Doksanüç yaşındaki annemin evinin bir duvarında, yıllardır indirttiremediğim camlı, çerçeveli bir tablo vardı. Tabloda içinden nur ( ışık ) saçılan ve ağzı örümcek ağı ile kapatılmış, önünde de iki güvercinin yuva yapıp, yumurta bıraktığı bir mağara resmedilmiş. Bu tablo tabii ki bize yıllardır uydurma rivayetlerle, mistitizm, mucize ve hurafelerle istila ettirilmiş İslam’ın bir parçası gibi anlatılmış, Peygamberimizin hicret yolculuğundaki hikâyelerinden birisini yansıtmaktadır. Mucize bağlantılı pek çok konuda olduğu gibi, Müslümanların yanlış inandırıldığı ve aldatıldığı konulardan biri de, Resulullah'ın masallara dönüştürülmüş hicret yolculuğu esnasında, Sevr Mağarasında yaşananlar ile ilgili anlatılan mucizevi rivayetlerdir. Bu hikâyenin çıkışına neden olan rivayet Ahmet Bin Hanbel’in Müsned’inde güvercin, örümcek, Peygamberimizin mağara bekçileri olarak aktarılır, yılan hikâyesi ile fabl konuşmaları da bunlara dahil edilir. Ne enteresandır ki bunun birebir benzeri bir örümcek ağı masalı, Yahudilerin Kutsal Din kaynaklarından olan Tanna'nın 1. Samuel 23. Babda Kral Saul'un Davut peygamberi öldürmek istediği hikâyede anlatılmaktadır. Anlaşılan birtakım işgüzarlar da bunun ardından kendi peygamberimize uluhiyet kazandırmaya çalışmışlardır. Bu bağlamda pek çok kişi tarafından çeşitli senaryolarla kaleme alınan bu tür uydurma mucizevi rivayetler ve diyaloglar, mistik bir dini inanç olarak halk kültüründeki yerini almıştır.
Peygamberimiz, Mekke’de sürdürdüğü, çok çetin ve zorluklarla geçen onüç yıllık tebliğ görevinde, Kur'anı, Allah’ın ayetlerini inkâr eden putperest müşriklerin çok büyük bir direnci ile karşı karşıya kalmıştır. Kurdukları sömürü ve zulüm düzeninin bozulmasını istemeyen müşrikler, az sayıdaki inananlara karşı her türlü baskı ve işkencelerini günden güne arttırmış, ekonomik ve sosyal ambargo uygulamış, toplumdan ve hayattan tecrit etmiş, akıl almaz işkencelerle pek çoğunun Habeşistan’a göç etmesine neden olmuş, sonunda da Peygamberimizi ortadan kaldırmaya karar vermişlerdir. Kısa bir süre önce de Kur’anı dinleyip Müslümanlığa sıcak bakan ve Medine’den Mekke'ye Hacc yapmak üzere gelen kafilenin önde gelenleri ile Peygamberimiz, Akabe denilen yerde gizli bir görüşme yapıp onların Medine’ye davetini almıştır. Bundan dolayı da Peygamberimiz, Allah’ın emri ile görevini daha huzurlu ve güvenli bir ortamda sürdürmek üzere, arkadaşı Ebu Bekir ile birlikte gizlice Mekke’den ayrılmaya karar vermiştir. Buna rağmen bunu fark eden müşrikler, çok sıkı önlemler almışlar ve bir an önce Peygamberimizi yakalayıp öldürmek için harekete geçmişlerdir. Ama Allah’ın koruması ile buna muvaffak olamamışlardır. Miladi 622 yılında bir gece yarısı Peygamberimiz, kendi yatağına Ali’yi bırakarak, arkadaşı Ebu Bekir ile karanlıkta müşriklerin arasından sıyrılarak ve onları şaşırtmak için de Medine’nin tam aksi yönüne yönelmişler, planlandığı gibi Sevr mağarasında birkaç gün kalmak üzere yola koyulmuşlardır. Bu esnadaki olaylar, daha sonra indirilmiş olan ayetlerde şöyle anlatılmaktadır.
ENFAL 30 : Ve hani hatırla bir zaman, şu kâfirler seni tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Ve onlar tuzak kurarken Allah da onlara tuzak kuruyordu / oyunlarını bozuyor, cezalandırıyordu. Ve Allah cezalandıranların en hayırlısıdır.
YASİN 9 : Ve Biz onların önlerinden bir set, arkalarından bir set oluşturduk. Böylece Biz, kendilerini sarmışızdır. Artık onlar görmezler.
Sevr dağı, Medine istikametinin tam aksi yönünde, Mekke’nin güneyinde 5 km. uzaklıktaki birçok tepeden oluşan sıra dağlardır. Üzerinde de pek çok küçük mağaracıklar bulunmaktadır. Hicret esnasında konaklamak ve iz kaybettirmek için bu mağaralardan birinin seçilmesinin nedeni de, eteklerinde inanmışlardan olan çoban Amir bin Füheyre’nin otlattığı koyunların sütü ile onlara destek olabileceğidir. Bu olay, olduğundan farklı ilavelerle doğa üstü olarak, rivayetlerde pek çok değişik masalımsı ve mistik senaryolarla anlatılır. Biz de önce rivayetlerle anlatılanlara ana hatlarıyla birer örnekle bir bakalım.
* Nihayet Sevr mağarasına ulaştılar. Ebu Bekir Sıddık ; Ya Resulullah ! Ben mağaranın içerisini temizleyinceye kadar, siz burada bekleyin. “ dedi ve mağaraya girdi. Mağaranın içini temizleyip üzerinden yırttığı çaput parçaları ile de böcek ve haşerelerin deliklerini tıkadı. Fakat bir deliğe de çaput yetmedi, açık kaldı. “ Artık girebilirsiniz ey Allah’ın Resulü “ dedi. ( İbn Kesir, El Bidaye III. 222 )
* Onlar mağarada iken bir örümcek mağaranın giriş kapısına ağ örmüş, ayrıca iki güvercin de hemen yanı başında çalı bitkisi üzerinde bir yuva yapmışlardı. ( İbn Sad Tabakatül Kübra )
* Bu sırada Peygamberimizin kaçtığını anlayan müşrikler, Ebu Cehil başkanlığında O’nun peşine düşmüş ve onların çöldeki ayak izlerini takip ederek mağara önüne gelmişlerdi. Fakat mağara önünde bir güvercin yuvası ile örümcek ağından başka bir şey görememişlerdi. Ancak mağaranın içerisinde Hz. Ebu Bekir korkulu ve endişeli anlar yaşıyordu. Bu endişe kendisi için değil Allah Resulü için idi. Çünkü müşrikler eğilip baksalar, onları hemen görebileceklerdi. Kâfirler mağaranın sağını solunu dolaşıyor ve “ Eğer mağaraya girmiş olsalardı, güvercin yumurtaları kırılır, örümcek ağı da bozulmuş olurdu “ diyorlardı. Ebu Cehil ise ; “ Vallahi öyle zannediyorum ki, O çok yakınımızdadır. Fakat sihri ile gözlerimizi bağladı, görmez etti. “ dedi. Bu esnada iyice Peygamberimiz için endişeye kapılan Ebu Bekir, O'na hitaben, “ Ben öldürülürsem nihayet bir tek kişiyim, ölür giderim. Fakat sana bir şey olursa, o zaman bir ümmet helâk olur. “ diyordu. Bunun üzerine Resulü Ekrem, “ Ey Eba Bekir ! korkma, hiç şüphesiz Allah bizimledir. “ buyurdu. ( İbni Kesir el Bidaye III. 224 )
* Ebu Bekir diyor ki, “ Bu mağarada iken müşriklerin ayaklarını görüyordum. “ Ey Allah’ın Resulü, onlar ayaklarının aşağısına bir bakacak olursa bizi mutlaka görürler. “ dedim. Bunun üzerine Resulullah, “ Ey Ebu Bekir ! üçüncüleri Allah olan iki kişi hakkında ne endişeleniyorsun “ buyurdu. ( Buhari Fedailül Ashab 2 )
* Müşrikler gittikten sonra Allah Resulü, Sevr mağarasında bir ara başını Hz. Ebu Bekir’in dizinin üstüne koyup hafif bir uykuya dalmıştı. O esnada Ebu Bekir çok yakınlarındaki bir yerde daha önce açık bıraktığı deliği gördü. Herhangi bir haşerenin çıkıp zarar vermesini önlemek için de hemen ayağının topuğunu o deliğin üzerine koydu. Bu esnada bir yılan ayağını şiddetli bir şekilde ısırdı ve zehrini akıttı. Canı o kadar yandı ki, gözlerinden düşen üç damla yaşa engel olamadı. Damlalardan biri de Allah Resulünün yüzüne düştü. Bunun üzerine uyanan Allah Resulü, “ Ne var ya Eba Bekir ? Ne oldu ? “ diye sordu. Ebu Bekir, “ Bir şey yok ya Resulullah ! “ dediyse de Resulullah’ın ısrarı üzerine meseleyi anlattı. ( Beyhaki Delail II. 477 )
* Allah Resulü hemen mübarek tükrüklerini yılanın ısırdığı yere parmaklarıyla sürdü. Allah’ın lütfuyla daha o anda Ebu Bekir’in acısı ve ıstırabı durdu, yarası şifa buldu. Allah Resulü yılana sordu ; “ Bu işi niçin yaptın ? “ dedi. Yılan da şöyle dedi ; “ Ya Resulullah ! Ben yıllardır Sizi görmenin hasretiyle şu küçük delikte bekler dururdum. Tam arzuma nail olacağım anda, sizi görebileceğim yolumun kapanmış olduğunu gördüm. Ancak muhabbetimin galabesine dayanamayarak, onu kapatanı engellemek için ısırmak zorunda kaldım. “ dedi. ( Hakim III. 7 )
Anlatılan bu hikâyelerin, masalların bazılarında yılanın kötü niyetle, bazılarında da iyi niyetle o mağara deliğinde beklediği, daha bir çok değişik diyalog ve senaryolar bulunmaktadır. İşin enteresan tarafı yılan hem geleceği, gaybı bilmekte, hem de insan gibi bir güzel konuşabilmektedir. Tabii ki örümceğin mağara ağzını kapatması, güvercinlerin o anda oraya yuva yapmaları, yılan hikâyeleriyle Peygamberimizin, fabl masallarında olduğu gibi hayvanlarla konuşturulması, bunların hepsi uydurmadır, saçmadır, akla, mantığa, Allah’ın yaratmadaki fizyolojik ve biyolojik kanunlarla koyduğu sınırlara, ilkelere ve Sünnetullah ile Kur’an ayetlerine de aykırıdır. Bu konuya değinen Tevbe Sûresinin 40. ayetinde ise ne güvercinler, ne örümcek ağı, ne de yılan vardır. Allah’ın “ göremeyeceğiniz askerler “ ifadesiyle müdahalesinden başka bir açıklama yoktur. Üstelik de yılanın olduğu yerde güvercinin, güvercinin olduğu yerde örümceğin bulunması mümkün müdür ? Her biri de diğerinin düşmanı olan hayvanlardır. Tabiidir ki şu anda biz, bu olaya Allah’ın melekleri ( doğal güçleri ) aracılığıyla nasıl müdahale ettiğini kesin ve tam olarak bilemeyiz. Belki de müşriklerin, duygularına, belleklerine, düşüncelerine, görme yetilerine müdahale edilmiştir. Hatta müşrikler mağara ağzına kadar dahi hiç gelmemiş olabilirler. Ama kesin olan bir şey vardır ki, Peygamberimizin arkadaşı Ebu Bekir ile birlikte gecenin bir yarısında, hicret etmek üzere Mekke’den ayrıldığı, plan gereği aksi istikametteki mağaraya sığındıkları, orada üç gün kaldıktan ve ortalık yatıştıktan sonra, asıl yollarına devam ettikleri ve Allah’ın inayeti ve koruması ile muvaffakiyetle yolculuklarını sonlandırdıkları, tarihi kayıtlarda ve Kur’anda da görüldüğü gibi bir gerçektir.
* Sevr mağarasında üç gün kalındıktan sonra, dördüncü günün sabahında, onların üç gün beslenmelerini sağlayan, Ebu Bekir'in koyun çobanı Amir bin Füheyre ve kılavuzluk yapması için kiralanan Abdullah bin Ureykut beraberinde ve iki deve ile mağaraya geldiler. Böylece dört kişiden oluşan bu küçük kervan, İslam’ın zaferi için Medine’ye doğru yolculuklarını başlatmışlardır. ( İbn Sad Tebakatül Kübra )
Bu yolculuğun başlangıcında Peygamberimiz, Mekke’den çıktığında ne askeri, ne ordusu, ne silahları, ne de herhangi bir hazırlığı, malı mülkü yoktu. Ailesini, çocuklarını doğup büyüdüğü evini, yurdunu, sevdiklerini, her şeyini Allah yolunda terk ederek gidiyordu. Sadece himayesinde olduğu Rabbinin gözetimi, koruyup kollaması ve desteği vardı. Peşindeki düşmanları ise çok kalabalık, atlı ve silahlı idi. Buna rağmen Allahu Teala O’nu muvaffak ve muzaffer eylemişti. O’nun kefili, koruyucusu Rabbi Allah’tan başkası değildi. Olayın aslı, vermek istenilen mesaj, Kitabımız Kur’anda Tevbe Sûresinin 40. ayetinde, çok yönlü ve kapsamlı olarak dile getirilmektedir. Bu ayet Peygamberimizin Medine’deki son yıllarına doğru, İslam’ın artık zafere ulaştığı, bir devlet düzeninin kurulduğu dönemde indirilmiştir. Kuzeyden Bizans Devletinin, İslam’a karşı oluşturduğu tehdidi bertaraf etmek için Tebük seferine hazırlanılmaktadır. Bir takım kabileler ve münafıklar, bu sefer için peygamberimize yardım etmek için isteksizdirler. İşte bu ayette Sevr mağarasındaki Allah'ın yardımı örnek gösterilerek, bizlere de Sevr mağarası ile ilgili gerekli bilgiler verilmekte, Peygamberimize yardım etmek istemeyen isteksizlerin bahanelerine karşı da gerekli uyarılar yapılmaktadır.
TEVBE 40 : Eğer siz elçiye yardım etmezseniz, bilin ki Allah O’na kesinlikle yardım etmiştir. Hani o kâfirler O’nu ikinin ikincisi olarak çıkarmışlardı. Hani ikisi mağarada idiler. Hani O arkadaşına “ Üzülme şüphesiz Allah bizimle beraberdir. “ diyordu. Bunun üzerine Allah, O’nun üzerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygularını içlerine koymuş, O’nu sizin görmediğiniz askerlerle güçlendirmiş ve kâfirlerin sözünü en alçak yapmıştı. Allah’ın kelimesi de en yücenin ta kendisidir. Allah Aziz / En üstün, en güçlü, en şerefli, mağlup edilmesi mümkün olmayan, mutlak galip olan ve Hakimdir. / En iyi yasa koyan, bozulmayı engelleyen, sağlam yapandır.
Ayetin başındaki ifadelerle Peygamberimize yardım etmekte isteksiz olan münafıklar bizzat uyarılmaktadır. Ve ardından da Sevr mağarasındaki yardımın ayrıntılarına geçilmektedir. Ayetin anlatmak istediklerine bölüm bölüm ifadelerle bakmaya çalışalım.
“ Hani o kâfirler O’nu ikinin ikincisi olarak çıkarmışlardı. “ Ayetin bu ifadesiyle, Onlar sadece iki kişiydiler. Yanlarında da Allah’tan başka gözetleyici olarak kimse yoktu. Allah, nerede olursanız olun, Allah yolunda olanları koruyacak ve himayesi daima onların üzerinde olacaktır. Denilmeye çalışılmaktadır.
“ Hani O arkadaşına, Üzülme şüphesiz Allah bizimle beraberdir. diyordu. “ Bu bölümün orijinalinde ayette “ La tehzan innallahe maane “ ifadesiyle ( üzülme Allah bizimle ) denildiği halde, pek çok çeviride “ korkma Allah bizimle “ diye ifadeler yer almaktadır. Halbuki burada ayetin orijinalinde “ Le tehaf “ korkma anlamında bir ifade yer almamaktadır. Demek ki ayetin orijinalinde de Allah’ın “ sekinete “ ifadesinden dolayı da burada korkulacak bir durum değil, sadece Ebu Bekir’in üzülme durumu vardır. Çünkü davanın lideri öldürüldüğünde dava tamamen bitecektir. Burada kendi canlarını değil, davanın yarınından endişe edilmektedir. Bundan dolayı da ayette, insan kalbinin huzur bulmasını ve kâfirlerin kendilerine hiçbir zarar veremeyeceğini bilmesini sağlayan sükûn, kalbe huzur bırakıldığı ifade edilmektedir. Bu ifadelerle böyle sıkıntılı bir anda bile Resulullah’ın, Allah'a olan iman ve güvenmesinden dolayı, gönlüne herhangi bir hüzün ve endişe girmediği gibi, feyzi ve bereketi ile arkadaşının hüznünü de kaldırıp, kalbine bitmez tükenmez bir huzur verdiği görülmektedir.
“ O’nu sizin görmediğiniz askerlerle güçlendirdik “ Bizim göremediğimiz, düşünemediğimiz, bilemediğimiz güç melekleri ( değişik enerjiler, manyetik ve kozmik dalgalar, çekme ve itme kuvvetleri, elektriklenme ve mıknatıslanma kuvvetleri, mikroplar, böcekler, bakteriler, rüzgâr, fırtına, sıcaklık, soğukluk, basınç, sıkıntı, kaygı, korku, endişe … gibi ) Allah’ın orduları vardır. Burun deliğinden girip beynine yerleşerek, Nemrut denilen bir zalimi perişan eden sinek dahi Allah’ın ordularının bir mensubu olabilmektedir. Bir veba mikrobu, bir cüzzam salgını Ebu Leheb'leri ve toplumları helâk etmektedir. Bu ordulardan bazıları, bir şekilde Peygamberimiz ve arkadaşını burada korumuşlardır. Belki de beyinlerindeki düşüncelerine hükmedilmiştir, belki de görme yetilerine müdahale edilmiştir. Ne olduğunu tam olarak bilemeyiz. Allah da daha fazla bir açıklama yapmamıştır. Daha sonra da şirki ve müşrikleri zelil etmiştir. Resulullah’a yapacaklarını, hareketlerini, kararlaştırdıklarını, ve kötü emellerini ters yüz etmiş, herhangi bir şekilde aleyhlerine çevirmiştir.
“ Allah’ın kelimesi de en yücenin ta kendisidir. “ Allah’ın sözü, Kelime i Tayyibe “ La ilâhe illallah “ ( O’ndan başka ilâh diye bir şey yoktur ) demektir. Bu sözün üzerine hiç bir söz denk düşmez. Yegâne galip ve üstün olan, mağlup edilmesi mümkün olmayan, mutlak galip gelecek olan, Aziz ve en iyi yasa koyan Hikmet sahibi Allah ve O’ndan yana olanlardır. Allah’ın himaye ettiği yok edilemez. Kahrettiği de kurtulamaz. Allah’ın her türlü tasarrufunda, insanlar için hikmetler ve menfaatler vardır.
Klasik tefsirciler ve rivayetçiler, Kur’an ayetlerini ve Allah’ın gerçek mesajlarını doğru okuyamamışlardır. Çok yanlış, mistik ve mucizevi düşüncelerin ardına düşmüşler ve pek çok Müslümanın da, Kur'an dışındaki bu hurafelere inanmalarını sağlamışlardır. Bu nedenle olsa gerek, Şair Nihat Asya da “ Örümcek ne havada, ne suda ne yerdeydi, Hakkı göremeyen gözlerdeydi. “ diyerek, bize göre hastalığa en gerçekçi teşhisini koymuştur. Sevr Mağarasının bekçileri olarak anlatılan, örümcek, güvercin, yılan hikâyelerinin saçmalığına inanmaktan, mistik olayların peşine takılmaktan biz de artık vazgeçelim. Örümceğin, aklımızı örtmesine, beynimizi mağara karanlıklarına hapsetmesine izin vermeyelim. Bu çileli yolculuğa çıkıp, sonunda İslam’ı zafere ulaştıran Peygamberimizin bize emanet ettiği Kur’anı, mealinden anladığımız dilde okuyarak, içinde nelerin, hangi öğütlerin ve gerçek dinin ne olduğunu öğrenelim. Ankebut Sûresinin 41. ayetinde özellikle Allah’a ortak koşan müşriklerin oluşturduğu beraberliklerin, dişi örümceğin eşini kandırmak için uzun uğraşlarla oluşturduğu evine benzetilerek ne kadar tehlikeli ve dayanıksız olduğunun anlatıldığı uyarıları bilelim. Şirk batağından, Kur’an ayetlerinin onaylamadığı inançlardan ve davranışlardan kendimizi koruyalım. Din ve inanç adına, Allah'ı yeterince tanıyamayanların önümüze koyduklarını, Kur’an ayetleriyle test edip sorgulamadan örümcek diyaloğuna ve evine dahil olmayalım, örümcek ağının kafamızda örülmesine izin vermeyelim. Allah'ın selamı, rahmeti ve Kur'anın doğruları sizinle olsun !....
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !..
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR