Tarihte geçmiş toplumlarda, Dünyanın her bölgesinde binlerce yıldır ve zamanımızda da ülkemizde halk arasında inanılan ve peşinden gidilen, dertlere deva, hastalık ve rahatsızlıklara şifa, sihir ve büyüye karşı sığınma ve kalkan olduğu ileri sürülen rivayetlerle büyü, nazar, sihir, fal gibi inançlarla saf insanların büyücü ve üfürükçü denilen şarlatan kişilerce sömürüldüğü, maddi ve manevi zararlara uğratıldığı, toplumsal ve sosyal yaşamda rahatsızlık oluşturan bir gerçektir.
Büyü uygulamaları ve inancı çerçevesinde, özellikle bugünkü ilaç yapımı demek olan Farmakoloji biliminin ilkel yapısı ile, değişik kimyasal maddelerin, zehirlerin, bitkilerin veya otların karıştırılarak, renk, koku, duman oluşturarak, bazı kurnazların da düğümler bağlayarak üfürüp büyü oluşturduğu, muska yazarak kişileri koruma altına aldığı iddiasıyla insanlar kandırılmakta, ama bedenlerine, ama düşüncelerine zarar verilebilmekte, etki altına alınabilmektedir. Hala bugün ilkel ve geri kalmış toplumlarda ve ülkemizde, ne yazıldığı belli olmayan Arapça harflerle sözde büyüye karşı muska yazma, düğüm bağlayıp büyü oluşturma, üfleyerek düğüm bozma gibi uygulamalar, aklını kullanamayan Kur'an cahili kesimler arasında dert ve sıkıntıların giderilebileceği inancıyla sıklıkla müracaat edilen bir kapı olmaktadır. Sihir ve büyüye inanan ülkemizdeki Müslümanların çoğunluğunca bazı Kur’an ayet ve Sûrelerinin ilaç reçetesi gibi dertlere deva, hastalıklara şifa olduğu kabul edilmekte, Kur’ana aykırı olduğu halde yine de bu konularda uydurulmuş olan rivayetlerin ardından gidilebilmektedir. Bu bağlamda kul / de ki emri ardından euzu / sığınırım ifadesi ile başlayan Felâk ve Nâs Sûreleri de özellikle yanlış ve Kur’anın asıl mesajlarına aykırı olduğu halde, sihir ve büyüden, hastalık ve dertlerden sığınma ve korunma kalkanı olarak bazı Müslümanlarca kullanılabilmektedir.
Halbuki bu iki sûre, Peygamberimizin görevine başladığı ilk dönemlerde, Mü’minlerle kâfirlerin kesin olarak belirginleşmesinden sonra, tecrit edilen, baskı uygulanılan, toplumdan izole edilen Müslümanların karşı karşıya geldikleri işkenceler karşısında, Allah’a sığınmalarını bildiren ve Allah’tan hangi konularda yardım istenmesinin gerektiğini, aynı zamanda bizlere de öğreten öğütler dizisidir. Biz de bu makalemizde, Mekke’de peygamberimize 20. sırada indirilmiş olan beş ayetlik Felâk Sûresinin asıl mesajlarını, hurafelerden ve yanlışlardan arındırarak Kur’anın doğrularıyla ele almaya çalışacağız.
FELÂK 1 : Kul
eûzü bi rabbil
felâk 2 :
Min şerri mâ
halak 3 :
Ve min şerri
gasikın izâ ve kab
4 : Ve min şerrin
neffâsâti fil ukad
5 : Ve
min şerri hâsidîn
izâ hased
FELÂK 1 – 5 : “ Oluşturduğu şeylerin
kötülüğünden ve çöktüğü
zaman karanlığın kötülüğünden
ve düğümlere tükürüp
üfleyenlerin / sözleşmeleri bozup uymayanların
kötülüğünden ve hasetten / kıskandığı
zaman kıskananın kötülüğünden,
çatlamaların Rabbine / sıkıntıları
ortadan kaldıran Allah’a
sığınırım “ de !
Ayetlerin orijinalinde gördüğümüz gibi, “ kul / de ki “ emriyle başlayan, öğütlerle dolu bu ayetlerin indiği ve Peygamberimizin risaletinin ilk yıllarındaki Mekke müşriklerinin tepki ve reddiyeleriyle dolu olduğu döneme bakacak olursak, ayetlerin asıl vermek istediği mesajı daha doğru anlayabiliriz. Bu dönem sayıca az, varlıkça yoksul, kimsesiz, korumasız olan Müslümanların Mekkeli müşriklerin işkencelerine, zalimliklerine en yoğun bir şekilde maruz kaldıkları bir dönemdir. Bu gibi zalimliklerin, şiddetin karşısında hangi konuların öncelikle Allah’a havale edilmesi gerekeceği, ayetlerin ayrıntılarıyla sıralanmıştır. Bir kısmı da bu Sûrenin arkasından 21. sırada indirilmiş olan Nâs Sûresinde aktarılmıştır. Böylece müminlerin bildirilen bu konularda ve daha sonra da başka ayetlerle bildirilecek olan diğer konularda Allah’a sığınmasının gerekliliği, buralarda yer almayan başka konularda ise kendi güç ve dirayetleriyle mücadele etmeleri öğüdü yapılmaktadır. Ayetlerin asıl vermek istediği mesajlarına bakacak olursak !
Birinci ayetin başında yer alan “ eûzü “ sözcüğü, bir başkasına iltica etmek, sığınmak anlamına gelmektedir. Bu sözcük “ avz “ kökünden türemiştir. Bu kökten türemiş olan “ uztü, yeîzûne, feste’ız “ sözcükleri de aynı kavram içerisinde Kur’anda yer almaktadır. Bu Sûrelerin ayetleriyle nelerden Allah’a sığınılacağının bir çok ayrıntılı örnekleri işlenmektedir. Bu ayette ise birinci tekil şahıs olarak “ eûzü / ben sığınırım “ denilmesi, Peygamberimizin tüm insanlığa öncü ve rehber olduğunu göstermek amaçlıdır. Bir bakıma Peygamberimiz adeta “ Bu karşı konulmaz düşmanlardan ve zararlılardan Allah’a sığınıp yoluma devam ediyorum. " Fussilet Sûresinin 33. ayetinde ve içinde bulunduğu ayet grubunda da " Ve Allah'a çağırıp / yakarıp salihi işleyen ve " Ben Müslümanlardanım " diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır ? " ifadeleriyle belirtildiği gibi, koşullar ne kadar zor olursa olsun büyük bir cesaret gösterip Allah'a güvendiklerini ve sığındıklarını " Ben Müslümanım " diye söyleyebilmenin önemi vurgulanarak bu seçimin Allah'tan yana yapılmasının karşılığının da güzelliklerle dolu olduğu anlatılmakta, bu bağlamda da yine peygamberimiz " Bana inanan, Allah’a güvenen benimle gelir, korkan ise geri gider. “ mesajını vermekte ve insanların da tercihlerini açıkça yapmaları iması aktarılmaktadır. Aynı zamanda Ahiret hesaplaşmasında Allah’ın vereceği cezanın, insanların cezalandırmasından daha çetin olacağı ihtarı da yapılmaktadır.
Yine birinci ayette, Yüce Allah Kendisini “ Rabbü’l Felâk “ diye nitelendirerek bize bir sıfatını daha öğretmektedir. Rabb : Sözcüğünün anlamı “ Terbiye edip eğiten, yarattıklarını belirli bir programa uygun olarak bir takım hedeflere götüren, tekâmülünü, gelişimini programlayıp yöneten “ Yönetici, Efendi demektir. Enam Sûresinin 95 – 96. ayetlerinde “ Şüphesiz ki Allah, fâligul habbi / taneyi ve çekirdeği yarıp çıkarandır. Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarır. Nasıl da döndürülüyorsunuz. 96 : İşte Allah ! fâlıgul isbah / Tan yerini / seher vaktini yarıp çıkarandır. Geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ay’ı hesap ile yapmıştır. Bu Azizü’l Alim Allah’ın belirlemesidir, ayarlamasıdır. “ ifadelerinde gördüğümüz gibi, Felâk : Sözcüğünün anlamı ise “ yarıp çıkarmak “ demektir. Ayetin orijinalinde yer alan “ fâligul isbah “ ifadesinden dolayı asıl mesajından uzaklaştırıp konuyu basitleştirerek Felâk Sûresine “ Sabah Sûresi “ diyenler de bulunmaktadır. Bu ayetin ifadeleriyle Allah’ın zararlı ve zararsız, olumlu veya olumsuz bilinen ikili ve zıtlı şeyleri iç içe yarattığı, birbirinin içinden, “ diriden ölünün, ölüden dirinin, gece karanlığından sabahın aydınlığının çıkartıldığı “ örneği ile de bir çok yaratılmanın da Allah tarafından nasıl oluşturulabileceği anlatılmaktadır.
Bu durumda Rabbü’l Felâk tamlaması ile : Gecenin karanlığının çatlatılıp / yarılıp, içinden sabahın aydınlığının çıkarılması anlamı da dahil, topraktan bitki tohumlarının yarılıp kök salmasından, bulutların yarılıp yağmurun yağdırılması, dağların yarılıp kaynak sularının çıkartılması, nehirlerin akıtılması, toprağın yarılıp filizlerin uç vermesinden, hücrenin gelişip ikiye bölünmesinden tutalım da, atomun yarılıp nükleer enerjinin ortaya çıkmasına, ilk çatlamaya / Big Bang ile Evrenin ortaya çıkmasına varıncaya kadar her türlü yarılmanın Allah tarafından belirli bir ölçü, amaç ve bir program dahilinde yapılmakta olduğu anlaşılmalıdır. Bu sözcükle aynı zamanda Peygamberimize ve Müslümanlara sıkıntılarının sürekli olmayacağı, bir program çerçevesinde sıkıntıların çatlatılıp içinden İslam’ın bir filiz gibi yeryüzüne çıkıp yayılacağı mesajı da verilmektedir. Bütün bu programların ayrıntılarının önceden bilinmemesinden dolayı da “ O çatlatmanın / yarılmanın " Rabbi’ne dua edilmeli, sığınılmalı, gerisi ve sonucu O’na bırakılmalıdır.
Sûrenin tamamında 4 ana başlıkta karşılaşılabilecek olan şerlere / kötülüklere karşı yapılacak sığınmalardan söz edilmektedir. Biz de bu dört başlıktaki şerlerin / kötülüklerin neler olduğunu maddeleriyle ele alalım.
1 - Yarattığı şeylerin şerrinden / kötülüğünden Allah’a sığınılacaktır. Ayette bu sığınılacaklar için “ mâ / şey, şeyler “ anlamındaki edat ile genel bir ifade kullanılmıştır. Bu Sûre Fil Sûresinden sonra indirilmiş olduğundan dolayı, buradaki olaylar göz önünde bulundurularak sığınılması gereken şeylerin, başta Fil Ashabını / ordusunu perişan eden “ boran, fırtına, ardından gözün gözü göremediği şiddetli yağmur, sel, deprem, yangın, volkanik patlamalar, aşırı sıcaklıklar, dondurucu soğuklar, gibi doğal afetler ve daha sonra da mikroplar, virüsler yoluyla oluşan bulaşıcı hastalıklar, zararlı ve zehirli haşereler “ gibi çok çeşitli olumsuzlukları ve sıkıntıları oluşturabilecek Evrende ve Dünyada bulunan tüm yaratıklar olduğu söylenebilir. ( Fil Ordusunu Kuşlar mı Yendi başlıklı makalemize bakabilirsiniz )
2 - Ve çöktüğü zaman karanlığın şerrinden sığınırım diye her ne kadar çevrilmekte ise de, ayetin asıl ve orijinal mesajı tam olarak yansıtılmamış olur. Gecenin içinde barındırdığı pek çok bilinmeyen kötülük ve karanlık vardır. Öncelikle karanlık görüntüsü, neyin nereden çıkacağının bilinmemesinden dolayı korku ve dehşet vericidir. Ama aslında bu ifade ile bizim düz mantıkla kabul ettiğimiz bu korkulardan değil de, Rabbimizin seçtiği sözcüklerin zenginliği sayesinde * Gelip çattığı zaman, gözün olmasına rağmen gerçeklerin görülememesi olan göz perdelenmesinin şerrinden * Tutulduğu zaman ayın şerrinden * Battığı zaman güneşin şerrinden * Taştığı zaman şehvetin şerrinden * Soktuğu zaman yılanın şerrinden * Ümitsizliğe düşüldüğünde ümitsizliğin şerrinden * Ölümün yaklaşmasıyla oluşan korkunun şerrinden anlamlarına da getirilebildiği gibi, daha bir çok anlamlar da çıkartılabilir. Özellikle bir çok ayette yer alan karanlık ifadesinin, " çaresizlik, doyumsuzluk, bunalım, sıkıntı, hırs, isyan, inkâr, küfür, şirk içinde olma hali olarak, ama asıl önemli ve ön planda olması gereken mesajı da “ çöken, bastıran karanlık ifadesine göre cehalettir, bilgisizliktir, yobazlıktır, atalar dinine ve geleneklere körü körüne bağlanıp kalmaktır, bağnazlıktır, tutuculuktur “ olarak anlaşıldığında, ayetlerin gerçek mesajı ile Müslüman toplumları için daha da verimli sonuca ulaşılabilir.
3 – Ve düğümlere tükürülüp
üfleyenlerin şerrinden sığınırım.
Denildiğinde çoğu müfessirler
bu ifadelerle bağlantılı olarak
“ Bunlar sihir ve
büyü yapan kimselerdir,
erkek veya kadın
olabilir, fakat bu
işleri daha çok
kadınlar yaptığı için diyerek
özellikle bu ifadelerin
başına “ Düğümlere üfleyen
kadınlar “ başlığını koyup,
ayetin orijinalinde yer alan “
neffâsâti “ sözcüğünü de
dişil sigada kabul
edip her konuda yaptıkları gibi, büyücülüğün faturasını
da kadınlara
keserek, onları cadı,
hilebaz, güvenilmez yaparak
aşağılamakta, büyünün de dinimizde
var olduğunu kabul
ettirmektedirler. Büyü kandırmacası genellikle ipler düğümlenerek ve bu düğümlere üflenerek
yapılır. Bu büyüler
insanı etkilemekte, psikolojisini
bozmakta, eşler arası
münasebetleri aksatacak bir etki oluşturmakta, hatta eşlerin
ayrılmalarına dahi yol açabilmektedir. Bu nedenle İslam dini
büyü yapmayı haram
kılmış ve bu tür zararlı
kişilerin ve yaptıklarının
şerrinden kendimizi korumamız,
bunun için de
Allah’a sığınmamızı emretmiştir. “ demektedirler. Bu inançla birinin talihini
bağlamak için iplere
düğüm atarak üfleyen
büyücülerin kastedildiği söylenmiş
ve “ Hz. Aişe’den
rivayet edilen bir
hadise göre Resuli
Ekrem rahatsızlık anında
ve gece yatağına
gireceği sırada İhlas, Felak
ve Nas Sûrelerini
okuyup avuçlarına üfler
ve elleriyle bütün
vücudunu sıvazlardı ( Buhari,
Fezailül Kur’an 14. ) hadisi ile ve bunun yanı sıra
Ukbe bin Amir’den
gelen bir rivayette
de Hz. Peygamberin
kendisine şöyle dediği
belirtilmiştir. “ Ey
Ukbe ! Sen kul
euzü bi rabbil
felak sûresini oku.
Zira Allah’a bu sûreden daha
sevimli gelen ve daha
beliğ olan hiç
bir sûre okuyamazsın. Mümkün
oldukça onu oku. ( Müsned IV 149, 149 ) gibi rivayetler de
ön plana çıkarılmıştır. Böylece
dolaylı olarak üfürükçülüğün, muskacılığın,
büyüye inanmanın ve
büyücülüğün meşruluğuna, dinde de yerinin olduğuna
hükmetmişler, saf insanların
kandırılarak birkaç lirasının
ellerinden alınmasının yolunu
açmışlar, büyücülük, muskacılık
adı altında şarlatanlara da sömürü
kapısını aralamışlardır. Peygamberin izinden gidiyoruz diyerek Felâk Sûresinin
ayetlerini de büyü
sığınağı haline getirmişlerdir.
Halbuki Felâk ve Nâs Sûreleri peygamberimizin risaletinin ilk yıllarında Mekke’de indirilmiştir ve o zaman diliminde peygamberimiz Hatice validemizle evlidir. Peygamberimizin Medine’de Aişe valide ile evliliği ile bu Sûrelerin indirilmesi arasında on yıldan fazla bir zaman aralığı bulunmaktadır. Üstelik de Peygamberimizin sağlığında kendisine indirilmiş olan ayetler sûre sûre toplanmamış ve sûre isimleri konulmamıştır. Dolayısıyla bu rivayetlerin sağlam temele dayalı tutarlı bir tarafı da yoktur. Sonradan uydurulduğu da çok belli olmaktadır. Allah’ın eğittiği, yetiştirdiği Peygamberimizin de kendisine indirilen ayetlerin mesajlarını, sonuçlarını yanlış anlaması ve etrafındakileri de yanlış yönlendirmesi mümkün değildir. Elbette ayetlerin gerçek mesajında bu şekilde öngörülenler ve rivayetler anlatılmamaktadır. Bizim de gerçek mesajı yakalayabilmemiz için ayetin orijinalindeki “ neffâsât “ ve “ ukad “ sözcüklerinin ifade ettikleri anlamların ayrıntılarına bakmamız gerekecektir.
Neffâsât sözcüğünün kökü olan “ nefs “ sözcüğünün anlamı, “ nefes etmek “ denilen “ üflemek “ tir. Bu da biraz tükürükle veya tükürüksüz olarak üfürür gibi yapmak anlamındadır. Aslında ortada bir düğüm varsa, bu düğüme az bir tükürükle üfürerek yumuşatıp düğümü çözmek büyü oluşturmak anlamına gelmez. Sadece düğüm daha kolay çözülür ve düğümde bozulma sağlanır. Ukad sözcüğü ukde sözcüğünün çoğuludur. Düğüm bağlamak, düğümlemek anlamına gelen “ akd “ kökünden gelen bir isim olup “ düğüm “ demektir. Ukde sözcüğünün karşılıkları Arap toplumunun gerçek hayatında “ Düğüm yeri, idarecilere biat ederek bağlanmak, bolluk yer, eşlerin birbirine bağlandığı nikah akdi, iki kişinin alışveriş sözleşmesi, söz, ahit “ gibi bir çok anlamlarda kullanıldığından, ayeti oluşturan bu iki sözcük gerek hakikat, gerekse de mecaz olarak bir çok anlama gelebilmektedir. Bu anlamların hepsi de birbiriyle çelişmedikleri için müteşabih / benzeşen sözcüğünün anlamına uygun olarak da geçerlidir. Bu nedenlerle ayetin “ Akitlere / sözleşmelere üfleyip tükürenlerin / bozanların şerrinden “ sığınırım olarak çevrilmesi, Sûrenin bütünlüğü içerisinde çok daha isabetli ve gerçekçi olacaktır. Çünkü sonucunda Allah’a sığınılacak bir şer / kötülük / zarar ortaya çıkaracak davranış, burada ancak karşı tarafın haberi olmadan tek taraflı olarak herhangi bir anlaşmanın bozulması olabilir.
Eğer insanlar
arasında oluşturulmuş akitler, sözleşmeler tek
taraflı olarak ayetin mecazi anlamıyla düğüme
üflenerek / düğüm çözülerek bozulursa, karşı
taraf maddi ve manevi olarak büyük zararlar
görebilir. Çünkü sonuçta Allah’a sığınılacak bir şer / kötülük,
ancak önemli ve büyük bir zarar
çıkaracak davranış, iki tarafın oluşturduğu
bir anlaşmanın, sözleşmenin, örneğin nikâh akdinin, iş anlaşmasının,
barış anlaşmalarının, bir müteahhidin,
buluşmak üzere sözleşmiş, randevulaşmış olan
iki kişinin tek taraflı olarak
vazgeçmesiyle muhatabına vereceği zarar gibi, karşı tarafın haberi olmadan sözleşmenin akdin,
anlaşmanın, ancak tek taraflı
olarak bozulması olabilir. Böyle durumlarda
karşı tarafın, herhangi bir önlemi önceden
alması ve bilmesi söz konusu dahi
olamayacağından dolayı Allah’a sığınmaktan başka
çaresi de yoktur. Dolayısıyla
bu ayetteki sığınma, tek taraflı
bozulacak olan anlaşmalardır, sözleşmelerdir,
zaman, emek, umut ve maddi kayıplarıyla
uğranılacak sıkıntı ve zararlardır. Ayetteki ifadelerin büyü ve büyücülerle,
üfürükçülerle, muskacılarla,
büyünün yapılıp bozulmasıyla yakından veya
uzaktan bir ilgisi yoktur.
4 – Ve kıskandığı zaman kıskananın şerrinden sığınırım denildiğinde ayetin orijinalinde yer alan Haset, sözcüğü “ kıskanmak, çekememek, başkasında olan sağlık, zenginlik ve benzeri nimetlerden dolayı rahatsız olarak o kişiden o nimetin gitmesini istemek “ demektir. Haset, kalpte bulunan ve insanı kötülüklere yönelten en önemli ve ahlâk dışı özelliklerden, ruhsal hastalıklardan birisidir. Bilgisizlik ve aşırı tamahkârlığın birleşmesinden doğan haset, en çok da kişinin kendi yakınları ve tanıdıkları arasında kendini gösterir ve çirkin huyların en zararlılarındandır. Derece derece hemen hemen herkeste de bulunabilmektedir. Kimi insanlarda ise bu duygu iyice yerleşir, bütün benliğine hükmeder, gittikçe dozu da artar. Tehlikeli olan ve eyleme dönüştüren haset de budur. Kin ve düşmanlık, başkalarına üstünlük taslama, başkalarını küçümseyen kibir, şaşkınlık ve hayranlık, amacına ulaşamama korkusu, makam, mevki, aşırı zenginlik, mal sevgisi ve önderlik tutkusu, kötü huyluluk ve nimetlere karşı cimrilik gibi duygular, hasedin çıkmasının başlıca nedenleridir.
Haset dışa vurulmadığı, herhangi bir eyleme dönüşmediği sürece kişinin kendisinden başkasına zarar vermez. Bu kişinin kendi içinde sürekli bir ateş yanar, yavaş yavaş eritir, yakar. Psikolojik olarak etkiler, göğsü daralır, uykuları kaçar. Haset edilenin perişanlığı istenirken aslında kendisi perişan olur. Ama eğer hasetçinin içindeki haset büyür de dışa vurursa, haset edilene karşı kin, garaz gütmeye, düşmanlık yapmaya başlarsa, sürekli karşısındakini yok etmek için uğraşır, iftiraya yönelir, komplo kurar, hatta kundakçılık ve suikasta dahi yönelebilir. İşte ayette bahsedilen haset, bu aşamaya ulaşmış ve dışa vurulmuş kıskançlığın şerridir, kötülükleri ve vereceği zararlardır. Dışa vurulmadan da haset duygusunun bilinmesinin olanağı yoktur. Kulun da önceden buna önlem alması da söz konusu olamaz. Kişinin gücünü aşan bu tip konularda da “ akıllardan geçenleri dahi bilen “ Allah’a sığınıp gereğini O’na havale etmekten başka yapacak bir şey yoktur.
Sonuç olarak : İslam’da ve Kur’anın Hakk Dininde büyü diye bir inanç ve uygulama yoktur. Müslümanlar, ayetlerin vermek istediği gerçek mesajların farkına varamamış olan birtakım işgüzarların saptırmaları sonucunda aldatılarak yanlış yollara ve inançlara sürüklenmişlerdir. Böylece insanların büyü yapmanın meşruluğu etrafında yanlış yönlendirilerek sahtekârlarca istismar edilmelerinin yolu açılmıştır. Özellikle bu tür kandırmanın içinde olan sahtekârlar, el çabukluğu marifeti ile, kendi özel çalışmaları ve becerileri ile insanları kandırmaktadırlar. Bu tür uygulamaların, İslam’la, Kur’anın Hakk dini ile, içindeki ayetlerin gerçek mesajı ile yakından uzaktan bir ilgisi yoktur. Bir takım sahtekâr şarlatanın göz boyama ve kandırmasından başka bir şey de değildir.
Bütün musibetlerden, kötülüklerden karanlığın bilinmeyenlerinden, ileride beklemediğimiz zamanlarda başımıza ne gibi kötülüklerin gelebileceğinden sadece Kur’an ayetlerinin doğrularını öğrenerek, büyücülere, muskacılara ve sahtekârlara değil, Allah’a ve ayetlerine sığınılarak kurtulmanın yolu aranmalıdır ve dosdoğru yolların neler olduğu öğrenilmelidir. Kur’anın dosdoğru yolunda olanları hiç bir sahtekârın büyüsü ve üfürüğü tutmaz. Çünkü sahtekârlıktan başka hiç kimsede böyle bir güç yoktur. Geçmiş peygamberlerin Allah’a sığınmaları da sadece bu çerçevede gerçekleştiği gibi, Kur'andaki sığınma ayetleri de tamamen bu prensip doğrultusundadır. İnsanlar kendi güçlerini aşan zorluklar için sadece Allah’a sığınmalı, kendi gücü ile halledebilecekleri konularda ise işin üstesinden kendileri gelmeye çalışmalıdırlar, mücadele etmelidirler. Hiç bir çaba göstermeden her işi doğrudan Allah’a havale edip pasif, uyuşuk da olunmamalı, gereksiz ve basit sığınma dilekleriyle de karşılık bulmayacak hayır / iyilik dilencisi durumuna da düşülmemelidir. Allah’ın selamı, rahmeti ve Kur’anın doğruları sizinle olsun !..
ALLAH DOĞRUSUNU EN
İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ
VE KUR’AN BİZE
YETER !
Temel Kaynak :
Hakkı Yılmaz (
Tebyinü’l Kur’an )