Peygamberimizin vefatından yıllar sonra, Kur'anın Hakk Dininde, İslam'da olmadığı halde, din yapılıp gelenekselleştirilen, birileri tarafından uydurulan üç aylar kavramının içine mübarektir denilip kutsallaştırılan, özel ibadet şekilleri de yerleştirilen ve mütedeyyin insanlarımızın saf, temiz ve iyi dilekleriyle kutladıkları, promosyonla cennetin dağıtıldığı gecelerden biri de " Miraç Kandili " denilen gecedir. Bu gece için, Kur'anda ayeti de var denilerek, İsra Sûresinin 1. ayetindeki ifadeler saptırılarak Klasik uydurma Hadis ve Rivayet kaynaklarına göre, Peygamberimizin önce Mescidi Haram’dan / Kâbe’den geceleyin Mescidi Aksa’ya götürülmesine “ İsra “ oradan da Sema'ya Allah’ın huzuruna yükseltilmesine de “ Miraç “ denilmektedir. Halbuki aslında Arap dilinde miraç, yukarı çıkaran, merdiven, basamak, vinç, asansör gibi araçların genel adıdır, din ve inanç açısından ise olumlu manevi davranışların, eylemlerin amelin sonucunda, Allah katında herhangi bir mertebeye yükselme ölçüsü demektir. Buna rağmen Malik İbni Sasa'nın naklettiği rivayetteki uydurma ve senaryo olarak anlatılmış olan, Buhari, Müslim, Beyhaki, Begavi, İbn'i Esir, Ahmet bin Hanbel,, Nesai başta olmak üzere yüzlerce müfessirin naklettiği ve görüş bildirdiği Miraç Kandili Gecesi inancı da yine bidat olan / dine sonradan sokulan, Müslümanların Allah'la aldatıldığı araçlardan biri olmuştur.
Zuhruf Sûresinin 84. ayetinde " Ve O, gökteki ilâh olandır ve yer yüzünde ilâh olandır. " denilerek belirtildiği gibi Yüce Rabbimiz Allah, gökte, yerde ve Kâinatın her zerresinde olduğu halde bu gecede sanki Allah sadece gökyüzünde ve bizden çok uzaklardaymış gibi bir inanç ile, Peygamberimizin mucizesi inancıyla, gökyüzüne Allah'ın huzuruna miraca çıkarıldığı ve bundan dolayı da, insanların fıtri yapısında var olan, bir gecede kolay kazanç elde etme zaaflarından yararlanıp, geceyi çeşitli ritüellerle geçiren mütedeyyin insanlara da miraç ile Cennetin pazarlandığı kutsal bir gece haline getirilmiştir. Kutsallaştırılmış bu gecede Cennete giden yol, sayılı ve pazarlıklı zikirmatikle çekilen tespih ile, aslı astarı, Dine kimin soktuğu belli olmayan şekillerle yerine getirmekle tarif edilmektedir. Bütün bunlar için de bu kaynaklarda, İsra Sûresinin 1. ayetinde " isra ve leyl " sözcüklerine bağlı olarak özellikle " gece yürüyüşü " ifadesi ile Necm Sûresinin 1 – 18. ayetleri içerisinde yer alan " Sidreti münteha " ifadesi saptırılarak Miraç olayına delil yapılmaktadır. Sonra da konu allanıp pullanıp, değişik hikâyelerle bir efsaneye, Peygamberin mucizesine dönüştürülmektedir. Buna bağlı olarak da Ramazan ayındaki Kadir Gecesine benzetilerek, her yıl Recep ayının 27. gecesi de Miraç Kandili olarak kutlanmaktadır. Bir zamanlar Müslümanlık inancı ile dini eğitimden dahi geçmiş ve Din görevlisi olarak görevler almış oldukları halde saf değiştirmiş olan, aslında dünya tarihinde konjonktürel bilimsel gelişmeleri de, İslam'ı da Kur'an bütünlüğünü de bilmedikleri çok belli olan, hadis ve rivayet anlatımlarının etkisinden arınamayıp onları da İslam'ın bir parçası olduğunu zanneden İslam karşıtı Ateist reddiyecilerin de eleştirebilecekleri, yanlışlık, saçmalık ve tutarsızlıklarla iddia edebilecekleri bir malzeme oluşturmuşlardır.
Kur'an dışında çeşitli uygulamaların yer aldığı inançlarla aldatılan ve yaşatılan, Kur’anın mealini Türkçe okumaktan uzak tutulan mütedeyyin kardeşlerimiz de, çoğunlukla Kur’anı kendileri anlayarak okuma çabasında olmadıkları için, her gecenin Allah katında makbul olduğunu, her zaman ve her yerde kabule layık olan duaların kabul edilebileceğini, sadece bir gece değil, Allah’ın her an anılmasının, ibadetin samimiyetinin, sürekliliğinin gerekliliğini, Kandil denilen kutsal gecelerin, Kur’anın İslam'ında, Peygamberimizin zamanında, hatta diğer Müslüman ülkelerde olmadığını hiç bir zaman öğrenemeyecektir. Büyüklerimizin, Din ve Diyanet sorumlularının da genellikle Kur'anın dışında aldıkları uydurma hadis ve rivayet eğitiminin etkisiyle, biz geleneklerimizden, teamüllerimizden, atalarımızın bize bıraktıklarından vazgeçemeyiz, bunlar bizim dinimizin zenginlikleridir, insanlarımız bu gecelerle birbirine kaynaşmakta, ne güzel bu vesileyle Kur'an da, mevlit de okunmaktadır, dediklerinden dolayı da yaşananların doğru olup olmadığı sorgulaması yapılamayacaktır. Oysa Yüce Rabbimiz Allah, Sad Sûresinin 29. ayetinde “ Sana bu bereketli Kitabı ayetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik. “ diyerek Kur'anın öğütlerine dikkat çekmektedir. Peki Kur’anı yılda bir kere sadece Ramazan ayında mukabele deyip bir şey anlamadan, sadece Arapça okuyup ölülere hatim bağışlamakla, içerisinde küfür ve şirk ile dolu Mevlidin arasında okunan Arapça bir kaç ayet veya Sûrenin dinlenilmesi ile Kur’anı baş tacı ettiğini zannedenler hangi öğüdü almış olacaklardır. Hadis, rivayet, risale kitaplarının ardından Kur’anı anlamak için okuma alışkanlığı olmayan insanlar nasıl akıl edebilecekler, akıllarını neye göre kullanacaklardır.?
Biz bu yazımızda, Hristiyanların İncillerine bile sokmadıkları Pavlus'un Vizyonu hikâyelerinde anlatılanların bir benzeri olan, Yahudilerin Tevrat kültüründe Hanok'un da göklere çıkması ( Tekvin 5 / 21 - 24. bab ) öte yandan Peygamberimizden dört yüz yıl önce İran'da Mecusi inancındaki Arda Viraf'ın yazdığı Prof. Dr. Nimet Yıldırım'ın Farsçadan Türkçeye çevirdiği, Prof. Dr. Mikail Bayram'ın da aktardığı Zerdüştlerin aldatılması için " Ardavirafname " adlı kitapta anlatılan, Zerdüşt'ün göğe çıkıp henüz olmayan Cennet ve Cehennemi görüp, sırat köprüsünü geçtikten sonra Allah'la konuştuğunun anlatıldığı masalın bire bir kopyası olan, Zerdüşt isminin yerine Muhammed adını koyduğunuz zaman, böylece Zerdüştlükten İslam'a geçmiş olan İran asıllı muhaddislerin alın size hazır bir miraç masalı diye ve aslında tamamen Araplaştırılıp Müslümanlara yutturulmuş hali olan, Hristiyanlara nazire olarak da peygamberin üstünlüğünü yarıştırmak üzere uydurulan Miraç olayına malzeme yapılan delillere, ayetlere ve o gece için anlatılan masallara, dinimizin yegâne kaynağı olan Yüce Kitabımız Kur’an merceğinde bakmaya ve sorgulamaya çalışacağız ;
İSRA 1 : Bismillahirrahmanirrahim * Sübhanelleziy isra biabdihi leylen minel mescidil harami ilel mescidil aksalleziy barakna havlehu linuriyehu min ayatina innehu hüvessemiul basir.
İSRA 1 : Rahman Rahim olan Allah adına * Kulunu bir gece, kendisine ayetlerimizden gösterelim diye, Mescidi Haram’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa’ya yürüten / Allah her türlü noksan sıfatlardan arınıktır. Şüphesiz O en iyi işitendir, en iyi görendir.
İsra : Sözcüğü ayetin orijinalinde " leyl / gece " sözcüğü ile birlikte kullanılmış olduğundan dolayı da takviyeli gece yürüyüşünden söz edilmektedir. Ancak hadis ve rivayet kitaplarındaki uydurulan senaryolara bağlantı yapabilmek, olaya farklı ve mucizevi bir boyut kazandırabilmek için Diyanet çevirisi de dahil, piyasadaki pek çok mealde yürüten değil de, özellikle efsaneye uluhiyet kazandırabilmek için anlam saptırılarak götüren ifadesi kullanılmıştır. Böylece saptırılarak ayetin gerçek mesajından uzaklaşılmış, " Miraç " diye ortaya konulan bir efsaneye zemin hazırlanmıştır. Ayette yer alan Mescidi Haram, Mekke'deki Kâbe'dir. Bu ayet ile ilgili hadislere ve rivayetlere dayalı olarak yorum yapanlar, nasılsa ayette de geçiyor diyerek Mescidi Aksanın ise bugünkü Kudüs’de bulunan Cami olduğu düşüncesini, çoğunluğun aklına yerleştirmişlerdir. Kur’anda bu ayeti okuyup görenlerin büyük çoğunluğunun aklına Mescidi Aksa denilince de, Mekke’den yaklaşık 1200 km. uzaklıktaki Kudüs gelmektedir. Tabiidir ki böyle bilinince ardından peygamberin de oraya mucizevi bir şekilde Allah tarafından uçurularak götürüleceğine inandırmak kolaylaşacaktır. Fakat bunun yanı sıra Tasavvuf Mürşitleri, bugünün bir kısım ilâhiyatçıları da, birbirleriyle çelişerek, ayrışarak günümüzün ünlü bazı ilâhiyatçı profesörleri de dahil, Mescidi Aksanın, gökyüzünün yedinci kat sınırındaki Beytü'l Mamur dedikleri / Bakımlı evin, uzaydaki mescit olduğunu iddia etmektedirler. ( Sitemizde " Yedi Kat Gök Masalları " başlıklı makalemizde Beytü'l Mamur ile ilgili uydurulan saçmalıkları görebilirsiniz. ) Böyle olunca da ortaya bir mucize kavramı daha çıkmakta, gerçekte olmayan Cebrail meleğinin ve Burak ve Refref adlı kanatlı masal atlarının eşliğinde önce Kudüs'e, ardından gökyüzünde Allah'ın katına çıkmak üzere uzayda Peygamberimize ütopik bir gece uçuşunun yaptırıldığı iddia edilmektedir.
Aslında altı yüzlü yıllarda Peygamberimize ayetler indirilirken, Kur’anda sözü edilen Mescidi Aksa, ne Kudüs'tedir, ne de yedi kat gökyüzünün sınırındadır. Mekke'de Cirane bölgesinde Taif yolu üzerinde yaklaşık 18 km. uzaklıkta bulunan küçük bir kulübedir, mescittir. O dönemde yaşayan bütün Mekkeliler, bu mescidi bilmektedirler. Bu ayetin indiği zamanda hiç de yadırgamamış, herhangi bir mucizevi hikâye yakıştırmasına da gitmemişlerdir. Peygamberimizin zamanında Mekke’de yaşayanlar, her ne kadar müşrik ve Allah’a ortak koşanlar olsalar da, dinsiz değillerdir. Tahrif edilmiş olan İbrahim dinini biliyor, kendilerine göre de zaten namaz kılıyorlardı, kırkta bir müşrik zekâtını veriyor, oruç tutuyorlardı, saçma ve sapkın da olsa Hacc ibadetini yapıyorlardı. Bunun için de Mekke’nin çeşitli semtlerinde yol kenarlarında, üstü örtülmüş dört duvardan ibaret küçük küçük konaklama ve gölgelik yerler, kulübeler, mescitler, evler yapmışlardı. İşte bu kulübe şeklindeki mescitlerden biri de Mekke’nin 18 km. uzağında ve en dış semtte olduğu için adı da uzak mescit anlamına gelen Mescidi Aksa’dır.
Öte yandan Peygamberimizin yaşadığı hayatı boyunca ve o dönemde Kudüs, Müslüman toprakları içerisinde değildir. Kudüs’te Mescidi Aksa diye bir Cami de yoktur. O yerde o zamanlarda Yahudi ve Hristiyanlardan oluşmuş bir topluluk yaşamaktadır. Süleyman Peygamberin Milat'tan, yaklaşık 1200 yıl önce yaptırmış olduğu ve Yahudiler için kutsal sayılan Süleyman tapınağının, sadece ağlama duvarı kalmış olan harabeleri vardır. Adına da Araplar Beytül Maktis demektedirler. Üstelik de aynı İsra Sûresinin 7. ayetinde Yahudilere ait Mescitten söz edilmekte ve Mescidi Aksa ifadesi yer almamaktadır. Diyanetin meal çevirisinde dahi bu Mescit için parantez içinde ( Beytül Maktis ) açıklaması yapılmıştır. Bugünkü Kudüs’de bulunan Mescidi Aksa Camisi ise, Peygamberimizin vefatından yaklaşık 70 yıl sonra 700 lü yılların başında Emevi Halifelerinden Yezit’in torunu Abdülmelik Bin Mervan tarafından, siyasi bir amaç için yaptırılmış ve Kur’an ayetindeki Mescidi Aksa ismi özellikle konulmuştur. Bununla siyasi bir güç elde edilmeye çalışılmıştır. İlâhiyatçı Prof. Dr. Mehmet Azimli de Siyer çalışmaları içerisinde bu konuyu çok geniş ayrıntıları ile kanıt da göstererek ve bilimsel verilerle açıklamaktadır.
Bütün bunlardan dolayı rivayet ve hadisçilerin iddia ettikleri gibi, İsra Sûresinin birinci ayetinde Peygamberimizin gece yürütüldüğünün söylendiği yer, ne Kudüs'te, ne de uzayda Beytü'l Mamur denilen Sidreti Müntehada yedi kat göğün sınırındadır. Cebrail Meleğinin eşliğinde Burak adı verilen atla ya da uçurularak herhangi bir yere götürülmemiştir. Resulullah'ın yaya olarak ve bizzat yürütülerek götürüldüğü Mescidi Aksa, Cirane vadisinde Taif ticaret yolu üzerinde 18 km. lik yoldaki, Mekke yakınında etrafı sedir ağaçlarıyla çevrili, Cennet gibi yemyeşil bahçesi olan küçücük bir kulübedir. Ayetin orijinalinde yer alan " havl " sözcüğü Kur'anda yaklaşık on beş ayette kullanıldığı gibi " bir şeyin dış kenarı " demektir. Türkçe'mize de avlu, yanı başında duvarla çevrili bahçe anlamında geçmiştir. Kur'anda belirtilen mübarek yer Mekke içerisindeki Kâbe ve çevresidir. Bundan dolayı da ayette sözü edilen mübarek yerin, bugün Kudüs'de olduğu bilinen Mescidi Aksa'nın, Mekke'deki Mescidi Haram'ın kenarındaki yer olması mümkün değildir. Necm Sûresinin 1 - 18. ayetlerine göre de Peygamberimizin o gece gerçekten 18 km. yürütüldüğü yer, Mescidi Aksa ve orada olanların ayrıntıları anlatılmaktadır. Bu yerin etrafı yabani kiraz / sedir ağaçları ile çevrilidir, bahçesinde su bulunduğu için de Cennet gibi yemyeşildir. Allah’ın ayetlerinin Peygamberimize gösterildiği, vahyin indirildiği, aslında peygamberlik görevinin verildiği yerdir. Rivayetçilerin anlattığı gibi bu yer yedi kat gökyüzünde arşın sınırı dedikleri " Sidreti Münteha " değil, o kulübenin bahçesindeki ve sınırdaki son sedir ağacıdır.
Arapçada sidre sözcüğü sedir ağacı demektir ve bu ağaç o iklimin karakteristik yabani bir kiraz ağacıdır, kısa boyu ile bahçenin çevresini kuşatmaktadır. Necm Sûresinin 16. ayetinde de “ sidreyi kaplayan kapladı “ ifadesi ile buradaki ağacın önündeki kozmik bir perde oluşumu ile Allah’ın vahyinin tecellisi anlatılmaktadır. Kur’anda anlatılan budur. Bunun dışında konu ile ilgili hadislerin ve rivayetlerin tümü ve bunlarla Allah ve Resulüne atfedilen yüzlerce olay, yakıştırmadır, düzmecedir, Allah'ın yaratma kanunlarına, Sünnetullah'a ve Kur’ana aykırıdır. Uydurma hadis ve rivayetçiler, Peygamberimizi bu Miraç olayı ile olmayan bir yere uçurduklarının, Tevhit inancına göre Allah'ın bütün yaşamın içinde, Kâinatın, Evrenin, Dünyanın ve yarattığı alemlerin her zerresinde, bizim de şah damarımızdan daha yakınımızda olduğunun farkında değildirler. Bize göre sonsuz gibi görünen Evrenin yapısını bilmemekte, gökyüzünde kat kat mekân oluşturarak Allah'ı da çok yükseklerde bir yerde taht üzerinde oturduğunu zannetmektedirler. Bu nedenle de Tevhit ( Allah'ı birleme ) bilincinden yoksundurlar. Hadisçiler, rivayet ettikleri, dilden dile aktardıkları uydurma hadislerin “ metin “ sorgulamasını yapmamışlar, akla, mantığa, bilime, tarihe, zamana, Kur’ana, fıtrata ve Allah'ın Kâinatı ve bütün olayları yönetmek için koyduğu hüküm, kanun, kural, ilke ve Sünnetullah'a uygun olup olmadığını hiç sorgulamamışlardır. Çoğunluğun duyup bilmesi gereken olayları, üstelik Emevi sempatizanı olan yalnızca bir kişinin rivayet etmesi, uydurma hadislerin toplayıcısı Buhari ve ona inananlar için yeterli olmuştur.
Miraç denilerek Peygamberimizin gökyüzüne çıkarıldığının kabul edildiği ve bununla ilgili olarak anlatılan pek çok hikâyenin uydurulduğu böyle bir mucize olay ve kutsal bir gece Kur’anda yoktur. Kaf Sûresinin 16. ayetinde “ Ve andolsun insanı Biz oluşturduk. Nefsinin kendisine neler fısıldadığını da biliriz. Ve Biz ona şah damarından daha yakınız. ” denilerek ifade edildiği gibi yüce Rabbimiz Allah, her an kullarının yanındadır ve beraberdir. Şura Sûresinin 51. ayetinde " Ve bir beşer için, bir vahiy ile veya kozmik duvar / perde arkasından yahut bir elçi gönderip de izniyle dilediğini vahyetmesi dışında Allah’ın kendisine söz söylemesi olmaz. Şüphesiz O çok yüce ve yücelticidir. En iyi yasa koyandır. " ifadelerinde görüldüğü gibi Allah, peygamberlerle dahi kozmik bir perde arkasından konuşacağına göre onu niye yanına çağırsın ? Allah'a yönelmek, beraber olmak isteyen kulun, gökyüzüne çıkmasına gerek var mıdır ? Peygamberimizin vefatından yaklaşık 200 yıl sonra ortaya çıkartılmaya başlanan hadis ve rivayetlerle saçmalık ve tutarsızlıklarla dolu bu inançlar, dinin içerisine sonradan yerleştirilmiştir. Kur’anda olmadığı halde, üstelik gelenek olarak yerleşmiş olan bu çerçevedeki inançlar Din yapılırsa, Kur’an ayetlerini tamamen göz ardı etmek, önemsememek, tevatür denilen, kulaktan dolma, dilden dile dolaşan hikâyelerden toplanmış, kesin olup olmadığı tartışmalı olan Hadis kitaplarını Kur’anın yerine koymak, din kaynağı olarak tercih etmek anlamına gelir. Bütün bunlar da Allah katında küfürdür, şirktir. Müslümanların büyük çoğunluğunun da hiç sorgulamadan inandığı, aldatıldığı, istismar edildiği bu miraç konusunda anlatılan uydurma rivayetlerden birini, biz mercek altına alalım !
* Peygamber, Kâbe’de veya evinde yatarken evin tavanı yarılır. Cebrail gelip karnını göğsüne kadar yarar, kalbini çıkarır ve zemzem suyu ile yıkar. Sonra içine iman ve hikmet doldurup kapatır. Daha sonra Arapça'da şimşek demek olan ve Allah'ın gönderdiği Burak adlı bir bineğe bindirilerek Cebrail ile birlikte o zaman olmayan Kudüs’teki Mescidi Aksa’ya giderler. Burada bazı peygamberlerle karşılaşırlar. Muhammed onlara imamlık yaparak namaz kıldırır. Daha sonra yanında Cebrail olduğu halde göğe doğru yükselirler. Kur'andaki " yedi kat gök " ifadelerine düz mantıkla yaklaştıkları ve evrenin yapısını da bilmedikleri için, gökyüzünü yedi kattan tabakalar halinde oluşmuş olarak kabul etmekte, her bir katta kapı bulunduğunu ve yetmiş meleğin sorgulamasından ve denetiminden geçmedikçe diğer bir kata geçilemeyeceğine inanmaktadırlar. Bu inançlarla Peygamber ve Cebrail, meleklerin sorgu ve denetiminden geçerli diyaloglarla geçerek her katta bir peygamber ile görüşürler. 1. katta Adem, 2. katta İsa ve Yahya, 3. katta Yusuf, 4. katta İdris, 5. katta Harun, 6. katta Musa ve 7. katta da İbrahim peygamberle görüşürler ve her biriyle de ayrı ayrı selamlaşırlar. Sonra en üst katta Beytü'l Mamur ( Allah'ın koruduğu ve mamur edilmiş olduğu ev ) gösterilir. Bu evin içinde her gün yetmiş bin melek namaz kılarmış. Bu yükseliş Sidreti müntehaya ( onlara göre arşın sınırına ) kadar devam eder. Orada fil kulağı gibi olan yaprakları, testi gibi olan meyvelerini görürler. Dört nehir ile karşılaşırlar, ikisi Cennet ırmağı, diğer ikisi de Dicle ve Fırat nehirleridir. Cebrail buradan öteye geçecek olursam yanarım diyerek orada kalır. ( Ateşten yaratıldığı söylenen Cebrail yanıyor da peygamber yanmıyor, üstünde yanmayan elbise var herhalde ) Peygamber bu sefer Refref adlı binekle yükselişini sürdürür. O kadar yükselir ki insanların kaderini yazan kalemlerin cızırtısını dahi duymaya başlar. Allah'ın katına yaklaşır. Bu esnada kendisine Cennet ve Cehennem de gösterilir. Allah’ın huzuruna varır. Allah’a o kadar yaklaşır ki, bir yayın iki ucu kadar. Hatta bir başka rivayete göre de Allah’ın yüzünü görür. Orada Allah’la selamlaşır, konuşur. ( Tahiyyat duasında olduğu gibi Melekler de bu güzel konuşmaya ve selamlaşmaya şahitlik ederler. ( Demek ki buradaki melekler de yanmayan kumaştan elbise giymiş ) Kendisine ümmeti için şefaat etme yetkisi verilir, Cennetle müjdelendirilir. Bakara Sûresinin 285 ve 286. ayetleri ( Amener resulüh ) hediye edilir. 50 vakit namaz farz kılınır. Dönüş yolunda Musa Peygamberle karşılaşır. Musa Peygamber 50 vakit namazın ümmetine ağır geleceğini söyleyerek defalarca Peygamberimizi, Allah’la pazarlığa geri gönderir. Ve sonunda 5 vakte indirilir. Hikâye ana hatları ile böyle iken bir çok absürt senaryolarla devam etmektedir. ( Buhari Bedü'l Hak 6, Rikak 51, Tefsir 17 / 3, Müslim İman 264 - 292, Zuhd 93. Taberi I. 236 )
Yüce Rabbimiz Allah " Her canlı mutlaka ölümü tadacak " dediği ve önceki bütün peygamberlerin ölmüş olduklarından dolayı, Kur'an ayetlerinin aksine, peygamberlerin büyüklüğü yarıştırılarak bizim peygamberimiz en büyüktür denilecek ya, diğer peygamberler de sanki bir beşer değildir, ölmemişlerdir, Tasavvuf inancında olduğu gibi Kur'an ayetlerinin aksine hayatın ikinci mertebesinde yeme içme olmadan uydurma olan hayatı yaşamakta ve kat kat parsellenen gökyüzü katmanlarında dolaşmaktadırlar. Peygamberimizi göğün tabakalarında selamlayarak karşılamaktadırlar, onlara namazlar kıldırmaktadır. Masal bahçelerinde de tabiidir ki her şey dünyadaki olduğundan farklı olacaktır, Cebrail tabii ki kapıdan değil, gökten inecek ve tavanı yararak içeri girecektir. Evren uçsuz bucaksız değil de onlara göre sadece dünyayı kuşatan yedi tabaka gökyüzünden ibarettir, üst üste dizilmiş dolap çekmeceleri gibi kat kattır, her katta nöbetçi melekler ve kapılar bulunmaktadır, o kapılarda sorgulanmadan hiç kimse giremez. Kur'an ayetlerine göre Musa Peygamber Allah'ın yüzünü göremedi ama bizim Peygamberimiz gördü. Sanki Allah yeryüzünde yok da gök yüzünde bir yerde tahtta oturmaktadır, onun için gökyüzüne çıkmak gerekmektedir. Hadi o zamanın uleması dünyayı tanımıyor, yuvarlak olduğunu da bilmiyor, Dicle ve Fırat nehrinden başka nehir de görmemiştir, peki bu saçmalıkları sorgulamayan zamanımızın anlı, şanlı ekran yıldızı ilâhiyat profesörlerine, Kur'an ayetlerinin Türkçe anlamını ağızlarına almaktan korkan Müftü ve Diyanet sorumlularına ne demeli ?
Bu saçmalıklarla, tutarsızlıklarla dolu masalımsı hikâyeler çeşitli versiyonlar ve ilavelerle, senaryolarla değişik hadis kitaplarında, değişik değişik pek çok fantezilerle anlatılmaktadır. Aslında gerçekte olmayan Cebrail meleğinin içine sokulduğu bütün anlatımlar, hikâyeler yalandır, düzmecedir. Hepsinin çöpe atılması gerekir. Rivayete dikkat edilecek olunursa, çok tanrılı Yunan mitolojilerindeki uçan kanatlı atlar, tanrılarca parsellenmiş göğün tabakaları bu hikâyelerde de yer almaktadır. Bu hikâyeleri yazanların, dünyanın yuvarlak olduğundan, Allah'ın hükmettiği Kâinatın içerisinde, bir nokta kadar küçük olduğu bilgilerinden elbette ki habersizdirler. Allah'ın büyüklüğünü kavramaktan acizdirler ve Tevhit bilincinden yoksundurlar. Anlaşılan o ki Allah'ı da gökyüzünde bir yerde, çok tanrılı Yunan Mitolojilerinin baş tanrısı Zeus gibi koltuğunda oturuyor sanmaktadırlar. Oysa Yüce Rabbimiz Allah, zamandan ve mekândan münezzehtir, O uzayın bir köşesinde bir taht üzerine sığdırılamaz. Kehf Sûresinin 26. ayetinde “ Göklerin ve yerin gaybı yalnızca O’nun içindir. O ne güzel görür, O ne güzel işitir. Onlar için O’nun astlarından bir veli / dost, yardım edip, koruyup kollayanı yoktur. Allah Kendi hükmüne kimseyi ortak etmez. " ifadelerinde belirtildiği gibi Allah'ın ortağı yoktur, hükmüne hiç bir kimseyi de aracı etmez. Tevhit inancında hiyerarşi de, aracı Cebrail denilen melek de yoktur. ( Kur'anda Melek İnancı başlıklı yazımıza bakabilirsiniz. ) Vakıa Sûresinin 61. ayetinde " Ve Biz sizi benzerlerinizle değiştirmemiz ve sizi bilmediğiniz bir şeyde inşa etmemiz üzerine engellenebilenler değiliz. " denilerek, Cennet ve Cehennem henüz oluşturulmamış olduğundan, Evrenin, dünyanın kıyamet ile yapısının bozulmasının ardından, Ahiret hayatının dünya aklıyla tasavvur dahi edemeyeceğimiz, bambaşka bir kozmik yapı ile boyutlu veya boyutsuz şekilde yeniden, başka bir formda inşa edilebileceğinden haberleri de bulunmamaktadır.
Bu rivayetlerin uydurulmaya başlandığı dönemde, 800 lü yıllarda ulaşım da kısa mesafelerle sınırlıdır, dünyanın da bir tepsi şeklinde düz olduğu düşünülmektedir, henüz Galile dünyaya gelip dünyanın yuvarlak olduğunu da söylememişti. Eğer gerçekten Peygamber gökyüzüne çıkartılmış olsaydı o zaman Galile'den önce dünyanın yuvarlak olduğunu da biz Peygamberden öğrenirdik. Üstelik Miraç olayının hangi tarihte, Peygamberimizin hayatının hangi döneminde, kaç kere olduğu konularında rivayetçiler arasında da birlikteliğin sağlanamadığı, birbiri ile çelişkili pek çok rivayet bulunmaktadır. İllaki peygamberi yüceltmek, farklı bir konuma getirmek için miraca çıkaracaklar ya ! Kimilerine göre ruhen ve bedenen, kimilerine göre sadece ruhen miraca çıktığı, kimilerine göre iki defa, kimilerine göre ise 120 defa miraca çıktığı anlatılmaktadır. Miraca çıkışların da ağırlıklı olarak 5. ve 10. yılları arasında veya Hicretten bir yıl önce olabileceği söylenir. Rivayetlerle bir çok versiyonla anlatılan bu Miraç olayına bağlı olarak, bunları uyduranlar ve inananlarda Kur’an ayetlerine göre de çok ciddi çelişkiler, baştan sona kadar Kur'an ayetlerine aykırı küfür içeren tutarsızlıklar, saçmalıklar bulunmaktadır.
* Rivayetlerde anlatılan ve arşın en üst sınırı olduğu ima edilen sidreti münteha, Kur’anda Necm Sûresinde geçer ve haram bölgesinde Mekke sınırında, gerçek Mescidi Aksa denilen, küçük mescidin bahçesini çevreleyen sedir ağaçlarının en sonda olanıdır. Ve Allah’ın kozmik bir perde oluşturarak, iki yay boyu kadar yaklaştığının ifade edildiği ve ardından ayetlerinin vahyedildiği yerdir. Üstelik de Necm Sûresinin 1 - 18. ayetleri, Peygamberimize risaletinin 2. yılında vahyedilmiştir. 5. yıldan daha sonraki zamanlarda olduğu söylenen miraç olayının anlatılması mümkün değildir. Kur’anda Peygamberimizin Allah’ın yüzünü gördüğüne dair tek bir ayet dahi yoktur. Bu bir beşer için mümkün de değildir. Üstelik yukarıda naklettiğimiz gibi, Şura Sûresinin 51. ayetinde insanın Allah’la yüzünü görerek doğrudan doğruya konuşamayacağı, Araf Sûresinin 143. ayetinde de " Ne zaman ki, Musa, belirlediğimiz vakitte geldi ve Rabbi O’na söz söyledi. Musa, “ Ey Rabbim ! Göster bana kendini de nazar edeyim sana ! “ dedi. Rabbi O’na dedi ki : “ Beni sen asla göremezsin. Velâkin şu dağa bak eğer o yerinde durabilirse, sen de Beni göreceksin. ” Daha sonra Rabbi dağa tecelli edince onu paramparça ediverdi. Musa da baygın olarak yere yığıldı. Ayılıp kendine gelince de “ Seni tenzih ederim, Sana döndüm, tevbe ettim ve ben inananların ilkiyim. " dedi. " ifadelerinde de görüldüğü gibi Musa Peygamberin şahsında asla bir insanın Allah'ın yüzünü görmeye dayanamayacağı belirtilmektedir.
* Miraçta Peygambere verildiği iddia edilen hediyeler de tamamen Kur’an ayetleriyle çelişkide ve inkâr noktasındadır.
1 – Salat’ın ve içindeki namazın vakitlerini belirleyen ayetlerinden biri olan Taha Sûresinin 130. ayeti, iddia edilen miraç olayının zamanından en az 2 veya 3 yıl önce nazil olmuştur. Ömer de bu Sûreyi dinleyerek Müslüman olmuştur ve Ömer’in ne zaman Müslüman olduğu da tarihi kaynaklarda bellidir. Peygamberimizden önce müşrikler de, yeni Müslüman olanlar da, Peygamberimiz de Mekke'de iken zaten üç vakitte namaz kılıyorlardı.
2 – Bakara Sûresinin son iki ayeti 285 ve 286. ayetlerinin miraçta hediye edildiği de tamamen Kur’an ile terstir. Çünkü kayıtlara göre bu Sûre Medine döneminde nazil olmuş ve son iki ayeti de Peygamberimizin vefatından çok kısa bir süre önce tamamlanmıştır.
3 – Cennet ve Cehennem sahneleri, Kur’anda bizim dünya hayatımızda gördüklerimize, yaşadıklarımıza, bildiklerimize, arzularımıza, düşünebildiklerimize bağlı olarak, kapasitemiz ölçüsünde algılayabileceğimiz tasvirlerdir. Üstelik de bizim içinde bulunduğumuz zaman algımıza göre, henüz Cennet ve Cehennem daha kurulmamıştır. Oysa kıyametin kopmasından sonra, Evren yeniden oluşturulup, yeniden fiziksel, kimyasal, biyolojik yapı değişiklikleri ile ve Ahiret hazırlandıktan sonra, Cennet ve Cehennem bizim şu anda tasavvur edemeyeceğimiz bambaşka bir kozmik yapıda ve boyutta tesis edilecektir. Bu nedenle peygamberimize Cennetin gösterildiği hikâyesi de dayanaktan yoksundur.
4 – Miraç yolculuğunun öncesinde Peygamberimizin göğsünün yarılarak kalbinin yıkanarak temizlendiği hikâyesi de tamamen akla, bilime, Sünnetullah’a ( Allah’ın koyduğu Fizik ve Biyoloji kanununa ) aykırıdır. Bu hadisleri uyduranlar kalp temizliğinin zemzem suyu ile yapılacağını zannedecek kadar saftırlar. Kalp temizliğinin ne olduğu ile ilgili Kur’an ayetlerinden de hiç haberleri yoktur. Zaten peygamberlik görevini yapmakta olan birinin kalbinin hala temiz olmadığını söylemek mümkün değildir. Kalbinin, ahlâkının kirli olduğunu söylemek ve peygamberin kalbini açtırıp, suyla temizletmeye kalkmak, resmen bu mübarek Resül’e hakaretten başka bir şey değildir. Hem miraç kandili gecelerinde, kutlu doğum haftalarında sevgi ve saygıyı abartarak, şirke de girerek Kâinatın efendisi diyeceksin, hem de O’nu böylesine aşağılayan rivayetlere inanıp din diye yaşayacaksın. Bu çelişki nasıl olup da sorgulanamamaktadır. Akıl nerelere ve kimlere emanet edilmiştir ?
5 – Namazın miraçta 50 vakitten 5 vakte Musa Peygamberin müdahaleleri ile indirtme pazarlıkları da Peygamberimize ve Allah’a yapılan çok büyük bir hakarettir, akla mantığa uymayacak bir saçmalıktır. İsrailiyat kokan bir oyun olduğu bellidir. Bu rivayetlerle Peygamberimiz, acemi, çömez, iradesiz biri olarak tasvir edilmiş, Musa da, dinin inceliklerini bilen, öğreten usta bir peygamber konumuna getirilmiştir. Bu esnada da kullarından ne istediğini bilmeyen ve kulu ile pazarlık eden bir Allah portresi ortaya çıkarılmıştır. Böyle bir şeye inanmak, akıldan noksan olmaktır, ya da tamamen küfürdür.
6 - Peygamberler de sonuçta bir insandır. Enbiya Sûresinin 34. ayetinde “ Biz senden önce de hiçbir beşer için sonsuzluk tanımadık. 35 : Her kimliği olan varlık ölümü tadıcıdır. " denildiği gibi, bir beşer olan ve Peygamberimizden önce yaşamış peygamberlerin hepsi de ölmüşler, cesetleri çürümüş, ruhları ( canları ) ise Allah'tan başka hiçbir kimsenin bilemeyeceği bir yerde kabzedilmiştir. Kur'an ayetlerine göre artık onların, hesap gününe kadar dirilme ve tekrar geriye dönme şansları yoktur. Bu nedenle Kudüs'te veya gök tabakalarında Peygamberimizi karşılamaları, birlikte namaz kılmaları da tamamen gerçeğe ve Kur'an ayetlerine aykırı olan uydurmalardır. Oysa Peygamberlerin ölümsüzlüğü, Kur'anın ve içindeki gerçek Hakk Dinin dışında oluşturulmuş Tasavvuf şirk dininin inançlarındandır.
Anlamamız gereken hastalık, çok eskiden beri hep vardır ve insanlık tarihi kadar eskidir. İnanmak istemeyenler, hep mucize bahanesini öne sürerler, bunlarla avunurlar, oyalanırlar. Hep peygamberlerin gökte dolaşacak melek olmasını isterler. Dolayısıyla sözde Müslüman olduğunu iddia eden rivayetçiler de bu geleneğe uymuş, adeta Mekke müşriklerinin Peygamberimizden mucize taleplerini yerine getirmiş ve Peygamberimize İsra ve Miraç adı altında uzay yolculuğu yaptırmışlardır. İşin üzücü olan tarafı da, bugün hala ilâhiyatçı pek çok profesörün, din görevlilerinin ve sorumlularının, gelişen bilim, teknoloji ve akıl ile bu klasik tefsirlerden, uydurma rivayetlerden, kendilerini arındıramamış, yenileyememiş, Kur'anın dışında kalarak asıl mesajlarına yönelememiş olmalarıdır. Halbuki bu rivayetlere malzeme yapılan İsra Sûresinin 1. ayetindeki yolculuğun ardından, 22. ayetinden 37. ayetine kadar olan ayetlerde, müminlere Allah’ın asıl mesajları ve emirleri bulunmaktadır ve burada iman edenler için bulunan 15 adet emir, hiç bir rivayetçi tarafından herhalde görülmemektedir. Burada Peygamberimize, Yunan Mitolojisindeki kanatlı atlar gibi Burak ve Refref ile uzay seyahati yaptıranlar, Kur’anın asıl mesajlarını atlamaktadırlar. Halbuki hangi Yahudi çocuğuna sorulsa, 10 emri ezbere sıralar. Bize de Kur’an ayetleri ile yöneltilen bu emirlerden birinde de “ Bilmediğin şeyin ardından gitme, kesin bilgi sahibi olmadığın şey hakkında konuşma “ denilmektedir. Cennetin sahibi Allah'tır. Cenneti kimlerin ve nasıl kazanacağını da Rabbimiz, Kur'anda pek çok ayette çok ayrıntılı bir şekilde anlatmaktadır.
Sonuç olarak anlatılan ve yaşanan olayları ile, rivayetlerde geçen ayrıntıları ile Miraç, inanılması ve dinin bir parçası gibi yaşanılması gereken bir gerçek değildir. Ancak toplumda, önce 1570 li yıllarda sokaklarda ve Camilerde kandiller yaktırarak, Osmanlı Padişahı Sarı Selim'in dine soktuğu Kandil geceleri, 1588 yılında Osmanlı Padişahlarından 3. Murat'ın siyasi olarak bu gecelerde Camilerde mevlit okutturması ile, her nasılsa yerleştirilmiş olan bir gelenektir, dine sonradan sokulan bir bidattır. Ama dini inanç açısından bu şekilde inanılan ve yaşanılanlar, Kur'ana aykırılıklarla ve küfürlerle doludur. Biz Kur’anda var olan İsra, gece yürüyüşü olan olaya Kur’anın anlattığı gibi inanırız, ama Kur’anda olmayan ve onaylamadığı gökyüzünde yolculuk şeklindeki miraç olayına inanmayız. İçindeki küfürlerden Allah’a sığınırız. Ancak anlam olarak yükselme aracı olan miracı, kişinin Allah’a yönelmesiyle, O’na layıkıyla bir kul olabilmesiyle, muttakilerden, sakınanlardan olabilmesi için göstereceği çabaların sonucuyla elde edebileceğine inanırız. Her Müslüman, Kur’anı bizzat kendisi anladığı dilden okumalı, aklını kullanmalı, her rivayete, Din adına her söylenene inanmamalı, mutlaka Kur’an ile sorgulamalıdır. Yüce Kitabımız Kur’anda İbrahim Sûresinin 1. ayetinde “ Elif Lam Ra ! Bu Kitap Bizim, insanları Rabblerinin izni ile karanlıklardan aydınlığa ve göklerde olan şeyler, yerlerde olan şeyler Kendisinin olan Aziz Allah’ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir nurdur. “ ifadeleriyle belirtilerek, karanlıklardan, yanlışlıklardan kurtulmanın, aydınlanmanın yegâne kaynağının Kur’an olduğu anlatılmaktadır. Bu nedenle Allah'a ve Kitabına inanmış, iman etmiş olduğunu söyleyen insanların, kandil, lamba, mum, elektrik gibi dünyanın geçici araçlarının uydurma aydınlığına sığınmaları yerine, Kur'anın nuruna, fazileti ile taçlanmanın aydınlığına kavuşmaları dileğiyle ! Allah'ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun.
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !...
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur'an )
Prof. Dr. Mehmet Azimli ( Siyeri Doğru Okumak )
Nura Doğru Hadisler ve Ayetler
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR