü  ve  üfürüğü  tutmaz.  Çünkü  sahtekârlıktan  başka  hiç  kimsede  böyle  bir  güç  yoktur. Geçmiş   peygamberlerin  Allah’a  sığınmaları  da  sadece  bu  çerçevede  gerçekleştiği  gibi,  Kur'andaki  sığınma  ayetleri  de  tamamen  bu  prensip  doğrultusundadır.  İnsanlar  kendi  güçlerini  aşan  zorluklar  için  sadece  Allah’a  sığınmalı,  kendi  gücü  ile  halledebilecekleri  konularda  ise  işin  üstesinden  kendileri  gelmeye  çalışmalıdırlar,  mücadele  etmelidirler. Hiç  bir  çaba  göstermeden  her  işi   doğrudan  Allah’a  havale  edip  pasif,  uyuşuk  da  olunmamalı,  gereksiz  ve  basit  sığınma  dilekleriyle  de  karşılık  bulmayacak  hayır /  iyilik  dilencisi  durumuna  da  düşülmemelidir.  Allah’ın  selamı,  rahmeti  ve  Kur’anın  doğruları  sizinle  olsun !..

ALLAH  DOĞRUSUNU  EN  İYİ  BİLENDİR !  RAHMETİ  VE  KUR’AN  BİZE  YETER !

Temel  Kaynak  :  Hakkı  Yılmaz  (  Tebyinü’l  Kur’an )

 

PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR

BAŞLIKLAR
TAKİP ET