Konu Detay

MİRAÇ EFSANESİ İLE KANDİL GECESİ

 12.01.2017
 4130

Peygamberimizin  vefatından  yıllar  sonra,  Kur'anın  Hakk  Dininde,  İslam'da  olmadığı  halde,  din  yapılıp  gelenekselleştirilen,  birileri  tarafından  uydurulan  üç  aylar  kavramının  içine  mübarektir  denilip  kutsallaştırılan,  özel  ibadet  şekilleri  de  yerleştirilen  ve  mütedeyyin  insanlarımızın  saf,  temiz  ve  iyi  dilekleriyle  kutladıkları,  promosyonla  cennetin  dağıtıldığı  gecelerden  biri  de  " Miraç  Kandili "  denilen  gecedir. Bu  gece  için,  Kur'anda  ayeti  de  var  denilerek,  İsra  Sûresinin  1. ayetindeki  ifadeler  saptırılarak  Klasik  uydurma  Hadis  ve  Rivayet  kaynaklarına  göre,  Peygamberimizin  önce  Mescidi  Haram’dan  /  Kâbe’den   geceleyin  Mescidi  Aksa’ya  götürülmesine  “ İsra “  oradan  da  Sema'ya   Allah’ın  huzuruna  yükseltilmesine  de  “  Miraç  “  denilmektedir. Halbuki  aslında  Arap  dilinde  miraç,  yukarı  çıkaran,  merdiven,  basamak,  vinç,  asansör  gibi  araçların  genel  adıdır,  din  ve  inanç  açısından  ise  olumlu  manevi  davranışların,  eylemlerin  amelin  sonucunda,  Allah  katında  herhangi  bir  mertebeye  yükselme  ölçüsü  demektir. Buna  rağmen  Malik  İbni  Sasa'nın  naklettiği  rivayetteki   uydurma  ve  senaryo  olarak  anlatılmış  olan,  Buhari,  Müslim,  Beyhaki,  Begavi,  İbn'i  Esir,  Ahmet  bin  Hanbel,,  Nesai  başta  olmak  üzere  yüzlerce  müfessirin  naklettiği  ve  görüş  bildirdiği  Miraç  Kandili   Gecesi  inancı  da  yine  bidat  olan  /  dine  sonradan  sokulan,  Müslümanların   Allah'la  aldatıldığı  araçlardan  biri  olmuştur. 

Zuhruf  Sûresinin  84. ayetinde  "  Ve  O,  gökteki  ilâh  olandır  ve  yer  yüzünde  ilâh  olandır. "  denilerek  belirtildiği  gibi  Yüce  Rabbimiz  Allah,  gökte,  yerde    ve  Kâinatın  her  zerresinde  olduğu  halde  bu  gecede  sanki   Allah  sadece  gökyüzünde  ve  bizden  çok  uzaklardaymış  gibi  bir  inanç  ile,  Peygamberimizin  mucizesi  inancıyla,  gökyüzüne  Allah'ın  huzuruna   miraca  çıkarıldığı  ve  bundan  dolayı  da,  insanların  fıtri  yapısında  var  olan,  bir  gecede  kolay  kazanç  elde  etme  zaaflarından  yararlanıp,  geceyi  çeşitli  ritüellerle  geçiren  mütedeyyin  insanlara  da  miraç  ile  Cennetin   pazarlandığı  kutsal  bir  gece  haline  getirilmiştir.  Kutsallaştırılmış  bu  gecede  Cennete  giden  yol,  sayılı  ve  pazarlıklı  zikirmatikle  çekilen  tespih   ile,  aslı  astarı,  Dine  kimin  soktuğu  belli  olmayan  şekillerle  yerine  getirmekle  tarif  edilmektedir.  Bütün  bunlar  için  de  bu  kaynaklarda,  İsra  Sûresinin  1. ayetinde  "  isra  ve  leyl "  sözcüklerine  bağlı  olarak  özellikle  " gece  yürüyüşü "  ifadesi  ile  Necm  Sûresinin  1 – 18. ayetleri  içerisinde  yer  alan  "  Sidreti  münteha "   ifadesi  saptırılarak  Miraç  olayına  delil  yapılmaktadır.  Sonra  da  konu  allanıp  pullanıp,  değişik  hikâyelerle  bir  efsaneye,  Peygamberin  mucizesine  dönüştürülmektedir.  Buna  bağlı  olarak  da  Ramazan  ayındaki  Kadir  Gecesine  benzetilerek,  her  yıl  Recep  ayının  27. gecesi  de  Miraç  Kandili  olarak  kutlanmaktadır. Bir  zamanlar  Müslümanlık  inancı  ile  dini  eğitimden   dahi  geçmiş  ve  Din  görevlisi  olarak  görevler  almış  oldukları  halde  saf  değiştirmiş  olan,  aslında  dünya  tarihinde  konjonktürel  bilimsel  gelişmeleri  de,  İslam'ı  da  Kur'an  bütünlüğünü  de  bilmedikleri  çok  belli  olan,  hadis  ve  rivayet  anlatımlarının  etkisinden  arınamayıp  onları  da  İslam'ın  bir  parçası  olduğunu  zanneden  İslam  karşıtı  Ateist  reddiyecilerin  de  eleştirebilecekleri,  yanlışlık,  saçmalık  ve  tutarsızlıklarla  iddia  edebilecekleri  bir  malzeme  oluşturmuşlardır.

Kur'an  dışında  çeşitli  uygulamaların  yer  aldığı  inançlarla  aldatılan  ve  yaşatılan,  Kur’anın  mealini  Türkçe  okumaktan  uzak  tutulan  mütedeyyin  kardeşlerimiz  de,  çoğunlukla  Kur’anı  kendileri  anlayarak  okuma  çabasında  olmadıkları  için,  her  gecenin  Allah  katında  makbul  olduğunu,  her  zaman  ve  her  yerde  kabule  layık  olan  duaların  kabul  edilebileceğini,  sadece  bir  gece  değil,  Allah’ın  her  an  anılmasının,  ibadetin  samimiyetinin,  sürekliliğinin  gerekliliğini,  Kandil  denilen  kutsal  gecelerin,  Kur’anın  İslam'ında,  Peygamberimizin  zamanında,  hatta  diğer  Müslüman  ülkelerde  olmadığını  hiç  bir  zaman  öğrenemeyecektir. Büyüklerimizin,  Din  ve  Diyanet  sorumlularının  da   genellikle  Kur'anın  dışında  aldıkları  uydurma  hadis  ve  rivayet  eğitiminin  etkisiyle,  biz  geleneklerimizden,  teamüllerimizden,  atalarımızın   bize  bıraktıklarından  vazgeçemeyiz,  bunlar  bizim  dinimizin  zenginlikleridir,  insanlarımız  bu  gecelerle  birbirine  kaynaşmakta,  ne  güzel  bu  vesileyle  Kur'an  da,  mevlit  de  okunmaktadır,  dediklerinden  dolayı  da  yaşananların  doğru  olup  olmadığı  sorgulaması  yapılamayacaktır. Oysa  Yüce  Rabbimiz  Allah,  Sad  Sûresinin  29. ayetinde  “ Sana  bu  bereketli  Kitabı  ayetlerini  düşünsünler  ve  aklı  olanlar  öğüt  alsınlar  diye  indirdik. “  diyerek  Kur'anın  öğütlerine  dikkat  çekmektedir. Peki  Kur’anı  yılda  bir  kere  sadece  Ramazan  ayında  mukabele  deyip  bir  şey  anlamadan,  sadece  Arapça  okuyup  ölülere  hatim  bağışlamakla,  içerisinde  küfür  ve  şirk  ile  dolu  Mevlidin  arasında  okunan  Arapça  bir  kaç  ayet  veya  Sûrenin  dinlenilmesi  ile  Kur’anı  baş  tacı  ettiğini  zannedenler  hangi  öğüdü  almış  olacaklardır.  Hadis,  rivayet,  risale  kitaplarının  ardından  Kur’anı  anlamak  için  okuma  alışkanlığı  olmayan  insanlar  nasıl  akıl  edebilecekler,  akıllarını  neye  göre  kullanacaklardır.? 

Biz  bu  yazımızda,  Hristiyanların  İncillerine  bile  sokmadıkları  Pavlus'un  Vizyonu  hikâyelerinde  anlatılanların  bir  benzeri  olan,  Yahudilerin  Tevrat  kültüründe  Hanok'un  da  göklere  çıkması (  Tekvin  5 / 21 - 24.  bab ) öte  yandan  Peygamberimizden  dört  yüz  yıl  önce  İran'da  Mecusi  inancındaki  Arda  Viraf'ın  yazdığı  Prof. Dr. Nimet  Yıldırım'ın  Farsçadan  Türkçeye  çevirdiği,  Prof. Dr. Mikail  Bayram'ın  da  aktardığı  Zerdüştlerin  aldatılması  için  "  Ardavirafname  "  adlı  kitapta  anlatılan,  Zerdüşt'ün  göğe  çıkıp  henüz  olmayan  Cennet  ve  Cehennemi  görüp,  sırat  köprüsünü  geçtikten  sonra  Allah'la  konuştuğunun  anlatıldığı  masalın  bire  bir  kopyası  olan,  Zerdüşt  isminin  yerine  Muhammed  adını  koyduğunuz  zaman,  böylece  Zerdüştlükten  İslam'a  geçmiş  olan  İran  asıllı  muhaddislerin  alın  size  hazır  bir  miraç  masalı  diye  ve  aslında  tamamen   Araplaştırılıp  Müslümanlara   yutturulmuş  hali  olan,  Hristiyanlara  nazire  olarak  da  peygamberin  üstünlüğünü  yarıştırmak  üzere  uydurulan  Miraç  olayına  malzeme  yapılan  delillere,  ayetlere  ve  o  gece  için  anlatılan  masallara,  dinimizin  yegâne  kaynağı  olan  Yüce  Kitabımız  Kur’an  merceğinde   bakmaya  ve  sorgulamaya  çalışacağız ;

İSRA  1  :  Bismillahirrahmanirrahim   *  Sübhanelleziy  isra  biabdihi  leylen  minel  mescidil  harami  ilel  mescidil  aksalleziy  barakna  havlehu  linuriyehu  min  ayatina  innehu  hüvessemiul  basir.

İSRA  1  :  Rahman  Rahim  olan  Allah  adına  *  Kulunu  bir  gece,  kendisine  ayetlerimizden  gösterelim  diye,  Mescidi  Haram’dan  çevresini  mübarek  kıldığımız  Mescidi  Aksa’ya  yürüten  /  Allah  her  türlü  noksan  sıfatlardan  arınıktır.  Şüphesiz  O  en  iyi  işitendir,  en  iyi  görendir.  

İsra  :  Sözcüğü   ayetin  orijinalinde  "  leyl  /  gece  "  sözcüğü  ile  birlikte  kullanılmış  olduğundan  dolayı  da  takviyeli  gece  yürüyüşünden  söz  edilmektedir.  Ancak  hadis  ve  rivayet   kitaplarındaki  uydurulan  senaryolara   bağlantı  yapabilmek,  olaya  farklı  ve  mucizevi  bir  boyut  kazandırabilmek  için  Diyanet  çevirisi  de  dahil,  piyasadaki  pek  çok  mealde  yürüten  değil  de,  özellikle  efsaneye  uluhiyet  kazandırabilmek  için  anlam  saptırılarak  götüren  ifadesi  kullanılmıştır.  Böylece  saptırılarak  ayetin  gerçek  mesajından  uzaklaşılmış,  " Miraç "  diye  ortaya  konulan  bir  efsaneye  zemin  hazırlanmıştır.  Ayette  yer  alan  Mescidi  Haram,  Mekke'deki  Kâbe'dir.  Bu  ayet  ile  ilgili  hadislere  ve  rivayetlere  dayalı  olarak  yorum  yapanlar,  nasılsa  ayette  de  geçiyor  diyerek  Mescidi  Aksanın  ise  bugünkü  Kudüs’de  bulunan  Cami  olduğu  düşüncesini,  çoğunluğun  aklına  yerleştirmişlerdir.  Kur’anda  bu  ayeti  okuyup  görenlerin  büyük  çoğunluğunun  aklına  Mescidi  Aksa  denilince  de,  Mekke’den  yaklaşık 1200  km.  uzaklıktaki  Kudüs  gelmektedir. Tabiidir  ki  böyle  bilinince  ardından  peygamberin  de  oraya   mucizevi  bir  şekilde  Allah  tarafından  uçurularak  götürüleceğine  inandırmak  kolaylaşacaktır. Fakat  bunun  yanı  sıra  Tasavvuf   Mürşitleri,  bugünün  bir  kısım  ilâhiyatçıları  da,  birbirleriyle  çelişerek,  ayrışarak  günümüzün  ünlü  bazı  ilâhiyatçı  profesörleri  de  dahil,  Mescidi  Aksanın,  gökyüzünün  yedinci  kat  sınırındaki  Beytü'l  Mamur  dedikleri  /  Bakımlı  evin,  uzaydaki  mescit  olduğunu  iddia  etmektedirler. ( Sitemizde  "  Yedi  Kat  Gök  Masalları "  başlıklı  makalemizde  Beytü'l  Mamur  ile  ilgili  uydurulan  saçmalıkları  görebilirsiniz. )  Böyle  olunca  da  ortaya  bir  mucize  kavramı  daha  çıkmakta,  gerçekte  olmayan  Cebrail  meleğinin  ve  Burak  ve  Refref  adlı  kanatlı  masal  atlarının  eşliğinde  önce  Kudüs'e,  ardından  gökyüzünde  Allah'ın  katına  çıkmak  üzere  uzayda  Peygamberimize  ütopik  bir  gece  uçuşunun  yaptırıldığı  iddia  edilmektedir.

Aslında  altı  yüzlü  yıllarda  Peygamberimize  ayetler  indirilirken,  Kur’anda  sözü  edilen  Mescidi  Aksa,  ne  Kudüs'tedir,  ne  de  yedi  kat  gökyüzünün  sınırındadır.  Mekke'de  Cirane  bölgesinde  Taif  yolu  üzerinde  yaklaşık  18  km.  uzaklıkta  bulunan  küçük  bir  kulübedir,  mescittir. O  dönemde  yaşayan  bütün  Mekkeliler,  bu  mescidi  bilmektedirler.  Bu  ayetin  indiği  zamanda  hiç  de  yadırgamamış,  herhangi  bir  mucizevi   hikâye  yakıştırmasına  da  gitmemişlerdir. Peygamberimizin  zamanında  Mekke’de  yaşayanlar,  her  ne  kadar  müşrik  ve  Allah’a  ortak  koşanlar  olsalar  da,  dinsiz  değillerdir. Tahrif  edilmiş  olan  İbrahim  dinini  biliyor,  kendilerine  göre  de  zaten  namaz  kılıyorlardı,  kırkta  bir  müşrik  zekâtını  veriyor,  oruç  tutuyorlardı,  saçma  ve  sapkın  da  olsa  Hacc  ibadetini   yapıyorlardı.  Bunun  için  de  Mekke’nin  çeşitli   semtlerinde  yol  kenarlarında,  üstü  örtülmüş  dört  duvardan  ibaret  küçük  küçük  konaklama  ve  gölgelik  yerler,  kulübeler,  mescitler,  evler  yapmışlardı. İşte  bu  kulübe  şeklindeki  mescitlerden  biri  de  Mekke’nin  18  km. uzağında  ve  en  dış  semtte  olduğu  için  adı  da  uzak  mescit  anlamına  gelen  Mescidi  Aksa’dır.

Öte  yandan  Peygamberimizin  yaşadığı  hayatı  boyunca   ve  o  dönemde  Kudüs,  Müslüman  toprakları  içerisinde  değildir.  Kudüs’te  Mescidi  Aksa  diye  bir  Cami  de  yoktur.  O  yerde  o  zamanlarda  Yahudi  ve  Hristiyanlardan  oluşmuş  bir  topluluk  yaşamaktadır. Süleyman  Peygamberin   Milat'tan,  yaklaşık  1200  yıl  önce  yaptırmış  olduğu  ve  Yahudiler  için  kutsal   sayılan  Süleyman  tapınağının,  sadece  ağlama  duvarı  kalmış  olan  harabeleri  vardır.  Adına  da   Araplar  Beytül  Maktis  demektedirler.  Üstelik  de  aynı  İsra  Sûresinin  7. ayetinde  Yahudilere  ait  Mescitten  söz  edilmekte  ve  Mescidi  Aksa  ifadesi  yer  almamaktadır.  Diyanetin  meal  çevirisinde  dahi  bu  Mescit  için  parantez  içinde  ( Beytül  Maktis )  açıklaması  yapılmıştır. Bugünkü   Kudüs’de  bulunan  Mescidi  Aksa  Camisi  ise,  Peygamberimizin  vefatından  yaklaşık  70  yıl  sonra  700  lü  yılların  başında  Emevi  Halifelerinden  Yezit’in  torunu  Abdülmelik  Bin  Mervan  tarafından,  siyasi  bir  amaç  için  yaptırılmış  ve  Kur’an  ayetindeki  Mescidi  Aksa  ismi  özellikle  konulmuştur.  Bununla  siyasi  bir  güç  elde  edilmeye  çalışılmıştır. İlâhiyatçı  Prof. Dr. Mehmet  Azimli  de  Siyer  çalışmaları  içerisinde  bu  konuyu  çok  geniş  ayrıntıları  ile  kanıt  da  göstererek  ve  bilimsel  verilerle  açıklamaktadır.

Bütün  bunlardan  dolayı  rivayet  ve  hadisçilerin  iddia  ettikleri  gibi,  İsra  Sûresinin  birinci  ayetinde  Peygamberimizin  gece  yürütüldüğünün  söylendiği  yer,  ne  Kudüs'te,  ne  de  uzayda  Beytü'l  Mamur  denilen  Sidreti  Müntehada  yedi  kat  göğün  sınırındadır. Cebrail   Meleğinin  eşliğinde  Burak  adı  verilen  atla  ya  da  uçurularak   herhangi  bir  yere  götürülmemiştir.  Resulullah'ın  yaya  olarak  ve  bizzat  yürütülerek  götürüldüğü  Mescidi  Aksa,  Cirane  vadisinde  Taif  ticaret  yolu  üzerinde  18  km. lik  yoldaki,  Mekke  yakınında  etrafı  sedir  ağaçlarıyla  çevrili,  Cennet  gibi  yemyeşil   bahçesi  olan  küçücük  bir  kulübedir.  Ayetin  orijinalinde  yer  alan  " havl "  sözcüğü  Kur'anda  yaklaşık  on  beş  ayette  kullanıldığı  gibi  "  bir  şeyin  dış  kenarı "  demektir.  Türkçe'mize  de  avlu,  yanı  başında  duvarla  çevrili  bahçe  anlamında  geçmiştir.  Kur'anda  belirtilen  mübarek  yer  Mekke  içerisindeki  Kâbe  ve  çevresidir.  Bundan  dolayı  da  ayette  sözü  edilen  mübarek  yerin,  bugün  Kudüs'de  olduğu  bilinen  Mescidi  Aksa'nın,  Mekke'deki  Mescidi  Haram'ın  kenarındaki  yer  olması  mümkün  değildir. Necm  Sûresinin  1 - 18.  ayetlerine  göre  de  Peygamberimizin  o  gece  gerçekten  18  km. yürütüldüğü  yer,  Mescidi  Aksa  ve  orada  olanların   ayrıntıları  anlatılmaktadır.  Bu  yerin  etrafı   yabani  kiraz /  sedir  ağaçları  ile  çevrilidir,  bahçesinde  su  bulunduğu  için  de  Cennet  gibi  yemyeşildir.  Allah’ın  ayetlerinin  Peygamberimize  gösterildiği,  vahyin  indirildiği,  aslında  peygamberlik  görevinin  verildiği  yerdir.  Rivayetçilerin  anlattığı  gibi  bu  yer  yedi  kat  gökyüzünde  arşın  sınırı  dedikleri  "  Sidreti  Münteha  "  değil,  o  kulübenin  bahçesindeki  ve  sınırdaki  son  sedir  ağacıdır.

Arapçada  sidre  sözcüğü  sedir  ağacı  demektir  ve  bu  ağaç  o  iklimin  karakteristik  yabani  bir  kiraz  ağacıdır,  kısa  boyu  ile  bahçenin  çevresini  kuşatmaktadır.  Necm  Sûresinin 16. ayetinde  de  “ sidreyi  kaplayan  kapladı “  ifadesi  ile  buradaki  ağacın  önündeki  kozmik  bir  perde  oluşumu  ile  Allah’ın  vahyinin  tecellisi  anlatılmaktadır. Kur’anda  anlatılan  budur. Bunun  dışında  konu  ile  ilgili  hadislerin  ve  rivayetlerin  tümü  ve  bunlarla   Allah  ve  Resulüne  atfedilen  yüzlerce  olay,  yakıştırmadır,  düzmecedir,  Allah'ın  yaratma  kanunlarına,  Sünnetullah'a  ve  Kur’ana   aykırıdır.  Uydurma  hadis  ve  rivayetçiler,  Peygamberimizi   bu  Miraç  olayı  ile  olmayan  bir  yere  uçurduklarının, Tevhit  inancına  göre  Allah'ın  bütün  yaşamın  içinde,  Kâinatın,  Evrenin,  Dünyanın  ve  yarattığı  alemlerin  her  zerresinde,  bizim  de  şah  damarımızdan  daha  yakınımızda  olduğunun  farkında  değildirler. Bize  göre  sonsuz  gibi  görünen  Evrenin  yapısını  bilmemekte,  gökyüzünde  kat  kat  mekân  oluşturarak  Allah'ı  da  çok  yükseklerde  bir  yerde  taht  üzerinde  oturduğunu  zannetmektedirler. Bu  nedenle  de  Tevhit  ( Allah'ı  birleme )  bilincinden  yoksundurlar. Hadisçiler,  rivayet  ettikleri,  dilden  dile  aktardıkları  uydurma  hadislerin  “ metin “  sorgulamasını  yapmamışlar,  akla,  mantığa,  bilime,  tarihe,  zamana,  Kur’ana,  fıtrata  ve  Allah'ın  Kâinatı  ve  bütün  olayları  yönetmek  için  koyduğu  hüküm,  kanun,  kural,  ilke  ve  Sünnetullah'a  uygun  olup  olmadığını  hiç  sorgulamamışlardır. Çoğunluğun  duyup  bilmesi  gereken  olayları,  üstelik  Emevi  sempatizanı  olan  yalnızca  bir  kişinin  rivayet  etmesi,  uydurma  hadislerin  toplayıcısı  Buhari  ve  ona  inananlar  için  yeterli  olmuştur.   

Miraç  denilerek  Peygamberimizin  gökyüzüne  çıkarıldığının  kabul  edildiği  ve  bununla  ilgili  olarak  anlatılan  pek  çok  hikâyenin  uydurulduğu  böyle  bir  mucize  olay  ve  kutsal  bir  gece  Kur’anda  yoktur.  Kaf  Sûresinin  16. ayetinde  “  Ve  andolsun  insanı  Biz  oluşturduk.  Nefsinin  kendisine  neler  fısıldadığını  da  biliriz.  Ve  Biz  ona  şah  damarından  daha  yakınız. ”  denilerek  ifade  edildiği  gibi  yüce  Rabbimiz  Allah,  her  an  kullarının  yanındadır  ve  beraberdir. Şura  Sûresinin  51. ayetinde  "  Ve  bir  beşer  için,  bir  vahiy  ile  veya  kozmik  duvar  /  perde  arkasından  yahut  bir  elçi  gönderip  de  izniyle  dilediğini  vahyetmesi  dışında  Allah’ın  kendisine  söz  söylemesi  olmaz. Şüphesiz  O  çok   yüce  ve  yücelticidir.  En  iyi  yasa  koyandır. "  ifadelerinde  görüldüğü  gibi  Allah,  peygamberlerle  dahi  kozmik  bir  perde  arkasından  konuşacağına  göre  onu  niye  yanına  çağırsın ?  Allah'a  yönelmek,  beraber  olmak  isteyen  kulun,  gökyüzüne  çıkmasına  gerek  var  mıdır ?  Peygamberimizin  vefatından  yaklaşık  200  yıl  sonra  ortaya  çıkartılmaya  başlanan  hadis  ve  rivayetlerle  saçmalık  ve  tutarsızlıklarla  dolu  bu  inançlar,  dinin  içerisine  sonradan  yerleştirilmiştir. Kur’anda  olmadığı  halde,  üstelik  gelenek  olarak  yerleşmiş  olan  bu  çerçevedeki  inançlar  Din  yapılırsa,  Kur’an  ayetlerini  tamamen  göz  ardı  etmek,  önemsememek,  tevatür  denilen,  kulaktan  dolma,  dilden  dile  dolaşan  hikâyelerden  toplanmış,  kesin  olup  olmadığı  tartışmalı  olan  Hadis  kitaplarını  Kur’anın  yerine  koymak,  din  kaynağı  olarak  tercih  etmek  anlamına  gelir.  Bütün  bunlar  da  Allah  katında  küfürdür,  şirktir.  Müslümanların  büyük  çoğunluğunun  da  hiç  sorgulamadan  inandığı,  aldatıldığı,  istismar  edildiği  bu  miraç  konusunda  anlatılan  uydurma  rivayetlerden  birini,  biz  mercek  altına  alalım !

* Peygamber,  Kâbe’de  veya  evinde  yatarken  evin  tavanı  yarılır.  Cebrail  gelip  karnını  göğsüne  kadar  yarar,  kalbini  çıkarır  ve  zemzem  suyu  ile  yıkar. Sonra  içine  iman  ve   hikmet  doldurup  kapatır.  Daha  sonra  Arapça'da  şimşek  demek  olan  ve  Allah'ın  gönderdiği  Burak  adlı  bir  bineğe  bindirilerek  Cebrail  ile  birlikte  o  zaman  olmayan  Kudüs’teki  Mescidi  Aksa’ya  giderler.  Burada   bazı   peygamberlerle  karşılaşırlar.  Muhammed  onlara  imamlık  yaparak  namaz  kıldırır.  Daha  sonra  yanında  Cebrail  olduğu  halde  göğe  doğru  yükselirler. Kur'andaki  "  yedi  kat  gök "  ifadelerine  düz  mantıkla  yaklaştıkları  ve  evrenin  yapısını  da  bilmedikleri  için,  gökyüzünü  yedi  kattan  tabakalar  halinde  oluşmuş  olarak  kabul  etmekte,  her  bir  katta  kapı  bulunduğunu  ve  yetmiş  meleğin  sorgulamasından  ve  denetiminden  geçmedikçe  diğer  bir  kata  geçilemeyeceğine  inanmaktadırlar.  Bu  inançlarla   Peygamber  ve  Cebrail,  meleklerin  sorgu  ve  denetiminden  geçerli  diyaloglarla  geçerek  her  katta  bir  peygamber  ile  görüşürler.  1. katta  Adem,  2. katta  İsa  ve  Yahya,  3.  katta  Yusuf, 4. katta  İdris,  5. katta  Harun,  6. katta  Musa  ve  7.  katta  da  İbrahim  peygamberle  görüşürler  ve  her  biriyle  de  ayrı  ayrı  selamlaşırlar.  Sonra  en  üst  katta  Beytü'l  Mamur  ( Allah'ın  koruduğu  ve  mamur  edilmiş  olduğu  ev )  gösterilir.  Bu  evin  içinde  her  gün  yetmiş  bin  melek  namaz  kılarmış. Bu  yükseliş  Sidreti  müntehaya  ( onlara  göre  arşın  sınırına )  kadar  devam  eder. Orada  fil  kulağı  gibi  olan  yaprakları,  testi  gibi  olan  meyvelerini   görürler.  Dört  nehir  ile  karşılaşırlar,  ikisi  Cennet  ırmağı,  diğer  ikisi  de  Dicle  ve  Fırat  nehirleridir.  Cebrail  buradan  öteye  geçecek  olursam  yanarım  diyerek  orada  kalır. ( Ateşten  yaratıldığı  söylenen  Cebrail  yanıyor  da  peygamber  yanmıyor,  üstünde  yanmayan  elbise  var  herhalde )  Peygamber  bu  sefer  Refref  adlı  binekle  yükselişini  sürdürür.  O  kadar  yükselir  ki  insanların  kaderini  yazan  kalemlerin  cızırtısını  dahi  duymaya  başlar.  Allah'ın  katına  yaklaşır.  Bu  esnada  kendisine  Cennet  ve  Cehennem  de  gösterilir.  Allah’ın  huzuruna  varır.  Allah’a  o  kadar  yaklaşır  ki,  bir  yayın  iki  ucu  kadar. Hatta  bir  başka  rivayete  göre  de  Allah’ın  yüzünü  görür.  Orada  Allah’la  selamlaşır,  konuşur. ( Tahiyyat  duasında  olduğu  gibi   Melekler  de  bu  güzel  konuşmaya  ve  selamlaşmaya  şahitlik  ederler. ( Demek  ki  buradaki  melekler  de  yanmayan  kumaştan  elbise  giymiş )  Kendisine  ümmeti  için  şefaat  etme  yetkisi  verilir,  Cennetle  müjdelendirilir.  Bakara  Sûresinin  285  ve  286.  ayetleri  ( Amener  resulüh )  hediye  edilir. 50  vakit  namaz  farz  kılınır. Dönüş  yolunda  Musa  Peygamberle   karşılaşır.  Musa  Peygamber  50  vakit  namazın  ümmetine  ağır  geleceğini  söyleyerek  defalarca  Peygamberimizi,  Allah’la  pazarlığa  geri  gönderir.  Ve  sonunda  5  vakte  indirilir. Hikâye  ana  hatları  ile  böyle  iken  bir  çok  absürt  senaryolarla  devam  etmektedir. ( Buhari  Bedü'l  Hak  6,  Rikak  51,  Tefsir  17 / 3,  Müslim  İman  264 - 292,  Zuhd  93. Taberi  I. 236 ) 

Yüce  Rabbimiz  Allah  "  Her  canlı  mutlaka  ölümü  tadacak "  dediği  ve  önceki  bütün  peygamberlerin  ölmüş  olduklarından  dolayı, Kur'an  ayetlerinin  aksine,  peygamberlerin  büyüklüğü  yarıştırılarak  bizim  peygamberimiz  en  büyüktür  denilecek  ya,  diğer  peygamberler  de  sanki  bir  beşer  değildir,  ölmemişlerdir,  Tasavvuf  inancında  olduğu  gibi  Kur'an  ayetlerinin  aksine  hayatın  ikinci  mertebesinde  yeme  içme  olmadan  uydurma  olan  hayatı   yaşamakta  ve  kat  kat  parsellenen  gökyüzü  katmanlarında  dolaşmaktadırlar. Peygamberimizi  göğün  tabakalarında  selamlayarak  karşılamaktadırlar,  onlara  namazlar  kıldırmaktadır. Masal  bahçelerinde  de  tabiidir  ki  her  şey  dünyadaki  olduğundan  farklı  olacaktır,  Cebrail  tabii  ki  kapıdan  değil,  gökten  inecek  ve  tavanı  yararak  içeri  girecektir.  Evren  uçsuz  bucaksız  değil  de  onlara  göre  sadece  dünyayı  kuşatan  yedi  tabaka  gökyüzünden  ibarettir,  üst  üste  dizilmiş  dolap  çekmeceleri  gibi  kat  kattır,  her  katta  nöbetçi  melekler  ve  kapılar  bulunmaktadır,  o  kapılarda  sorgulanmadan  hiç  kimse  giremez.  Kur'an  ayetlerine  göre  Musa  Peygamber  Allah'ın  yüzünü  göremedi  ama  bizim  Peygamberimiz  gördü.  Sanki  Allah  yeryüzünde  yok  da  gök  yüzünde  bir  yerde  tahtta  oturmaktadır,  onun  için  gökyüzüne  çıkmak  gerekmektedir. Hadi  o  zamanın  uleması  dünyayı  tanımıyor,  yuvarlak  olduğunu  da  bilmiyor,  Dicle  ve  Fırat  nehrinden  başka  nehir  de  görmemiştir,  peki  bu  saçmalıkları  sorgulamayan  zamanımızın  anlı,  şanlı  ekran  yıldızı  ilâhiyat  profesörlerine,  Kur'an  ayetlerinin  Türkçe  anlamını  ağızlarına  almaktan  korkan  Müftü  ve  Diyanet  sorumlularına  ne  demeli ? 

Bu  saçmalıklarla,  tutarsızlıklarla  dolu  masalımsı  hikâyeler  çeşitli  versiyonlar  ve  ilavelerle,  senaryolarla  değişik  hadis  kitaplarında,  değişik  değişik  pek  çok  fantezilerle  anlatılmaktadır. Aslında  gerçekte  olmayan  Cebrail  meleğinin  içine  sokulduğu  bütün  anlatımlar,  hikâyeler  yalandır,  düzmecedir.  Hepsinin  çöpe  atılması  gerekir. Rivayete  dikkat  edilecek  olunursa,  çok  tanrılı  Yunan  mitolojilerindeki  uçan  kanatlı  atlar,  tanrılarca   parsellenmiş  göğün  tabakaları  bu  hikâyelerde  de  yer  almaktadır.  Bu  hikâyeleri  yazanların,  dünyanın  yuvarlak  olduğundan,  Allah'ın  hükmettiği  Kâinatın  içerisinde,  bir  nokta  kadar  küçük  olduğu  bilgilerinden  elbette  ki  habersizdirler.  Allah'ın  büyüklüğünü  kavramaktan  acizdirler  ve  Tevhit   bilincinden  yoksundurlar.  Anlaşılan  o  ki  Allah'ı  da  gökyüzünde  bir  yerde,  çok  tanrılı  Yunan  Mitolojilerinin  baş  tanrısı  Zeus  gibi  koltuğunda  oturuyor  sanmaktadırlar.  Oysa  Yüce  Rabbimiz  Allah,  zamandan  ve  mekândan  münezzehtir,  O  uzayın  bir  köşesinde  bir  taht  üzerine  sığdırılamaz.  Kehf  Sûresinin  26. ayetinde  “ Göklerin  ve  yerin  gaybı  yalnızca  O’nun  içindir.  O  ne  güzel  görür,  O  ne  güzel  işitir.  Onlar  için  O’nun  astlarından  bir  veli  / dost,  yardım  edip,  koruyup  kollayanı  yoktur.  Allah  Kendi hükmüne  kimseyi  ortak  etmez. "  ifadelerinde  belirtildiği  gibi  Allah'ın  ortağı  yoktur,  hükmüne  hiç  bir  kimseyi  de  aracı  etmez. Tevhit  inancında  hiyerarşi  de,  aracı  Cebrail  denilen  melek  de  yoktur. ( Kur'anda  Melek  İnancı  başlıklı  yazımıza  bakabilirsiniz. )  Vakıa  Sûresinin  61. ayetinde  "  Ve  Biz  sizi  benzerlerinizle  değiştirmemiz  ve  sizi  bilmediğiniz  bir  şeyde  inşa  etmemiz  üzerine  engellenebilenler  değiliz. "  denilerek,  Cennet  ve  Cehennem  henüz  oluşturulmamış  olduğundan,  Evrenin,  dünyanın  kıyamet  ile  yapısının  bozulmasının   ardından,  Ahiret  hayatının  dünya  aklıyla  tasavvur  dahi   edemeyeceğimiz,  bambaşka  bir  kozmik  yapı  ile  boyutlu  veya  boyutsuz  şekilde  yeniden,  başka  bir  formda  inşa  edilebileceğinden  haberleri  de  bulunmamaktadır. 

Bu  rivayetlerin  uydurulmaya  başlandığı  dönemde,  800  lü  yıllarda  ulaşım  da  kısa  mesafelerle  sınırlıdır,  dünyanın  da  bir  tepsi  şeklinde  düz  olduğu  düşünülmektedir,  henüz  Galile  dünyaya  gelip  dünyanın  yuvarlak  olduğunu  da   söylememişti.  Eğer  gerçekten   Peygamber  gökyüzüne  çıkartılmış  olsaydı  o  zaman  Galile'den  önce  dünyanın  yuvarlak  olduğunu  da  biz  Peygamberden  öğrenirdik. Üstelik  Miraç  olayının  hangi  tarihte,  Peygamberimizin   hayatının  hangi  döneminde,  kaç  kere  olduğu  konularında   rivayetçiler  arasında  da  birlikteliğin  sağlanamadığı,  birbiri  ile  çelişkili  pek  çok  rivayet  bulunmaktadır. İllaki  peygamberi  yüceltmek,  farklı  bir  konuma  getirmek  için  miraca  çıkaracaklar  ya !   Kimilerine  göre  ruhen  ve  bedenen,  kimilerine  göre  sadece  ruhen  miraca  çıktığı,  kimilerine  göre  iki  defa,  kimilerine  göre  ise  120  defa  miraca  çıktığı  anlatılmaktadır.  Miraca  çıkışların  da  ağırlıklı  olarak   5. ve 10. yılları  arasında  veya  Hicretten  bir  yıl  önce  olabileceği  söylenir. Rivayetlerle  bir  çok  versiyonla  anlatılan  bu  Miraç  olayına  bağlı  olarak,  bunları  uyduranlar  ve  inananlarda  Kur’an  ayetlerine  göre  de  çok  ciddi  çelişkiler,  baştan  sona  kadar  Kur'an  ayetlerine  aykırı  küfür  içeren  tutarsızlıklar,  saçmalıklar  bulunmaktadır.

* Rivayetlerde  anlatılan  ve  arşın  en  üst  sınırı  olduğu  ima  edilen  sidreti  münteha,  Kur’anda  Necm  Sûresinde  geçer  ve  haram  bölgesinde  Mekke  sınırında,  gerçek  Mescidi  Aksa  denilen,  küçük  mescidin  bahçesini  çevreleyen  sedir  ağaçlarının  en  sonda  olanıdır.  Ve  Allah’ın  kozmik  bir  perde  oluşturarak,  iki  yay  boyu  kadar  yaklaştığının  ifade  edildiği  ve  ardından  ayetlerinin  vahyedildiği  yerdir.  Üstelik  de  Necm  Sûresinin  1 - 18. ayetleri,  Peygamberimize  risaletinin  2. yılında  vahyedilmiştir.  5. yıldan  daha  sonraki  zamanlarda  olduğu  söylenen  miraç  olayının  anlatılması  mümkün  değildir.  Kur’anda   Peygamberimizin  Allah’ın  yüzünü  gördüğüne  dair  tek  bir  ayet  dahi  yoktur. Bu  bir  beşer  için  mümkün  de  değildir. Üstelik  yukarıda  naklettiğimiz  gibi,  Şura  Sûresinin  51. ayetinde  insanın  Allah’la  yüzünü  görerek  doğrudan  doğruya   konuşamayacağı,  Araf  Sûresinin  143. ayetinde   de  " Ne  zaman  ki,  Musa,  belirlediğimiz  vakitte  geldi  ve  Rabbi  O’na  söz   söyledi.  Musa, “ Ey  Rabbim ! Göster  bana  kendini  de  nazar  edeyim  sana ! “ dedi.  Rabbi  O’na  dedi  ki : “ Beni  sen  asla  göremezsin.  Velâkin  şu  dağa  bak  eğer  o  yerinde  durabilirse,  sen  de  Beni  göreceksin. ”  Daha  sonra  Rabbi  dağa  tecelli  edince  onu  paramparça   ediverdi.  Musa  da  baygın  olarak  yere  yığıldı.  Ayılıp  kendine  gelince  de  “ Seni  tenzih  ederim,  Sana  döndüm,  tevbe  ettim  ve  ben  inananların  ilkiyim.  "  dedi.  "  ifadelerinde  de  görüldüğü  gibi  Musa  Peygamberin  şahsında  asla  bir  insanın  Allah'ın  yüzünü  görmeye  dayanamayacağı  belirtilmektedir.

* Miraçta  Peygambere  verildiği  iddia  edilen  hediyeler  de  tamamen  Kur’an  ayetleriyle  çelişkide  ve  inkâr  noktasındadır.

1 – Salat’ın  ve  içindeki  namazın  vakitlerini  belirleyen  ayetlerinden  biri  olan  Taha  Sûresinin  130.  ayeti,  iddia  edilen  miraç  olayının  zamanından  en  az  2  veya  3  yıl  önce  nazil  olmuştur. Ömer  de  bu  Sûreyi  dinleyerek  Müslüman  olmuştur  ve   Ömer’in  ne  zaman  Müslüman  olduğu  da  tarihi   kaynaklarda   bellidir.  Peygamberimizden  önce  müşrikler  de,  yeni  Müslüman  olanlar  da,  Peygamberimiz  de  Mekke'de  iken  zaten  üç  vakitte  namaz  kılıyorlardı.

2 – Bakara  Sûresinin  son  iki  ayeti  285  ve  286.  ayetlerinin  miraçta  hediye  edildiği  de  tamamen  Kur’an  ile  terstir. Çünkü  kayıtlara  göre  bu  Sûre  Medine  döneminde  nazil  olmuş  ve  son  iki  ayeti  de  Peygamberimizin  vefatından  çok  kısa  bir  süre  önce  tamamlanmıştır.

3 – Cennet  ve  Cehennem  sahneleri,  Kur’anda  bizim  dünya  hayatımızda   gördüklerimize,  yaşadıklarımıza,  bildiklerimize,  arzularımıza,  düşünebildiklerimize  bağlı  olarak,  kapasitemiz  ölçüsünde  algılayabileceğimiz  tasvirlerdir.  Üstelik  de  bizim  içinde  bulunduğumuz  zaman  algımıza  göre,  henüz  Cennet  ve  Cehennem  daha  kurulmamıştır. Oysa  kıyametin  kopmasından  sonra,  Evren  yeniden  oluşturulup,  yeniden  fiziksel,  kimyasal,  biyolojik  yapı  değişiklikleri  ile  ve  Ahiret  hazırlandıktan  sonra,  Cennet  ve  Cehennem  bizim  şu  anda   tasavvur  edemeyeceğimiz  bambaşka  bir  kozmik  yapıda  ve  boyutta  tesis  edilecektir. Bu  nedenle  peygamberimize  Cennetin  gösterildiği  hikâyesi  de  dayanaktan  yoksundur.

4 – Miraç  yolculuğunun  öncesinde  Peygamberimizin  göğsünün  yarılarak  kalbinin  yıkanarak  temizlendiği  hikâyesi  de  tamamen  akla,  bilime,  Sünnetullah’a  ( Allah’ın  koyduğu  Fizik  ve  Biyoloji  kanununa )  aykırıdır.  Bu  hadisleri  uyduranlar  kalp  temizliğinin  zemzem  suyu  ile  yapılacağını  zannedecek  kadar  saftırlar. Kalp  temizliğinin  ne  olduğu  ile  ilgili  Kur’an  ayetlerinden  de  hiç  haberleri  yoktur. Zaten  peygamberlik  görevini  yapmakta  olan  birinin  kalbinin  hala  temiz  olmadığını   söylemek  mümkün  değildir.  Kalbinin,  ahlâkının  kirli  olduğunu  söylemek  ve  peygamberin  kalbini  açtırıp,  suyla  temizletmeye  kalkmak,  resmen  bu  mübarek  Resül’e  hakaretten  başka  bir  şey  değildir. Hem  miraç  kandili  gecelerinde,  kutlu  doğum  haftalarında  sevgi  ve  saygıyı  abartarak,  şirke  de  girerek Kâinatın  efendisi  diyeceksin,  hem  de  O’nu  böylesine  aşağılayan  rivayetlere  inanıp  din  diye  yaşayacaksın.  Bu  çelişki  nasıl  olup  da  sorgulanamamaktadır. Akıl  nerelere  ve  kimlere  emanet  edilmiştir ?

5 – Namazın  miraçta  50  vakitten  5  vakte  Musa  Peygamberin  müdahaleleri  ile  indirtme  pazarlıkları  da  Peygamberimize  ve  Allah’a  yapılan  çok  büyük  bir  hakarettir,  akla  mantığa  uymayacak  bir  saçmalıktır.  İsrailiyat  kokan  bir  oyun  olduğu  bellidir.  Bu  rivayetlerle  Peygamberimiz,  acemi,  çömez,  iradesiz  biri  olarak  tasvir  edilmiş,  Musa  da,  dinin  inceliklerini  bilen,  öğreten  usta  bir  peygamber  konumuna  getirilmiştir.  Bu  esnada  da  kullarından  ne  istediğini  bilmeyen  ve  kulu  ile  pazarlık  eden  bir  Allah  portresi  ortaya  çıkarılmıştır.  Böyle  bir  şeye  inanmak,  akıldan  noksan  olmaktır,  ya  da  tamamen  küfürdür.

6 -  Peygamberler  de  sonuçta  bir  insandır.  Enbiya  Sûresinin  34. ayetinde   “  Biz  senden  önce  de  hiçbir  beşer  için  sonsuzluk  tanımadık.  35  :  Her  kimliği  olan  varlık  ölümü  tadıcıdır. " ​ denildiği   gibi,  bir  beşer  olan  ve   Peygamberimizden  önce  yaşamış  peygamberlerin  hepsi  de  ölmüşler,  cesetleri   çürümüş,  ruhları ( canları )  ise  Allah'tan  başka  hiçbir  kimsenin  bilemeyeceği  bir  yerde  kabzedilmiştir.  Kur'an  ayetlerine  göre  artık  onların,  hesap  gününe  kadar  dirilme  ve  tekrar  geriye  dönme  şansları  yoktur.  Bu  nedenle  Kudüs'te  veya  gök  tabakalarında  Peygamberimizi  karşılamaları,  birlikte  namaz  kılmaları  da  tamamen  gerçeğe  ve  Kur'an  ayetlerine  aykırı  olan  uydurmalardır.  Oysa  Peygamberlerin  ölümsüzlüğü,  Kur'anın  ve  içindeki  gerçek  Hakk  Dinin  dışında  oluşturulmuş  Tasavvuf   şirk  dininin  inançlarındandır.

Anlamamız  gereken  hastalık,  çok  eskiden  beri  hep  vardır  ve  insanlık  tarihi  kadar  eskidir.  İnanmak  istemeyenler,  hep  mucize  bahanesini  öne  sürerler,  bunlarla  avunurlar,  oyalanırlar. Hep  peygamberlerin  gökte  dolaşacak  melek  olmasını  isterler.  Dolayısıyla  sözde  Müslüman  olduğunu  iddia  eden  rivayetçiler  de  bu  geleneğe  uymuş,  adeta  Mekke  müşriklerinin  Peygamberimizden  mucize  taleplerini  yerine  getirmiş  ve  Peygamberimize  İsra  ve  Miraç  adı  altında  uzay  yolculuğu  yaptırmışlardır. İşin  üzücü  olan  tarafı  da,  bugün  hala  ilâhiyatçı  pek  çok  profesörün,  din  görevlilerinin   ve  sorumlularının,  gelişen  bilim,  teknoloji  ve  akıl  ile  bu  klasik  tefsirlerden,  uydurma  rivayetlerden,  kendilerini  arındıramamış,  yenileyememiş,  Kur'anın  dışında  kalarak  asıl  mesajlarına  yönelememiş  olmalarıdır.  Halbuki  bu  rivayetlere  malzeme  yapılan  İsra  Sûresinin  1. ayetindeki  yolculuğun  ardından,  22.  ayetinden  37. ayetine  kadar  olan  ayetlerde,  müminlere  Allah’ın  asıl  mesajları  ve  emirleri  bulunmaktadır  ve  burada  iman  edenler  için  bulunan  15  adet   emir,   hiç  bir  rivayetçi  tarafından  herhalde  görülmemektedir.  Burada  Peygamberimize, Yunan  Mitolojisindeki  kanatlı  atlar  gibi  Burak  ve  Refref  ile  uzay  seyahati  yaptıranlar,  Kur’anın  asıl  mesajlarını  atlamaktadırlar.  Halbuki  hangi  Yahudi  çocuğuna  sorulsa, 10  emri  ezbere  sıralar.  Bize  de  Kur’an  ayetleri  ile  yöneltilen  bu  emirlerden  birinde  de “  Bilmediğin  şeyin  ardından  gitme,  kesin  bilgi  sahibi  olmadığın  şey  hakkında  konuşma “  denilmektedir. Cennetin  sahibi  Allah'tır. Cenneti  kimlerin  ve  nasıl  kazanacağını  da  Rabbimiz,  Kur'anda  pek  çok  ayette  çok  ayrıntılı  bir  şekilde  anlatmaktadır.

Sonuç  olarak  anlatılan  ve  yaşanan  olayları  ile,  rivayetlerde  geçen  ayrıntıları  ile  Miraç,  inanılması  ve  dinin  bir  parçası  gibi  yaşanılması  gereken  bir  gerçek  değildir.  Ancak  toplumda,  önce  1570  li  yıllarda  sokaklarda  ve  Camilerde  kandiller  yaktırarak,  Osmanlı  Padişahı  Sarı  Selim'in  dine  soktuğu  Kandil  geceleri,  1588  yılında  Osmanlı  Padişahlarından  3. Murat'ın  siyasi  olarak  bu  gecelerde  Camilerde  mevlit  okutturması  ile,  her  nasılsa  yerleştirilmiş  olan  bir  gelenektir,  dine  sonradan  sokulan  bir  bidattır.  Ama  dini  inanç  açısından  bu  şekilde  inanılan  ve  yaşanılanlar,  Kur'ana  aykırılıklarla  ve  küfürlerle  doludur.  Biz  Kur’anda  var  olan  İsra,  gece  yürüyüşü  olan  olaya  Kur’anın  anlattığı  gibi  inanırız,  ama  Kur’anda  olmayan  ve  onaylamadığı  gökyüzünde  yolculuk  şeklindeki  miraç  olayına   inanmayız.  İçindeki  küfürlerden  Allah’a  sığınırız.  Ancak  anlam  olarak  yükselme  aracı  olan  miracı,  kişinin  Allah’a  yönelmesiyle,  O’na  layıkıyla  bir  kul  olabilmesiyle,  muttakilerden,  sakınanlardan  olabilmesi  için  göstereceği  çabaların  sonucuyla  elde  edebileceğine  inanırız.  Her  Müslüman,  Kur’anı  bizzat   kendisi  anladığı  dilden  okumalı,  aklını  kullanmalı,  her  rivayete,  Din  adına  her  söylenene  inanmamalı,  mutlaka  Kur’an  ile  sorgulamalıdır. Yüce  Kitabımız  Kur’anda  İbrahim  Sûresinin  1. ayetinde  “  Elif  Lam  Ra  ! Bu  Kitap  Bizim,  insanları  Rabblerinin  izni  ile  karanlıklardan  aydınlığa  ve  göklerde  olan  şeyler,  yerlerde  olan  şeyler  Kendisinin  olan  Aziz  Allah’ın  yoluna  çıkarman  için  sana  indirdiğimiz  bir  nurdur. “  ifadeleriyle  belirtilerek,  karanlıklardan,  yanlışlıklardan  kurtulmanın,  aydınlanmanın  yegâne  kaynağının  Kur’an  olduğu  anlatılmaktadır. Bu  nedenle  Allah'a  ve  Kitabına  inanmış,  iman  etmiş  olduğunu  söyleyen  insanların,  kandil,  lamba,  mum,  elektrik  gibi  dünyanın  geçici  araçlarının  uydurma  aydınlığına  sığınmaları  yerine,  Kur'anın  nuruna,  fazileti  ile  taçlanmanın  aydınlığına  kavuşmaları  dileğiyle !  Allah'ın  selamı  ve  rahmeti  üzerinize  olsun.

ALLAH  DOĞRUSUNU  EN  İYİ  BİLENDİR ! RAHMETİ  VE  KUR'AN  BİZE  YETER !...

Temel  Kaynak  :  HAKKI  YILMAZ  ( Tebyin  ül  Kur'an )

Prof. Dr. Mehmet  Azimli  ( Siyeri  Doğru  Okumak )

Nura  Doğru  Hadisler  ve  Ayetler

PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR

BAŞLIKLAR
TAKİP ET