Konu Detay

RİSALE İ NUR'DA SIRLAR VE KERAMETLER !

 10.04.2018
 4113

Yazımıza,  Yüce  Rabbimiz  Allah’ın  Furkan  Sûresinin  30. ayetinde,  Kur’anı  hiç  bir  şey  anlamadan  sadece  Arapçasını  okuyup  hatim  ettiğini  zanneden  ve  yanlış  olarak  ölülere  bağışlama  alışkanlığına  inandırılan  mütedeyyin  kardeşlerimiz  de  dahil  “ Ey  Rabbim !  inne  kavmit  /  benim  toplumum  şüphesiz  bu  Kur’anı  mahcur  / terk  edilmiş  bir  şey  eyledi “   ifadeleriyle  mahşer  günündeki  sorgulama  esnasında,  Peygamberimizin  tanıklığında  o  günkü  toplumundan  şikâyetçi  olacağını  bildirdiği,  Zuhruf  Sûresinin  36 - 37. ayetlerinde  ise  "  Ve  her  kim  Rahman'ın  öğüdünden,  anılmasından  körleşirse  Biz  ona  bir  şeytan  musallat  ederiz  de  artık  o,  onun  için  akrandır  /  yandaştır.  Ve  şüphesiz  ki  yandaşlar  körleşenleri  Yol'dan  çıkarırlar.  Onlar  da  kendilerinin  kılavuzlandıkları  doğru  yolda  olduklarını  sanırlar. "  ifadeleriyle,  aynı  Sûrenin  43. ayetinde  de  " Öyleyse  sen  sana  vahyedilene  sarıl.  Şüphesiz  ki  sen  dosdoğru  bir  yol  üzerindesin. "  ifadeleriyle  dosdoğru  yolun,  anlaşılarak  okunması  gereken   Allah'ın  ayetlerinde /  Kur'anda   olduğunun   dile  getirildiği  uyarıları  hatırlatarak,  başka  kitapları  baş  tacı  edip,  Kur'anın  dışında  bir  hayat  yaşayarak,  Kur’anı  başka  kitapların  arkasına  koymuş  veya  terk  etmemiş  olan  mümin  kardeşlerimize,  Allah’ın  Rahmeti  ve  selamı  üzerilerine  olsun,  Kur'anı  terk  etmiş  olanlara  da  Rabbimiz  Kur'anın  dosdoğru  yolunu  nasip  eylesin  diyerek,  adet  olduğu  nedeniyle  bir  mukaddime  ile  başlayalım  dedik !  Din  ve  inanç  konularında  yüzyıllardır  insan  eliyle  yazılmış  kitapların,  neredeyse  Kur'anın  tamamen  terk  edilerek  onun  yerine  konulduğu,  içinde  bulunduğumuz  zamanda  da  şirk  olduğu  halde   Kur'anın  dışında  oluşturulmuş  inanç  ve  amelin  vazgeçilemez  dini  rehberi  yapıldığı  görülmektedir.  Bu  kitaplardan  biri  de  en  yakın  zamanda  yazılmış  olan  Risalei  Nur  Külliyatındaki  eserlerdir.  Biz  de  bu  eserlerde  anlatılanları,  Kur'an  öğretisi  içerisinde  değerlendirmeye  çalışacağız.  Ana  hatlarıyla,  ele  almaya  çalışacağımız  ciltler  dolusu  bir  eserin  tamamının  olumlu  ve  olumsuz  yönleriyle  ele  alınıp  bu  zeminde  nakledilmesi  elbette  ki  olanaksızdır. Bu  nedenle  ön  yargılı  bir  muarız  olduğumuz  düşüncesi  hakim  olmasın  diye,  Resul'ün  mesajı,  Elçinin  mektubu,  aydınlatacak,  müminlere  ışık  tutacak  haberler  anlamlarında  nitelendirilen  Nur  Risalesi  Külliyatını  analiz  etmek,  değerlendirmek,  ayıklamak  bizim  için  de  pek  kolay  olmamış,  içinde  kullanılan  çok  sayıdaki  Osmanlıca,  Farsça  sözcüklerden,  deyimlerden  dolayı  dikkatli  olmamızı  gerektiren  bir  hayli  de  meşakkatli  ve  zaman  alıcı  olmuştur. 

Kur'anın  Hakk  dini  İslam  adına  tarih  boyunca   başlangıçta  iyi  niyetle  yola  çıkılıp  her  eser  yazanda  olduğu  gibi,  Risale i  Nur  Külliyatında  da  mutlaka  aynı  şekilde  yola  çıkılıp,  çok  büyük  bir  emek  ve  zamanın  harcandığı  kuşkusuzdur.  İncelendiğinde  genel  olarak  külliyatın  içeriğine  bakıldığı  zaman, Müslümanlar  için  bazı  yararlı  bilgilerin,  bunların  yanı  sıra  fakat  aklın  ve  sorgulamanın  kullanılmadığı  zamanda  peşinden  gidildiğinde  insanın  bütün  iyi  amellerini  boşa  çıkaracak,  imanını  kirleterek  küfür  ve  şirk  içerisine  sokabilecek  çok  zararlı  ve  yanlış  bilgilerin,  yönlendirmelerin,  bidat  ve  hurafelerin  de  bulunduğu  görülür.  Bu  bağlamda  Yüce  Rabbimizin  ve  Kur’anımızın  onaylamadığı,  üstelik  de  Bakara  Sûresinin  159. ayetinde  "  Şüphesiz  indirdiğimiz  açık  delilleri  ve  doğru  yol  kılavuzunu,  Biz  Kitapta  apaçık  gösterdikten  sonra  gizleyen  kimseler ;  İşte  onlar ;  Onları  lâinun  /  Allah  ve  bütün  dışlayanlar,  dışlayıp  gözden  çıkarır.  "  ifadeleriyle  yapılan  çok  ciddi  uyarılara  rağmen,  bazı  ayetlerin  saptırıldığı,  üstünün  örtüldüğü,  görmemezlikten  gelindiği  veya  gizlendiği  izlenimini  veren  ve  pek  çok  ayetindeki  uyarılara  ters  düşen,  Sünneti  Seniye  denilen,  doğruluğu  kesin  olarak  ispat  edilemeyecek,  dilden  dile  dolaşarak  ortaya  çıkarılmış  olan  Kütübi  Sitte  Kitabındaki,  bir  çok  uydurma  hadis  ve  rivayete  dayanan  anlatımlar  yer  almaktadır. Bunlara  ilave bir  çok  sayıda   da   olması  gerekenden  farklı  yanlış  kabuller,  kavramlar,  bunlara  dayanarak  yanlış  olarak  açıklanan,  yanlış  yönlendirilen  değişik  konular,  Kur’an  dışındaki  Tasavvuf  Dininin  inanç  emareleri,  sır  ve  kerametlerle  küfür  ve  şirk  mertebesinde  uygulamalar  yer  almaktadır.  Hud  Sûresinin  113. ayetinde  "  Ve  Allah'ın  ortağı  olduğunu  kabul  ederek  yanlış,  kendi  zararlarına  iş  yapan  zalimlere  /  kimselere  meyletmeyin,  sonra  size  ateş  dokunuverir. "  ifadeleriyle  yapılan  çok  şiddetli  uyarıya  rağmen  yanlışa  meyletmek  ve  arkasından  gitmek,  Kur'an  ile  kıyaslanarak,  hatta  önüne  geçirilen  bu  eserleri  okumak,  onaylamak,  peşinden  giderek,  din  diye  yaşamak,  aklın  devreye  sokularak,  düşünerek,  sorgulayarak,  Kur’an  ve  Sünnetullah  ile  test  etmemek  doğru  değildir. Aksi  ise  küfür  ve  şirke  bulaşmak  olur.  Dinimizin  temel  kaynağı  Kur'anda  Zümer  Sûresinin  65. ayetinde  "  Ve  andolsun  ki, sana  ve  senden  öncekilere  şöyle  vahyedildi.  Andolsun  ki  ortak  koşarsan  amelin  kesinlikle  boşa  gider. Ve  kesinlikle  kaybedenlerden  olacaksın.  "  denilerek  oysa  şirk  konusunda,  üstelik  de  Yüce  Rabbimizin  aynı  ayet  içerisinde  iki  defa  ant  içmesi  ifadesiyle  kasem  etmesi  /  kanıt  göstermesi  ve  kesin  olduğunun  vurgulanması  ile  uyarısı  önemle  yer  almaktadır. 

Bundan  dolayı  iman  ettiğini  söyleyen  her  mümin,  din  adına  attığı  her  adımında  bütün  amelinin  boşa  gitmemesi  için  dikkatli  olmak,  Kur'anın  doğrularına  göre  akıl  ile  hareket  etmek  zorundadır.  Kur'anımızda  ( Lokman  17,  Araf  157, Tevbe  71 )  gibi  bir  çok  ayette  "  Emri  bil  maruf,  nehyi  anil  münker  "  ifadesiyle  ikna  yoluyla  bütün  Müslümanlara  iyiyi,  doğruyu  gösterin,  kötüyü  men  edin  emri  bulunmaktadır.  Bu  nedenlerle  biz  de  objektif  olarak  burada  Risale i  Nur  külliyatı  içerisinde  ele  alınan  bazı  konulardaki  yanlışlıkları,  Dinimizin  asıl  ve  temel  kaynağı  Yüce  Kitabımız  Kur'anımızın  doğrularını  ortaya   koyarak  göstermeye  çalışacağız.  Eğer  biz  de  iyi  niyetle  çıktığımızı  düşündüğümüz  bu  yolda  yanılırsak,  elbette  ki  Rahman  ve  Rahim  olan  Rabbimizin  mağfiretine  ve  Tevvablığına  sığınacağız.

Yüce  Rabbimiz  Allah,  Peygamberimize  vahyettiği  ayetlerle,  zamanımızdan  bin  dört  yüz  yıl  önce  Tevhit / La  ilâhe  illallah / Allah’tan  başka  ilâh  diye  bir  şey  yoktur  demenin  bilinci  ve  inancı  ile  hiyerarşinin  ve  aracıların  olmadığı,  Allah’a  ortak  koşmama   temelindeki  apaçık  Kitapla  anlatılan  Hakk  Din’i,  Rahman  sıfatıyla  vadettiği  nimetini   tamamlamıştır.  Kitabında  Enam  Sûresinin  38. ayetinde  de  “ Biz  kitapta  hiç  bir  şeyi  eksik  / yetersiz  bırakmadık. Sonra  onlar  Rablerine  toplanacaklardır. “  Dediği  halde  buna  rağmen  aradan  geçen  zaman  içerisinde  tıpkı  Mekke  müşriklerinde  olduğu  gibi,  Kur’anı  yeterli  görmeyip  beğenmeyerek,  adeta  başka  bir  kitap  beklentisi  içerisinde  yazılmış  olan  kitaplarla,  Allah'ın  Hakk  Dinine  sonradan  ilave  edilen  katkı  maddeleri  ile  Din,  Allah’ın  Tevhit  ve  Hakk  Dini  olmaktan  çıkarılmış,  Mezhep,  Tasavvufi  Tarikat  ve  Cemaatler  eliyle  paramparça   edilerek,  Allah,  Sidreti  münteha  denilip  en  tepede  ulaşılamayan  bir  yere  oturtulmuş,  Cebrail,  Mikail,  Azrail,  İsrafil  adı  verilen  Melekler,  Peygamber,  seyri  sülük  ( silsile )  ile  adeta  O'nun  yerini  almış,  Allah'ın  aşık  olduğu  ve  ulaşamadığı  sevgilisi  yapılan  Gavslar,  Kutuplar,  Şeyhler,  Evliyalar,  İmamlar  basamaklarında  oluşturulan  önderler  aracılığında  hiyerarşi  ile  İslam,  Kur’an  dışında  yaşatılan  ve  yaşanan  bambaşka  bir  çok  dine  dönüştürülmüştür. Kur'an  ve  ayetleri,  Yasin  Sûresi  anlaşılarak  okunmayan,  asıl  mesajlarının  neler  olduğu  bilinmeyen  ve  sadece  ölülerin  ruhuna  hediye  edilen  mezarlıkların  kitabı  yapılmış,  onun  yerini  almış  kitaplarla  Dinimizin  temel  esasları,  Tevhit  inancı  tahrif  edilmiş,  akıl  ile  ilme  ulaşma,  düşünme,  sorgulama  ortadan  kaldırılmış,  inançlar  Mürşidin  sır,  keramet,  rüya  ve  ilhamına  bağlanmış,  uydurulan  hadis,  rivayet  ve  kerametlerle  ubudiyet  /  ibadet  anlayışı  tahrif  edilmiş, dine  sokulan  yalanlarla  Kur'anın  dışında  kalınmış,  öğretisinden  ve  ahlâkından  uzaklaşılmıştır. 

Bundan  dolayıdır  ki  bin  dört  yüz  yıldır  akın  akın  camileri  tıka  basa  doldurduğu,  mübarek  kandil  geceleridir,  mübarek  Ramazan  geceleridir,  teravihtir  deyip  ilâhi,  gazel,  salavat  nidaları  ile  yeri  göğü  inlettiği,  yerlere  kapandığı,  ellerini  göğe  açarak  dakikalarca  yakardığı,  zikirmatik  saatlerle  kişi  başına  on  binlerce  zikir  çekildiği,  ölülere  bağışlamak  üzere  milyonlarca  mukabele  hatminin  indirildiği  halde,  her  halde  dualar  ve  yakarmalar  doğru  adrese  gidememiş,  karşılığı  görülememiş  ki,  Müslüman’ların  yaşadıkları  yoksulluk,  zulüm,  ölüm,  acı,  sıkıntı  ve  mezhep  savaşlarıyla  bugünkü  dünyası  da,  Kur'an  ayetlerine  göre  Ahireti  de  yine  pek  parlak  görülmemektedir.  Eğitimde,  Bilimde, Teknolojide,  Sanayide  ve  Ekonomide  geri  kalmışlık,  Dinin  asıl  hedefi  olan  adalet,  hukuk,  güven,  huzur  ve  ahlâk  kavramlarını  alt  üst  etmiş,  bu  bozukluk  normal  ve  rutin  bir  şeymiş  gibi  kabul  edilerek  adeta  sosyal  yaşamı  kuşatmış,  hiç  de  iç  açıcı  bir  tablo  gibi  durmamaktadır.

Yüce  Kitabımız  Kur’anda  Ali  İmran  Sûresinin  19. ayetinde  “ Şüphesiz  Allah  katında  din  İslam’dır  “  yine  aynı  Sûrenin  85. ayetinde  “ Kim  İslam’dan  başka  bir  din  ararsa,  bilsin  ki,  o  din  ondan  kabul  edilmeyecek  ve  o  ahirette  hüsrana  uğrayanlardan  olacaktır. “  yine  Ali  İmran  Sûresinin  105 - 107  ayetlerinde  de  “ Kendilerine  apaçık  deliller  geldikten  sonra  parçalanan  ve  ayrılığa  düşen  kimseler  gibi  de  olmayın.  İşte  bunlar,  birtakım  yüzlerin  beyazlaştığı,  birtakım  yüzlerin  siyahlaştığı  günde  büyük  bir  azap  kendileri  için  olanlardır.  Artık  yüzleri  kararan  kimselere  “ siz  inandıktan  sonra  yeniden  kâfir  mi  oldunuz. ?  Öyleyse  küfretmenizden  dolayı  tadın  cezayı “  Denilerek  pek  çok  ayetle  gerekli  uyarılar  yapıldığı  halde,  bu  uyarıları   görmemezlikten  gelerek  halâ  kendilerini  İslam'ın  içerisinde  zanneden  ve  ülkemizde  bugün,  dindeki  parçalanmaların  ardından  en  yaygın  olarak  görünen  Tarikatlardan  biri  de,  neredeyse  Kur’anın  yerine  dinlerinin  kitabı  olarak  koydukları  Risale i  Nur  ile  iman  gemisine  binip  imanı  ayakta  tutmaya  çalışarak  amel  ettiklerini  dile  getiren,  bulaştıkları  şirkin  farkında  bile  olmayan,  Saidi  Nursi’nin  Risale i  Nur  Külliyatı  eserinin  etrafında  toplanmış  olan  Nur  Cemaatidir.

Nur  Tarikatının  kurucusu  Saidi  Nursi  ( 1877 – 1960 )  Bitlis  doğumludur.  Yaşadığı  dönemde  milis  kumandanı  olarak  Pasinler  cephesinde  1915  yılında  Ruslarla  çarpışmış,  esir  düşmüş,  daha  sonra  Almanya’ya  geçmiş  ve  oradan  da  tekrar  Türkiye’ye  dönmüştür.  Anadolu’nun  çeşitli  illerinde  tebliğ  faaliyetlerinde  bulunmuş,  zaman  zaman  siyasetin  baskıları  ile  tutuklandığı  ve  sürüldüğü,  hapis  cezalarına  mahkum  olduğu  dönemler  olmuştur.  Yazdığı  eserlerine  Risale i  Nur,  Hizmet i  İmaniye,  Kur’aniye  adlarını  vererek,  çeşitli  konulara  cevap  niteliğinde  numaralandırılmış  olan  Mektubatlar,  ışık  tutan  aydınlatan  anlamlarına  gelen  numaralandırılmış   Lemalar,  Şualar,  Sözler,  Lahikalar  olarak  yayınlamıştır. Eserlerinin  etrafında  toplanan  cemaat  de  kendisine  Bediüzzaman, ( zamanın  yoktan  yaratanı ) diye  Allah'ın  bir  ismini,  Üstat  Hazretleri,  Zamanın  Alimi  ve  Müceddidi  unvanlarını  vermişlerdir. Yetiştirdiği  mürit  ve  şakirtleri  /  talebeleri  bugün  ayrı  ayrı  kollar  halinde  çok  yaygın  bir  cemaatler  topluluğu  oluşturmuş,  şirketleşmiş,  holdingleşmiş,  hücre  evleri  oluşturmuş,  gençlere,  iş  kollarına  el  atmış,  iman  gemisi  adı  altında  zaten  Kur'ana  göre  küfür  içinde  olan  dinlerini  yaşamaktan  ziyade  siyasetin, zenginliğin,  gücün,  malın  elde  tutulması  mücadelesine  dönüştürülmüştür.

Kur’anın  dışında  oluşturulmuş  ve  İslam’la  hiç  alakası  olmayan  Tasavvuf  Dininde,  ilkelerini  vazedenlere  ya  Kesbi’dir ( İlmini  çalışarak  elde  etmiştir. ) ya  da  Ledun’nidir ( vehbi’dir ) ( İlmi  kendisine  Allah’ın  bir  hibesidir,  ilhamıdır )  denilir.  Onlar,  Peygamberlere  benzer  şekilde   okumadan,  eğitim  görmeden  doğrudan  Allah'la  ilişki  kurarak  direkt  olarak  ilmi  Allah’tan  aldıklarını,  kendilerinin  yazmadıklarını,  yazdırıldığını  söylerler.  İnsanların  karşısına  da  kendilerine  uluhiyet  atfetmek  üzere  melamet  hırkasını  giydim,  dünya  nimetlerini  terk  ettim  deyip  cübbe,  sarık  ve  sakal  görünümleriyle  çıkarlar.  Bunlara  aynı  zamanda  Müceddit  ( Dindeki  yanlışlıkları  düzeltecek  olan  Alim )  denir.  Bu  inancı  savunmak  için  peygamberimizin  adına  bir  hadis  de  uydurulmuştur.  Risale i  Nur  19.  Mektub  içinde  yer  alan  bu  hadise  göre  Peygamberimiz  güya  “  Her  yüz  senenin  başında  Allah,  bu  ümmete  dini  yenileyen  bir  müceddit  gönderir,  dinin  emirlerini  yeniler.  “  demişmiş. (  Ebi  Davud  Kitabı  Melahime )  Halbuki  Enam  Sûresinin  50. ayetinde, “  De  ki :  Ben  size  Allah’ın  hazineleri  benim  yanımdadır  demiyorum.  Gaybi  de  bilmem.  Size  ben  bir  meleğim  de  demiyorum.  Ben  yalnızca  bana  vahyedilene  uyuyorum.  “  denildiği  gibi  gaybi,  geleceği  bilmeyen,  kimsenin  de  Cenneti  garantileyen  aracısı  da  olmayan  Peygamberimiz,  bütün  inananların  da  kendisi  gibi  vahye  uymasını  istemektedir.  Bundan  dolayı  böyle  bir  sözü  söylemesi  de  mümkün  değildir. Üstelik  de  eksiksiz  bir  şekilde  dimdik  hayatta  olan,  Rabbimizin  insanlık  adına  indirdiği,  aynı  zamanda  da  evrensel  olan  son  Kitabı  Kur'anın  Hak  Dininin  yenilenmeye  ihtiyacı  da  yoktur.  Sadece  doğru  anlaşılmak  üzere  okunması  gerekir.

Ama  buna  rağmen  Kur'an  ayetleri  yerine  bu  hadisi  temel  alan  Saidi  Nursi’nin  şakirtlerinden  /  talebelerinden  Şamlı  Hafız  Tevfik,  aslında  ikisinin  arasında  yedi  yüz  küsur  yıl  fark  bulunduğu  halde  “  Çoğunluğun  ehli  hakikat  olarak  gördüğü  Hz. Mevlâna  ( doğum  tarihini  Miladi  takvime  göre  1193,  Saidi  Nursinin  de  doğum  tarihini  Hicri  takvime  göre  1293  olarak  kabul  edip  hadis  gereği  kendine  göre  yüz  senelik  farka  denk  getirerek ) 1200  senesinin  müceddididir.  Aynen  dört  cihette  tevafuk  ederek  /  Allah'ın  iradesiyle  denk  getirilen  Risalei  Nur  eczaları  da  /  veciz  sözleri  de  aynı  vazifeyi  görmüştür.  Tecdid i  Din / dini  yenilemek,  tazelemek  hususunda  bir  müceddit  hükmündedir. “  demiştir. ( Sikke i  Tasdik i  Gaybi  sa. 315 ) Tabii  kimin  ehli  hakikat  olup  olmadığına  Yüce  Rabbimiz  karar  verecektir  de,  fakat  Kur'an  ayetlerinin  uyarılarına   baktığımız  zaman, Celaleddin  Rumi’nin  "  Vahdet  i  Vücut  "  temelindeki  inancı,  Mesnevisinin  kendisine  yazdırıldığını  söylemesi,  Tasavvuf  Dini  içerisindeki  sapkınlıkları,  ( Edip  Yüksel  :  Romalı  Celaleddin  ve  Amerika  Cilt  2, 3, 4, 5, Beyitler  3155 - 3160  sa.  137 - 138 )  Anadolu'da  işgalci  Moğol  istilasında  onlarla  birlik  olup  Ahi  Evran'a  /  Nasreddin  Hoca'ya  karşı  verdiği  mücadelelerle  işlediği,  alet  olduğu  cinayetler  hiç  de  öyle  masum  görünmemekte, ( Prof  Dr.  Mikail  Bayram :  Sosyal  ve  Siyasi  Boyutlarıyla  Ahi  Evran - Mevlânâ  mücadelesi )  bunlara  göre   Kur’anın  dışında  olan  Tasavvuf  dininin  mücedditlerinden  olduğunu  uydurma  ve  tutarsız  bir  hesaba  dayandırarak  kabul  etmekle,  Dinin  de  yenilendiğini  iddia  eden  bu  Şakirt  kardeşimiz  de  üstadımı  öveceğim  derken  küfre,  şirke  girmiş  gibi  görünmektedir.  

Bu  makalemizde  mütedeyyin  Nur  Cemaati  kardeşlerimizin  büyük  bir  Hulusi  kalp  ile  hayatlarının  nuru  yaptıklarını  gördüğümüz  Risale  in  Nur  eserlerinin  Mektubat,  Lahika,  Şualar,  Sözler  ve  Lemalarını  Kur’an  penceresinden  bakarak  ele  almaya  çalışacağız. Her  ne  kadar  değişik  bölümlerde ;  Risalei  Nur’a  hücum  edilmez.  O  doğrudan  doğruya  Kur’ana  bağlanmış  ve  Kur’an  dahi  Arş ı  Azamla  ( sınırsız  egemenliğin  sahibi  Allah'la ) bağlıdır.  Kimin  haddi  var  elini  oraya  uzatsın  o  kuvvetli  ipleri  çözsün. ( Şualar  Sahife  241.)  İfadeleriyle,  adeta  Kur'an  gibi  Risalei  Nur'un  da   Allah'tan  alındığı  dile  getirilmiş, Peygamberimizle  vahiy  yarışına  girilmiştir. Yine   “  Kimin  haddidir  ki  bu  nurlarda  yanlışlık  bulsun.  Onun  için  bir  harfe  bile  dokunmayı  azim  bir  günah  işlemiş  gibi  telakki  ediyorum. “  ( Barla  Lahikası  Sahife  56. ) Yine  “ Kimin  haddi  var  ki  risalelerin  birisine  el  uzatsın  veyahut  bir  sahifesine  dil  uzatsın,  veyahut  bir  cümlesini  tenkit  etsin,  veyahut  bir  kelimesine,  veyahut  bir  harfine  ve  belki  de  bir  noktasına  itirazda  bulunsun. “ ( Barla  Lahikası  Sahife  194. ) denilerek  eleştirilere,  sorgulamalara   değerlendirmelere,  düşünme  ve  aklın  kullanılmasına  Tasavvuflarda  olduğu  gibi  baştan  yasaklama  getirilmiş,  küfrün  ve   şirkin  dibine  inilmiştir. Biz  biliyoruz  ki  Risale i  Nur  Allah’ın  sözü,  hükmü  değil,  Allah’ın  bir  kulunun  sözleridir,  üstelik  de  şirk  eğilimleri  ile  doludur.  Amacımız  kimseyi  incitmek,  aşağılamak,  yermek  değil,  imanını  sorgulamak  asla  olamaz,  varsa  Kur’an  ve   İslam’ın  hükümlerine  aykırı  hissiyat,  öngörü  ve  yorumların  yanlışlıklarını  Nisa  Sûresinin  59. ayetinde  “  Eğer  herhangi  bir  şeyde  anlaşmazlığa  düşerseniz  onu  Allah  ve  elçiye  /  Kur’ana  havale  edin. “  denildiği  gibi  Allah’ın  kitabını  hakem  kılarak  hatırlatmaktır.  Bu  nedenle  de  gördüğümüz  yanlışlıklara  itirazlarımızı  da  yapacağız.

Peygamberimiz  Muhammed ( a.s.) gibi  Saidi  Nursi  de  sonuçta  bir  beşer  değil  midir ?  Hatasız,  eksiksiz  insan  olabilir  mi ? Yüce  Rabbimiz  Peygamberimize  bile  Şura  Sûresinin  52. ayetinde “  Sen  bundan  önce  din  nedir,  iman  nedir  bilmezdin  “  Duha  Sûresinin  7. ayetinde  "  Seni  yolunu  kaybetmiş  olarak  bulup  da  yola  iletmedi  mi ? "  diyerek  O'nun  bile  hata  yapabileceğine  vurgu  yapılmakta,  Abese  Sûresinde,  Tevbe  Sûresinin  84. ayetinde  yanlışa  yöneldiği  anda  adeta  azarlandığını  da  görüyoruz.  Üstelik  Saidi  Nursi’nin  de  Sikke i  Tasdik  Gaybi  8. Şua  8. Remiz  sa. 122  de  :  “  Gaybi  Allah’tan  başkası  bilmez.  Doğrusunu  Allah  bilir.  Hata  ve  günahlarımdan,  yanılgı  ve  yanlışlarımdan  dolayı  Allah’tan  mağfiret  diliyorum. “  Dediği  görülmektedir.  Kur'anda  değil,  ama  halbuki  elimizde  bulunan  ve  Peygamberimizin  vefatından  sonra  oluşturulan  Kur’an  Mushaf’ında  bile  sonradan  dil  kuralları  olarak  insan  eliyle  harekelendirme  denilerek  konulmuş  seslendirme,  noktalama  ve  işaretlerle  yazılımından,  tasnifinden  ve  bazı  ayetlerde  yapılan  lahn'dan  dolayı  bazı  harf  ve  sözcüklerinde,  noktalama  işaretlerinde  bazı  ihtilaflar  ve  yanlışlıklar  bulunmaktadır.  Elbette  ki  Kur'anın,  Allah'ın  orijinal  vahyinin,  aslı  ve  lafzında  tutarsızlık  görülemez.  Buna  rağmen  Rabbimiz  pek  çok  ayette  aklınızı  kullanın  Kur'anı  sorgulayın  demekte,  bizzat  Kendisi   tartışmaya   açmaktadır. Hücurat  Sûresinin  1. ayetinde  de  "  Ey  iman  etmiş  kimseler !  Allah'ın  ve  Elçi'sinin  iki  eli  arasında  öne  geçmeyin / dinde  kendi  görüşlerinizi  öne  çıkarmayın.  Ve  Allah'ın  koruması  altına  girin.  Şüphesiz  Allah  en  iyi  işitendir,  en  iyi  bilendir. "  ifadeleriyle  belirtilerek  uyarıldığı  halde  insan  eliyle  yazılmış  bir  kitabın,  kutsallaştırılarak  sorgulanamaz,  harfine  dahi  dokunulamaz,  eleştirilemez  denilerek,  Kur’andan  daha  muhkem  bir  kitap  haline  getirilmeye  çalışılması,  önüne  geçirilmesi,  karşılaştırılması,  hatta  iman  kaynağı  olarak  kullanılması  dahi  doğru  bir  yaklaşım  değildir. Küfür  ve  şirkin  ta  kendisidir.   

Peygamberimizden  sonraki  İslam’ın  ilk  yıllarında  itikattaki  esaslarla  ilgili  eserler  yazan  Yahudi  ve  Hristiyanlık  inancından  dönme  bazı  alimler, her  ne  kadar  Kur'anın  İslam'ına  aykırı  olarak  hurafe  ve  rivayetlerle  önceki  gelenek  ve  inançlarındaki  bir  çok  yanlışı  sokmuş  olsalar  da  örneğin  İmam  Eş'ari,  İmam  Maturi,  İmam  Ahmet  bin  Hanbel,  hiç  bir  zaman  mütevazilikten   ayrılmamışlar,  İmam  Azam  Ebu  Hanefi  aklın  süzgecini  terk  etmemiş, "  Bilmediklerimi,  eksiklerimi,  üst  üste  koyup  üzerine  çıksam,  arşa  ulaşırım  "  demiştir,  eserlerini  övmemişlerdir.  Dokuz  yüzlü  yıllardan  itibaren  ise  yaygın  bir  şekilde  İslam’ın  yerini  almaya  başlayan,  Kur’ana  aykırı  küfür  ve  şirk  içerisinde  olan  Tasavvuf  inancı  ile  birlikte  yazılan  eserlerin  müellifleri  tarafından  bizzat  övülmesi,  adeta  bunu  ben  yazmadım,  bana  yazdırıldı  demeye  getirilerek  o  eserlerin  Allah’tan  olduğunun  ima  edilmesi  gelenek  halini  almıştır.  Saidi  Nursi  de  her  ne  kadar  “  On  mertebeli  harfi  tarikler, ( Ebu  Bekir  Sıddıktan  nakil  yollar )  zikri  esastan  yedi  mertebeli  cehri  tariklerden  (  Halife  Ali'den  nakledilen  yollardan )  ayrı  olarak,  ( acz,  fakr,  şefkat,  tefekkür )  olmak  üzere  dört  mertebeli  tarikinden  ( yoldan )  dolayı  “  Risale i  Nur’un  zikirler  açısından  Tasavvuf’un  dışında  olduğunu  iddia  etmişse  de,  ileride  örnekleyeceğimiz  gibi   Mektubat,  Söz  ve  Lemalarda   pek  çok  Tasavvufi  açıklamaların,  kabullerin  yer  aldığı, Tasavvuf  Şeyh,  Kutup  ve  Gavslarının  methedildiği,  onaylandığı,  yüceltildiği  görülmektedir.

Külliyedeki  ayrıntılara  ve  değerlendirmelere  geçmeden,  öncelikle  Risale  i  Nur'un  ne  olduğunu  kendi  ağızlarından  tanımaya  çalışalım.  Risale i  Nur’un  pek  çok  Lema  ve  Mektubatında  Risale i  Nur’un  ne  olduğu,  adeta  Kur'anla   kıyaslanırcasına  değişik  ifadelerle  tanımlanarak  anlatılırken,  özellikle  Sikke i  Tasdik  Gaybi  8. Lema  232.  sahifede,  Müellifin  vasiyetnamesi  adı  altında  bir  çok  övgü  tekrar  bir  araya  toplanarak  aktarılmaktadır ;

* Risalei  Nur  bir  ibrişimdir  ki,  Kâinat  ve  Kâinattaki  bütün  mevcudatın  tesbihatları  onda  dizilmiştir.  *  Risale i  Nur  Müminlere  Kur’andan  hedayayı  hidayet,  kevneyn'i  saadet,  mazhar'ı  şefaat  ve  feyzi  rahmandır. ( Risalei  Nur  Kâinattaki  bütün  varlıkların  dizilişiyle  Allah'ı  yücelten, her  türlü  noksanlıktan  arındıran  tesbihatının  içinde  bulunduğu,  Müminlere  hidayeti  ve  hakk  yolunu  hediye  eden,  iki  alemde  saadeti  ve   mutluluğu   sağlayacak  olan  yardımla  şereflendiren,  Allah’ın  ilim  ve  irfanıdır. Sanki  bunların  hepsi  Kur'anda  yok,  Allah  bu  kitap  mufassaldır  demedi,  Haşa !  Kur'an  yetersizdir.  Hidayeti,  hakk  yolunu,  saadeti,  mutluluğu  ve  bütün  bunları  sadece  Risalei  Nur'da  bulabilirsiniz. )

* Risale i  Nur  Kâinata  baharın  feyzini  veren  bir  abı  hayat  ve  ayn’ı  rahmet  ve  mahza ı  hakikat  ve  bir  gülzar ı  gülistandır. ( Risalei  Nur  baharda  Kâinatın  canlandığı  gibi,  katıksız  saf  hayat  suyu  ile  canlılık  katan  hakikatin  ta  kendisidir. ) ( Kur'an  hakikat  / gerçek  değil,  Haşa !  Risalei  Nur  gerçek.)

* Risale i  Nur  Lütf u  Yezdan,  kemal  i  iman,  tefsir'i  Kur'an  ve  bereketi  ihsandır. (  Risalei  Nur  Allah'tan  ilâhi  lütuftur,  imanı  olgunlaştıran,  Kur'anın  tefsiri  ile  bereketi  bolluğu  bağışlayandır. )  (  Allah  Allah !  Kur'anda  olduğu  halde  saklanan  ve  Risalei  Nur'da  yer  almayan  bir  çok  ayetle  Kur'anın  tefsiri  nasıl  olmaktadır ?  bolluğu  nasıl  bağışlamaktadır ?  Kur'anın  kendisi  aslında  zaten  bir  tefsirdir,  ayetleri  kendisi  açıklamaktadır,  tefsirin  tefsiri  olmaz.  Tebyini  olur. ) 

*  Risale i  Nur  kâfire  hazan,  münkire  tufan,  delalete  düşmandır. ( Risalei  Nur  inkârcılara  hüzün  veren,  kötü  yola  karşı  olup  kötü  yolu  yok  edendir. )  

*  Risale i  Nur  bir  kenz i  mahfi  ve  bir  sanduka i  cevher  ve  memba ı  envardır. ( Risalei  Nur  gizli  bir  hazine,  cevher  kutusu  ve  nurların  kaynağıdır. ) ( Bu  ifadeler  küfür  değil  de  nedir ? Kur'anda  nurların  kaynağının  sadece  Allah  ve  Kur'an  olduğu  anlatılmamakta  mıdır ? ) 

*  Risale i  Nur  hakaik ı  Kur’an  ve  miracı  imandır. ( Risalei  Nur  Kur'an  hakikatleri  ile  İmanı  yükseltendir )

*  Risale i  Nur,  Kur’an  ve  hadisten  sonra,  sertac ı  evliya,  sultan  ül  eser  ve  züddet  ül  meani,  ataya  yı  ilâhi,  hedaya  yı  sübhani  ve  feyyazi  Rahmanidir.  ( Risalei  Nur  Kur'an  ve  hadisten  sonra  bütün  velilerin  baş  tacı,  eserlerin  sultanı  ve  manaların  özü,  Allah'tan  armağandır,  her  türlü  noksanlıklardan  arınık  Allah’ın  hediyesi  ve   Rahmanın  feyizleri,  ilim  ve  irfanıdır. ) ( Oysa  eksiksizlik,  kusursuzluk,  sadece  Allah'a  ve  Onun  Kitabına  aittir.  Allah'ın  insanlığa  son  armağanı  ise  sadece  Kur'andır.  Aksini  iddia  etmek  küfürdür,  şirktir. )

* Risale i  Nur  bir  bahri  hakaik  ve  bir  sırrı  dekaik  ve  kenzül  maarif,  bahr'ül  mekarimdir. ( Risalei  Nur  hakikatler  okyanusu  ve   ince  sırların  merkezi   ve   bilgiler  hazinesi,  ikramlar  deryasıdır.  )  (  Peki  geçmişten,  gelecekten,  gayb'den  hangi  bilgileri  vermiştir ? 

* Risale i  Nur  hastalara  şifahane i  hikmet  ve  mai  zemzem   sağlara  maişet i  hakikat  ve  rih i  reyhan   ve  misk i  amberdir.  ( Risalei  Nur  dünyada  hastalara  şifa  dağıtan,  hoş  ve  güzel  kokulu  zemzem  suyu  gibi  ihtiyacı  gideren  bir  hakikattir. )  Denilmiş,  Kur'anın  bütün  vasıflarına  sahip  çıkılmıştır.

* Risale i  Nur  mev  idi  Ahmed ( a.s. )  ve  müjde i  Haydari  ( r.a. )  ve  beşaret  ve  tevaün ü  Gavs  ve  tavsiye i  Gazali  ve  ihbarı  Faruki'dir. ( Risalei  Nur  Ahmed  a. s. ın  "  Muhammed'in  "  vaadi,   Ali’nin  müjdelediği,  Kutuplar  Kutbu  Abdül  Kadir  Geylani  Kuddusuruhu  Gavs  Hazretlerinin  desteklemesi  ve  yardımı,  Gazali   K.s. nun  tavsiyesi  ve   İmam  Rabbani   K.s. nun  haber  verdiğidir.)  denilmekte,  pek  çok  tehlikeli  iddiaları  da  bünyesinde  barındırmaktadır.  Neredeyse  adı  kullanılmamış,  istismar  edilmemiş,  iftira  atılmamış  kimse  bırakılmamıştır.  Kur'anı  bilen  ve  anlayanlar  için,  her  bir  iddia  da  sayfalar  dolusu  açıklama  ve  eleştiriye  neden  olmaktadır.

Yine  Sikke i  Tasdik  Gaybi  8. Lema  233.  sahifede  Müellifin  vasiyetnamesi  bölümünde ;  Risale i  Nur  hem  bir  Şeriat  kitabı,  hem  bir  dua  kitabı,  hem  bir  hikmet  kitabı,  hem  bir  ubudiyet  kitabı,  hem  emir  ve  davet  kitabı,  hem  bir  zikir,  hem  bir  fikir  kitabı,  hem  bir  hakikat  kitabı,  hem  bir  tasavvuf  kitabı,  hem  bir  mantık  kitabı,  hem  bir  ilim  kitabı,  hem   bir  kelam  kitabı,  hem  bir  kitabı  ispatı  vahdaniyet ( birliğin  ispatı )  muarızlarına  bir  kitabı  izan  ve  iskattır. ( karşısında  olanları  susturucudur ) diyerek  Risale i  Nur  tanımlanmaktadır.  Fakat  bu  tanımlamaların  hepsi  adeta  Kur’an  ile  mukayese  edilmiş  ve  neredeyse  Kur'andaki  bütün  vasıfların  ve  hikmetlerin  sahiplenildiği,  bu  kitap  da  Allah'ın  indirdiği  Kur’an  gibi  bir  zikir  denilip  O’nun  yerini  almış,  kutsallaştırılmış,  okunmasının  farz  olduğu  bir  hüküm,  kural  ve  şeriat  koyucu  Kitap  anlamına  getirilmeye  çalışılmıştır.  Bu,  çok  açık  bir  şirktir.  Allah'tan  başka  hiç  kimse  Din  ve  inanç  adına  şeriat  ve  hüküm  koyamaz.  Allah  katında  tek  bir  Din  vardır,  O  da  Kur'anın  İslam'ıdır.  Hiidayeti  ve  dosdoğru  yolu  öğrenmede  neredeyse   Kur'anın  yetmeyeceğine  atıfta  bulunan,  yukarıda  değindiğimiz  Risale  i  Nur'un  çok  uzun  ve  kapsamlı  olan  bütün  övgülerinin  değerlendirilmesini,  Kur'anı  anlayarak  rehber  edinebilenlere  bırakıyoruz.

Saidi  Nursi  Sikke i  Tasdik  Gaybi  8.  Lema  sa.  217 – 218  de  :  Bazen  tevazuh  küfranı  nimeti  istilzam  ediyor.  Bazen  de  tahdisi  nimet  i  iftihar  olur.  İkisi  de  zarardır.  Bunun  çare  i  yegânesi  ki,  ne  küfranı  nimet  çıksın,  ne  de  iftihar  olsun.  Meziyet  ve  kemalatları  ikrar  edip,  fakat  temellük  de  etmeyerek  mümin  hakikanın  eser  i  inamı  olarak  görmektir. (  Bazen  aşırı  alçak  gönüllülük  nimete  nankörlük  oluyor.  Bazen  de  rivayet  ederek  bahsedip,  ne  övünmek  ne  nankörlük  edilsin,  ikisi  de  zarardır.  Bunun  yegâne  çaresi   de  beceri  ve  olgunluğu  sahiplenmeyerek  fakat  aşırı  tevazuh  da  göstermeyerek  Allah’ın  verdiği  bir  iyilik  olarak  göstermektir. )  Demektedir.  Çok  doğru  söylemektedir.  Amma   buna  rağmen  yukarıda  örneklediğimiz  gibi  Risale  i  Nur'un  bu  derece  övülmesi,  Peygamberimizin,  imam  Ali'nin  ve  pek  çok  Tasavvuf  Evliyasının  alet  edilmesi,  yapılan  bazı  Kur’an  ayetlerinin  her  birinin  tefsirindeki  Cifr  hesapları  ve  hissiyat  ile,  anlamların  sürekli  Risale i  Nur’a  işaret  edilmesinin  abartıları  hem  yanlış  olmakta,  hüküm  emir  ve  davet  iddiaları  da  pek  tevazuh  olmamaktadır. Üstelik  Risale  i  Nur'un  içindeki  yanlış  kavram  ve  kabullerle  yapılan  yanlış  yönlendirmeler,  Allah’ın  verdiği  iyilik  olarak  da  kabul  edilebilir  mi ?  Bir  müellifin  kendisini  ve  eserini,  ayetlerin  değişik  şekilde  tekrar  tekrar  açıklama  yaparak  kendisi  de  aynı  zamanda  tefsir  olan  Kur’anın  tefsiri  yapılıyormuş  gibi  gösterip,  çok  da  emin  olarak  her  fırsatta  adeta  Kur’anın  önüne  geçirerek  övmesi  değer  arttırıcı  değil,  bilakis  Kur'anın  pek  çok  ayetinin  aksine  değer  düşürücü  ve  küfre  yönelten  tehlikeli  bir  etki  oluşturmaz  mıdır ?

Saidi  Nursi  neredeyse  Kur’anın  tamamından  daha  fazla  bir  övgüye  yer  verdiği  eserini  aynı  zamanda  da  nurların  kaynağı  olarak  göstermektedir.  Oysa    Kur’anda  İbrahim  Sûresinin  1. ayetinde  “  Elif  Lam  Ra  ! Bu  Kitap  Bizim,  insanları  Rabblerinin  izni  ile  karanlıklardan  aydınlığa   ve  göklerde  olan  şeyler,  yerlerde  olan  şeyler  Kendisinin  olan  Aziz  Allah’ın  yoluna  çıkarman  için  sana  indirdiğimiz  bir  nurdur. “  denilip  insan  için  nurun  kaynağının  Kur’an  olduğu  anlatılmakta,  Nur  Sûresinin  35. ayetinde  “  Allah,  gökleri  ve  yeryüzünü : Evreni  aydınlatan  nurun  tek  sahibidir. Başkasının  aydınlatması   mümkün  değildir.  O’nun  nurunun ;  Kur’anın  örneği,  içinde  kandil   bulunan  bir  kandil  yuvası  gibidir ;  O  kandil  bir  cam  içindedir.  O  cam  sanki  inciye  benzer  bir  yıldız  gibidir,  ki  doğuya  batıya  nispet  edilemeyen,  dünyanın  her  yerinde  var  olan  bereketli  bir  zeytin  ağacındandır.  O  ağacın  yağı,  neredeyse  kendisine  ateş  dokunmasa  bile  ışık  verir.  Nur  üstüne  nurdur.  Allah  dileyen  kimseyi  nuruna  kılavuzluk  eder.  Allah  insanlar  için  örnekler  verir  ve  Allah,  her  şeyi  en  iyi  bilendir. “  ifadeleriyle  Allah,  yine  hem  fiziki,  hem  de  manevi  olarak  nurun  kaynağının  Kendisinin  ve  gönderdiği  vahiylerin,  ayetlerin  olduğunu,  Kendisinden  ve  vahiylerinden  başka  hiç  bir  kimsenin  bu  aydınlatmayı  sağlayamayacağını,  insanların  yeryüzünde  sahip  oldukları  nimetlerden  de,  insan  vücuduna  besin  olarak  giren  yağın,  ateş  ile  yakılmamasına  rağmen  havanın  oksijeni  ile  vücutta  nasıl  yakılarak  insana  enerji  verdiğinin  ayrıntısına  varıncaya  kadar  mucizevi  örneklerle  mecazi  olarak  anlatmaktadır.

Buna  rağmen  Saidi  Nursi  kendi  eserine  Risale i  Nur  ismini  vermesini,  hayatı  boyunca  karşısına   nur  sözcüğünün  çıkmasına  bağlarken, ( Çünkü  Kur'anın  dışındaki  Tasavvuf  dininin  inancına  göre  Nur,  Allah'ın  aşık  olduğu  ve  ulaşamadığı  sevgilisidir. ) onu  çok  etkileyen  Nur  Sûresinin  35. ayetinin  içerisindeki   anlama  göre,  ayetteki  “  Yağ  neredeyse  kendisine  ateş  değmese  bile  ışık  verir. “  cümlesinin  de  Risalei  Nur’a  ve  Müellifine  işaret  ettiği  hissiyatındadır.  Bunu  da  yaptığı  temelsiz  ve  dayanağı  sakat  olan  Cifir / şifre  hesaplarıyla  Sikkei  Tasdik  Gaybi  Şua  1. sa. 95  de  yine  aynı  ayetin  ifadelerini  kullanarak,  ayetin  birinci  cümlesiyle  Nur’u  İlâhi’nin  veya  Nur'u  Muhammed'inin  veya  Nur’u  Kur’aninin  misali  şudur.  Ayetteki  orijinal  ifadelerden  “  mişkatin  fiha  misbah  “ ın  makamı  cifrisi  998  olarak  aynen  Risaletü’n  Nur  şeddeli  “ nun “  iki  nun  sayılmak  cihetiyle  tam  tamına  tevafukla  ona  işaret  eden,  ikinci  cümlesi  “  ezzücacetü  “  ile  başlayan  İmam  Ali  ( r.a. )  kasidesi  Celcelutiye’sinde  sarahat  derecesinde  Risale  in  Nur’a  bakarak,  onu  işaret  ederek  Ben  tahmin  ediyorum  ki  İmamı  Ali’nin  bu  işareti  bu  Cümle i  Nur'iyenin  remzinden  mülhemdir. ( İşaretinden  ilham  olunmuştur. ) “  ifadeleriyle  açıklamaktadır. Yine  bu  ayetin  ifadelerine  dayandırarak  Sikke i  Tasdik  Gaybi  1. Şua  98. Sahifede  : “ Risale i  Nur  ne  şarkın  malumatından,  ulumundan  ne  de  garbın  felsefe  ve  fünunundan ( fen  ilimlerinden ) gelmiş  bir  mal  ve  onlardan  iktibas  edilmiş ( alınmış ) bir  nur  değildir.  Belki  semavi  olan  Kur’anın  şark  ve  garbın  fevkindeki  ( yüksek  )  mertebe i  arş’isinden  iktibas  edilmiştir. ( alınmıştır ) "  Yine  Sikke i  Tasdik  Gaybi  1. Şua  68.  Sahifede  “  Risale i  Nur  müellifi  dahi  ateşsiz  yanar,  tahlil  için  külfet  ve  ders  meşakkatine  muhtaç  olmadan  kendi  kendine  nurlanır,  Alim  olur.  Herkes  derecesine  göre  o  ulum’u  aliyeyi  meşakkat  ateşine  lüzum  kalmadan  anlayabilir,  kendi  kendine  istifade  eder,  muhakkik  bir  Alim  olabilir. “  demektedir. Risale i  Nur'un  da  Kur'an  gibi  semavi  olarak  Allah'tan  geldiğini,  okuyanların  ise  çok  kolaylıkla  içindeki  bütün  ilimlere  vakıf  olabileceğini  ima  etmektedir.  Ama  semavi  diye  bir  kitap  da,  Din  de  olmaz,  Allah  sadece  gökte  değil,  yerde  de,  Evrenin  her  noktasında  da  var  olandır. Kitaplar  gökten  indirilmemiştir,  Kitapların  hepsi  Allah'ın  vahyetmesidir. 

Bugün  evlerimizde  bulunan  Kur'an  Mushafındaki  Sûre  ve  ayetlerin  sıralandırılması,  numaralandırılması  Peygamberimizin  vefatından  sonra  kişiler  tarafından  yapılmış,  şedde,  tutar,  cezm,  esre,  ötre  gibi  noktalama  işaretleri  harekeler  de  yıllar  sonra  ilave  edilmiştir.  Oysa  Allah'ın  Peygamberimize  vahyettiği  ayetlerin  sıralaması  bu  şekilde  değildir,  sözcüklerin  hiç  birinde  de  noktalama  işaretleri  bulunmamaktadır.  Bu  nedenle  Arapların  her  harfe  sayı  değeri  verdikleri  uygulamaları  ve  ayet  sıralamaları  kullanılarak  yapılan  bütün  cifir  hesapları  temelsiz,  dayanaksız  ve  asılsızdır.  Kim  Kur'an  ayetleri  ile  cifir  hesabı  yaparak  bir  şeyleri  iddia  ediyorsa  yalandır,  kandırmacadır,  sahtekârlıktır. Buna  rağmen  yine  “  Risale i  Nur  okuyan  başka  esere  ihtiyaç  kalmadan  alim  olur. Saidi  Nursi  de  ateşsiz  yanar,  tahlil  için  külfet  ve  ders  meşakkatine  muhtaç  olmadan  kendi  kendine  nurlanır.  Bir  sene  risaleleri  anlayarak   okuyan,  zamanın  Alimi  olur.  Ayetin  bu  cümlesinin  elektriğe,  Risale i  Nur’a  ve  Saidi  Nursi’ye  işaret  ettiği  hakikattir.  Hülasa  Risale  Kur’anın  bu  asırda  en  yüksek  kutsi  tefsiridir. Yanlış  anladıysam  da  Allah’a  sığınırım. “  denilmektedir.  Gerçekten  de  Saidi  Nursi  bu  ayeti  doğru  tahlil  edememiştir,  yanılmıştır. Çünkü  ayetteki  Nur  sözcüğü  ifadesi  ile  Allah’ın,  göklerin  nurunun  sahibi  ve  her  şeyin  kaynağı  olduğu  ifade  edilip,  Allah’ı  övmek,  yüceltmek  için  kullanılmıştır. İnsanları  nurlandıracak,  karanlıklardan  aydınlığa  kavuşturabilecek  tek  bir  Kitap  vardır,  o  da  Yüce  Kitabımız  Kur'andır. Söz  konusu  ayetlerde  ne  doğrudan  veya  ne  de  sembolik  olarak  Risale i  Nur’a  ve  Saidi  Nursi’ye  işaret  edilmemektedir. Uydurma  Cifir  hesabı  ile  herkes  de  Kur'anın  sözcüklerinde  kendisinin  isminin  işaretini  bulabilir. Önemli  olan  herkesin  Kur'anın  kendisi  için  iletmek  istediği  gerçek  mesaja  ve  öğüde  ulaşabilmesidir.

Sikke  i Tasdik  Gaybi 1. Şua  93. Sahifede :  Risale i  Nur  doğrudan  doğruya  Kur’anın  bahir  bir  burhanı,  kuvvetli  bir  tefsiri  ve  parlak  bir  lem’a  i  icazı  manevisidir. ( doğrudan  doğruya  Kur'anın  engin  bir  ispat  aracı  ve  kuvvetli  bir  tefsiri,  şimşek  gibi  çakan  ruhani  veciz  sözleridir. ) Ve  o  bahrin  bir  reşhası   ve  o  güneşin  bir  şuası  ve  o  madeni  ilmi  hakikatten  mülhem  ve  feyzinden  gelen  bir  tercümei  maneviyesi  (   Engin  bir  denizin  damlası,  ilmi  hakikatten  ve  ilminden  ilham  olunmuş,  Ruhani  tercümesi  )  olduğundan  onun  kıymetini  ve  ehemmiyetini  beyan  etmek  Kur’anın  şerefine  ve  hesabına  ve  senasına   geçtiğinden,  elbette  Risale i  Nur’un  meziyetini  beyan  etmekliği  hak  iktiza  eder  ( yüksek  övgüsünü  gerekli  kılar )  hakikat  ister.  Kur’an  izin  verir.  İki  üç  saat  zarfında  birden  Kur’anın  ayat ı  meşhuresinden ( önemli  ayetlerinden )  sözler  adedince  33  ayetin  hem  manasıyla,  hem  cifirle  Risale i  Nur’a  işaretleri  uzaktan  uzağa  icmalen ( hülasa  ile )  görüldü.  Bu  33  ayet  müttefikan  (  hep  birlikte )  Risale i  Nur’a  remizleriyle ( işaretleriyle )  gösterdiği  hayal  meyal  görüldü.  İfadeleriyle  Risale i  Nur’un  aynı  zamanda  Kur’an  ayetlerinin  bir  tefsiri,  Kur'anın  Allah'tan  olduğunun  bir  ispatı  olduğu  ve  bununla  beraber  33  ayetin  de  anlamları  ile  birlikte  bizatihi  Risale i  Nur’u  işaret  ettiği  belirtilmektedir.

Kur'anın,  kendi  ayetlerinin  mükemmel  armonisi,  dizaynı,  anlatım  teknikleri,  taşıdığı  hüküm  ve  içerdiği  gaybi  bilgilerle  Allah'ın  bir  kitabı  ve  Mucizesi  olduğu  zaten  belli  iken,  O'nu   kişilerin  ispat  etmesine  gerek  bulunmamaktadır. Saidi  Nursi  sözünü  ettiği  Kur’anın  tefsir  çalışmalarında, Sikkei  Tasdik  Gaybi  1. Şua  85.  sahifede  aynı  ifadelerin  yer  aldığı  8. Şua  144.  sahifede :  “  O  tevafuk  renzeder  ( işaret  eder ) ki  ;  Bu  asırda  Risale i  Nur  denilen  33  adet  söz  ve  33  adet  mektup  ve  31  adet  lemalar,  bu  zamanda  Kitab’ ı  Mubin’deki  ayetlerin  ayetleridir.  Yani  hakaikin  ( gerçeğin  ) alametleridir.  Ve  hak  ve  hakikat  olduğunun  burhanlarıdır.  ( Kanıtlarıdır )  Ve  o  ayetlerdeki  hakaiki  imaniyenin  ( hakiki  iman  kitabının )  Kur’anda  Yunus,  Yusuf,  Rad,  Hicr  gibi  surelerin  başında  yer  alan  “ Tilke  ayatil  kitap “  ( bunlar  kitabın  ayetleridir  ifadeleri ) gayet  kuvvetli  hüccetleridir. ( Kanıtlarıdır ) diyerek  Risale i  Nur’un  ayetlerinin  Kur’an  ayetlerinin  ayeti  olduğunu  iddia  etmekle,  buna  göre  herhalde  ( haşa )  Saidi  Nursi  yeni  bir  peygamber,  Risaleler  ise  yeni  bir  kitap,  Risale i  Nurlar  imanı  kurtaran,  Muhammed  ise  Kur’anın  sırlarından  habersiz  veya  haberi  varsa  da  bunları  ümmetinden  saklamış  bir  Peygamber  konumuna  getirilmektedir. Bu  ifadeler  tamamen  küfrün  muhatabı  olmaktadır. 

Aynı  bölümün  87. sahifesinde  de : “  Yahudilerin,  Hz. Ali’nin  Kaside i  Celcelutiyesini,  Cafer’i  Sadık ( r.a. ),  Muhyiddin’i  Arabi  Kuddussuruhu  ve  Gayb  sırları  ile  uğraşan  zatlar  ve  Huruf  ilmine  çalışanlar,  Yüksek  Edipler  bu  hesabı  Ebcediye  gaybı  bir  düstur  ve  bir  anahtar  kabul  etmişler “  diyerek  kendisinin  de  baş  vuracağı  fakat  Kur’anda  olmayan  Cifir  ve  Ebcet  yöntemine  dayanak  hazırlamaktadır. Adını  Hurufilik  koymasa  da  Cifir  ile  Kur’an  ayetlerinin  sıralanmasından  ve  numaralarından,  harflerin  sayısal  değerlerinden  yola  çıkarak  ve  Muhyiddin i  Arabi  ve  diğer  Tasavvuf  Gavsları  ile  bazı  şahsiyetlerin  ve  Hurufiliğin  membaı  Fadlullahi  Hurufi’nin  ( İran  1340 – 1393 )  harf  sayıları  üzerine  yaptığı  hesaplarla  sonuca  varılan  ve  keramet  içeren  batini  eserlerinden  yararlanarak,  Hurufilerinkine  benzer  şekilde  sonuçlar  elde  etmeye  çalışmıştır.  Arapçada  örneğin :  Elif  1,  He  5,  Ye  10,  Kef  20,  Nun  50,  Kaf  100  gibi  her  harfin  bir  sayı  değeri  vardır. Sayılar  rakamla  değil,  harflerle  ifade  edilir. Saidi  Nursi  de  Kur’an  ayetlerindeki  numaralardan,  ifadelerden  ve  sözcüklerdeki  harflerden  bazı  hesaplamalarla  bazı  sonuçlar  çıkarmıştır.  Ancak  bu  sonuçlar  tutarlı,  ilmi  ve  kesin  bir  temele  dayalı  değildir.  Çünkü  bugün  elimizde  bulunan  Kur’an  Mushaf’ındaki  Sûrelerin,  ayetlerin  sıra  ve  numaralarını  yukarıda  da  belirttiğimiz  gibi  Allah  bu  şekilde  belirlememiştir. Her  Sûredeki  ayetler  bir  bütün  halinde  arka  arkaya  değil,  değişik  zamanlarda  ve  aralıklarla  bazen  sondaki,  bazen  baştaki,  bazen  de  ortalardaki  ayetler  necm  necm,  paragraf   paragraf   Peygamberimizin  karşı  karşıya  geldiği  durumlara  göre  vahyedilmiştir. Peygamberimizin  vefatının  ardından  daha  sonra  toplanan  ezberi  güçlü  ve  ayetlerin  tamamına  vakıf  sahabeler  tarafından  konulara,  paragraf   bütünlüğüne  ve  Sûre  uzunluklarına  göre  bugünkü  Mushaf’ın  sıralaması  yapılmıştır. Üstelik  de  noktalı  harfler,  hareke  denilen  seslerle  tecvit  kuralları  da  sonradan  alfabeye  eklenmiştir.

Cifr :  Duvarları  tam  örülmemiş  kaya  ( Firuzabadi  1995 :  331 ) ve  dört  aylık  olduğunda  annesinden  ayrılan  keçi  yavrusu ( İbni  Mansur  IV  142 )  anlamlarına  gelir. Terim  olarak  da  çeşitli  metotlarla  gelecekten  haber  verdiği  iddia  edilen  ilmi  ifade  eder.  Çeşitli  metotlarla  geleceği  keşfetme  merakı,  İslam  öncesi  yaşayan  eski  topluluklara  kadar  uzanır.  Keldaniler  ( Doğunun  Katolik  Hristiyanları )  Asurlular,  Babilliler,  Mısırlılar  ve  daha  sonra  da  Yahudilerle  Hristiyanlar  arasında  yaşayan  kâhinler,  müneccimler,  falcılar,  din  adamları  hahamlar  ve  bazı  mistikler,  yarınlar,  gelecek,  Kâinatın  sonu,  devletlerin  akıbeti  gibi  konularda  ahkâm  kesmişler  ve  uydurma  haberlerle  yönetimleri  etkileri  altına  alabilmişlerdir. Fakat  İmam  Gazali’nin  belirttiği  gibi  harflerin  belli  anlamlar  ve  sayısal  değerler  ifade  ettiği  konusunda  hiçbir  tutarlı,  ilmi  bir  delil  yoktur.  Halbuki  Kur’an  apaçık  ( Mubin )  bir  Kitaptır.  Bugün  elimizde  bulunan  Mushaftaki  ayet  sıralamaları  ve  verilen  numaralar  da  Peygamberimize  indirilmiş  olan  ayetlerin  sıralamaları  değildir.  Ayetlerin  ve  harflerin  karşılığı  olarak  ifade  edilen  sayılarla  da   Cifir  ve  Ebcet  bilenin  o  ayetlerin  gerçek  mesajını  daha  iyi  anlayacağına  dair  herhangi  bir  bilgi  de  bulunmamaktadır. Buna  rağmen  bir  çok  Tasavvuf  Gavs’ının  yaptıkları  gibi  Risale i  Nur’da  da  ayetleri  anlamlandırma   konusunda  Cifre  sıklıkla  baş  vurulmuştur.

Saidi  Nursi  eserini  yazmaya  başladığı  ilk  dönemde  Cifre  iyimser  bakmadığını  belirttiği  halde  yine  de  daha  sonra  bir  takım  hesaplamalarla  ayetlere  anlam  vererek  eserine  Kur’anda  dayanak  aramaya  başlamıştır. Bundan  dolayı  da  Kastamonu  Lahikası  15. Lema  sa.  1151 – 1152  de :  “  Külli  işari  anlamların  her  asırda  bir  cüzi  vardır.  Risalei  Nur  dahi  bu  asırda  o  işari  anlam  tabakasının  tümünün  bir  üyesidir.  Ve  o  ferdin  önemli  bir  vazife  göreceğine,  eskiden  beri  ulema  arasında  Cifirle  karineler  ( işaretler )  ve  belki  hüccetler ( kuvvetli  deliller )  gösterilmiştir. “  diyerek  yaptığı  Cifir  hesapları  ile  Kur’anda  33  ayette  açık  anlamının  teferruatı  türündeki  tabakalarında  Risale i  Nur  için  bir  kuvvetli  karinenin  ( işaretin  )  bulunduğunu  kanıtlamaya  çalışmıştır. Bu  yolla  kendi  adını,  doğum  tarihini,  Risalenin  isim  ve  yazılış  tarihlerini   Kur’an  içinde  bulduğunu  iddia  etmektedir. 

İslam  Fakihleri  bugüne  kadar  örneğin  beş  vakitteki  namazın  kaçar  rekât  olduğunu  dahi  Kur’anda   kesin  olarak  bulamamış  ve  tamamen  farklı  yorumlara  dayandırmışlarken,  demek  ki  Kur’andan  neyin,  nasıl  aranılacağının  bilinmesi  gerekmektedir. Fakat  bunlar  Kur’anın  alet  edilerek  Risale i  Nur'un  kutsallaştırılması  anlamına  gelmemekte  midir ?  Bu  bağlamda  Risale i  Nur’un  bir  çok  bölümünde  Kur’andaki  Tevbe  32,  129,  Bakara  129, 151,  254, 269,  İbrahim  1, 4, 24,  Hud  105,  Enam  161,  Hadid  28,  Hicr  87,  Yunus  82,  Maide  56,  İsra  82,  Zümer  1,  Fussilet  1, Enbiya  107  ayetlerinin  yapılan  Cifir  hesaplarıyla  Risale i  Nur  ve  Saidi  Nursi’ye  işaret  ettiği  iddiaları  bulunmaktadır. Halbuki  örneğin  Tevbe  Sûresinin  32. ayetinde,  “  Onlar  Allah’ın  nurunu  ağızlarıyla  söndürmek  istiyorlar.  Halbuki  Allah,  sadece  kâfirler  / Allah’ın  ilâhlığını  ve  rabliğini  bilerek  reddeden  kimseler  hoş  görmeseler  de  Kendi  nurunu  tamamlamaya  dayatıyor. “  ifadeleriyle  aslında  Resulullah’ın  sağlığında  Kendisinin  de  bizzat  katıldığı  ve  Haccı  Ekber  denilen  Kur’an  öğretileri  ile  ilk  ve  son  Haccında,  Müslümanların  uyguladıkları  Hacc  ibadetinin  Arafat’taki  kapanış  bildirilerinin  bir  bölümü  nakledilmektedir.  Bu  bildiriler  Allah’tan  gelmiş  ve  Resulullah  da  bunları  Arafattaki  hutbesinde  tebliğ  etmiştir.  Ayetteki  nur  sözcüğü  ile  Saidi  Nursi'ye  işaret  değil,  Peygamberimizin  nübüvvetinin  doğruluğuna  delil  gösterilmektedir. ( Razi  1997  VI. 32 ) Kıyamete  kadar  da  Allah’ın  bu  nuru,  Kâinatı,  üzerinde  yaşadığımız  dünyayı,  bütün  mahlukatı  ve  karanlıklar  içinde  kalan  sapkın  insanları,  Kur’an  ayetleri  ile  aydınlatmaya  devam  edecektir. 

Buna  rağmen  Saidi  Nursi  Sikke i  Tasdik  Gaybi  1. Şua  sa.  131 - 132  de  : Buradaki  anlamların  Risale i  Nur’a  işaret  ettiğini  söylemektedir.  Ona  göre  bu  ayetteki  ifadeler  açıkça  Risale i  Nur’un  bir  Leması  olabileceği  ve  düşmanları  tarafından  gelen  şüphe  karanlıklarını  dağıtacağını  işaret  eder  anlamıyla  müjdelemektedir. Ona  göre  bu  ayetin  meali  “  Allah’ın  Nuru  olan  Risale i  Nur’u  ağızlarıyla  söndürmek  istiyorlar.  Fakat  kâfirler  istemeseler  de  Allah  onu  tamamlamayı  diliyor. “  demesi  çok  tehlikeli  bir  iddiadır,  eserini  Kur'anın  önüne  geçirmektir,  şirktir.  Saidi  Nursi’nin  Kur’andaki  değişik  Sûrelerdeki  33  ayeti  Kendisinin  hissi  ile  ve  Ebcet  ve  Cifir  gibi  uydurma  hesaplarla,  İmam  Ali ( r.a. )  Celcelutiye  Kasidesindeki  bazı  ifadeleri  de  Cifirle  hesaplayarak,  Sikke i  Tasdik  Gaybi  1.Şua  134.  sahifede :  “  Hz. Ali  ercuzesinde ( kasidesinde ) ve  Gavs ı  Azam  kasidesinde  Risale in  Nur’a  kerametkârane  işaret  ettikleri  vakit  hem  o  asra  hem  şu  asra  bakıp  hiddetle  işaret  etmişlerdir. “  diyerek  Tasavvuf  inancına  ve  gaybi  bilmeye  dayandırdığı,  anlama  ve  sonuç  çıkarma   biçiminin  Tefsir  usulü  açısından  bir  değeri  ve  sağlam  bir  temeli  yoktur.  Bilhassa  “  Kanaate  itiraz  edilemez “  demesi  de  yorumlarını  sorgulanamaz  hale  getirir  ki,  bu  kabul  edilebilecek  bir  şey  değildir.  İnsan  eliyle  ve  aklı  ile  oluşturulmuş  bütün  klasik  ve  çağdaş  tefsircilerin  yorumu  sorgulanabilir.  Bir  ayet  anlamlandırılırken,  cümle  yapısı,  ayetin  bağlamı,  paragraf  ve  Kur’an  bütünlüğü,  Allah’ın  anlatım  teknikleri  ve  sanatının  incelikleri,  Arap  kültürünün  sözcükleri,  sosyolojik  yapısı  ve  deyimleri  kullanış  nedenleri  ve  daha  pek  çok  faktör  göz  önünde  bulundurulmadan  yapılan  yorum  ve  tefsirler  ister  istemez  eleştirilerin  muhatabı  olur. Ne  yazık  ki  Saidi  Nursi’nin  bu  ayetleri  yorumlamasında  takip  ettiği  Cifir  ve  hissiyat  yöntemiyle,  muhtemel  gördüğü  lafızlarla  kendisini  ve  eserlerini  özdeşleştirerek  kutsallaştırma  eğiliminin  çok  açıkça  belli  olduğu  sonucunu  onaylamak  hem  tehlikeli  bir  şirktir,  hem  de  kabul  etmek  mümkün  görünmemektedir.

Kur’anda  Yüce  Rabbimiz  pek  çok  ayette  aklı  ön  plana  çıkararak,  düşünmenin,  sorgulamanın  önemine  dikkat  çekmektedir. Tasavvuf  da  ise  baştan  itibaren  ilmin,  aklın,  düşünmenin  ve  sorgulamanın  kapısını  kapatılmaktadır. Halbuki  gerçek  İslam’ın  kaynağı  Kur’anda  ise  Furkan  Sûresinin  43.  ayetinde  "  Kötü  duygularını,  tutkularını  kendine  tanrı  edinen  kişiyi  gördün  mü ? Peki  onun  üzerine  sen  mi  vekil  oluyorsun ? "  44  :    Yoksa  sen  onların  çoğunun  gerçekten  vahye  kulak  vereceğini  yahut  akıllarını  kullanacaklarını  mı  sanıyorsun.  Onlar  ancak  hayvanlar  gibidir.  Aslında  yol  bakımından  daha  sapıktırlar. “  Enfal  Sûresinin  22. ayetinde  “  Şüphesiz  yeryüzünde  dolaşan  canlıların  Allah  katında  en  kötüsü,  aklını  kullanmayan  şu  sağırlardır,  dilsizlerdir. “ denildiği  gibi  onlarca  ayette  akıl  etmenin  ön  plana  çıkarıldığını  görmekteyiz.  Neml  Sûresinin  65. ayetinde :  “  De  ki  :  Gaybi  /   Göklerde  ve  yerde  görülmeyeni,  duyulmayanı,  sezilmeyeni,  geçmişi,  geleceği   Allah’tan  başka  kimse  bilemez.  Ve  onlar  ne  zaman  diriltileceklerinin  bilincine  varamazlar. “  uyarısına   ve  yine  Kur’anda   Enam  Sûresinin  50. ayetinde  “  Peygamberimizin  de  ben  gaybi  bilmem “  demesine,  üstelik  de  Sikke i  Tasdik  Gaybi  8. Şua  8. Remiz  122.  Sahifesinde,  bizzat  Saidi  Nursi’nin  de  “ Gaybi  Allah’tan  başkası  bilmez,  doğrusunu  mutlaka  Allah  bilir “  demesine  rağmen,  buradaki  ifadelerle  İmam   Ali  ve  Gavs’ul  Azam  dediği  Abdülkadir  Geylani’yi  gaybi  bilen  insanlara  dönüştürmektedir  ki  bu  tamamen  Tasavvufi  bir  inançtır  ve  küfürdür.  Onların  Ricalül  Gayb  ( Gayb  Erenleri )  olarak  gaybi  bildiklerini  kabul  etmekle,  Saidi  Nursi  de  Tasavvuf  Dininin  inancını  onaylamış  olmaktadır. Bu  inanç  ve  uygulamaların  Kur’anda  yeri  yoktur.  Bu  inançların  peşinden  gitmek  şirktir.

Saidi  Nursi,  Risale i  Nur’a  Cifir  hesaplarıyla  Kur’an  içerisinde  destek  aradığı  gibi  Emirdağ  Lahikası  I. 2013  sa. 180  de  :  Risale i  Nur  “  Mev i di  Ahmed   ( a.s. ) “  Muhammed  ( a.s. ) ın  vaadidir  ve  “  Müjdei  Haydari  ( r.a. ) “  İmam  Ali  ( r.a. ) ın  müjdelediği,  “  Beşaret  ve  tevaün i  Gavs  Kuddusuruhun “  yardımla  müjdelemesi, “ Tavsiye i  Gazali  Kuddusuruhun “  ihbarı  Farukidir ( İmam  Rabbani’ nin  haber  vermesidir ) diyerek,  Risale i  Nur’u  ve  kendisini  Kütübi  Sitte'nin  hiç  bir  yerinde,  bab'ında  bulunmayan  ve  "  Ben  Gaybi  bilmem "  diyen,  böyle  bir  sözü  söylemesi  mümkün  olmayan  Peygamberimizin  bu  vaat  ettiği  uydurma  Hadis’ine  dayandırmış,  adeta  peygamberler  silsilesine  dikkat  çekmiş,  Kur’an  dışındaki  Tasavvuf  Dininin  Gavs  ve  Kutuplarından  destek  aldığını  onların  çok  önceden  onayladığını  beyan  etmiştir. Zira  Kur’anda  Saf  Sûresinin  6. ayetinde  söz  edilen  İsa  Peygamber  ve  ardından  gelecek  olan  Ahmed  ismindeki  peygamber  silsilesi  adeta  sanki  Saidi  Nursi  ile  devam  edilecek  gibi  bir  anlama  getirilmektedir. Çok  tehlikeli  bir  yaklaşımdır.  

18. Lema  ve  Sikkei  Tasdiki  Gaybi  sa.  192  de  :  Ali  bin  Talib’e  Cebrail  vasıtasıyla  sekine  adıyla  yazılı  bir  sayfanın ( kitabın ) kucağına  indirildiği,  Ali  bin Talib’in  “  Ben  Cebrail’in  şahsını  yalnız  gök  kuşağı  şeklinde  gördüm.  Sesini  işittim.  Sayfayı  aldım.  Bu  isimleri ( bilgileri )  içinde  buldum.  Dünyanın  başından  kıyamete  kadar  ilimler  ve  önemli  sırlar  bize  tanıklık  derecesinde  açıldı.  Kim  ne  isterse  sorsun.  Sözümüzden  şüpheye  düşenler  zelil  olurlar. “  ifadeleri  nakledilerek,  bununla  bütün  gayba  muttali  olduğu  ve  kim  ne  sorarsa  kıyamete  kadar  olacak  her  şeyi  bilirim  dediği  ve  bu  çerçevede “ Müjde i  Haydari “  diyerek  Risale i  Nur’u  İmam   Ali’nin  de  müjdelediği  belirtilmiş.  Halbuki  Rabbimizin  İsra  Sûresinin  106. ayetinde  “  Ve  Kur’anı  Biz  O’nu  insanlara  beklentilere  göre  öğrenip,  öğretesin  diye  parça  parça  ayırdık  ve  Biz,  O’nu  indirdikçe  indirdik. “  diye  belirtilerek  müşriklerin  istediği  gibi,  ya  da  rivayetteki  gibi  İmam  Ali’ye  ( haşa )  gökten  hazır  basılı  kitap  indirmesi  mümkün  değildir.  Çünkü  Yüce  Rabbimiz,  Peygamberimize  de,  diğer  bütün  Peygamberlere  de  vahiylerini  ya  paragraf  halinde  parça  parça  ilga  ederek  belleğine  nüfuz  ettirmekle  veya  kozmik  bir  perdenin  arkasından   konuşmakla  indirmiştir. ( Şura  51. )  Yüce  Rabbimiz  Kalem  Sûresinin  37 – 38. ayetinde  de  “  Yoksa  içinde,  ders  aldığınız  şeyler “ siz  bu  alemde  neyi  seçerseniz / beğenirseniz  o  kesinlikle  sizin  olacak  “  garantisi  verilmiş  bundan  başka  kitabınız  var  da  ondan  mı  okuyorsunuz. ? ”  diyerek  Kur’andan  başka  sözü  edilen  ve  onun  önüne  geçirilen  kitaplar  için  tepkisini   göstermekte,  Enam  Sûresinin  144. ayetinde  de “ Allah’a  karşı  yalan  uyduran  kimseden  daha  yanlış  kendi  zararlarına  iş  yapan  kim  olabilir ?  Şüphesiz  Allah  şirk  koşan  o  kimseler  topluluğuna  kılavuz  olmaz. "  Diyerek  de  gerekli  uyarısını  yapmaktadır. Şia  kaynaklı  böyle  bir  rivayetin  kabul  edilmesi  ve  Risalei  Nur’da  yer  alması,  yine  bazı  Şia  fırkalarının   inandığı  gibi  İmam   Ali’yi  peygamber  olarak  kabul  etmektir,  gizli  ilim  ve  sırları  bildiğinden  dolayı  da  Peygamberimizden  daha  üstün  bir  konuma  getirmektir.  Bunları  kabul  etmek,  onaylamak,  ardına  düşmek  Allah’a  iftira  olur  ve  çok  tehlikelidir.

Saidi  Nursi,  Risalenin  pek  çok  bölümünde  İmam  Ali  ( r.a. ) nin  Celcelutiye  Kasidesine  yer  vermiş,  onunla   kerametkârane  Risale i  Nur’un  ve  kendisinin  müjdelendiğini  anlatmış,  onunla  kendisine  atfedilen  “ Bediüzzaman “  unvanının  ne  olduğunu  açıklamış,  onunla  Yüce  Rabbimiz  Allah’ın  Esma ı  Hüsna’sı  güzel  isimleriyle  vasıflarını  ve  o  isimlerin  anlamlarını  anlatmıştır. Bu  çerçevede  aslında  Rabbimizin  güzel  isimlerinden  biri  olan  Bedii  sözcüğünün  anlamı :  “  Örneği  ve  benzeri  olmayanı  yoktan  yaratan “  ve  ikinci  anlamı  da  “  Örneği  ve  benzeri  olmayan  harika  varlık,  Allah’tır. “  Kur’ana  göre  bu  özellik  ve  tanım,  sadece  Allah’a  aittir.  Bakara  Sûresinin  117.  ayetinde  de  “  O  Allah  göklerin  ve  yerin  yaratıcısıdır  Bedii’dir “ denilmektedir.

Şakirtlerinin  Saidi  Nursi’ye  Bediüzzaman  unvanının  verilmesi  konusunda  Sikke i  Tasdik  Gaybi  8. Şua  118.  Sahifede  Saidi  Nursi  :  “  Hem  şimdi  anlıyorum  ki  eskiden  beri  benim  liyakatım  olmadığı  halde,  bana  verilen  Bediüzzaman  lakabı  benim  değildir.  Belki  Risale i  Nur’un  manevi  bir  ismi  idi.  Zahir  bir  tercümanına  ariyeten  ( temiz  duygularla )  ve  emaneten  takılmış.  Şimdi  o  emanet  isim  hakiki  sahibine  iade  edilmiş. “ demiş  ve  yine  8. Şuanın  118.  Sahifesinde  7. Remiz  olarak :  “  Ben  itiraf  ediyorum  ki  Risale i  Nur’u  senadan ( överek  yükseltmekten )  maksadım,  Kur’anın  hakikatlerini  ve  imanın  rükünlerini  teyit  ve  ispat  ve  neşirdir. ( Yaymaktır. )  Halık  ı  Rahimime  yüz  binler  şükür  olsun  ki,  kendimi  kendime  beğendirmemiş,  nefsimin  ayıplarını  ve  kusurlarını  bana  göstermiş  ve  o  nefsi  emmareyi  ( nefsimi  zorlayanı )  başkalara  beğendirmek  arzusu  kalmamış. Kabir  kapısında  bekleyen  bir  adam,  arkasındaki  fani  dünyaya  riyakârane ( iki  yüzlülükle )  bakması  acınacak  bir  hamakattir ( ahmaklıktır. ) ve  dehşetli  bir  hasarettir. ( delalete  düşmektir ) İşte  bu  haleti  ruhiye   ile  yalnız  hakaiki  imaniyenin  ( hakiki  imanın )  tercümanı  olan  Risale  i  Nur’un  doğru  ve  hak  olduğunu  latif (  mülayim,  hoşa  giden )  bir  münasebet  söyleyeceğim.  Şöyle  ki ;  Celceletuye,  Süryanice  “  Bedi “  demektir.  İbareleri  “ Bedi “  olan  Risale  i  Nur,  Celcelutiye’de  mühim  bir  mevki  tutup,  ekser  yerlerinde  tereşşuhatı  ( izleri )  göründüğünden,  Kasidenin  ismi  ona  bakıyor  gibi  verilmiş. Demek  Süryanice’de  “ Bedi “ manasında  ve  Kasidede  tekerrürüne  binaen  Kasideye  verilen  Celceletuye  ismi,  işari  bir  tarzda,  bidat  zamanında  çıkan  Bediülbeyan  ve  Bediüzzaman  olan  Risale i  Nur’un  hem  mana,  hem  isim  noktalarıyla  Bedi’liğine  münasebettarlığını  ihsas  etmesine ( bahsetmesine )  ve  bu  isim  bir  parça  ona  da  bakmasına  ve  bu  ismin  müsemmasında  Risale  i  Nur  çok  yer  işgal  ettiği  için  hak  kazanmış  olmasına  tahmin  ediyorum. “  diyerek  sebebi  açıklamaya  çalışmıştır. Fakat  bu  konuda  bir  tarafta  İslam’ın  yegâne  kaynağı  Kur’anın  tanımlaması,  diğer  tarafta  da  Süryani  tanımlaması  ile  Celcelutiye  Kasidesinin  sözleri  üzerindeki  anlamlara,  Cifri  hesaplara  ve  tahmini  sonuçlara  dayandırılan  tanımlamalarla  verilen  isimlendirme  bulunmaktadır. Tarihte  bu  sıfatı  kullanan  bir  peygamber  veya  herhangi  bir  alim  kişi  de  yoktur.  Bu  lakabın,  sıfatın  hangi  tanımlamalarla  olursa  olsun  kabulünün  ve  ardına  düşülmesinin  şirk  olup  olmadığı  keyfiyeti  şakirtlere ( Nur  talebelerine ) kalmış  bir  şeydir.

Tasavvufun  çok  önemli  dayanaklarından  biri  olan  keramet  ve  gizli  ilimler  ( İlmi  Ledunniye )  sırlar  tılsımlar,  bizatihi  de  “ Sırrı  Dekayık “  denilen  Külliyenin  değişik  bölümlerinde  de  örneklerle  yer  almakta,  halbuki  Mubin  ( apaçık )  denilen  Kur’anda  Peygamberimize  bile  açıklanmamış  olan,  fakat  buna  rağmen  Risale  i  Nur’da,  “  Kur’anın  gizli  hakikatleri  Risale i  Nur  ile  birlikte  bize  iniyor  “ denilerek  Saidi  Nursi’ye  açıklanmış  olan  gizli  gerçeklerden  de  söz  edilmektedir.

 * Kastamanu  Lahikası  27.  Mektubat  231. sahifede  de : “  Risale i  Nur  yüze  yakın  din  tılsımlarını  ve  hakaiki  Kur’aniyenin  muammalarını  keşfetmiştir  ki ;  Her  bir  tılsımın  bilinmemesinden  çok  insanlar  şübehata  şüküke ( şeriat  kararına  şüpheye ) düşüp,  tereddütlerden  kurtulmayıp  bazen  imanını  kaybederdi.  Şimdi  bütün  denizler  toplansalar  o  tılsımların  keşfinden  sonra   galebe  edemezler. ( üstün  gelemezler ) “

* 26. Lema  246. sahifede :  Risalet ün  Nur  şakirtlerinin  hüsnü  hizmetine  mükâfat  olarak  kapıların  konuştuğu  mucizesi,  Sikke i  Tasdik  Gaybi  39. sahifede :  Risale  i  Nur  tashihatiyle ( düzenlemeleriyle )  meşgul  olunduğunda  rızkın  verilmesinin,  açılmasının  Risale’ye  bağlı  olduğu,  35. sahifede :  Risale i  Nur’un  intişarına ( yayılmasına )  karşı  gelen  düşman  ve  casuslara  mukabil  bir  tek  farenin  çıktığı,  planlarını  zir  ü  zeber  ( perişan )  ettiği,  o  esnada  Üstadın  bir  çorabını  sığmayacak  delikten  geçirerek  götürdüğü,  iki  gün  sonra  getirip  gizli  mektupların  tam  yanında  tekrar  bıraktığı,  270. sahifede :  “  Şimdi  tahakkuk  etti  ki,  zelzele  Risale  i  Nur  ile  alakadardır. Bu  şiddetli  zelzelenin  gelmesi  gösteriyor  ki,  Risale  i  Nur  bir  vesile  i  def  i  beladır / evde  Risalei  Nur  bulundurulduğunda  veya  okunduğunda  belalardan  korur, Tatile  uğradıkça  bela  fırsat  bulup  gelir. ( Ondan  uzaklaştıkça  bela  kaçınılmaz  olur ) “ denilerek  Risale  i  Nur’a  ayrıca  ve  özellikle  kerametler  yüklenmektedir.

*  15. Şua  ve  542.  sahifede :  “  Evet  o  zat ( Saidi  Nursi )  daha  hal  i  sabavette ( sabilik,  çocukluk  döneminde )  iken  ve  hiç  tahsil  yapmadan  zevahiri  ( durumu,  görünüşü ) kurtarmak  üzere  üç  aylık  bir  tahsil  müddeti  içinde  ulum  u  evvelin  ( önceki  ilimlerin )  ve  ahirine  ( geleceğin ) ve  ledunniyat  ( gizli  ilimlerin )  ve  hakaiki  eşyaya  ve  esrar  ı  Kâinata  ( var  olmanın  hakikatine )  ve  hikmet  i  ilâhiye’ye ( Allah’ın  hükümlerine )  varis  kılınmıştır  ki,  şimdiye  kadar  böyle  mazhariyet i  ulya’ya  ( çok  yüce  şerefe ) kimse  nail  olmamıştır. ( kavuşmamıştır. ) “  Denilmektedir. Tarihçe i  Hayat  II.c  2123. sahifede  de :  “  Daha  çocukken  asrın  bilgini  olarak  tanınmış  ve  kimseye  soru  sormamış,  ama  sorulan  bütün  sorulara  mutlaka  cevap  vermiştir. “  Yine  İçtima  i  Reçeteler  I.  ve  11. sahifede  :  “ Sorulacak  suallere  cevap  vermeye  hazır  bulunduğu  gibi  kimseye  sual  sormayacağını  beyan  ederek  bu  kararda  yirmi  sene  sebat  etti  “  diye  belirtilmiş,  tıpkı  Şia  inancındaki  Cebrail’in  İmam  Ali’nin  kucağına  indirdiği  kitap  ile  bütün  geçmiş  ve  gelecek  bilgilere  sahip  olduğu  uydurma  rivayetine  benzer  şekilde  bu  anlatılanlar  çok  ciddi,  tehlikeli  ve  küfür  dolu  ifadelerdir.  Çünkü  peygamberler  bile  böyle  bir  bilgiye  ve  makama  ulaşmamışken,  böyle  bir  iddiada  bulunmamışken  bu  ifadeler  çok  korkunç  görünmektedir.  Bütün  bu  anlatılanlara  sahip  olan,  her  şeyi  ve  her  zaman,  geçmişi,  geleceği,  gaybi  bilen  sadece  ve  sadece  Yüce  Rabbimiz  Allah’tır. Fakat  Tasavvuf  Dinindeki  Gavslar  da  bu  konularda  kendilerini  Allah'a  ortak  yapmaktadırlar. Şirkin  ve  küfrün  deryasına  inmektedirler.

Barla  Lahikası  27.  Mektub  ve  Zayilleri  II. c.  sahife  1415  de :  “  Mübarek  sözler  şüphesiz  Kitab ı  Mubin’in  nurlu  lem’aatıdır.  İçinde  izahata  muhtaç  yerler  eksik  olmamakla  beraber  küll  halinde  kusursuz  ve  noksansızdır. “   denilerek  Risale  Nur’un  Kur’an  gibi  kusursuz,  eksiksiz,  mükemmel  bir  kitap  olduğuna  vurgu  yapılmakta,  Sözler  645. sahifede  de :  “  Nur  Risalelerinin  de  23  yılda  tamamlandığı  “  belirtilerek  Kur’anın  tamamlandığı  süreye  atıf  yapılmaktadır. Nur  Meyveleri  68.  sahifede  de : “  Bunları  ben  yazmıyorum,  bana  yazdırılıyor. “  denilmektedir. Elbette  ki  niyet  gerçekten  de  bu  ise,  bu  da  çok  tehlikeli  bir  yaklaşımdır.  Yine  buna  benzer  şekilde  Hanımlar  Rehberi  194. sahifede  :  “  Risale  i  Nur  yeryüzünde  emsaline  rastlanmayan  ve  bundan  sonra  dahi  rastlanmasına  imkân  olmayan  bir  derya’yı  iman  ( İman  deryası )  ve  bir  tevhit  hazinesidir. “  Sikke  i  Tasdik  Gaybi  9. sahifede  de :  “  Üç  vazifeyle  ( imanı  tahkik,  Şeriatı  icra  ve  tatbik,  Hilafet i  İslam’iyeyi  ittihadi  İslam’a  bina  ederek,  İsevi  ( Hristiyan ) ruhanileriyle  ittifak  edip  dini  İslam’a  hizmet  etmek )  İmam ı  Ali  ve  Gavs  ı  Azam  ve  Osman  Halidi  gibi  zatlar,  o  gelecek  zatın  makamını  Risale  i  Nur’un  şahs  ı  manevisinde  keşfen  görmüşler  gibi  işaret  etmişlerdir. “  ifadeleri  ile  Risale i  Nur’un  ahir  zamanda  İslam’ı  kurtaracak  Mehdi  olduğu  anlatılmaktadır. Böyle  bir  inancı,  Kur’an  asla  onaylamamaktadır.  Kur’an  herhangi  bir  kitapla  mukayese  edilirse,  o   kitap   Kur’an  yapılmış,  Kur’an  da  onun  menziline  sokulmuş  olur.  Bu  ise  açıkça  bir  şirk  ve  küfür  olur. Kim  böyle  bir  hataya  düşer  ve  buna  alet  olursa,  Yüce  Rabbimiz  ona  tevbe  etmeyi  nasip  eylesin.

Risale i  Nur  Mektubatları  içerisinde,  Hızır,  Ölüm,  Cehennemin  yeri,  Mecazi  aşk,  Esma i  Hüsna,  Tarikatlarda  iman  hakikatlerinin  inkişafı,  Sünnet  i  Seniye,  levhi  mahfuz,  Haşr  meydanı,  Adem  Peygamberin  cennetten  çıkarılması,  İsa,  Mehdi,  Deccal,  Vahdeti  vücut,  Evliyaların  keşfi,  Muhammed’in  mucizeleri,  Tarikatın  tehlikeleri  ve  faydaları,  Seyri  sülük  ile  imanın  hakikatlerine  sezgileneceği  gibi  daha  pek  çok  konulara  değinilmekte,  bunların  içerisinde  çok  yararlı  bilgiler  verilmekle  beraber,  Kur’anın  onaylamadığı  pek  çok  yanlış  kavramın  ve  bilgilerin  de  yer  aldığını  görüyoruz.

* Birinci  Mektupda :  Saidi  Nursi  bir  soruya  karşılık  el  cevap  “  Hz.  Hızır  hayattadır.  Fakat  beş  olan  meratib i  hayatın (  hayatın  basamaklarının ) ikinci  mertebesindedir.  Yani  bir  vakitte  pek  çok  yerlerde  bulunabilirler.  Bizim  gibi  beşeriyet  levazımatıyla  ( gereksinimleriyle )  daimi  mukayyed  ( bağımlı ) değillerdir. Tevatur ( kuvvetli  haber ) derecesinde  ehli  Şuhud  ( keşif  ve  mana  alemiyle  görebilen ) ve  keşif  olan  Evliya’nın  Hz. Hızır  ile  maceraları  bu  tabaka i  hayatı  tenvir  ( aydınlatır )  ve  ispat  eder.  “  açıklamalarıyla  Kur'an  ayetlerinin  bir  çoğunun  inkâr  edilmesi  konumuna  düşmekte  ve  tamamen  Kur’an  dışındaki  Tasavvuf  Dininin  kabulleri  ile  birilerinin  beş,  bir  başka  birilerinin  yedi  dediği,  sanki  o  hayatın  mertebelerine  gidip  gelen  olmuş  gibi  hareket  ettiğini  göstermektedir. Oysa  Kur’anda  pek  çok  ayette  ifade  edildiği  gibi  Dünya  ve  Ahiret  hayatları  olmak  üzere  iki  hayattan  başka  hayatlardan  söz  edilmemektedir. Öte  yandan  Yüce  Kitabımız  Kur’anda  Enbiya  Sûresinin  34 - 35. ayetinde  “  Biz  senden  önce  de  hiçbir  beşer  için  sonsuzluk  tanımadık.  Her  kimliği  olan  varlık  ölümü  tadıcıdır. “  denildiği  gibi,  Allah'ın  yarattığı  canlılığı  ve  kimliği  olan  bütün  varlıklar  ölümlüdür  ve  öldükten  sonra  bir  daha  yeryüzüne  asla  dönemezler.  Saidi  Nursi,  Hz. Hızır  hayattadır  demekle  bu  ve  buna  benzer  ayetleri  ya  inkâr  etmekte  veya  haberi  bulunmamaktadır.  Bunun  yanı  sıra   Kehf  Sûresinin  60.  ayetiyle  başlayan  ve  81.  ayetine  kadar  olan  paragraftaki  ve  Kur’anın  Alim  Kul  diyerek  ismi  belirtilmemiş  Peygamber  ile  Musa  Peygamber’in  yolculuğunu  anlatan  ayetleri  de  ya  doğru  olarak  tahlil  edememiş,  ya  da  hiç  görmemiş,  bilakis  bu  konuda  Hızır  ile  ilgili  tamamen  uydurma  olan  mevzuu  hadislerin  ve  Tasavvuf  Gavslarının  uydurma  kerametlerinin  peşine  düşmüştür.  Gerçekte  öyle  bir  görünüp,  bir  kaybolan,  aynı  anda  pek  çok  yerde  bulunabilen  ( tayyi  mekân  olan )  bir  Hızır  motifi  veya  kişiliği  yoktur. Hayali  ve  zanlarla  üretilmiş  bir  kültür  motifidir.  Allah  katında  canlı  ve  cansız  varlıklar  için  sadece  değişmez  Fizik  kuralları  işler.  Bu  kuralların  dışında  anlatılanları  kabul  etmek  Allah’ı  gerektiği  kadarıyla  tanımamak,  Kâinatı,  dünyayı  yönetmedeki  koyduğu  değişmez  hükümlerini  bilmemek,  Sünnetullah’ı  inkâr  etmektir. ( Hızır  Kimdir ? Gerçek  midir ? başlıklı  yazımıza  bakabilirsiniz. )

* 5.  6.  8. 18. Mektuplarda  :  Saidi  Nursi,  Kur’anın  İslam’ı  dışında  oluşturulmuş  Tasavvuf  dininin  Kutbul  Aktabları,  Gavsul  Azam  Hazretleri,  kendilerini  Allah’a  ortak  yapan  Evliyaları  adeta  onaylar  gibi  “ Silsile i  Nakşi’nin  ( Nakşibendi  tarikatının  devamının ) kahramanı  İmam  Rabbani  denilmekte,  Abdülkadir  Geylani  övülmekte,  Celaleddin  Rumi’ye  üstadım  denilmekte,  İmam  Rabbani  için  hem  Üstadım  denilerek  övülmekte,  hem  de  Yusuf  ve  Züleyha  arasındaki  Aşk ı  Mecazi  konusundaki  görüşüne  muhalif  olduğunu  anlatmaktadır.  Muhyiddini  Arabi  için  önce,  Onlar  ehl  i  hak  ve  hakikattirler  hem  ehl  i  velayet  ve  şuhuddurlar.  Gördüklerini  doğru  görmüşler  "  demekte,  onların  uydurdukları  keramet  sapkınlıklarını  onaylamakta,  ardından  da  bazı  hükümlerinde  haklı  olmadıklarını  da  anlatmaktadır.  İfadeleriyle  bazen  adeta  ne  şiş  yansın  ne  kebap  felsefesiyle  hareket  etmesine,  bazen  de  şakirtlerini  tasavvufun  dışında  tutmaya  çalışmasına  rağmen,  Risale i  Nur’un  çok  değişik  ve  pek  çok  bölümlerinde  de  Gavsların  kerametkârane  Risale i  Nur’u  işaret  ettikleri  açıklamalarına  sığınmakta,  destek  olarak  göstermektedir.  Fakat  çok  yanlışın  içerisine  girmekte,  hem  Tasavvuf  kerametlerini  onaylamakta,  hem  de  Kur’an  ayetlerinin  aksine  onları  “  Ricalül  Gayb “  gayb  erenleri,  gaybi  bilenler  yapmaktadır.

Emirdağ  Lahikası  II.  2013  848. sahifede  Gavs’ı  Azam  Abdül  Kadir  Geylani’nin  Bediüzzaman  hakkında  işari  olarak “  Muhakkak  sen  ayn ı  inayetle  himaye  edilmektesin. “  denildiği,  buna  bağlı  olarak  da  Saidi  Nursi ‘nin : “  Evet  bu  biçare  Said  diyor.  Nev i  beşere  gelen  en  büyük  bir  musibet,  harbi  umumi  hengâmında  çok  tehlikelere  maruz  kaldım.  Hazreti  Gavs’ın  gösterdiği  Arabi  tarihte  veya  az  evvel  harika  bir  surette  kurtuldum.  Hatta  bir  defa  bir  dakikada  üç  gülle  öldürecek  yere  mukabil  bana  isabet  ettiği  halde  tesir  etmediler.  Ben  yaralı  iken  hıfz  ı  ilâhi  ile  istirahati  kalb  içinde  muhafaza  edildim.  Bunun  gibi  müteaddit  tehlikede  Hz. Gavs’ın  gösterdiği  tarihi  Arabi  itibariyle  hakikaten  bir  hıfz ı  İlâhi  içinde  bulunduğumu  hissediyordum.  Demek  Cenab  ı  Hak  o  kutsi  üstadımı  bir  melaike i  siyanet ( himaye  etme ) gibi  bana  muhafız  kılmış. “  dediği  görülmekte,  Abdül  Kadir  Geylani’nin  gelip   kendisine  yardım  ettiğine  inanmaktadır.  Bu  herhangi  bir  mümin  insan  için  müthiş  tehlikeli  bir  durumdur. Halbuki  Kur’anı  bilen,  tefsir  eden  ve  Allah’ı  tanıyan  birinin,  Neml  Sûresinin  62. ayetinde  :  “  Onların  ortak  koştuğu  şeyler  mi  hayırlıdır  ya  da  kendine  yalvardığı  zaman  bunalmışa  karşılık  veren  ve  kötülüğü  gideren,  sizi  yeryüzünün  halifeleri  yapan  mı ?  Allah’ın  yanında  başka  ilâh  mı  var ? Çok  az  düşünüyorsunuz. “  denilen  ifadelerin  karşısında  ayaklarının  bağı  çözülür. 

Yine  bu  ayetin  hilafına  Sikke  i  Tasdik  Gaybi  8. Lema  212 – 214  sahifelerinde  yer  alan  Zekâi’nin  bir  manzumesi  biçare  talebeniz  Hasan  Feyzi  denilerek  başlanan  şiir  mısralarında : *  Cürmümüzle  külhan  gibi  pür  narız  *  Dert  elinden  hem  her  gün  zar  u  zarız.  *  Affet  bizi  madem  sana  hep  yarız.  *  Ey  Nur’u  Rahmet i  alem  Risalet’ün  Nur !  *  Çevrildi  ateşle  bu  koca  dünya  *  Bir  cehennem  gibi  kaynadı  dünya  *  Yetiş  imdada  ey  şah ı  Evliya !  Ey  bu  zamanda  rahmet i alem  Risalet’ün  Nur. “ denilerek,  Risale  i  Nur  sığınılacak,  af  dilenecek  makam,  alemlerin  rahmeti  olarak  gösterilmekte,  Risale i  Nur  putlaştırılmaktadır. Halbuki  inananlara  ve  Kur’anı  anlayarak  okuyanlara  pek  çok  ayette  olduğu  gibi,  İnşirah  Sûresinin  8. ayetinde  önce  Peygamberimize  ve  dolayısıyla  ardından  bizlere  de  “  Sadece  Rabbine  yönel  ve  O’na  yalvar  “  uyarısı  yapılmaktadır.

* 19. Mektubda  :  Yüce  Rabbimiz  Allah,  Kur’anda  Necm  Sûresinin  2. ayetinde  “ Arkadaşınız  “  Fussilet  Sûresi  6. ayetinde  “  Ben  sadece  sizin  gibi  bir  beşerim  “  Tevbe  Sûresinin  128. ayetinde  “  Size  düşkün  çok  merhametli  “  ifadeleriyle  sade  bir  insan  olarak  tanıttığı  ve  bu  sadeliğinden  dolayı  da  kılığı,  kıyafeti  görünümü  ile  arkadaşlarının  arsında  sıra  ile  oturmuş  olduğundan  dolayı  dışarıdan  gelen  bir yabancının,  onu  arkadaşlarından  ayırt  edemediği  için  “  Hanginiz  Muhammed  “  diye  sormak  zorunda  kaldığı,  Kur’anın  Yüksek  ahlakı  ile  taçlanmış   Peygamberimiz   Muhammed  ( a. s. )  Risale  i  Nur’un  bu  mektubunda,  tamamen  Tasavvufi  Keramet  inançlarıyla  ve  Sünnet  i  Seniye  adı   verilen  inanç  bağlılığı  içerisinde,  Kütübi  Sitte’deki  Buhari  ve  Müslim  rivayetlerinin  anlatımıyla  övülmüş,  adeta  doğa  üstü  bir  insan,  Tasavvufun  “ Ricalül  Gayb “ ı  durumuna  getirilmiştir. Kur’anda  Allah’tan  başka  kimsenin  gaybı  bilemeyeceğinin  söylendiği  onca  ayete,  Peygamberimizin  dahi  bizzat  ben  gaybi  bilmem  demesine  rağmen,  Peygamberimize  ölümünden  sonra  meydana  gelecek  yüzlerce  olayın,  şahıs  isimleriyle  beraber  nasıl  olacağı  anlatımları  nakledilmiştir. Bunları  onaylamayanlar  da  baştan  itibaren  “ Ey  bedbaht,  kalpsiz,  biçare  adam !  Şems i  hakikate ( hakikat  güneşine )  karşı  gözünü  yuman  biçare  insan ! Yüz  dahi  i  a’zam  ( en  büyük  dahi )  derecesinde  bir  deha’yı  kudsiyeyi  ( Mukaddes  dehayı )  taşıyan  bir  adam  yanlış  haber  vermeye  tenezzül  eder  mi ?  Bu  saadeti  darayne  ( sadetin  hükümdarına  ait  olan )  sözleri  dinlememek,  elbette  yüz  derece  divaneliğin  alametidir. “  ifadeleri  ile  herhalde  herkes  de  bu  uydurmaları  onaylamaya  mecbur  kılınmaktadır. Biz  elbette  ki  Peygamberimizin  vahiy  olarak  bizlere  aktardığı  ayetlere,  Ahseni’l  Hadis’e ( Kur'ana ) bütün  kalbimizle  inanırız.  Ama  öyle  isminin  önüne  Sahih  unvanı  konulan  kişilerin  tevatür  denilen  dilden  dile  dolaşan,  üstelik  de  bazılarının  önüne  eklenen  kutsi  hadis  denildiği,  doğruluğunun  da  ispat  edilmesi  mümkün  olmayan  toplama  rivayet  ve  sözlere  de  inanmak  mecburiyetimiz  yoktur.  ( Hadislerle  Boğulan  Din  başlıklı  yazımızda  geniş  bilgi  bulabilirsiniz. )  Zuhruf  Sûresinin  44.  ayetinde  de  “ Ve  şüphesiz  sana  vahyedilen  /  Kur’an,  senin  için  de  toplumun  için  de  bir  öğüttür. Siz  ondan  sorgulanacaksınız. “  ifadeleriyle  belirtildiği  gibi  rivayetlerden  değil,  hesap  gününde  bilakis  Kur’andan  sorgulanacağımıza  inanmaktayız..

Kur’anda  yer  alan  ayetlere  göre  müşrikler,  sürekli  Peygamberimizden  mucize  göstermesi  talebinde  bulunmuşlardır. Bunlara  karşılık  Peygamberimize  Ankebut  Sûresinin  50. ayetinde “ Mucizeler  Rabbimin  katındadır.  Ben  sadece  uyarıcıyım “  diye  cevap  verdirildiği,  bunun  ardından  Yüce  Rabbimiz  de  Ankebut  Sûresinin  51. ayetinde  “  Kendilerine  okuyup  durduğun  Kitab’ı  şüphesiz  Bizim  sana  indirmiş  olmamız  onlara  yetmedi  mi ? “  diyerek  mucize  konusunu  kapatmaktadır.  Bu  ayetlerin  uyarılarına  rağmen  aksine  İsra  Sûresinin  90 – 93.  ayetlerinde  müşriklerin  ne  kadar  absürt  mucize  istekleri  varsa,  adeta  onların  istekleri  yerine  getirilir  gibi  ve  üstelik  de  onlara  taş  çıkartırcasına,  benim  peygamberim  bütün  peygamberlerin  mucizelerinden  daha  fazla  mucize  ve  keramete  sahiptir  zihniyetinin  de  hakim  kılındığı  görüntüsüyle,  Kütübi  Sitte  içerisinde  yer  alan  kerametlerin,  mucizelerin  büyük  bir  kısmı  da  Peygamberimizin  adına  bu  19. mektupta  nakledilmiştir.  Ana  hatlarıyla  ve  özetle  “ İki  tabak  yemek  ile  yüzseksen  kişi,  bazılarında,  yarım  yük  hurma  ile  dörtyüz  süvari  doyurulmuş,  Peygamberimizin  parmaklarını    bir  kabın  içerisine  sokarak  çeşme  gibi  akıttığı  su  ile  üç  yüz  kişinin  susuzluğu  giderilerek  abdest  aldırılmış,  bir  başka  anlatımda  da  bin  beş  yüz  kişinin  bütün  su  ihtiyacı  giderilmiş,  ağaçlar  köklerini  sürüyerek  yürütülmüş,  konuşturulmuş,  duvarlar  amin  diyerek  dualara  dahil  edilmiştir. “ Bu  anlatılanlarla  eğer  Allah’ın  her  şeye  kadir  olduğu  inancıyla  mucizeler  Allah’a  isnat  edilmek  isteniyorsa,  Allah’ın  gücünden  hiç  kimsenin  bir  şüphesi  olamaz,  Allah’ın  güç  gösterisine  de  ihtiyacı  yoktur.  Zaten  başımızı  kaldırıp  çevremize  ve  hayatımıza  bakacak  olursak,  yerde  gökte  gördüğümüz  ve  yaşadığımız  her  şey,  her  olay  Allah’ın  mucizeleridir. 

Yüce  Rabbimiz  Allah,  Kâinatı  ve  olayları  yönetmek  için  koyduğu  hükümleri  ve  kuralları,  kıyamete  kadar  asla  değiştirmez  ve  bozmaz.  Ama  bunlar  peygamberimizin  kerameti  ile  bizatihi  kendisinin  oluşturduğu  mucizeleridir  demeye  getiriliyorsa,  orada  bir  dur  bakalım  arkadaş  deriz.  Peki  bu  anlatılanlara,  Allah’ın  yaratmasına  ve  fıtratına  aykırı  olan  doğa  ve  insan  üstü  olayların  rivayetlerine  inanmak  için,  bu  konudaki  onca  Kur’an  ayetini  yok  mu  sayalım.  Allah’ın  yarattığı  Kâinattaki  bütün  oluşumları  olayları,  birbirini  izleyen  olaylarla  ve  nedenlerle  takip  ettirdiğini,  oluşturduğu  kanun  düstur,  hüküm  ve  ilkelerle,  Sünnetullah  ile  yönettiğini,  insanın  fıtratında  kimyasal,  fiziksel  ve  biyolojik  kanunlar  denilen  bir  sınırın  konulduğunu  söylemeyelim  mi ?  Yüzlerce  Şakirt  üstadına  övgüler  düzerken,  şiirler  yazarken,  değişik  konularda   sorular  yöneltirken,  bu  konuda  hiç  bir  Şakirt’in  Kur’andaki  ayetlerden  söz  edip  soru  yöneltmemesi  de  çok  manidar  ve  ilginç  görünmektedir.  Acaba  masal  dünyasında  mı  yaşanılmaktadır ?  Bu  ayetlerin  farkında  mı  değildirler ?  Yoksa  bu  ayetleri  yok  mu  saymaktadırlar ?  Yoksa  dinimizin  yegâne  kaynağı  Kur’anı  anlayarak  okumamakta  mıdırlar ?

Sikke i  Tasdik  Gaybi  1. Şua  63. sahifede  ölülerin  baş  ucunda  Yasin  Sûresinin  okunması  konusunda  yöneltilen  bir  soruya  el  cevap  olarak :  “  Fatır ı  Hakim  (  Yaratan  ve  Hükmün  sahibi )  nasıl  ki  unsur  u  havayı  kelimelerin  berk  gibi  intişarlarına  ( hava  içerisindekilerin  sağlam  bir  şekilde  yayılmalarına )  ve  tekessürlerine ( çoğalmalarına ) bir  mezra ( alan,  yer ) ve  bir  vasıta  yapmış.  Ve  radyo  vasıtasıyla  bir  minarede  okunan  ezan  ı  Muhammed’i  umum  yerlerde  ve  umum  insanlara  aynı  anda  yetiştirmek  gibi  öyle  de  okunan  bir  Fatiha  dahi,  mesela  umum  ehl i  iman  emvatına  ( bütün  inanmış  ölülere ) aynı  anda  yetiştirmek  için  hadsiz  ( sınırsız )  kudret  ve  nihayetsiz  hikmetiyle  manevi  alemde,  manevi  havada  çok  manevi  elektrikleri,  manevi  radyoları  sermiş,  serpmiş,  fıtri  telsiz  telefonlarda  istihdam  ediyor,  çalıştırıyor. Hem  nasıl  ki  bir  lamba  yansa  mukabilindeki  binler  aynaya,  her  birine  bir  lamba  girer. Aynen  öyle  de,  bir  Yasin  i  Şerif  okunsa  milyonlar  ruhlara  hediye  edilse,  her  birine  tam  bir  Yasin  i  Şerif  düşer. “  diyerek  Saidi  Nursi  bu  konuda  şakirtlerini  Kur’anın  mesajlarına  göre,  çok  yanlış  bir  yönlendirmenin  içine  sokmaktadır.

Kur’anda  Yasin  Sûresinin  69 - 70. ayetinde : “  Ve  Biz  O’na  şiir  öğretmedik.  Bu  onun  için  yaraşmaz  da. O  sadece  diri  olanları  uyarmak  ve  kâfirler  üzerine  sözün  hak  olması  için  bir  öğüt  ve  apaçık  bir  Kur’andır. “  denilerek  Yasin  Sûresinin  ve  Kur’anın  ölüler  için  değil,  bizzat  dirilerin  öğüt  alacağı  hidayet  rehberi  olduğu  hatırlatılarak  uyarı  yapılmaktadır. Öte  yandan  Rum  Sûresinin  52. ayetinde  de “  Kuşkusuz  sen  ölülere  hiç  bir  şey  işittiremezsin. “  denilerek,  yine  Fatır  Sûresinin  22. ayetinde   “  Ölüler  ve  diriler  eşit  olmaz. Şüphesiz  Allah  her  dilediğine  işittirir. Sen  ise  kabirlerdeki  kişilere  işittiren  biri  değilsin. “  denilerek  artık  ölen  bir  insanın  bu  dünyadan  hiç  bir  şeyi  duyamayacağı  belirtilmekte, Kur'anda  Kabir  hayatının  olduğuna  dair  de  hiç  bir  ifade  bulunmamakta,  bilakis  sadece  dünya  ve  ahiret  hayatı  olmak  üzere  pek  çok  ayette  iki  hayattan  söz  edilmektedir.  Çünkü  Allah  artık  ölen  insanın  kabzettiği  öz  benliğinin şartelini  kaldırarak  kıyamete  kadar  kapatmış,  manevi  radyosunun  fişini  çekmiş, her  türlü  haberleşmesini  bitirmiş. Fıtri  kablolarla  havai  hatta  bağlantısı  kalmamıştır.  Bunlara  bağlı  olarak  Necm  Sûresinin  39. ayetinde  “  Gerçek  şu  ki  insan  için  çalışıp  didindiğinden  başka  bir  şey  yoktur. “  İsra  Sûresinin  13. ayetinde  de  “  Ve  her  insanın  kendi  yaptıklarının  karşılıklarını,  ayrılmayacak  şekilde  boynuna  doladık. “  yine  Yasin  Sûresinin  54. ayetinde  “  Artık  bugün  kişi  herhangi  bir  haksızlığa  uğramaz.  Ve  sadece  yapmış  olduklarınızla  karşılıklandırılırsınız. “  denilerek  ölen  insanların  sadece  bu  dünyada  yaptıklarının  karşılığını  alacağı  ısrarla  belirtilmiştir. Acaba  Saidi  Nursi  Kur'anı  tefsir  ediyorum  derken  bu  ayetleri  görmemiş  midir ?

Sonuç  olarak  Saidi  Nursi,  bugün  Nur  Cemaatinin  ve  Şakirtlerinin  manevi  lideridir  ve  öncüsüdür. Eserlerini  her  Tasavvuf  Şeyhi  gibi,  Allah  rızası  ve  Dini  Mubin  için  yazmak  istediğinden  şüphemiz  asla  olamaz.  Fakat  Yüce  Rabbimiz  Allah,  çok  yakından  tanıdığı  biz  kulları  için  de,  Kehf  Sûresinin  104. ayetinde “  Onlar  yapay  olarak  güzellik  ürettiklerini  sanırken,  dünyadaki  çalışmaları  /  hayatındaki  bütün  çabaları  boşa  gitmiş  olan  kimselerdir.  “  uyarısı  ile  güzel  bir  iş  yaptığımızı  zannederek  hatalar  içerisinde  olabileceğimiz  önemle  vurgulanmaktadır. Nur  Cemaatinin  mensupları  tarafından  Saidi  Nursi’nin  Kitapları  ve  Risale i  Nur  Külliyatı  ilâhi  denilecek  kadar  kutsal  addedilmektedir. Fakat  Külliyatın  içerisindeki  sohbetlerde,  Kur’an  övülürken,  hiçbir  yerde  Kur’anın  Şakirtler  tarafından  anlaşılarak  okunmasına  dair  bir  çalışma  ve  açıklama  görülememektedir. Bundan  dolayıdır  ki  her  halde,  büyük  çoğunlukla  bugün  Nurcular,  Allah’ın  Kitabı  Kur’andan  çok  Risale i  Nur’u  okuyarak,  hususi  sözlük  de  kullanarak  anlama  çabası  göstermekte,  Kur’anı  da  ancak  sadece  Arapçasını  okuyup  hatim  edip,  ölen  yakınların,  sıddıkların,  evliyaların,  sahabe  ve  tabiinlerin  ruhuna  hediye  etme  anlayışı  hakim  görülmektedir. 

Abartısız  olarak  söyleyebiliriz  ki  Risale i  Nur  Külliyesi,  Cemaat  Şakirtlerinin  dini  yaşamının  yegâne  rehberi  olarak  görülmektedir. Çünkü  Saidi  Nursi  ; “  Onlar  ruhumuzun  gıdası  ve  ebedi  saadetimizin  anahtarıdır.  Bu  acayip  ve  dehşetli  ve  hiç  misli  görülmemiş  devirde,  özellikle  müminlerin  çok  sıkıntılar  geçirdiği  ve  çok  dehşetli  düşmanlar  karşısında  bulunduğu  ve  katkısız  kâfirlik  ateşinin  mahallenizi  sardığı  bir  zamanda,  ancak  ve  ancak  güveninizin  en  sağlam,  güçlü,  yıkılmaz,  sarsılmaz  donanımına  sahip  olan  Risale i  Nur’un  nurani  siperlerine  sığınmakla,  onun  kutsal  çerçevesine  girmekle  kurtulacak  ve  imanınızı  kurtaracak  ebedi  yokluk  zannettiğimiz  ölümü  ebedi  bir  hayata  çevireceksiniz. “  diyerek  Risale i  Nur’u,  insanın  hem  Dünyasını,  hem  de  Ahiret  hayatını  kurtaracak  bir  kurtuluş  kitabı  olduğunu  belirterek,  onu  kutsal  bir  kitap  haline  getirmektedir.  Sormamız  gerekir,  Peygamberimizin  en  büyük  ahlâk  ve  iman  üzerine  olduğunu  söyleyerek  övdüğü  bir  zamanların  eşkiyası  "  Ebu  Zer  El  Gufari  "  Buhari,  Akaid  ve  Risale i  Nur  okuyarak  mı  bu  övgüye  mazhar  olabilmiştir ?  Üstelik  Kur'anı  anlayarak  okumayarak,  buradan  Allah'ı,  Kur'anı,  Peygamberi  ve  İslamı  tanıyamadan,  başka  kitapları  baş  tacı  edip  tahkiki  bir  imana  kavuşmamış  kişilere  Saidi  Nursi  mümin  diyebilir  ama  biz  mümin  diyemeyiz. Mümin  aklını  kullanabilen,  Kur'an  bilgisine  az  çok  sahip  olan,  sorgulayan  ve  birilerine  aklını  emanet  etmeyen,  bütünleştiren,  güvenilen  kişidir.

Müslümanlar  Allah’ın  Kitabı  Kur’an  dururken,  İsra  Sûresinin  9. ayetinde  “ Şüphesiz  ki  Bu  Kur’an,  insanları  en  doğru  ve  en  sağlam  şeye ;  rüşde  kılavuzlar. “  denilerek  en  doğru  ve  sağlam  yolun  adresi  için  Kur’an  gösterilmekte  iken  bu  ayetin  aksine  hareket  edemezler.  Enam  Sûresinin  93. ayetinde  de  “ Ve  Allah’a  karşı  yalan  uydurandan,  yahut  kendisine  hiç  bir  şey  vahyolunmadığı  halde  “  Bana  vahyolundu  “  diyenden  ve  Allah’ın  indirdiği  gibi  ben  de  indireceğim  diyenden  daha  yanlış  iş  yapan  kim  olabilir ?  Şirk  koşarak  yanlış  iş  yapan  o  kimseleri  ölümün  şiddetleri  içindeyken,  görevli  güçler / melekler  de  onlara  ellerini  uzatmış  canlarınızı  çıkarın.  Bugün  Allah’a  karşı  gerçek  dışı  şeyler  söylediğinizden  ve  O’nun  ayetlerine  karşı  böbürlenmenizden  dolayı  alçaltıcı  bir  azapla  cezalandırılacaksınız  derlerken  bir  görsen ! “  tehdidi  ile  muhatap  olmaktan,  Yüce  Rabbimiz  Allah  bütün  iman  ettim  diyenleri  korusun.  Bakara  Sûresinin  79. ayetinde  : “  Artık  yazıklar  olsun  ki  o  kimselere,  kendi  elleriyle  kitap  yazarlar  da  sonra  biraz  paraya  satmak  için  “  Bu  Allah  katındandır “  derler.  Artık  o  elleriyle  yazdıkları  yüzünden  onlara  yazıklar  olsun !.  O  kazandıkları  şeyler  yüzünden  kendilerine  yazıklar  olsun. “  denilerek  dini  konularda  kitap  yazacak  olanlar  uyarılmaktadır. Bu  nedenle  yüzlerce  ayetin  uyarısına  rağmen  kendi  yazmış  olduğu  kitabı  Kur'anın  önüne  geçirerek  hiç  kimse  insanlar  için  mutlak  kurtuluş  yoludur  dememelidir.  Kur’anda   Ankebut  Sûresinin  41. ayetinde  "  Allah’ın  astlarından  evliya / yardımcı,  yol  gösterici,  koruyucu  yakın  edinenlerin  durumu,  ev  edinen  dişi  örümceğin  durumu  gibidir.  Şüphesiz  evlerin  en  çürüğü  de  kesinlikle  /  Beyt ül  ankebut  dişi  örümcek  evidir. "  denilerek,  Allah'ın  indirdiğini  terk  edip,  Allah’a  ortak  koştukları  Velilerin,  Evliyanın  peşine  düşerek,  dini  parça  parça  bölerek,  gruplara  ayrılarak  cemaatleşenlerin  oluşturduğu  beraberlik,  dişi  örümceğin  evine  benzetilerek,  bu  birlikteliğin  kendileri  için  ne  kadar  zararlı  ve  tehlikeli  olduğu  mucizevi  bir  şekilde  anlatılmaktadır. 

Araf  Sûresinin  3. ayetinde  de  “ Rabbinizden  size  indirilene  uyun.  O’nu  bırakıp  başka  dostlara  /  koruyacak,  yardım  edecek  velilere  uymayın.  Ne  kadar  da  az  öğüt  alıyorsunuz. “ denilerek  sadece  Kur’ana  uyulmasına,  Evliya,  Gavs,  Kutub,  Şeyh,  Üstat  gibi  önderlerin  ardına  düşülmemesine  dikkat  çekilirken,  örneğin  Rum  Sûresinin  31 – 32. ayetinde  de  “  Kalben  O’na  /  Allah’a  yönelenler  olarak,  Allah’ın  koruması  altına  girin,  salatı  ikame  edin,  müşriklerden  /  ortak  koşanlardan  dinlerini  parça  parça  bölmüş,  ayrılıkçı  gruplara  ayrılmış  kimselerden  de  olmayın.  Her  ayrılıkçı  grup,  kendi  yanlarındaki  şeylerle  böbürlenmektedir. “  denilerek  dindeki  Mezhep, Tarikat,  Cemaat  ile  bölünmelere,  parçalanmalara,  gruplaşmalara,  yüzlerce  ayette  Allah’a  ortak  koşularak  şirke  girilmemesine  karşı  uyarıların  bulunmasına  rağmen  bugün  “  Elhamdülillah  Müslümanız  “  denildiği  halde  Allah’ın  Hakk  Dini  İslam,  çok  farklı  grupların  içerisinde  farklı  inançlarla,  uygulamalarla  yaşanmaktadır.  Bakara  Sûresinin  170.  ayetinde  “  Ve  onlara,  Allah’ın  indirdiğine  uyun  dendiği  vakit  aksine  biz,  atalarımızı  neyin  üzerinde  bulduysak  ona  uyarız  dediler.  Ataları  bir  şeye  akıl  erdirmez  ve  kılavuzlandıkları  doğru  yolu  bulmaz  idiyseler  de  mi ? “  denilerek  yapılan  pek  çok  uyarının  aksine  insanlarımız,  Kur’anı  anlayarak  okumadan  ve  önlerine  konulan  inançları  sorgulamadan  doğru  olduğunu  zannederek  Kur'anın  dışında  bir  hayatı  yaşamaktadırlar. Ne  diyelim,  Yüce  Rabbimiz  Allah,  her  Müslümanım  diyen  kardeşimize,  Kur’anı  anlayarak  okumayı,  aklını  kullanarak  içinde  bulunduğu  durumu  değerlendirerek,  dinimizin  yegâne  kaynağı  Kur’an  ile  sorgulayarak,  Kur’anın  ve  İslam’ın  şirkten  arınmış,  Allah'ın  gerçek  Hakk  ve  Tevhit   dinine  kavuşmayı  nasip  eylesin.  Allah’ın  selamı  ve  rahmeti  üzerinize  olsun !..

ALLAH  DOĞRUSUNU  EN  İYİ  BİLENDİR ! RAHMETİ  VE  KUR'AN  BİZE  YETER !..

Temel  Kaynak  :  HAKKI  YILMAZ  ( Tebyin  ül  Kur’an )

Risalei  Nur  Külliyatı  ( Hizmet  Vakfı )

Tasavvufta  Çok  Mübarek  Putlar  ( Psikiyatrist  Dr.  Hamdi  Kalyoncu )

Hüsamettin  Aksu  Fadlullah i  Hurufi

İslam  Ansiklopedisi  TDV  Yayını  İst. 1995

Murat  Kayacan  Risale  i  Nur

Osmanlıca Türkçe  Sözlük  ( Lüggat.com )

PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR

BAŞLIKLAR
TAKİP ET