Yazımıza, Yüce Rabbimiz Allah’ın Furkan Sûresinin 30. ayetinde, Kur’anı hiç bir şey anlamadan sadece Arapçasını okuyup hatim ettiğini zanneden ve yanlış olarak ölülere bağışlama alışkanlığına inandırılan mütedeyyin kardeşlerimiz de dahil “ Ey Rabbim ! inne kavmit / benim toplumum şüphesiz bu Kur’anı mahcur / terk edilmiş bir şey eyledi “ ifadeleriyle mahşer günündeki sorgulama esnasında, Peygamberimizin tanıklığında o günkü toplumundan şikâyetçi olacağını bildirdiği, Zuhruf Sûresinin 36 - 37. ayetlerinde ise " Ve her kim Rahman'ın öğüdünden, anılmasından körleşirse Biz ona bir şeytan musallat ederiz de artık o, onun için akrandır / yandaştır. Ve şüphesiz ki yandaşlar körleşenleri Yol'dan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin kılavuzlandıkları doğru yolda olduklarını sanırlar. " ifadeleriyle, aynı Sûrenin 43. ayetinde de " Öyleyse sen sana vahyedilene sarıl. Şüphesiz ki sen dosdoğru bir yol üzerindesin. " ifadeleriyle dosdoğru yolun, anlaşılarak okunması gereken Allah'ın ayetlerinde / Kur'anda olduğunun dile getirildiği uyarıları hatırlatarak, başka kitapları baş tacı edip, Kur'anın dışında bir hayat yaşayarak, Kur’anı başka kitapların arkasına koymuş veya terk etmemiş olan mümin kardeşlerimize, Allah’ın Rahmeti ve selamı üzerilerine olsun, Kur'anı terk etmiş olanlara da Rabbimiz Kur'anın dosdoğru yolunu nasip eylesin diyerek, adet olduğu nedeniyle bir mukaddime ile başlayalım dedik ! Din ve inanç konularında yüzyıllardır insan eliyle yazılmış kitapların, neredeyse Kur'anın tamamen terk edilerek onun yerine konulduğu, içinde bulunduğumuz zamanda da şirk olduğu halde Kur'anın dışında oluşturulmuş inanç ve amelin vazgeçilemez dini rehberi yapıldığı görülmektedir. Bu kitaplardan biri de en yakın zamanda yazılmış olan Risalei Nur Külliyatındaki eserlerdir. Biz de bu eserlerde anlatılanları, Kur'an öğretisi içerisinde değerlendirmeye çalışacağız. Ana hatlarıyla, ele almaya çalışacağımız ciltler dolusu bir eserin tamamının olumlu ve olumsuz yönleriyle ele alınıp bu zeminde nakledilmesi elbette ki olanaksızdır. Bu nedenle ön yargılı bir muarız olduğumuz düşüncesi hakim olmasın diye, Resul'ün mesajı, Elçinin mektubu, aydınlatacak, müminlere ışık tutacak haberler anlamlarında nitelendirilen Nur Risalesi Külliyatını analiz etmek, değerlendirmek, ayıklamak bizim için de pek kolay olmamış, içinde kullanılan çok sayıdaki Osmanlıca, Farsça sözcüklerden, deyimlerden dolayı dikkatli olmamızı gerektiren bir hayli de meşakkatli ve zaman alıcı olmuştur.
Kur'anın Hakk dini İslam adına tarih boyunca başlangıçta iyi niyetle yola çıkılıp her eser yazanda olduğu gibi, Risale i Nur Külliyatında da mutlaka aynı şekilde yola çıkılıp, çok büyük bir emek ve zamanın harcandığı kuşkusuzdur. İncelendiğinde genel olarak külliyatın içeriğine bakıldığı zaman, Müslümanlar için bazı yararlı bilgilerin, bunların yanı sıra fakat aklın ve sorgulamanın kullanılmadığı zamanda peşinden gidildiğinde insanın bütün iyi amellerini boşa çıkaracak, imanını kirleterek küfür ve şirk içerisine sokabilecek çok zararlı ve yanlış bilgilerin, yönlendirmelerin, bidat ve hurafelerin de bulunduğu görülür. Bu bağlamda Yüce Rabbimizin ve Kur’anımızın onaylamadığı, üstelik de Bakara Sûresinin 159. ayetinde " Şüphesiz indirdiğimiz açık delilleri ve doğru yol kılavuzunu, Biz Kitapta apaçık gösterdikten sonra gizleyen kimseler ; İşte onlar ; Onları lâinun / Allah ve bütün dışlayanlar, dışlayıp gözden çıkarır. " ifadeleriyle yapılan çok ciddi uyarılara rağmen, bazı ayetlerin saptırıldığı, üstünün örtüldüğü, görmemezlikten gelindiği veya gizlendiği izlenimini veren ve pek çok ayetindeki uyarılara ters düşen, Sünneti Seniye denilen, doğruluğu kesin olarak ispat edilemeyecek, dilden dile dolaşarak ortaya çıkarılmış olan Kütübi Sitte Kitabındaki, bir çok uydurma hadis ve rivayete dayanan anlatımlar yer almaktadır. Bunlara ilave bir çok sayıda da olması gerekenden farklı yanlış kabuller, kavramlar, bunlara dayanarak yanlış olarak açıklanan, yanlış yönlendirilen değişik konular, Kur’an dışındaki Tasavvuf Dininin inanç emareleri, sır ve kerametlerle küfür ve şirk mertebesinde uygulamalar yer almaktadır. Hud Sûresinin 113. ayetinde " Ve Allah'ın ortağı olduğunu kabul ederek yanlış, kendi zararlarına iş yapan zalimlere / kimselere meyletmeyin, sonra size ateş dokunuverir. " ifadeleriyle yapılan çok şiddetli uyarıya rağmen yanlışa meyletmek ve arkasından gitmek, Kur'an ile kıyaslanarak, hatta önüne geçirilen bu eserleri okumak, onaylamak, peşinden giderek, din diye yaşamak, aklın devreye sokularak, düşünerek, sorgulayarak, Kur’an ve Sünnetullah ile test etmemek doğru değildir. Aksi ise küfür ve şirke bulaşmak olur. Dinimizin temel kaynağı Kur'anda Zümer Sûresinin 65. ayetinde " Ve andolsun ki, sana ve senden öncekilere şöyle vahyedildi. Andolsun ki ortak koşarsan amelin kesinlikle boşa gider. Ve kesinlikle kaybedenlerden olacaksın. " denilerek oysa şirk konusunda, üstelik de Yüce Rabbimizin aynı ayet içerisinde iki defa ant içmesi ifadesiyle kasem etmesi / kanıt göstermesi ve kesin olduğunun vurgulanması ile uyarısı önemle yer almaktadır.
Bundan dolayı iman ettiğini söyleyen her mümin, din adına attığı her adımında bütün amelinin boşa gitmemesi için dikkatli olmak, Kur'anın doğrularına göre akıl ile hareket etmek zorundadır. Kur'anımızda ( Lokman 17, Araf 157, Tevbe 71 ) gibi bir çok ayette " Emri bil maruf, nehyi anil münker " ifadesiyle ikna yoluyla bütün Müslümanlara iyiyi, doğruyu gösterin, kötüyü men edin emri bulunmaktadır. Bu nedenlerle biz de objektif olarak burada Risale i Nur külliyatı içerisinde ele alınan bazı konulardaki yanlışlıkları, Dinimizin asıl ve temel kaynağı Yüce Kitabımız Kur'anımızın doğrularını ortaya koyarak göstermeye çalışacağız. Eğer biz de iyi niyetle çıktığımızı düşündüğümüz bu yolda yanılırsak, elbette ki Rahman ve Rahim olan Rabbimizin mağfiretine ve Tevvablığına sığınacağız.
Yüce Rabbimiz Allah, Peygamberimize vahyettiği ayetlerle, zamanımızdan bin dört yüz yıl önce Tevhit / La ilâhe illallah / Allah’tan başka ilâh diye bir şey yoktur demenin bilinci ve inancı ile hiyerarşinin ve aracıların olmadığı, Allah’a ortak koşmama temelindeki apaçık Kitapla anlatılan Hakk Din’i, Rahman sıfatıyla vadettiği nimetini tamamlamıştır. Kitabında Enam Sûresinin 38. ayetinde de “ Biz kitapta hiç bir şeyi eksik / yetersiz bırakmadık. Sonra onlar Rablerine toplanacaklardır. “ Dediği halde buna rağmen aradan geçen zaman içerisinde tıpkı Mekke müşriklerinde olduğu gibi, Kur’anı yeterli görmeyip beğenmeyerek, adeta başka bir kitap beklentisi içerisinde yazılmış olan kitaplarla, Allah'ın Hakk Dinine sonradan ilave edilen katkı maddeleri ile Din, Allah’ın Tevhit ve Hakk Dini olmaktan çıkarılmış, Mezhep, Tasavvufi Tarikat ve Cemaatler eliyle paramparça edilerek, Allah, Sidreti münteha denilip en tepede ulaşılamayan bir yere oturtulmuş, Cebrail, Mikail, Azrail, İsrafil adı verilen Melekler, Peygamber, seyri sülük ( silsile ) ile adeta O'nun yerini almış, Allah'ın aşık olduğu ve ulaşamadığı sevgilisi yapılan Gavslar, Kutuplar, Şeyhler, Evliyalar, İmamlar basamaklarında oluşturulan önderler aracılığında hiyerarşi ile İslam, Kur’an dışında yaşatılan ve yaşanan bambaşka bir çok dine dönüştürülmüştür. Kur'an ve ayetleri, Yasin Sûresi anlaşılarak okunmayan, asıl mesajlarının neler olduğu bilinmeyen ve sadece ölülerin ruhuna hediye edilen mezarlıkların kitabı yapılmış, onun yerini almış kitaplarla Dinimizin temel esasları, Tevhit inancı tahrif edilmiş, akıl ile ilme ulaşma, düşünme, sorgulama ortadan kaldırılmış, inançlar Mürşidin sır, keramet, rüya ve ilhamına bağlanmış, uydurulan hadis, rivayet ve kerametlerle ubudiyet / ibadet anlayışı tahrif edilmiş, dine sokulan yalanlarla Kur'anın dışında kalınmış, öğretisinden ve ahlâkından uzaklaşılmıştır.
Bundan dolayıdır ki bin dört yüz yıldır akın akın camileri tıka basa doldurduğu, mübarek kandil geceleridir, mübarek Ramazan geceleridir, teravihtir deyip ilâhi, gazel, salavat nidaları ile yeri göğü inlettiği, yerlere kapandığı, ellerini göğe açarak dakikalarca yakardığı, zikirmatik saatlerle kişi başına on binlerce zikir çekildiği, ölülere bağışlamak üzere milyonlarca mukabele hatminin indirildiği halde, her halde dualar ve yakarmalar doğru adrese gidememiş, karşılığı görülememiş ki, Müslüman’ların yaşadıkları yoksulluk, zulüm, ölüm, acı, sıkıntı ve mezhep savaşlarıyla bugünkü dünyası da, Kur'an ayetlerine göre Ahireti de yine pek parlak görülmemektedir. Eğitimde, Bilimde, Teknolojide, Sanayide ve Ekonomide geri kalmışlık, Dinin asıl hedefi olan adalet, hukuk, güven, huzur ve ahlâk kavramlarını alt üst etmiş, bu bozukluk normal ve rutin bir şeymiş gibi kabul edilerek adeta sosyal yaşamı kuşatmış, hiç de iç açıcı bir tablo gibi durmamaktadır.
Yüce Kitabımız Kur’anda Ali İmran Sûresinin 19. ayetinde “ Şüphesiz Allah katında din İslam’dır “ yine aynı Sûrenin 85. ayetinde “ Kim İslam’dan başka bir din ararsa, bilsin ki, o din ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır. “ yine Ali İmran Sûresinin 105 - 107 ayetlerinde de “ Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanan ve ayrılığa düşen kimseler gibi de olmayın. İşte bunlar, birtakım yüzlerin beyazlaştığı, birtakım yüzlerin siyahlaştığı günde büyük bir azap kendileri için olanlardır. Artık yüzleri kararan kimselere “ siz inandıktan sonra yeniden kâfir mi oldunuz. ? Öyleyse küfretmenizden dolayı tadın cezayı “ Denilerek pek çok ayetle gerekli uyarılar yapıldığı halde, bu uyarıları görmemezlikten gelerek halâ kendilerini İslam'ın içerisinde zanneden ve ülkemizde bugün, dindeki parçalanmaların ardından en yaygın olarak görünen Tarikatlardan biri de, neredeyse Kur’anın yerine dinlerinin kitabı olarak koydukları Risale i Nur ile iman gemisine binip imanı ayakta tutmaya çalışarak amel ettiklerini dile getiren, bulaştıkları şirkin farkında bile olmayan, Saidi Nursi’nin Risale i Nur Külliyatı eserinin etrafında toplanmış olan Nur Cemaatidir.
Nur Tarikatının kurucusu Saidi Nursi ( 1877 – 1960 ) Bitlis doğumludur. Yaşadığı dönemde milis kumandanı olarak Pasinler cephesinde 1915 yılında Ruslarla çarpışmış, esir düşmüş, daha sonra Almanya’ya geçmiş ve oradan da tekrar Türkiye’ye dönmüştür. Anadolu’nun çeşitli illerinde tebliğ faaliyetlerinde bulunmuş, zaman zaman siyasetin baskıları ile tutuklandığı ve sürüldüğü, hapis cezalarına mahkum olduğu dönemler olmuştur. Yazdığı eserlerine Risale i Nur, Hizmet i İmaniye, Kur’aniye adlarını vererek, çeşitli konulara cevap niteliğinde numaralandırılmış olan Mektubatlar, ışık tutan aydınlatan anlamlarına gelen numaralandırılmış Lemalar, Şualar, Sözler, Lahikalar olarak yayınlamıştır. Eserlerinin etrafında toplanan cemaat de kendisine Bediüzzaman, ( zamanın yoktan yaratanı ) diye Allah'ın bir ismini, Üstat Hazretleri, Zamanın Alimi ve Müceddidi unvanlarını vermişlerdir. Yetiştirdiği mürit ve şakirtleri / talebeleri bugün ayrı ayrı kollar halinde çok yaygın bir cemaatler topluluğu oluşturmuş, şirketleşmiş, holdingleşmiş, hücre evleri oluşturmuş, gençlere, iş kollarına el atmış, iman gemisi adı altında zaten Kur'ana göre küfür içinde olan dinlerini yaşamaktan ziyade siyasetin, zenginliğin, gücün, malın elde tutulması mücadelesine dönüştürülmüştür.
Kur’anın dışında oluşturulmuş ve İslam’la hiç alakası olmayan Tasavvuf Dininde, ilkelerini vazedenlere ya Kesbi’dir ( İlmini çalışarak elde etmiştir. ) ya da Ledun’nidir ( vehbi’dir ) ( İlmi kendisine Allah’ın bir hibesidir, ilhamıdır ) denilir. Onlar, Peygamberlere benzer şekilde okumadan, eğitim görmeden doğrudan Allah'la ilişki kurarak direkt olarak ilmi Allah’tan aldıklarını, kendilerinin yazmadıklarını, yazdırıldığını söylerler. İnsanların karşısına da kendilerine uluhiyet atfetmek üzere melamet hırkasını giydim, dünya nimetlerini terk ettim deyip cübbe, sarık ve sakal görünümleriyle çıkarlar. Bunlara aynı zamanda Müceddit ( Dindeki yanlışlıkları düzeltecek olan Alim ) denir. Bu inancı savunmak için peygamberimizin adına bir hadis de uydurulmuştur. Risale i Nur 19. Mektub içinde yer alan bu hadise göre Peygamberimiz güya “ Her yüz senenin başında Allah, bu ümmete dini yenileyen bir müceddit gönderir, dinin emirlerini yeniler. “ demişmiş. ( Ebi Davud Kitabı Melahime ) Halbuki Enam Sûresinin 50. ayetinde, “ De ki : Ben size Allah’ın hazineleri benim yanımdadır demiyorum. Gaybi de bilmem. Size ben bir meleğim de demiyorum. Ben yalnızca bana vahyedilene uyuyorum. “ denildiği gibi gaybi, geleceği bilmeyen, kimsenin de Cenneti garantileyen aracısı da olmayan Peygamberimiz, bütün inananların da kendisi gibi vahye uymasını istemektedir. Bundan dolayı böyle bir sözü söylemesi de mümkün değildir. Üstelik de eksiksiz bir şekilde dimdik hayatta olan, Rabbimizin insanlık adına indirdiği, aynı zamanda da evrensel olan son Kitabı Kur'anın Hak Dininin yenilenmeye ihtiyacı da yoktur. Sadece doğru anlaşılmak üzere okunması gerekir.
Ama buna rağmen Kur'an ayetleri yerine bu hadisi temel alan Saidi Nursi’nin şakirtlerinden / talebelerinden Şamlı Hafız Tevfik, aslında ikisinin arasında yedi yüz küsur yıl fark bulunduğu halde “ Çoğunluğun ehli hakikat olarak gördüğü Hz. Mevlâna ( doğum tarihini Miladi takvime göre 1193, Saidi Nursinin de doğum tarihini Hicri takvime göre 1293 olarak kabul edip hadis gereği kendine göre yüz senelik farka denk getirerek ) 1200 senesinin müceddididir. Aynen dört cihette tevafuk ederek / Allah'ın iradesiyle denk getirilen Risalei Nur eczaları da / veciz sözleri de aynı vazifeyi görmüştür. Tecdid i Din / dini yenilemek, tazelemek hususunda bir müceddit hükmündedir. “ demiştir. ( Sikke i Tasdik i Gaybi sa. 315 ) Tabii kimin ehli hakikat olup olmadığına Yüce Rabbimiz karar verecektir de, fakat Kur'an ayetlerinin uyarılarına baktığımız zaman, Celaleddin Rumi’nin " Vahdet i Vücut " temelindeki inancı, Mesnevisinin kendisine yazdırıldığını söylemesi, Tasavvuf Dini içerisindeki sapkınlıkları, ( Edip Yüksel : Romalı Celaleddin ve Amerika Cilt 2, 3, 4, 5, Beyitler 3155 - 3160 sa. 137 - 138 ) Anadolu'da işgalci Moğol istilasında onlarla birlik olup Ahi Evran'a / Nasreddin Hoca'ya karşı verdiği mücadelelerle işlediği, alet olduğu cinayetler hiç de öyle masum görünmemekte, ( Prof Dr. Mikail Bayram : Sosyal ve Siyasi Boyutlarıyla Ahi Evran - Mevlânâ mücadelesi ) bunlara göre Kur’anın dışında olan Tasavvuf dininin mücedditlerinden olduğunu uydurma ve tutarsız bir hesaba dayandırarak kabul etmekle, Dinin de yenilendiğini iddia eden bu Şakirt kardeşimiz de üstadımı öveceğim derken küfre, şirke girmiş gibi görünmektedir.
Bu makalemizde mütedeyyin Nur Cemaati kardeşlerimizin büyük bir Hulusi kalp ile hayatlarının nuru yaptıklarını gördüğümüz Risale in Nur eserlerinin Mektubat, Lahika, Şualar, Sözler ve Lemalarını Kur’an penceresinden bakarak ele almaya çalışacağız. Her ne kadar değişik bölümlerde ; Risalei Nur’a hücum edilmez. O doğrudan doğruya Kur’ana bağlanmış ve Kur’an dahi Arş ı Azamla ( sınırsız egemenliğin sahibi Allah'la ) bağlıdır. Kimin haddi var elini oraya uzatsın o kuvvetli ipleri çözsün. ( Şualar Sahife 241.) İfadeleriyle, adeta Kur'an gibi Risalei Nur'un da Allah'tan alındığı dile getirilmiş, Peygamberimizle vahiy yarışına girilmiştir. Yine “ Kimin haddidir ki bu nurlarda yanlışlık bulsun. Onun için bir harfe bile dokunmayı azim bir günah işlemiş gibi telakki ediyorum. “ ( Barla Lahikası Sahife 56. ) Yine “ Kimin haddi var ki risalelerin birisine el uzatsın veyahut bir sahifesine dil uzatsın, veyahut bir cümlesini tenkit etsin, veyahut bir kelimesine, veyahut bir harfine ve belki de bir noktasına itirazda bulunsun. “ ( Barla Lahikası Sahife 194. ) denilerek eleştirilere, sorgulamalara değerlendirmelere, düşünme ve aklın kullanılmasına Tasavvuflarda olduğu gibi baştan yasaklama getirilmiş, küfrün ve şirkin dibine inilmiştir. Biz biliyoruz ki Risale i Nur Allah’ın sözü, hükmü değil, Allah’ın bir kulunun sözleridir, üstelik de şirk eğilimleri ile doludur. Amacımız kimseyi incitmek, aşağılamak, yermek değil, imanını sorgulamak asla olamaz, varsa Kur’an ve İslam’ın hükümlerine aykırı hissiyat, öngörü ve yorumların yanlışlıklarını Nisa Sûresinin 59. ayetinde “ Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah ve elçiye / Kur’ana havale edin. “ denildiği gibi Allah’ın kitabını hakem kılarak hatırlatmaktır. Bu nedenle de gördüğümüz yanlışlıklara itirazlarımızı da yapacağız.
Peygamberimiz Muhammed ( a.s.) gibi Saidi Nursi de sonuçta bir beşer değil midir ? Hatasız, eksiksiz insan olabilir mi ? Yüce Rabbimiz Peygamberimize bile Şura Sûresinin 52. ayetinde “ Sen bundan önce din nedir, iman nedir bilmezdin “ Duha Sûresinin 7. ayetinde " Seni yolunu kaybetmiş olarak bulup da yola iletmedi mi ? " diyerek O'nun bile hata yapabileceğine vurgu yapılmakta, Abese Sûresinde, Tevbe Sûresinin 84. ayetinde yanlışa yöneldiği anda adeta azarlandığını da görüyoruz. Üstelik Saidi Nursi’nin de Sikke i Tasdik Gaybi 8. Şua 8. Remiz sa. 122 de : “ Gaybi Allah’tan başkası bilmez. Doğrusunu Allah bilir. Hata ve günahlarımdan, yanılgı ve yanlışlarımdan dolayı Allah’tan mağfiret diliyorum. “ Dediği görülmektedir. Kur'anda değil, ama halbuki elimizde bulunan ve Peygamberimizin vefatından sonra oluşturulan Kur’an Mushaf’ında bile sonradan dil kuralları olarak insan eliyle harekelendirme denilerek konulmuş seslendirme, noktalama ve işaretlerle yazılımından, tasnifinden ve bazı ayetlerde yapılan lahn'dan dolayı bazı harf ve sözcüklerinde, noktalama işaretlerinde bazı ihtilaflar ve yanlışlıklar bulunmaktadır. Elbette ki Kur'anın, Allah'ın orijinal vahyinin, aslı ve lafzında tutarsızlık görülemez. Buna rağmen Rabbimiz pek çok ayette aklınızı kullanın Kur'anı sorgulayın demekte, bizzat Kendisi tartışmaya açmaktadır. Hücurat Sûresinin 1. ayetinde de " Ey iman etmiş kimseler ! Allah'ın ve Elçi'sinin iki eli arasında öne geçmeyin / dinde kendi görüşlerinizi öne çıkarmayın. Ve Allah'ın koruması altına girin. Şüphesiz Allah en iyi işitendir, en iyi bilendir. " ifadeleriyle belirtilerek uyarıldığı halde insan eliyle yazılmış bir kitabın, kutsallaştırılarak sorgulanamaz, harfine dahi dokunulamaz, eleştirilemez denilerek, Kur’andan daha muhkem bir kitap haline getirilmeye çalışılması, önüne geçirilmesi, karşılaştırılması, hatta iman kaynağı olarak kullanılması dahi doğru bir yaklaşım değildir. Küfür ve şirkin ta kendisidir.
Peygamberimizden sonraki İslam’ın ilk yıllarında itikattaki esaslarla ilgili eserler yazan Yahudi ve Hristiyanlık inancından dönme bazı alimler, her ne kadar Kur'anın İslam'ına aykırı olarak hurafe ve rivayetlerle önceki gelenek ve inançlarındaki bir çok yanlışı sokmuş olsalar da örneğin İmam Eş'ari, İmam Maturi, İmam Ahmet bin Hanbel, hiç bir zaman mütevazilikten ayrılmamışlar, İmam Azam Ebu Hanefi aklın süzgecini terk etmemiş, " Bilmediklerimi, eksiklerimi, üst üste koyup üzerine çıksam, arşa ulaşırım " demiştir, eserlerini övmemişlerdir. Dokuz yüzlü yıllardan itibaren ise yaygın bir şekilde İslam’ın yerini almaya başlayan, Kur’ana aykırı küfür ve şirk içerisinde olan Tasavvuf inancı ile birlikte yazılan eserlerin müellifleri tarafından bizzat övülmesi, adeta bunu ben yazmadım, bana yazdırıldı demeye getirilerek o eserlerin Allah’tan olduğunun ima edilmesi gelenek halini almıştır. Saidi Nursi de her ne kadar “ On mertebeli harfi tarikler, ( Ebu Bekir Sıddıktan nakil yollar ) zikri esastan yedi mertebeli cehri tariklerden ( Halife Ali'den nakledilen yollardan ) ayrı olarak, ( acz, fakr, şefkat, tefekkür ) olmak üzere dört mertebeli tarikinden ( yoldan ) dolayı “ Risale i Nur’un zikirler açısından Tasavvuf’un dışında olduğunu iddia etmişse de, ileride örnekleyeceğimiz gibi Mektubat, Söz ve Lemalarda pek çok Tasavvufi açıklamaların, kabullerin yer aldığı, Tasavvuf Şeyh, Kutup ve Gavslarının methedildiği, onaylandığı, yüceltildiği görülmektedir.
Külliyedeki ayrıntılara ve değerlendirmelere geçmeden, öncelikle Risale i Nur'un ne olduğunu kendi ağızlarından tanımaya çalışalım. Risale i Nur’un pek çok Lema ve Mektubatında Risale i Nur’un ne olduğu, adeta Kur'anla kıyaslanırcasına değişik ifadelerle tanımlanarak anlatılırken, özellikle Sikke i Tasdik Gaybi 8. Lema 232. sahifede, Müellifin vasiyetnamesi adı altında bir çok övgü tekrar bir araya toplanarak aktarılmaktadır ;
* Risalei Nur bir ibrişimdir ki, Kâinat ve Kâinattaki bütün mevcudatın tesbihatları onda dizilmiştir. * Risale i Nur Müminlere Kur’andan hedayayı hidayet, kevneyn'i saadet, mazhar'ı şefaat ve feyzi rahmandır. ( Risalei Nur Kâinattaki bütün varlıkların dizilişiyle Allah'ı yücelten, her türlü noksanlıktan arındıran tesbihatının içinde bulunduğu, Müminlere hidayeti ve hakk yolunu hediye eden, iki alemde saadeti ve mutluluğu sağlayacak olan yardımla şereflendiren, Allah’ın ilim ve irfanıdır. Sanki bunların hepsi Kur'anda yok, Allah bu kitap mufassaldır demedi, Haşa ! Kur'an yetersizdir. Hidayeti, hakk yolunu, saadeti, mutluluğu ve bütün bunları sadece Risalei Nur'da bulabilirsiniz. )
* Risale i Nur Kâinata baharın feyzini veren bir abı hayat ve ayn’ı rahmet ve mahza ı hakikat ve bir gülzar ı gülistandır. ( Risalei Nur baharda Kâinatın canlandığı gibi, katıksız saf hayat suyu ile canlılık katan hakikatin ta kendisidir. ) ( Kur'an hakikat / gerçek değil, Haşa ! Risalei Nur gerçek.)
* Risale i Nur Lütf u Yezdan, kemal i iman, tefsir'i Kur'an ve bereketi ihsandır. ( Risalei Nur Allah'tan ilâhi lütuftur, imanı olgunlaştıran, Kur'anın tefsiri ile bereketi bolluğu bağışlayandır. ) ( Allah Allah ! Kur'anda olduğu halde saklanan ve Risalei Nur'da yer almayan bir çok ayetle Kur'anın tefsiri nasıl olmaktadır ? bolluğu nasıl bağışlamaktadır ? Kur'anın kendisi aslında zaten bir tefsirdir, ayetleri kendisi açıklamaktadır, tefsirin tefsiri olmaz. Tebyini olur. )
* Risale i Nur kâfire hazan, münkire tufan, delalete düşmandır. ( Risalei Nur inkârcılara hüzün veren, kötü yola karşı olup kötü yolu yok edendir. )
* Risale i Nur bir kenz i mahfi ve bir sanduka i cevher ve memba ı envardır. ( Risalei Nur gizli bir hazine, cevher kutusu ve nurların kaynağıdır. ) ( Bu ifadeler küfür değil de nedir ? Kur'anda nurların kaynağının sadece Allah ve Kur'an olduğu anlatılmamakta mıdır ? )
* Risale i Nur hakaik ı Kur’an ve miracı imandır. ( Risalei Nur Kur'an hakikatleri ile İmanı yükseltendir )
* Risale i Nur, Kur’an ve hadisten sonra, sertac ı evliya, sultan ül eser ve züddet ül meani, ataya yı ilâhi, hedaya yı sübhani ve feyyazi Rahmanidir. ( Risalei Nur Kur'an ve hadisten sonra bütün velilerin baş tacı, eserlerin sultanı ve manaların özü, Allah'tan armağandır, her türlü noksanlıklardan arınık Allah’ın hediyesi ve Rahmanın feyizleri, ilim ve irfanıdır. ) ( Oysa eksiksizlik, kusursuzluk, sadece Allah'a ve Onun Kitabına aittir. Allah'ın insanlığa son armağanı ise sadece Kur'andır. Aksini iddia etmek küfürdür, şirktir. )
* Risale i Nur bir bahri hakaik ve bir sırrı dekaik ve kenzül maarif, bahr'ül mekarimdir. ( Risalei Nur hakikatler okyanusu ve ince sırların merkezi ve bilgiler hazinesi, ikramlar deryasıdır. ) ( Peki geçmişten, gelecekten, gayb'den hangi bilgileri vermiştir ? )
* Risale i Nur hastalara şifahane i hikmet ve mai zemzem sağlara maişet i hakikat ve rih i reyhan ve misk i amberdir. ( Risalei Nur dünyada hastalara şifa dağıtan, hoş ve güzel kokulu zemzem suyu gibi ihtiyacı gideren bir hakikattir. ) Denilmiş, Kur'anın bütün vasıflarına sahip çıkılmıştır.
* Risale i Nur mev idi Ahmed ( a.s. ) ve müjde i Haydari ( r.a. ) ve beşaret ve tevaün ü Gavs ve tavsiye i Gazali ve ihbarı Faruki'dir. ( Risalei Nur Ahmed a. s. ın " Muhammed'in " vaadi, Ali’nin müjdelediği, Kutuplar Kutbu Abdül Kadir Geylani Kuddusuruhu Gavs Hazretlerinin desteklemesi ve yardımı, Gazali K.s. nun tavsiyesi ve İmam Rabbani K.s. nun haber verdiğidir.) denilmekte, pek çok tehlikeli iddiaları da bünyesinde barındırmaktadır. Neredeyse adı kullanılmamış, istismar edilmemiş, iftira atılmamış kimse bırakılmamıştır. Kur'anı bilen ve anlayanlar için, her bir iddia da sayfalar dolusu açıklama ve eleştiriye neden olmaktadır.
Yine Sikke i Tasdik Gaybi 8. Lema 233. sahifede Müellifin vasiyetnamesi bölümünde ; Risale i Nur hem bir Şeriat kitabı, hem bir dua kitabı, hem bir hikmet kitabı, hem bir ubudiyet kitabı, hem emir ve davet kitabı, hem bir zikir, hem bir fikir kitabı, hem bir hakikat kitabı, hem bir tasavvuf kitabı, hem bir mantık kitabı, hem bir ilim kitabı, hem bir kelam kitabı, hem bir kitabı ispatı vahdaniyet ( birliğin ispatı ) muarızlarına bir kitabı izan ve iskattır. ( karşısında olanları susturucudur ) diyerek Risale i Nur tanımlanmaktadır. Fakat bu tanımlamaların hepsi adeta Kur’an ile mukayese edilmiş ve neredeyse Kur'andaki bütün vasıfların ve hikmetlerin sahiplenildiği, bu kitap da Allah'ın indirdiği Kur’an gibi bir zikir denilip O’nun yerini almış, kutsallaştırılmış, okunmasının farz olduğu bir hüküm, kural ve şeriat koyucu Kitap anlamına getirilmeye çalışılmıştır. Bu, çok açık bir şirktir. Allah'tan başka hiç kimse Din ve inanç adına şeriat ve hüküm koyamaz. Allah katında tek bir Din vardır, O da Kur'anın İslam'ıdır. Hiidayeti ve dosdoğru yolu öğrenmede neredeyse Kur'anın yetmeyeceğine atıfta bulunan, yukarıda değindiğimiz Risale i Nur'un çok uzun ve kapsamlı olan bütün övgülerinin değerlendirilmesini, Kur'anı anlayarak rehber edinebilenlere bırakıyoruz.
Saidi Nursi Sikke i Tasdik Gaybi 8. Lema sa. 217 – 218 de : Bazen tevazuh küfranı nimeti istilzam ediyor. Bazen de tahdisi nimet i iftihar olur. İkisi de zarardır. Bunun çare i yegânesi ki, ne küfranı nimet çıksın, ne de iftihar olsun. Meziyet ve kemalatları ikrar edip, fakat temellük de etmeyerek mümin hakikanın eser i inamı olarak görmektir. ( Bazen aşırı alçak gönüllülük nimete nankörlük oluyor. Bazen de rivayet ederek bahsedip, ne övünmek ne nankörlük edilsin, ikisi de zarardır. Bunun yegâne çaresi de beceri ve olgunluğu sahiplenmeyerek fakat aşırı tevazuh da göstermeyerek Allah’ın verdiği bir iyilik olarak göstermektir. ) Demektedir. Çok doğru söylemektedir. Amma buna rağmen yukarıda örneklediğimiz gibi Risale i Nur'un bu derece övülmesi, Peygamberimizin, imam Ali'nin ve pek çok Tasavvuf Evliyasının alet edilmesi, yapılan bazı Kur’an ayetlerinin her birinin tefsirindeki Cifr hesapları ve hissiyat ile, anlamların sürekli Risale i Nur’a işaret edilmesinin abartıları hem yanlış olmakta, hüküm emir ve davet iddiaları da pek tevazuh olmamaktadır. Üstelik Risale i Nur'un içindeki yanlış kavram ve kabullerle yapılan yanlış yönlendirmeler, Allah’ın verdiği iyilik olarak da kabul edilebilir mi ? Bir müellifin kendisini ve eserini, ayetlerin değişik şekilde tekrar tekrar açıklama yaparak kendisi de aynı zamanda tefsir olan Kur’anın tefsiri yapılıyormuş gibi gösterip, çok da emin olarak her fırsatta adeta Kur’anın önüne geçirerek övmesi değer arttırıcı değil, bilakis Kur'anın pek çok ayetinin aksine değer düşürücü ve küfre yönelten tehlikeli bir etki oluşturmaz mıdır ?
Saidi Nursi neredeyse Kur’anın tamamından daha fazla bir övgüye yer verdiği eserini aynı zamanda da nurların kaynağı olarak göstermektedir. Oysa Kur’anda İbrahim Sûresinin 1. ayetinde “ Elif Lam Ra ! Bu Kitap Bizim, insanları Rabblerinin izni ile karanlıklardan aydınlığa ve göklerde olan şeyler, yerlerde olan şeyler Kendisinin olan Aziz Allah’ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir nurdur. “ denilip insan için nurun kaynağının Kur’an olduğu anlatılmakta, Nur Sûresinin 35. ayetinde “ Allah, gökleri ve yeryüzünü : Evreni aydınlatan nurun tek sahibidir. Başkasının aydınlatması mümkün değildir. O’nun nurunun ; Kur’anın örneği, içinde kandil bulunan bir kandil yuvası gibidir ; O kandil bir cam içindedir. O cam sanki inciye benzer bir yıldız gibidir, ki doğuya batıya nispet edilemeyen, dünyanın her yerinde var olan bereketli bir zeytin ağacındandır. O ağacın yağı, neredeyse kendisine ateş dokunmasa bile ışık verir. Nur üstüne nurdur. Allah dileyen kimseyi nuruna kılavuzluk eder. Allah insanlar için örnekler verir ve Allah, her şeyi en iyi bilendir. “ ifadeleriyle Allah, yine hem fiziki, hem de manevi olarak nurun kaynağının Kendisinin ve gönderdiği vahiylerin, ayetlerin olduğunu, Kendisinden ve vahiylerinden başka hiç bir kimsenin bu aydınlatmayı sağlayamayacağını, insanların yeryüzünde sahip oldukları nimetlerden de, insan vücuduna besin olarak giren yağın, ateş ile yakılmamasına rağmen havanın oksijeni ile vücutta nasıl yakılarak insana enerji verdiğinin ayrıntısına varıncaya kadar mucizevi örneklerle mecazi olarak anlatmaktadır.
Buna rağmen Saidi Nursi kendi eserine Risale i Nur ismini vermesini, hayatı boyunca karşısına nur sözcüğünün çıkmasına bağlarken, ( Çünkü Kur'anın dışındaki Tasavvuf dininin inancına göre Nur, Allah'ın aşık olduğu ve ulaşamadığı sevgilisidir. ) onu çok etkileyen Nur Sûresinin 35. ayetinin içerisindeki anlama göre, ayetteki “ Yağ neredeyse kendisine ateş değmese bile ışık verir. “ cümlesinin de Risalei Nur’a ve Müellifine işaret ettiği hissiyatındadır. Bunu da yaptığı temelsiz ve dayanağı sakat olan Cifir / şifre hesaplarıyla Sikkei Tasdik Gaybi Şua 1. sa. 95 de yine aynı ayetin ifadelerini kullanarak, ayetin birinci cümlesiyle Nur’u İlâhi’nin veya Nur'u Muhammed'inin veya Nur’u Kur’aninin misali şudur. Ayetteki orijinal ifadelerden “ mişkatin fiha misbah “ ın makamı cifrisi 998 olarak aynen Risaletü’n Nur şeddeli “ nun “ iki nun sayılmak cihetiyle tam tamına tevafukla ona işaret eden, ikinci cümlesi “ ezzücacetü “ ile başlayan İmam Ali ( r.a. ) kasidesi Celcelutiye’sinde sarahat derecesinde Risale in Nur’a bakarak, onu işaret ederek Ben tahmin ediyorum ki İmamı Ali’nin bu işareti bu Cümle i Nur'iyenin remzinden mülhemdir. ( İşaretinden ilham olunmuştur. ) “ ifadeleriyle açıklamaktadır. Yine bu ayetin ifadelerine dayandırarak Sikke i Tasdik Gaybi 1. Şua 98. Sahifede : “ Risale i Nur ne şarkın malumatından, ulumundan ne de garbın felsefe ve fünunundan ( fen ilimlerinden ) gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş ( alınmış ) bir nur değildir. Belki semavi olan Kur’anın şark ve garbın fevkindeki ( yüksek ) mertebe i arş’isinden iktibas edilmiştir. ( alınmıştır ) " Yine Sikke i Tasdik Gaybi 1. Şua 68. Sahifede “ Risale i Nur müellifi dahi ateşsiz yanar, tahlil için külfet ve ders meşakkatine muhtaç olmadan kendi kendine nurlanır, Alim olur. Herkes derecesine göre o ulum’u aliyeyi meşakkat ateşine lüzum kalmadan anlayabilir, kendi kendine istifade eder, muhakkik bir Alim olabilir. “ demektedir. Risale i Nur'un da Kur'an gibi semavi olarak Allah'tan geldiğini, okuyanların ise çok kolaylıkla içindeki bütün ilimlere vakıf olabileceğini ima etmektedir. Ama semavi diye bir kitap da, Din de olmaz, Allah sadece gökte değil, yerde de, Evrenin her noktasında da var olandır. Kitaplar gökten indirilmemiştir, Kitapların hepsi Allah'ın vahyetmesidir.
Bugün evlerimizde bulunan Kur'an Mushafındaki Sûre ve ayetlerin sıralandırılması, numaralandırılması Peygamberimizin vefatından sonra kişiler tarafından yapılmış, şedde, tutar, cezm, esre, ötre gibi noktalama işaretleri harekeler de yıllar sonra ilave edilmiştir. Oysa Allah'ın Peygamberimize vahyettiği ayetlerin sıralaması bu şekilde değildir, sözcüklerin hiç birinde de noktalama işaretleri bulunmamaktadır. Bu nedenle Arapların her harfe sayı değeri verdikleri uygulamaları ve ayet sıralamaları kullanılarak yapılan bütün cifir hesapları temelsiz, dayanaksız ve asılsızdır. Kim Kur'an ayetleri ile cifir hesabı yaparak bir şeyleri iddia ediyorsa yalandır, kandırmacadır, sahtekârlıktır. Buna rağmen yine “ Risale i Nur okuyan başka esere ihtiyaç kalmadan alim olur. Saidi Nursi de ateşsiz yanar, tahlil için külfet ve ders meşakkatine muhtaç olmadan kendi kendine nurlanır. Bir sene risaleleri anlayarak okuyan, zamanın Alimi olur. Ayetin bu cümlesinin elektriğe, Risale i Nur’a ve Saidi Nursi’ye işaret ettiği hakikattir. Hülasa Risale Kur’anın bu asırda en yüksek kutsi tefsiridir. Yanlış anladıysam da Allah’a sığınırım. “ denilmektedir. Gerçekten de Saidi Nursi bu ayeti doğru tahlil edememiştir, yanılmıştır. Çünkü ayetteki Nur sözcüğü ifadesi ile Allah’ın, göklerin nurunun sahibi ve her şeyin kaynağı olduğu ifade edilip, Allah’ı övmek, yüceltmek için kullanılmıştır. İnsanları nurlandıracak, karanlıklardan aydınlığa kavuşturabilecek tek bir Kitap vardır, o da Yüce Kitabımız Kur'andır. Söz konusu ayetlerde ne doğrudan veya ne de sembolik olarak Risale i Nur’a ve Saidi Nursi’ye işaret edilmemektedir. Uydurma Cifir hesabı ile herkes de Kur'anın sözcüklerinde kendisinin isminin işaretini bulabilir. Önemli olan herkesin Kur'anın kendisi için iletmek istediği gerçek mesaja ve öğüde ulaşabilmesidir.
Sikke i Tasdik Gaybi 1. Şua 93. Sahifede : Risale i Nur doğrudan doğruya Kur’anın bahir bir burhanı, kuvvetli bir tefsiri ve parlak bir lem’a i icazı manevisidir. ( doğrudan doğruya Kur'anın engin bir ispat aracı ve kuvvetli bir tefsiri, şimşek gibi çakan ruhani veciz sözleridir. ) Ve o bahrin bir reşhası ve o güneşin bir şuası ve o madeni ilmi hakikatten mülhem ve feyzinden gelen bir tercümei maneviyesi ( Engin bir denizin damlası, ilmi hakikatten ve ilminden ilham olunmuş, Ruhani tercümesi ) olduğundan onun kıymetini ve ehemmiyetini beyan etmek Kur’anın şerefine ve hesabına ve senasına geçtiğinden, elbette Risale i Nur’un meziyetini beyan etmekliği hak iktiza eder ( yüksek övgüsünü gerekli kılar ) hakikat ister. Kur’an izin verir. İki üç saat zarfında birden Kur’anın ayat ı meşhuresinden ( önemli ayetlerinden ) sözler adedince 33 ayetin hem manasıyla, hem cifirle Risale i Nur’a işaretleri uzaktan uzağa icmalen ( hülasa ile ) görüldü. Bu 33 ayet müttefikan ( hep birlikte ) Risale i Nur’a remizleriyle ( işaretleriyle ) gösterdiği hayal meyal görüldü. İfadeleriyle Risale i Nur’un aynı zamanda Kur’an ayetlerinin bir tefsiri, Kur'anın Allah'tan olduğunun bir ispatı olduğu ve bununla beraber 33 ayetin de anlamları ile birlikte bizatihi Risale i Nur’u işaret ettiği belirtilmektedir.
Kur'anın, kendi ayetlerinin mükemmel armonisi, dizaynı, anlatım teknikleri, taşıdığı hüküm ve içerdiği gaybi bilgilerle Allah'ın bir kitabı ve Mucizesi olduğu zaten belli iken, O'nu kişilerin ispat etmesine gerek bulunmamaktadır. Saidi Nursi sözünü ettiği Kur’anın tefsir çalışmalarında, Sikkei Tasdik Gaybi 1. Şua 85. sahifede aynı ifadelerin yer aldığı 8. Şua 144. sahifede : “ O tevafuk renzeder ( işaret eder ) ki ; Bu asırda Risale i Nur denilen 33 adet söz ve 33 adet mektup ve 31 adet lemalar, bu zamanda Kitab’ ı Mubin’deki ayetlerin ayetleridir. Yani hakaikin ( gerçeğin ) alametleridir. Ve hak ve hakikat olduğunun burhanlarıdır. ( Kanıtlarıdır ) Ve o ayetlerdeki hakaiki imaniyenin ( hakiki iman kitabının ) Kur’anda Yunus, Yusuf, Rad, Hicr gibi surelerin başında yer alan “ Tilke ayatil kitap “ ( bunlar kitabın ayetleridir ifadeleri ) gayet kuvvetli hüccetleridir. ( Kanıtlarıdır ) diyerek Risale i Nur’un ayetlerinin Kur’an ayetlerinin ayeti olduğunu iddia etmekle, buna göre herhalde ( haşa ) Saidi Nursi yeni bir peygamber, Risaleler ise yeni bir kitap, Risale i Nurlar imanı kurtaran, Muhammed ise Kur’anın sırlarından habersiz veya haberi varsa da bunları ümmetinden saklamış bir Peygamber konumuna getirilmektedir. Bu ifadeler tamamen küfrün muhatabı olmaktadır.
Aynı bölümün 87. sahifesinde de : “ Yahudilerin, Hz. Ali’nin Kaside i Celcelutiyesini, Cafer’i Sadık ( r.a. ), Muhyiddin’i Arabi Kuddussuruhu ve Gayb sırları ile uğraşan zatlar ve Huruf ilmine çalışanlar, Yüksek Edipler bu hesabı Ebcediye gaybı bir düstur ve bir anahtar kabul etmişler “ diyerek kendisinin de baş vuracağı fakat Kur’anda olmayan Cifir ve Ebcet yöntemine dayanak hazırlamaktadır. Adını Hurufilik koymasa da Cifir ile Kur’an ayetlerinin sıralanmasından ve numaralarından, harflerin sayısal değerlerinden yola çıkarak ve Muhyiddin i Arabi ve diğer Tasavvuf Gavsları ile bazı şahsiyetlerin ve Hurufiliğin membaı Fadlullahi Hurufi’nin ( İran 1340 – 1393 ) harf sayıları üzerine yaptığı hesaplarla sonuca varılan ve keramet içeren batini eserlerinden yararlanarak, Hurufilerinkine benzer şekilde sonuçlar elde etmeye çalışmıştır. Arapçada örneğin : Elif 1, He 5, Ye 10, Kef 20, Nun 50, Kaf 100 gibi her harfin bir sayı değeri vardır. Sayılar rakamla değil, harflerle ifade edilir. Saidi Nursi de Kur’an ayetlerindeki numaralardan, ifadelerden ve sözcüklerdeki harflerden bazı hesaplamalarla bazı sonuçlar çıkarmıştır. Ancak bu sonuçlar tutarlı, ilmi ve kesin bir temele dayalı değildir. Çünkü bugün elimizde bulunan Kur’an Mushaf’ındaki Sûrelerin, ayetlerin sıra ve numaralarını yukarıda da belirttiğimiz gibi Allah bu şekilde belirlememiştir. Her Sûredeki ayetler bir bütün halinde arka arkaya değil, değişik zamanlarda ve aralıklarla bazen sondaki, bazen baştaki, bazen de ortalardaki ayetler necm necm, paragraf paragraf Peygamberimizin karşı karşıya geldiği durumlara göre vahyedilmiştir. Peygamberimizin vefatının ardından daha sonra toplanan ezberi güçlü ve ayetlerin tamamına vakıf sahabeler tarafından konulara, paragraf bütünlüğüne ve Sûre uzunluklarına göre bugünkü Mushaf’ın sıralaması yapılmıştır. Üstelik de noktalı harfler, hareke denilen seslerle tecvit kuralları da sonradan alfabeye eklenmiştir.
Cifr : Duvarları tam örülmemiş kaya ( Firuzabadi 1995 : 331 ) ve dört aylık olduğunda annesinden ayrılan keçi yavrusu ( İbni Mansur IV 142 ) anlamlarına gelir. Terim olarak da çeşitli metotlarla gelecekten haber verdiği iddia edilen ilmi ifade eder. Çeşitli metotlarla geleceği keşfetme merakı, İslam öncesi yaşayan eski topluluklara kadar uzanır. Keldaniler ( Doğunun Katolik Hristiyanları ) Asurlular, Babilliler, Mısırlılar ve daha sonra da Yahudilerle Hristiyanlar arasında yaşayan kâhinler, müneccimler, falcılar, din adamları hahamlar ve bazı mistikler, yarınlar, gelecek, Kâinatın sonu, devletlerin akıbeti gibi konularda ahkâm kesmişler ve uydurma haberlerle yönetimleri etkileri altına alabilmişlerdir. Fakat İmam Gazali’nin belirttiği gibi harflerin belli anlamlar ve sayısal değerler ifade ettiği konusunda hiçbir tutarlı, ilmi bir delil yoktur. Halbuki Kur’an apaçık ( Mubin ) bir Kitaptır. Bugün elimizde bulunan Mushaftaki ayet sıralamaları ve verilen numaralar da Peygamberimize indirilmiş olan ayetlerin sıralamaları değildir. Ayetlerin ve harflerin karşılığı olarak ifade edilen sayılarla da Cifir ve Ebcet bilenin o ayetlerin gerçek mesajını daha iyi anlayacağına dair herhangi bir bilgi de bulunmamaktadır. Buna rağmen bir çok Tasavvuf Gavs’ının yaptıkları gibi Risale i Nur’da da ayetleri anlamlandırma konusunda Cifre sıklıkla baş vurulmuştur.
Saidi Nursi eserini yazmaya başladığı ilk dönemde Cifre iyimser bakmadığını belirttiği halde yine de daha sonra bir takım hesaplamalarla ayetlere anlam vererek eserine Kur’anda dayanak aramaya başlamıştır. Bundan dolayı da Kastamonu Lahikası 15. Lema sa. 1151 – 1152 de : “ Külli işari anlamların her asırda bir cüzi vardır. Risalei Nur dahi bu asırda o işari anlam tabakasının tümünün bir üyesidir. Ve o ferdin önemli bir vazife göreceğine, eskiden beri ulema arasında Cifirle karineler ( işaretler ) ve belki hüccetler ( kuvvetli deliller ) gösterilmiştir. “ diyerek yaptığı Cifir hesapları ile Kur’anda 33 ayette açık anlamının teferruatı türündeki tabakalarında Risale i Nur için bir kuvvetli karinenin ( işaretin ) bulunduğunu kanıtlamaya çalışmıştır. Bu yolla kendi adını, doğum tarihini, Risalenin isim ve yazılış tarihlerini Kur’an içinde bulduğunu iddia etmektedir.
İslam Fakihleri bugüne kadar örneğin beş vakitteki namazın kaçar rekât olduğunu dahi Kur’anda kesin olarak bulamamış ve tamamen farklı yorumlara dayandırmışlarken, demek ki Kur’andan neyin, nasıl aranılacağının bilinmesi gerekmektedir. Fakat bunlar Kur’anın alet edilerek Risale i Nur'un kutsallaştırılması anlamına gelmemekte midir ? Bu bağlamda Risale i Nur’un bir çok bölümünde Kur’andaki Tevbe 32, 129, Bakara 129, 151, 254, 269, İbrahim 1, 4, 24, Hud 105, Enam 161, Hadid 28, Hicr 87, Yunus 82, Maide 56, İsra 82, Zümer 1, Fussilet 1, Enbiya 107 ayetlerinin yapılan Cifir hesaplarıyla Risale i Nur ve Saidi Nursi’ye işaret ettiği iddiaları bulunmaktadır. Halbuki örneğin Tevbe Sûresinin 32. ayetinde, “ Onlar Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Halbuki Allah, sadece kâfirler / Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler hoş görmeseler de Kendi nurunu tamamlamaya dayatıyor. “ ifadeleriyle aslında Resulullah’ın sağlığında Kendisinin de bizzat katıldığı ve Haccı Ekber denilen Kur’an öğretileri ile ilk ve son Haccında, Müslümanların uyguladıkları Hacc ibadetinin Arafat’taki kapanış bildirilerinin bir bölümü nakledilmektedir. Bu bildiriler Allah’tan gelmiş ve Resulullah da bunları Arafattaki hutbesinde tebliğ etmiştir. Ayetteki nur sözcüğü ile Saidi Nursi'ye işaret değil, Peygamberimizin nübüvvetinin doğruluğuna delil gösterilmektedir. ( Razi 1997 VI. 32 ) Kıyamete kadar da Allah’ın bu nuru, Kâinatı, üzerinde yaşadığımız dünyayı, bütün mahlukatı ve karanlıklar içinde kalan sapkın insanları, Kur’an ayetleri ile aydınlatmaya devam edecektir.
Buna rağmen Saidi Nursi Sikke i Tasdik Gaybi 1. Şua sa. 131 - 132 de : Buradaki anlamların Risale i Nur’a işaret ettiğini söylemektedir. Ona göre bu ayetteki ifadeler açıkça Risale i Nur’un bir Leması olabileceği ve düşmanları tarafından gelen şüphe karanlıklarını dağıtacağını işaret eder anlamıyla müjdelemektedir. Ona göre bu ayetin meali “ Allah’ın Nuru olan Risale i Nur’u ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Fakat kâfirler istemeseler de Allah onu tamamlamayı diliyor. “ demesi çok tehlikeli bir iddiadır, eserini Kur'anın önüne geçirmektir, şirktir. Saidi Nursi’nin Kur’andaki değişik Sûrelerdeki 33 ayeti Kendisinin hissi ile ve Ebcet ve Cifir gibi uydurma hesaplarla, İmam Ali ( r.a. ) Celcelutiye Kasidesindeki bazı ifadeleri de Cifirle hesaplayarak, Sikke i Tasdik Gaybi 1.Şua 134. sahifede : “ Hz. Ali ercuzesinde ( kasidesinde ) ve Gavs ı Azam kasidesinde Risale in Nur’a kerametkârane işaret ettikleri vakit hem o asra hem şu asra bakıp hiddetle işaret etmişlerdir. “ diyerek Tasavvuf inancına ve gaybi bilmeye dayandırdığı, anlama ve sonuç çıkarma biçiminin Tefsir usulü açısından bir değeri ve sağlam bir temeli yoktur. Bilhassa “ Kanaate itiraz edilemez “ demesi de yorumlarını sorgulanamaz hale getirir ki, bu kabul edilebilecek bir şey değildir. İnsan eliyle ve aklı ile oluşturulmuş bütün klasik ve çağdaş tefsircilerin yorumu sorgulanabilir. Bir ayet anlamlandırılırken, cümle yapısı, ayetin bağlamı, paragraf ve Kur’an bütünlüğü, Allah’ın anlatım teknikleri ve sanatının incelikleri, Arap kültürünün sözcükleri, sosyolojik yapısı ve deyimleri kullanış nedenleri ve daha pek çok faktör göz önünde bulundurulmadan yapılan yorum ve tefsirler ister istemez eleştirilerin muhatabı olur. Ne yazık ki Saidi Nursi’nin bu ayetleri yorumlamasında takip ettiği Cifir ve hissiyat yöntemiyle, muhtemel gördüğü lafızlarla kendisini ve eserlerini özdeşleştirerek kutsallaştırma eğiliminin çok açıkça belli olduğu sonucunu onaylamak hem tehlikeli bir şirktir, hem de kabul etmek mümkün görünmemektedir.
Kur’anda Yüce Rabbimiz pek çok ayette aklı ön plana çıkararak, düşünmenin, sorgulamanın önemine dikkat çekmektedir. Tasavvuf da ise baştan itibaren ilmin, aklın, düşünmenin ve sorgulamanın kapısını kapatılmaktadır. Halbuki gerçek İslam’ın kaynağı Kur’anda ise Furkan Sûresinin 43. ayetinde " Kötü duygularını, tutkularını kendine tanrı edinen kişiyi gördün mü ? Peki onun üzerine sen mi vekil oluyorsun ? " 44 : “ Yoksa sen onların çoğunun gerçekten vahye kulak vereceğini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun. Onlar ancak hayvanlar gibidir. Aslında yol bakımından daha sapıktırlar. “ Enfal Sûresinin 22. ayetinde “ Şüphesiz yeryüzünde dolaşan canlıların Allah katında en kötüsü, aklını kullanmayan şu sağırlardır, dilsizlerdir. “ denildiği gibi onlarca ayette akıl etmenin ön plana çıkarıldığını görmekteyiz. Neml Sûresinin 65. ayetinde : “ De ki : Gaybi / Göklerde ve yerde görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği Allah’tan başka kimse bilemez. Ve onlar ne zaman diriltileceklerinin bilincine varamazlar. “ uyarısına ve yine Kur’anda Enam Sûresinin 50. ayetinde “ Peygamberimizin de ben gaybi bilmem “ demesine, üstelik de Sikke i Tasdik Gaybi 8. Şua 8. Remiz 122. Sahifesinde, bizzat Saidi Nursi’nin de “ Gaybi Allah’tan başkası bilmez, doğrusunu mutlaka Allah bilir “ demesine rağmen, buradaki ifadelerle İmam Ali ve Gavs’ul Azam dediği Abdülkadir Geylani’yi gaybi bilen insanlara dönüştürmektedir ki bu tamamen Tasavvufi bir inançtır ve küfürdür. Onların Ricalül Gayb ( Gayb Erenleri ) olarak gaybi bildiklerini kabul etmekle, Saidi Nursi de Tasavvuf Dininin inancını onaylamış olmaktadır. Bu inanç ve uygulamaların Kur’anda yeri yoktur. Bu inançların peşinden gitmek şirktir.
Saidi Nursi, Risale i Nur’a Cifir hesaplarıyla Kur’an içerisinde destek aradığı gibi Emirdağ Lahikası I. 2013 sa. 180 de : Risale i Nur “ Mev i di Ahmed ( a.s. ) “ Muhammed ( a.s. ) ın vaadidir ve “ Müjdei Haydari ( r.a. ) “ İmam Ali ( r.a. ) ın müjdelediği, “ Beşaret ve tevaün i Gavs Kuddusuruhun “ yardımla müjdelemesi, “ Tavsiye i Gazali Kuddusuruhun “ ihbarı Farukidir ( İmam Rabbani’ nin haber vermesidir ) diyerek, Risale i Nur’u ve kendisini Kütübi Sitte'nin hiç bir yerinde, bab'ında bulunmayan ve " Ben Gaybi bilmem " diyen, böyle bir sözü söylemesi mümkün olmayan Peygamberimizin bu vaat ettiği uydurma Hadis’ine dayandırmış, adeta peygamberler silsilesine dikkat çekmiş, Kur’an dışındaki Tasavvuf Dininin Gavs ve Kutuplarından destek aldığını onların çok önceden onayladığını beyan etmiştir. Zira Kur’anda Saf Sûresinin 6. ayetinde söz edilen İsa Peygamber ve ardından gelecek olan Ahmed ismindeki peygamber silsilesi adeta sanki Saidi Nursi ile devam edilecek gibi bir anlama getirilmektedir. Çok tehlikeli bir yaklaşımdır.
18. Lema ve Sikkei Tasdiki Gaybi sa. 192 de : Ali bin Talib’e Cebrail vasıtasıyla sekine adıyla yazılı bir sayfanın ( kitabın ) kucağına indirildiği, Ali bin Talib’in “ Ben Cebrail’in şahsını yalnız gök kuşağı şeklinde gördüm. Sesini işittim. Sayfayı aldım. Bu isimleri ( bilgileri ) içinde buldum. Dünyanın başından kıyamete kadar ilimler ve önemli sırlar bize tanıklık derecesinde açıldı. Kim ne isterse sorsun. Sözümüzden şüpheye düşenler zelil olurlar. “ ifadeleri nakledilerek, bununla bütün gayba muttali olduğu ve kim ne sorarsa kıyamete kadar olacak her şeyi bilirim dediği ve bu çerçevede “ Müjde i Haydari “ diyerek Risale i Nur’u İmam Ali’nin de müjdelediği belirtilmiş. Halbuki Rabbimizin İsra Sûresinin 106. ayetinde “ Ve Kur’anı Biz O’nu insanlara beklentilere göre öğrenip, öğretesin diye parça parça ayırdık ve Biz, O’nu indirdikçe indirdik. “ diye belirtilerek müşriklerin istediği gibi, ya da rivayetteki gibi İmam Ali’ye ( haşa ) gökten hazır basılı kitap indirmesi mümkün değildir. Çünkü Yüce Rabbimiz, Peygamberimize de, diğer bütün Peygamberlere de vahiylerini ya paragraf halinde parça parça ilga ederek belleğine nüfuz ettirmekle veya kozmik bir perdenin arkasından konuşmakla indirmiştir. ( Şura 51. ) Yüce Rabbimiz Kalem Sûresinin 37 – 38. ayetinde de “ Yoksa içinde, ders aldığınız şeyler “ siz bu alemde neyi seçerseniz / beğenirseniz o kesinlikle sizin olacak “ garantisi verilmiş bundan başka kitabınız var da ondan mı okuyorsunuz. ? ” diyerek Kur’andan başka sözü edilen ve onun önüne geçirilen kitaplar için tepkisini göstermekte, Enam Sûresinin 144. ayetinde de “ Allah’a karşı yalan uyduran kimseden daha yanlış kendi zararlarına iş yapan kim olabilir ? Şüphesiz Allah şirk koşan o kimseler topluluğuna kılavuz olmaz. " Diyerek de gerekli uyarısını yapmaktadır. Şia kaynaklı böyle bir rivayetin kabul edilmesi ve Risalei Nur’da yer alması, yine bazı Şia fırkalarının inandığı gibi İmam Ali’yi peygamber olarak kabul etmektir, gizli ilim ve sırları bildiğinden dolayı da Peygamberimizden daha üstün bir konuma getirmektir. Bunları kabul etmek, onaylamak, ardına düşmek Allah’a iftira olur ve çok tehlikelidir.
Saidi Nursi, Risalenin pek çok bölümünde İmam Ali ( r.a. ) nin Celcelutiye Kasidesine yer vermiş, onunla kerametkârane Risale i Nur’un ve kendisinin müjdelendiğini anlatmış, onunla kendisine atfedilen “ Bediüzzaman “ unvanının ne olduğunu açıklamış, onunla Yüce Rabbimiz Allah’ın Esma ı Hüsna’sı güzel isimleriyle vasıflarını ve o isimlerin anlamlarını anlatmıştır. Bu çerçevede aslında Rabbimizin güzel isimlerinden biri olan Bedii sözcüğünün anlamı : “ Örneği ve benzeri olmayanı yoktan yaratan “ ve ikinci anlamı da “ Örneği ve benzeri olmayan harika varlık, Allah’tır. “ Kur’ana göre bu özellik ve tanım, sadece Allah’a aittir. Bakara Sûresinin 117. ayetinde de “ O Allah göklerin ve yerin yaratıcısıdır Bedii’dir “ denilmektedir.
Şakirtlerinin Saidi Nursi’ye Bediüzzaman unvanının verilmesi konusunda Sikke i Tasdik Gaybi 8. Şua 118. Sahifede Saidi Nursi : “ Hem şimdi anlıyorum ki eskiden beri benim liyakatım olmadığı halde, bana verilen Bediüzzaman lakabı benim değildir. Belki Risale i Nur’un manevi bir ismi idi. Zahir bir tercümanına ariyeten ( temiz duygularla ) ve emaneten takılmış. Şimdi o emanet isim hakiki sahibine iade edilmiş. “ demiş ve yine 8. Şuanın 118. Sahifesinde 7. Remiz olarak : “ Ben itiraf ediyorum ki Risale i Nur’u senadan ( överek yükseltmekten ) maksadım, Kur’anın hakikatlerini ve imanın rükünlerini teyit ve ispat ve neşirdir. ( Yaymaktır. ) Halık ı Rahimime yüz binler şükür olsun ki, kendimi kendime beğendirmemiş, nefsimin ayıplarını ve kusurlarını bana göstermiş ve o nefsi emmareyi ( nefsimi zorlayanı ) başkalara beğendirmek arzusu kalmamış. Kabir kapısında bekleyen bir adam, arkasındaki fani dünyaya riyakârane ( iki yüzlülükle ) bakması acınacak bir hamakattir ( ahmaklıktır. ) ve dehşetli bir hasarettir. ( delalete düşmektir ) İşte bu haleti ruhiye ile yalnız hakaiki imaniyenin ( hakiki imanın ) tercümanı olan Risale i Nur’un doğru ve hak olduğunu latif ( mülayim, hoşa giden ) bir münasebet söyleyeceğim. Şöyle ki ; Celceletuye, Süryanice “ Bedi “ demektir. İbareleri “ Bedi “ olan Risale i Nur, Celcelutiye’de mühim bir mevki tutup, ekser yerlerinde tereşşuhatı ( izleri ) göründüğünden, Kasidenin ismi ona bakıyor gibi verilmiş. Demek Süryanice’de “ Bedi “ manasında ve Kasidede tekerrürüne binaen Kasideye verilen Celceletuye ismi, işari bir tarzda, bidat zamanında çıkan Bediülbeyan ve Bediüzzaman olan Risale i Nur’un hem mana, hem isim noktalarıyla Bedi’liğine münasebettarlığını ihsas etmesine ( bahsetmesine ) ve bu isim bir parça ona da bakmasına ve bu ismin müsemmasında Risale i Nur çok yer işgal ettiği için hak kazanmış olmasına tahmin ediyorum. “ diyerek sebebi açıklamaya çalışmıştır. Fakat bu konuda bir tarafta İslam’ın yegâne kaynağı Kur’anın tanımlaması, diğer tarafta da Süryani tanımlaması ile Celcelutiye Kasidesinin sözleri üzerindeki anlamlara, Cifri hesaplara ve tahmini sonuçlara dayandırılan tanımlamalarla verilen isimlendirme bulunmaktadır. Tarihte bu sıfatı kullanan bir peygamber veya herhangi bir alim kişi de yoktur. Bu lakabın, sıfatın hangi tanımlamalarla olursa olsun kabulünün ve ardına düşülmesinin şirk olup olmadığı keyfiyeti şakirtlere ( Nur talebelerine ) kalmış bir şeydir.
Tasavvufun çok önemli dayanaklarından biri olan keramet ve gizli ilimler ( İlmi Ledunniye ) sırlar tılsımlar, bizatihi de “ Sırrı Dekayık “ denilen Külliyenin değişik bölümlerinde de örneklerle yer almakta, halbuki Mubin ( apaçık ) denilen Kur’anda Peygamberimize bile açıklanmamış olan, fakat buna rağmen Risale i Nur’da, “ Kur’anın gizli hakikatleri Risale i Nur ile birlikte bize iniyor “ denilerek Saidi Nursi’ye açıklanmış olan gizli gerçeklerden de söz edilmektedir.
* Kastamanu Lahikası 27. Mektubat 231. sahifede de : “ Risale i Nur yüze yakın din tılsımlarını ve hakaiki Kur’aniyenin muammalarını keşfetmiştir ki ; Her bir tılsımın bilinmemesinden çok insanlar şübehata şüküke ( şeriat kararına şüpheye ) düşüp, tereddütlerden kurtulmayıp bazen imanını kaybederdi. Şimdi bütün denizler toplansalar o tılsımların keşfinden sonra galebe edemezler. ( üstün gelemezler ) “
* 26. Lema 246. sahifede : Risalet ün Nur şakirtlerinin hüsnü hizmetine mükâfat olarak kapıların konuştuğu mucizesi, Sikke i Tasdik Gaybi 39. sahifede : Risale i Nur tashihatiyle ( düzenlemeleriyle ) meşgul olunduğunda rızkın verilmesinin, açılmasının Risale’ye bağlı olduğu, 35. sahifede : Risale i Nur’un intişarına ( yayılmasına ) karşı gelen düşman ve casuslara mukabil bir tek farenin çıktığı, planlarını zir ü zeber ( perişan ) ettiği, o esnada Üstadın bir çorabını sığmayacak delikten geçirerek götürdüğü, iki gün sonra getirip gizli mektupların tam yanında tekrar bıraktığı, 270. sahifede : “ Şimdi tahakkuk etti ki, zelzele Risale i Nur ile alakadardır. Bu şiddetli zelzelenin gelmesi gösteriyor ki, Risale i Nur bir vesile i def i beladır / evde Risalei Nur bulundurulduğunda veya okunduğunda belalardan korur, Tatile uğradıkça bela fırsat bulup gelir. ( Ondan uzaklaştıkça bela kaçınılmaz olur ) “ denilerek Risale i Nur’a ayrıca ve özellikle kerametler yüklenmektedir.
* 15. Şua ve 542. sahifede : “ Evet o zat ( Saidi Nursi ) daha hal i sabavette ( sabilik, çocukluk döneminde ) iken ve hiç tahsil yapmadan zevahiri ( durumu, görünüşü ) kurtarmak üzere üç aylık bir tahsil müddeti içinde ulum u evvelin ( önceki ilimlerin ) ve ahirine ( geleceğin ) ve ledunniyat ( gizli ilimlerin ) ve hakaiki eşyaya ve esrar ı Kâinata ( var olmanın hakikatine ) ve hikmet i ilâhiye’ye ( Allah’ın hükümlerine ) varis kılınmıştır ki, şimdiye kadar böyle mazhariyet i ulya’ya ( çok yüce şerefe ) kimse nail olmamıştır. ( kavuşmamıştır. ) “ Denilmektedir. Tarihçe i Hayat II.c 2123. sahifede de : “ Daha çocukken asrın bilgini olarak tanınmış ve kimseye soru sormamış, ama sorulan bütün sorulara mutlaka cevap vermiştir. “ Yine İçtima i Reçeteler I. ve 11. sahifede : “ Sorulacak suallere cevap vermeye hazır bulunduğu gibi kimseye sual sormayacağını beyan ederek bu kararda yirmi sene sebat etti “ diye belirtilmiş, tıpkı Şia inancındaki Cebrail’in İmam Ali’nin kucağına indirdiği kitap ile bütün geçmiş ve gelecek bilgilere sahip olduğu uydurma rivayetine benzer şekilde bu anlatılanlar çok ciddi, tehlikeli ve küfür dolu ifadelerdir. Çünkü peygamberler bile böyle bir bilgiye ve makama ulaşmamışken, böyle bir iddiada bulunmamışken bu ifadeler çok korkunç görünmektedir. Bütün bu anlatılanlara sahip olan, her şeyi ve her zaman, geçmişi, geleceği, gaybi bilen sadece ve sadece Yüce Rabbimiz Allah’tır. Fakat Tasavvuf Dinindeki Gavslar da bu konularda kendilerini Allah'a ortak yapmaktadırlar. Şirkin ve küfrün deryasına inmektedirler.
Barla Lahikası 27. Mektub ve Zayilleri II. c. sahife 1415 de : “ Mübarek sözler şüphesiz Kitab ı Mubin’in nurlu lem’aatıdır. İçinde izahata muhtaç yerler eksik olmamakla beraber küll halinde kusursuz ve noksansızdır. “ denilerek Risale Nur’un Kur’an gibi kusursuz, eksiksiz, mükemmel bir kitap olduğuna vurgu yapılmakta, Sözler 645. sahifede de : “ Nur Risalelerinin de 23 yılda tamamlandığı “ belirtilerek Kur’anın tamamlandığı süreye atıf yapılmaktadır. Nur Meyveleri 68. sahifede de : “ Bunları ben yazmıyorum, bana yazdırılıyor. “ denilmektedir. Elbette ki niyet gerçekten de bu ise, bu da çok tehlikeli bir yaklaşımdır. Yine buna benzer şekilde Hanımlar Rehberi 194. sahifede : “ Risale i Nur yeryüzünde emsaline rastlanmayan ve bundan sonra dahi rastlanmasına imkân olmayan bir derya’yı iman ( İman deryası ) ve bir tevhit hazinesidir. “ Sikke i Tasdik Gaybi 9. sahifede de : “ Üç vazifeyle ( imanı tahkik, Şeriatı icra ve tatbik, Hilafet i İslam’iyeyi ittihadi İslam’a bina ederek, İsevi ( Hristiyan ) ruhanileriyle ittifak edip dini İslam’a hizmet etmek ) İmam ı Ali ve Gavs ı Azam ve Osman Halidi gibi zatlar, o gelecek zatın makamını Risale i Nur’un şahs ı manevisinde keşfen görmüşler gibi işaret etmişlerdir. “ ifadeleri ile Risale i Nur’un ahir zamanda İslam’ı kurtaracak Mehdi olduğu anlatılmaktadır. Böyle bir inancı, Kur’an asla onaylamamaktadır. Kur’an herhangi bir kitapla mukayese edilirse, o kitap Kur’an yapılmış, Kur’an da onun menziline sokulmuş olur. Bu ise açıkça bir şirk ve küfür olur. Kim böyle bir hataya düşer ve buna alet olursa, Yüce Rabbimiz ona tevbe etmeyi nasip eylesin.
Risale i Nur Mektubatları içerisinde, Hızır, Ölüm, Cehennemin yeri, Mecazi aşk, Esma i Hüsna, Tarikatlarda iman hakikatlerinin inkişafı, Sünnet i Seniye, levhi mahfuz, Haşr meydanı, Adem Peygamberin cennetten çıkarılması, İsa, Mehdi, Deccal, Vahdeti vücut, Evliyaların keşfi, Muhammed’in mucizeleri, Tarikatın tehlikeleri ve faydaları, Seyri sülük ile imanın hakikatlerine sezgileneceği gibi daha pek çok konulara değinilmekte, bunların içerisinde çok yararlı bilgiler verilmekle beraber, Kur’anın onaylamadığı pek çok yanlış kavramın ve bilgilerin de yer aldığını görüyoruz.
* Birinci Mektupda : Saidi Nursi bir soruya karşılık el cevap “ Hz. Hızır hayattadır. Fakat beş olan meratib i hayatın ( hayatın basamaklarının ) ikinci mertebesindedir. Yani bir vakitte pek çok yerlerde bulunabilirler. Bizim gibi beşeriyet levazımatıyla ( gereksinimleriyle ) daimi mukayyed ( bağımlı ) değillerdir. Tevatur ( kuvvetli haber ) derecesinde ehli Şuhud ( keşif ve mana alemiyle görebilen ) ve keşif olan Evliya’nın Hz. Hızır ile maceraları bu tabaka i hayatı tenvir ( aydınlatır ) ve ispat eder. “ açıklamalarıyla Kur'an ayetlerinin bir çoğunun inkâr edilmesi konumuna düşmekte ve tamamen Kur’an dışındaki Tasavvuf Dininin kabulleri ile birilerinin beş, bir başka birilerinin yedi dediği, sanki o hayatın mertebelerine gidip gelen olmuş gibi hareket ettiğini göstermektedir. Oysa Kur’anda pek çok ayette ifade edildiği gibi Dünya ve Ahiret hayatları olmak üzere iki hayattan başka hayatlardan söz edilmemektedir. Öte yandan Yüce Kitabımız Kur’anda Enbiya Sûresinin 34 - 35. ayetinde “ Biz senden önce de hiçbir beşer için sonsuzluk tanımadık. Her kimliği olan varlık ölümü tadıcıdır. “ denildiği gibi, Allah'ın yarattığı canlılığı ve kimliği olan bütün varlıklar ölümlüdür ve öldükten sonra bir daha yeryüzüne asla dönemezler. Saidi Nursi, Hz. Hızır hayattadır demekle bu ve buna benzer ayetleri ya inkâr etmekte veya haberi bulunmamaktadır. Bunun yanı sıra Kehf Sûresinin 60. ayetiyle başlayan ve 81. ayetine kadar olan paragraftaki ve Kur’anın Alim Kul diyerek ismi belirtilmemiş Peygamber ile Musa Peygamber’in yolculuğunu anlatan ayetleri de ya doğru olarak tahlil edememiş, ya da hiç görmemiş, bilakis bu konuda Hızır ile ilgili tamamen uydurma olan mevzuu hadislerin ve Tasavvuf Gavslarının uydurma kerametlerinin peşine düşmüştür. Gerçekte öyle bir görünüp, bir kaybolan, aynı anda pek çok yerde bulunabilen ( tayyi mekân olan ) bir Hızır motifi veya kişiliği yoktur. Hayali ve zanlarla üretilmiş bir kültür motifidir. Allah katında canlı ve cansız varlıklar için sadece değişmez Fizik kuralları işler. Bu kuralların dışında anlatılanları kabul etmek Allah’ı gerektiği kadarıyla tanımamak, Kâinatı, dünyayı yönetmedeki koyduğu değişmez hükümlerini bilmemek, Sünnetullah’ı inkâr etmektir. ( Hızır Kimdir ? Gerçek midir ? başlıklı yazımıza bakabilirsiniz. )
* 5. 6. 8. 18. Mektuplarda : Saidi Nursi, Kur’anın İslam’ı dışında oluşturulmuş Tasavvuf dininin Kutbul Aktabları, Gavsul Azam Hazretleri, kendilerini Allah’a ortak yapan Evliyaları adeta onaylar gibi “ Silsile i Nakşi’nin ( Nakşibendi tarikatının devamının ) kahramanı İmam Rabbani denilmekte, Abdülkadir Geylani övülmekte, Celaleddin Rumi’ye üstadım denilmekte, İmam Rabbani için hem Üstadım denilerek övülmekte, hem de Yusuf ve Züleyha arasındaki Aşk ı Mecazi konusundaki görüşüne muhalif olduğunu anlatmaktadır. Muhyiddini Arabi için önce, Onlar ehl i hak ve hakikattirler hem ehl i velayet ve şuhuddurlar. Gördüklerini doğru görmüşler " demekte, onların uydurdukları keramet sapkınlıklarını onaylamakta, ardından da bazı hükümlerinde haklı olmadıklarını da anlatmaktadır. İfadeleriyle bazen adeta ne şiş yansın ne kebap felsefesiyle hareket etmesine, bazen de şakirtlerini tasavvufun dışında tutmaya çalışmasına rağmen, Risale i Nur’un çok değişik ve pek çok bölümlerinde de Gavsların kerametkârane Risale i Nur’u işaret ettikleri açıklamalarına sığınmakta, destek olarak göstermektedir. Fakat çok yanlışın içerisine girmekte, hem Tasavvuf kerametlerini onaylamakta, hem de Kur’an ayetlerinin aksine onları “ Ricalül Gayb “ gayb erenleri, gaybi bilenler yapmaktadır.
Emirdağ Lahikası II. 2013 848. sahifede Gavs’ı Azam Abdül Kadir Geylani’nin Bediüzzaman hakkında işari olarak “ Muhakkak sen ayn ı inayetle himaye edilmektesin. “ denildiği, buna bağlı olarak da Saidi Nursi ‘nin : “ Evet bu biçare Said diyor. Nev i beşere gelen en büyük bir musibet, harbi umumi hengâmında çok tehlikelere maruz kaldım. Hazreti Gavs’ın gösterdiği Arabi tarihte veya az evvel harika bir surette kurtuldum. Hatta bir defa bir dakikada üç gülle öldürecek yere mukabil bana isabet ettiği halde tesir etmediler. Ben yaralı iken hıfz ı ilâhi ile istirahati kalb içinde muhafaza edildim. Bunun gibi müteaddit tehlikede Hz. Gavs’ın gösterdiği tarihi Arabi itibariyle hakikaten bir hıfz ı İlâhi içinde bulunduğumu hissediyordum. Demek Cenab ı Hak o kutsi üstadımı bir melaike i siyanet ( himaye etme ) gibi bana muhafız kılmış. “ dediği görülmekte, Abdül Kadir Geylani’nin gelip kendisine yardım ettiğine inanmaktadır. Bu herhangi bir mümin insan için müthiş tehlikeli bir durumdur. Halbuki Kur’anı bilen, tefsir eden ve Allah’ı tanıyan birinin, Neml Sûresinin 62. ayetinde : “ Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır ya da kendine yalvardığı zaman bunalmışa karşılık veren ve kötülüğü gideren, sizi yeryüzünün halifeleri yapan mı ? Allah’ın yanında başka ilâh mı var ? Çok az düşünüyorsunuz. “ denilen ifadelerin karşısında ayaklarının bağı çözülür.
Yine bu ayetin hilafına Sikke i Tasdik Gaybi 8. Lema 212 – 214 sahifelerinde yer alan Zekâi’nin bir manzumesi biçare talebeniz Hasan Feyzi denilerek başlanan şiir mısralarında : * Cürmümüzle külhan gibi pür narız * Dert elinden hem her gün zar u zarız. * Affet bizi madem sana hep yarız. * Ey Nur’u Rahmet i alem Risalet’ün Nur ! * Çevrildi ateşle bu koca dünya * Bir cehennem gibi kaynadı dünya * Yetiş imdada ey şah ı Evliya ! Ey bu zamanda rahmet i alem Risalet’ün Nur. “ denilerek, Risale i Nur sığınılacak, af dilenecek makam, alemlerin rahmeti olarak gösterilmekte, Risale i Nur putlaştırılmaktadır. Halbuki inananlara ve Kur’anı anlayarak okuyanlara pek çok ayette olduğu gibi, İnşirah Sûresinin 8. ayetinde önce Peygamberimize ve dolayısıyla ardından bizlere de “ Sadece Rabbine yönel ve O’na yalvar “ uyarısı yapılmaktadır.
* 19. Mektubda : Yüce Rabbimiz Allah, Kur’anda Necm Sûresinin 2. ayetinde “ Arkadaşınız “ Fussilet Sûresi 6. ayetinde “ Ben sadece sizin gibi bir beşerim “ Tevbe Sûresinin 128. ayetinde “ Size düşkün çok merhametli “ ifadeleriyle sade bir insan olarak tanıttığı ve bu sadeliğinden dolayı da kılığı, kıyafeti görünümü ile arkadaşlarının arsında sıra ile oturmuş olduğundan dolayı dışarıdan gelen bir yabancının, onu arkadaşlarından ayırt edemediği için “ Hanginiz Muhammed “ diye sormak zorunda kaldığı, Kur’anın Yüksek ahlakı ile taçlanmış Peygamberimiz Muhammed ( a. s. ) Risale i Nur’un bu mektubunda, tamamen Tasavvufi Keramet inançlarıyla ve Sünnet i Seniye adı verilen inanç bağlılığı içerisinde, Kütübi Sitte’deki Buhari ve Müslim rivayetlerinin anlatımıyla övülmüş, adeta doğa üstü bir insan, Tasavvufun “ Ricalül Gayb “ ı durumuna getirilmiştir. Kur’anda Allah’tan başka kimsenin gaybı bilemeyeceğinin söylendiği onca ayete, Peygamberimizin dahi bizzat ben gaybi bilmem demesine rağmen, Peygamberimize ölümünden sonra meydana gelecek yüzlerce olayın, şahıs isimleriyle beraber nasıl olacağı anlatımları nakledilmiştir. Bunları onaylamayanlar da baştan itibaren “ Ey bedbaht, kalpsiz, biçare adam ! Şems i hakikate ( hakikat güneşine ) karşı gözünü yuman biçare insan ! Yüz dahi i a’zam ( en büyük dahi ) derecesinde bir deha’yı kudsiyeyi ( Mukaddes dehayı ) taşıyan bir adam yanlış haber vermeye tenezzül eder mi ? Bu saadeti darayne ( sadetin hükümdarına ait olan ) sözleri dinlememek, elbette yüz derece divaneliğin alametidir. “ ifadeleri ile herhalde herkes de bu uydurmaları onaylamaya mecbur kılınmaktadır. Biz elbette ki Peygamberimizin vahiy olarak bizlere aktardığı ayetlere, Ahseni’l Hadis’e ( Kur'ana ) bütün kalbimizle inanırız. Ama öyle isminin önüne Sahih unvanı konulan kişilerin tevatür denilen dilden dile dolaşan, üstelik de bazılarının önüne eklenen kutsi hadis denildiği, doğruluğunun da ispat edilmesi mümkün olmayan toplama rivayet ve sözlere de inanmak mecburiyetimiz yoktur. ( Hadislerle Boğulan Din başlıklı yazımızda geniş bilgi bulabilirsiniz. ) Zuhruf Sûresinin 44. ayetinde de “ Ve şüphesiz sana vahyedilen / Kur’an, senin için de toplumun için de bir öğüttür. Siz ondan sorgulanacaksınız. “ ifadeleriyle belirtildiği gibi rivayetlerden değil, hesap gününde bilakis Kur’andan sorgulanacağımıza inanmaktayız..
Kur’anda yer alan ayetlere göre müşrikler, sürekli Peygamberimizden mucize göstermesi talebinde bulunmuşlardır. Bunlara karşılık Peygamberimize Ankebut Sûresinin 50. ayetinde “ Mucizeler Rabbimin katındadır. Ben sadece uyarıcıyım “ diye cevap verdirildiği, bunun ardından Yüce Rabbimiz de Ankebut Sûresinin 51. ayetinde “ Kendilerine okuyup durduğun Kitab’ı şüphesiz Bizim sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi ? “ diyerek mucize konusunu kapatmaktadır. Bu ayetlerin uyarılarına rağmen aksine İsra Sûresinin 90 – 93. ayetlerinde müşriklerin ne kadar absürt mucize istekleri varsa, adeta onların istekleri yerine getirilir gibi ve üstelik de onlara taş çıkartırcasına, benim peygamberim bütün peygamberlerin mucizelerinden daha fazla mucize ve keramete sahiptir zihniyetinin de hakim kılındığı görüntüsüyle, Kütübi Sitte içerisinde yer alan kerametlerin, mucizelerin büyük bir kısmı da Peygamberimizin adına bu 19. mektupta nakledilmiştir. Ana hatlarıyla ve özetle “ İki tabak yemek ile yüzseksen kişi, bazılarında, yarım yük hurma ile dörtyüz süvari doyurulmuş, Peygamberimizin parmaklarını bir kabın içerisine sokarak çeşme gibi akıttığı su ile üç yüz kişinin susuzluğu giderilerek abdest aldırılmış, bir başka anlatımda da bin beş yüz kişinin bütün su ihtiyacı giderilmiş, ağaçlar köklerini sürüyerek yürütülmüş, konuşturulmuş, duvarlar amin diyerek dualara dahil edilmiştir. “ Bu anlatılanlarla eğer Allah’ın her şeye kadir olduğu inancıyla mucizeler Allah’a isnat edilmek isteniyorsa, Allah’ın gücünden hiç kimsenin bir şüphesi olamaz, Allah’ın güç gösterisine de ihtiyacı yoktur. Zaten başımızı kaldırıp çevremize ve hayatımıza bakacak olursak, yerde gökte gördüğümüz ve yaşadığımız her şey, her olay Allah’ın mucizeleridir.
Yüce Rabbimiz Allah, Kâinatı ve olayları yönetmek için koyduğu hükümleri ve kuralları, kıyamete kadar asla değiştirmez ve bozmaz. Ama bunlar peygamberimizin kerameti ile bizatihi kendisinin oluşturduğu mucizeleridir demeye getiriliyorsa, orada bir dur bakalım arkadaş deriz. Peki bu anlatılanlara, Allah’ın yaratmasına ve fıtratına aykırı olan doğa ve insan üstü olayların rivayetlerine inanmak için, bu konudaki onca Kur’an ayetini yok mu sayalım. Allah’ın yarattığı Kâinattaki bütün oluşumları olayları, birbirini izleyen olaylarla ve nedenlerle takip ettirdiğini, oluşturduğu kanun düstur, hüküm ve ilkelerle, Sünnetullah ile yönettiğini, insanın fıtratında kimyasal, fiziksel ve biyolojik kanunlar denilen bir sınırın konulduğunu söylemeyelim mi ? Yüzlerce Şakirt üstadına övgüler düzerken, şiirler yazarken, değişik konularda sorular yöneltirken, bu konuda hiç bir Şakirt’in Kur’andaki ayetlerden söz edip soru yöneltmemesi de çok manidar ve ilginç görünmektedir. Acaba masal dünyasında mı yaşanılmaktadır ? Bu ayetlerin farkında mı değildirler ? Yoksa bu ayetleri yok mu saymaktadırlar ? Yoksa dinimizin yegâne kaynağı Kur’anı anlayarak okumamakta mıdırlar ?
Sikke i Tasdik Gaybi 1. Şua 63. sahifede ölülerin baş ucunda Yasin Sûresinin okunması konusunda yöneltilen bir soruya el cevap olarak : “ Fatır ı Hakim ( Yaratan ve Hükmün sahibi ) nasıl ki unsur u havayı kelimelerin berk gibi intişarlarına ( hava içerisindekilerin sağlam bir şekilde yayılmalarına ) ve tekessürlerine ( çoğalmalarına ) bir mezra ( alan, yer ) ve bir vasıta yapmış. Ve radyo vasıtasıyla bir minarede okunan ezan ı Muhammed’i umum yerlerde ve umum insanlara aynı anda yetiştirmek gibi öyle de okunan bir Fatiha dahi, mesela umum ehl i iman emvatına ( bütün inanmış ölülere ) aynı anda yetiştirmek için hadsiz ( sınırsız ) kudret ve nihayetsiz hikmetiyle manevi alemde, manevi havada çok manevi elektrikleri, manevi radyoları sermiş, serpmiş, fıtri telsiz telefonlarda istihdam ediyor, çalıştırıyor. Hem nasıl ki bir lamba yansa mukabilindeki binler aynaya, her birine bir lamba girer. Aynen öyle de, bir Yasin i Şerif okunsa milyonlar ruhlara hediye edilse, her birine tam bir Yasin i Şerif düşer. “ diyerek Saidi Nursi bu konuda şakirtlerini Kur’anın mesajlarına göre, çok yanlış bir yönlendirmenin içine sokmaktadır.
Kur’anda Yasin Sûresinin 69 - 70. ayetinde : “ Ve Biz O’na şiir öğretmedik. Bu onun için yaraşmaz da. O sadece diri olanları uyarmak ve kâfirler üzerine sözün hak olması için bir öğüt ve apaçık bir Kur’andır. “ denilerek Yasin Sûresinin ve Kur’anın ölüler için değil, bizzat dirilerin öğüt alacağı hidayet rehberi olduğu hatırlatılarak uyarı yapılmaktadır. Öte yandan Rum Sûresinin 52. ayetinde de “ Kuşkusuz sen ölülere hiç bir şey işittiremezsin. “ denilerek, yine Fatır Sûresinin 22. ayetinde “ Ölüler ve diriler eşit olmaz. Şüphesiz Allah her dilediğine işittirir. Sen ise kabirlerdeki kişilere işittiren biri değilsin. “ denilerek artık ölen bir insanın bu dünyadan hiç bir şeyi duyamayacağı belirtilmekte, Kur'anda Kabir hayatının olduğuna dair de hiç bir ifade bulunmamakta, bilakis sadece dünya ve ahiret hayatı olmak üzere pek çok ayette iki hayattan söz edilmektedir. Çünkü Allah artık ölen insanın kabzettiği öz benliğinin şartelini kaldırarak kıyamete kadar kapatmış, manevi radyosunun fişini çekmiş, her türlü haberleşmesini bitirmiş. Fıtri kablolarla havai hatta bağlantısı kalmamıştır. Bunlara bağlı olarak Necm Sûresinin 39. ayetinde “ Gerçek şu ki insan için çalışıp didindiğinden başka bir şey yoktur. “ İsra Sûresinin 13. ayetinde de “ Ve her insanın kendi yaptıklarının karşılıklarını, ayrılmayacak şekilde boynuna doladık. “ yine Yasin Sûresinin 54. ayetinde “ Artık bugün kişi herhangi bir haksızlığa uğramaz. Ve sadece yapmış olduklarınızla karşılıklandırılırsınız. “ denilerek ölen insanların sadece bu dünyada yaptıklarının karşılığını alacağı ısrarla belirtilmiştir. Acaba Saidi Nursi Kur'anı tefsir ediyorum derken bu ayetleri görmemiş midir ?
Sonuç olarak Saidi Nursi, bugün Nur Cemaatinin ve Şakirtlerinin manevi lideridir ve öncüsüdür. Eserlerini her Tasavvuf Şeyhi gibi, Allah rızası ve Dini Mubin için yazmak istediğinden şüphemiz asla olamaz. Fakat Yüce Rabbimiz Allah, çok yakından tanıdığı biz kulları için de, Kehf Sûresinin 104. ayetinde “ Onlar yapay olarak güzellik ürettiklerini sanırken, dünyadaki çalışmaları / hayatındaki bütün çabaları boşa gitmiş olan kimselerdir. “ uyarısı ile güzel bir iş yaptığımızı zannederek hatalar içerisinde olabileceğimiz önemle vurgulanmaktadır. Nur Cemaatinin mensupları tarafından Saidi Nursi’nin Kitapları ve Risale i Nur Külliyatı ilâhi denilecek kadar kutsal addedilmektedir. Fakat Külliyatın içerisindeki sohbetlerde, Kur’an övülürken, hiçbir yerde Kur’anın Şakirtler tarafından anlaşılarak okunmasına dair bir çalışma ve açıklama görülememektedir. Bundan dolayıdır ki her halde, büyük çoğunlukla bugün Nurcular, Allah’ın Kitabı Kur’andan çok Risale i Nur’u okuyarak, hususi sözlük de kullanarak anlama çabası göstermekte, Kur’anı da ancak sadece Arapçasını okuyup hatim edip, ölen yakınların, sıddıkların, evliyaların, sahabe ve tabiinlerin ruhuna hediye etme anlayışı hakim görülmektedir.
Abartısız olarak söyleyebiliriz ki Risale i Nur Külliyesi, Cemaat Şakirtlerinin dini yaşamının yegâne rehberi olarak görülmektedir. Çünkü Saidi Nursi ; “ Onlar ruhumuzun gıdası ve ebedi saadetimizin anahtarıdır. Bu acayip ve dehşetli ve hiç misli görülmemiş devirde, özellikle müminlerin çok sıkıntılar geçirdiği ve çok dehşetli düşmanlar karşısında bulunduğu ve katkısız kâfirlik ateşinin mahallenizi sardığı bir zamanda, ancak ve ancak güveninizin en sağlam, güçlü, yıkılmaz, sarsılmaz donanımına sahip olan Risale i Nur’un nurani siperlerine sığınmakla, onun kutsal çerçevesine girmekle kurtulacak ve imanınızı kurtaracak ebedi yokluk zannettiğimiz ölümü ebedi bir hayata çevireceksiniz. “ diyerek Risale i Nur’u, insanın hem Dünyasını, hem de Ahiret hayatını kurtaracak bir kurtuluş kitabı olduğunu belirterek, onu kutsal bir kitap haline getirmektedir. Sormamız gerekir, Peygamberimizin en büyük ahlâk ve iman üzerine olduğunu söyleyerek övdüğü bir zamanların eşkiyası " Ebu Zer El Gufari " Buhari, Akaid ve Risale i Nur okuyarak mı bu övgüye mazhar olabilmiştir ? Üstelik Kur'anı anlayarak okumayarak, buradan Allah'ı, Kur'anı, Peygamberi ve İslamı tanıyamadan, başka kitapları baş tacı edip tahkiki bir imana kavuşmamış kişilere Saidi Nursi mümin diyebilir ama biz mümin diyemeyiz. Mümin aklını kullanabilen, Kur'an bilgisine az çok sahip olan, sorgulayan ve birilerine aklını emanet etmeyen, bütünleştiren, güvenilen kişidir.
Müslümanlar Allah’ın Kitabı Kur’an dururken, İsra Sûresinin 9. ayetinde “ Şüphesiz ki Bu Kur’an, insanları en doğru ve en sağlam şeye ; rüşde kılavuzlar. “ denilerek en doğru ve sağlam yolun adresi için Kur’an gösterilmekte iken bu ayetin aksine hareket edemezler. Enam Sûresinin 93. ayetinde de “ Ve Allah’a karşı yalan uydurandan, yahut kendisine hiç bir şey vahyolunmadığı halde “ Bana vahyolundu “ diyenden ve Allah’ın indirdiği gibi ben de indireceğim diyenden daha yanlış iş yapan kim olabilir ? Şirk koşarak yanlış iş yapan o kimseleri ölümün şiddetleri içindeyken, görevli güçler / melekler de onlara ellerini uzatmış canlarınızı çıkarın. Bugün Allah’a karşı gerçek dışı şeyler söylediğinizden ve O’nun ayetlerine karşı böbürlenmenizden dolayı alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız derlerken bir görsen ! “ tehdidi ile muhatap olmaktan, Yüce Rabbimiz Allah bütün iman ettim diyenleri korusun. Bakara Sûresinin 79. ayetinde : “ Artık yazıklar olsun ki o kimselere, kendi elleriyle kitap yazarlar da sonra biraz paraya satmak için “ Bu Allah katındandır “ derler. Artık o elleriyle yazdıkları yüzünden onlara yazıklar olsun !. O kazandıkları şeyler yüzünden kendilerine yazıklar olsun. “ denilerek dini konularda kitap yazacak olanlar uyarılmaktadır. Bu nedenle yüzlerce ayetin uyarısına rağmen kendi yazmış olduğu kitabı Kur'anın önüne geçirerek hiç kimse insanlar için mutlak kurtuluş yoludur dememelidir. Kur’anda Ankebut Sûresinin 41. ayetinde " Allah’ın astlarından evliya / yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakın edinenlerin durumu, ev edinen dişi örümceğin durumu gibidir. Şüphesiz evlerin en çürüğü de kesinlikle / Beyt ül ankebut dişi örümcek evidir. " denilerek, Allah'ın indirdiğini terk edip, Allah’a ortak koştukları Velilerin, Evliyanın peşine düşerek, dini parça parça bölerek, gruplara ayrılarak cemaatleşenlerin oluşturduğu beraberlik, dişi örümceğin evine benzetilerek, bu birlikteliğin kendileri için ne kadar zararlı ve tehlikeli olduğu mucizevi bir şekilde anlatılmaktadır.
Araf Sûresinin 3. ayetinde de “ Rabbinizden size indirilene uyun. O’nu bırakıp başka dostlara / koruyacak, yardım edecek velilere uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz. “ denilerek sadece Kur’ana uyulmasına, Evliya, Gavs, Kutub, Şeyh, Üstat gibi önderlerin ardına düşülmemesine dikkat çekilirken, örneğin Rum Sûresinin 31 – 32. ayetinde de “ Kalben O’na / Allah’a yönelenler olarak, Allah’ın koruması altına girin, salatı ikame edin, müşriklerden / ortak koşanlardan dinlerini parça parça bölmüş, ayrılıkçı gruplara ayrılmış kimselerden de olmayın. Her ayrılıkçı grup, kendi yanlarındaki şeylerle böbürlenmektedir. “ denilerek dindeki Mezhep, Tarikat, Cemaat ile bölünmelere, parçalanmalara, gruplaşmalara, yüzlerce ayette Allah’a ortak koşularak şirke girilmemesine karşı uyarıların bulunmasına rağmen bugün “ Elhamdülillah Müslümanız “ denildiği halde Allah’ın Hakk Dini İslam, çok farklı grupların içerisinde farklı inançlarla, uygulamalarla yaşanmaktadır. Bakara Sûresinin 170. ayetinde “ Ve onlara, Allah’ın indirdiğine uyun dendiği vakit aksine biz, atalarımızı neyin üzerinde bulduysak ona uyarız dediler. Ataları bir şeye akıl erdirmez ve kılavuzlandıkları doğru yolu bulmaz idiyseler de mi ? “ denilerek yapılan pek çok uyarının aksine insanlarımız, Kur’anı anlayarak okumadan ve önlerine konulan inançları sorgulamadan doğru olduğunu zannederek Kur'anın dışında bir hayatı yaşamaktadırlar. Ne diyelim, Yüce Rabbimiz Allah, her Müslümanım diyen kardeşimize, Kur’anı anlayarak okumayı, aklını kullanarak içinde bulunduğu durumu değerlendirerek, dinimizin yegâne kaynağı Kur’an ile sorgulayarak, Kur’anın ve İslam’ın şirkten arınmış, Allah'ın gerçek Hakk ve Tevhit dinine kavuşmayı nasip eylesin. Allah’ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun !..
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !..
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
Risalei Nur Külliyatı ( Hizmet Vakfı )
Tasavvufta Çok Mübarek Putlar ( Psikiyatrist Dr. Hamdi Kalyoncu )
Hüsamettin Aksu Fadlullah i Hurufi
İslam Ansiklopedisi TDV Yayını İst. 1995
Murat Kayacan Risale i Nur
Osmanlıca Türkçe Sözlük ( Lüggat.com )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR