Müslümanların gerçek anlamını, işlevini bilmedikleri halde, ama en kısa bir Sûre olduğu için kolay ezberleyerek namazlarında en çok okudukları Kevser Sûresi, Peygamberimize görevine başladığı birinci yılın sonlarına doğru Mekke’de 15. sırada vahyedilen, Kur’an Mushaflarında da 108. sırada yer alan 3 ayetlik bir Sûredir. Buna rağmen işaret ettiği anlamlar bakımından zengin bir kapsama sahiptir. Üstelik de Müslümanlar için yılda bir kere aynı günlerde topluca kan akıtılarak hayvan kesip kurban edilmesi inancıyla Peygamberimizin vefatından sonra oluşturulan geleneğe temel dayanak yapılıp, bir çok ilâhiyatçının ikna etmek amacıyla en çok kullandığı bir Sûre olmuştur. Aslında Kur'anda hayvan kesme ile ibadet diye bir şey yoktur. Bu nedenle üstelik de kan akıtarak hayvan kesme şeklinde olan kurban etme inancı ve geleneği ile yakından uzaktan ilgisi de olmayan bu Sûrenin daha gerçekçi işlevi ile anlaşılabilmesi için bu Sûreden önce peygamberimize 11. sırada indirilen Duha ve 12. sırada indirilen İnşirah Sûreleriyle birlikte ele alınması, incelenmesi, bu iki Sûrenin de göz önünde bulundurulması gerekir. Çünkü bu üç Sûre, Risaletinin ilk yıllarında müşriklerin reddiyelerle kötü davranışlarına, aşağılamalarına, taciz ve hakaretlerine maruz kalan peygamberimizi teskin ve teselli etmek, onu destekleyerek güçlendirmek, moral kazandırmak için indirilmiş Sûrelerdir. Dolayısıyla bu üç Sûre kendi aralarında bir bütünlük arz eder. Kevser Sûresinde sözcük anlamıyla öncelikle Peygamberimize özel olup, işaret anlamıyla da daha önce olduğu gibi Peygamberlik misyonu üstlenenlerin nimetlere kavuşturulacağı, düşmanların faaliyetlerinin ise sonuçsuz kalacağı ve onların sonunun iyi olmayacağı, bütün zamanlar içerisinde Allah'ın vahyini nakleden, tebliğ eden elçilerin olumsuzluklara önem vermeden, Allah için gayret göstermeleri gerektiği ilan edilmekte, biz Müslümanlara da önemli mesajlar iletilmektedir.
Kevser Sûresinin de iniş sebebi peygamberimizi desteklemek, ona metanet ve güç kazandırmak ve O’nu ileride sürdüreceği görevine daha güçlü olarak hazırlamaktır. Alak Sûresiyle peygamberliği kendisine bildirilen, bir süre Ala, Asr, Tekvir, Kalem, Müzzemmil, Müddessir ve birçok değişik Sûrelerin ayetleri ile eğitilerek görevine hazırlanan ve Fatiha Sûresinin ayetleri ile insanların karşısına çıkartılarak görevine başlatılan Peygamberimiz, siyer ve tarihi kaynaklarda belirtildiği gibi, ilk günden itibaren müşriklerin kendisini reddederek, hafife almalarıyla, yoğun bir dirençle, hile, tuzak ve saldırılarıyla karşı karşıya kalmıştır. Peygamberimizin maruz kaldığı bütün bu saldırıların yanı sıra, ardından soyunu devam ettiremeyeceği yönündeki alaycı hakaretler de O’nu fazlasıyla sarsmaktaydı. Günümüzde de bazı ilkel aileler tarafından da hala sürdürüldüğü gibi, o zamanın Arap kültüründe de kız çocukları evlattan sayılmaz, hatta Teim kabilesinde onur meselesi yapılarak ilk doğan kız çocuğunu öldürerek toprağa gömenler bulunmakta idi. Ailenin soyunun erkek çocuklar tarafından devam ettirildiği kabul edilir, erkek çocuğu olmayanlar ise horlanır ve alaya alınırdı. Peygamberimizin de Hatice validemizden doğma oğulları Kasım ve Abdullah küçük yaşlarında arka arkaya ölünce, Kureyş’in ileri gelen müşrikleri bu olayı malzeme yapmışlar, O’nu aşağılamaya alaya almaya başlamışlardı. Üstelik de Peygamberimiz tarafından ortaya atılan davanın, O’nun ölümüyle biteceğini, artık davanın takipçisinin kalmayacağı düşüncesinin sevinci ile, peygamberimiz hakkında “ Bırakın onu, onun soyu kesik, zürriyetsiz, ölünce zaten adı unutulur gider, biz de ondan kurtuluruz. “ diyor, bu temennilerini her tarafa yayıyorlardı. Bundan dolayı da Yüce Allah, bu Sûre ile peygamberimizi hem “ Kevser “ ile müjdelemiş, hem de köksüzlük ve soyu kesiklik kavramlarını, peygamberin düşmanları için takdir ettiğini bildirmiştir.
Peygamberimizin erkek evlatlarının çocuk yaşlarda ölmeleri konusunda, Allah’ın gerçekte olmayan Cebrail meleğini yollayarak peygamberimizi teselli ettiğini ileri süren rivayetler uydurulduğu gibi, bu ölümlere birtakım hikmetler yakıştıran yorumlar da ortaya atılmıştır. İmam Kastallaninin Mevahibi Ledunniye adlı eserinde * Kutsi hadis olarak meşhur olan “ Levlâke levlâke lema halâktul eflâk “ ( Sen olmasaydın, sen olmasaydın, Ben alemi yaratmazdım. ) ifadeleriyle yer alan uydurma hadisinin ardından Kâinatın yaratılışını peygamberimizin varlığına bağlayan bu uydurma Tasavvufi rivayet dışında, peygamberimizin erkek evlatlarının ölümlerini açıklamaya çalışan yorumlar da bulunmaktadır. * Böylesine şanlı bir peygamberin evlatları yaşasaydı, babalarının son peygamber olması sebebiyle kendilerine peygamberlik görevi verilmeyeceği için bu evlatların şanında bir eksiklik olacaktı. * Peygamberin evlatları yaşasaydı, en azından ashap tarafından imam yapılacaklar, böylece imamlık ve velilik de veraset yolu ile intikal eden bir makam haline dönüşecekti. Bu yorumların hepsinde peygamberimizin evlatlarının ölmemesi durumunda ortaya çıkacağı sanılan sakıncalar öne sürülmüş, dolayısıyla bütün yorumcular ölümlerde bir hikmet olduğu üzerinde birleşmişlerdir. Ancak gerek Allah’ın Cebrail aracılığı ile peygamberimizi teselli ettiğini ileri süren hadis uydurucuları, gerekse ölümlerde hikmet gören yorumcular, her şeye kadir olan Allah’ın, bu ölümlerle ortaya koyduğu hikmeti, peygamberimize hiç evlat vermeyerek de ortaya koyabileceğini, böylece teselliye de gerek kalmayacağını akıllarına getirememişlerdir. Üstelik de bu kutsi hadis dedikleri hadisleri de kendilerinden bazıları yalanlamışlardır. Kevser Sûresinin asıl mesajlarına bakacak olursak ;
KEVSER SURESİ 1 – 3 : Bismillahirrahmanirrahim ! * İnne atayna kelkevser * fesalli lirabbike venhar. * İnne şanieke hüvelebter.
Rahman ve Rahim Allah adına ! 1 : Şüphesiz Biz sana kevseri / bol nimet verdik. 2 : Öyleyse Rabbin için salat et / Mali yönden ve zihinsel açıdan arka çık, destek ol, toplumu aydınlatma çalışmalarına devam et. Ve karşılaşacağın zorlukları göğüsle. 3 : Şüphesiz seni horlayan, sonu olmayanın, yaptıkları, işe yaramayanın ta kendisidir.
Ancak bu Sûrenin içerisinde yer alan " salli " sözcüğü, pek çok çevirmen tarafından namaz kıl, " nhar " sözcüğü de kurban kes anlamlarıyla türkçeleştirilmiştir. Aynı Sûrenin Diyanet İşleri Başkanlığının 2004 yılı çevirisine baktığımızda ;
Bismillahirrahmanirrahim 1 : Şüphesiz Biz sana kevseri verdik. 2 : O halde, Rabbin için namaz kıl, kurban kes. 3 : Doğrusu sana buğzeden, soyu kesik olanın ta kendisidir. Şeklinde ayetteki orijinal lafızların saptırılarak meallendirildiğini, zaten o dönemin müşrikleri de, Peygamberimiz de namaz kılmakta oldukları halde " salli " sözcüğünün namaz kıl, " nhar " sözcüğünün de kurban kes diye zamana ve koşullara göre tamamen aykırı olarak çevrildiğini görüyoruz.
Ayette kullanılan “ Biz “ ifadesi için sapkın zihniyet sahipleri, Biz diyerek Allah’ın yaptığını söylediği işleri Tasavvufi inanç felsefesine göre Gavslar, Kutuplar, Şeyhler, Evliya ve Velileri, dostları ile birlikte yaptığını ileri sürmüşlerdir. Böylece sadece Allah’a ait olan sıfat ve tasarrufların kendi uydurdukları “ Evliya “ takımına da yakıştırılması için çaba göstermişlerdir. Oysa Kur’andaki bu sözcükle Allah’ın azameti, ululuğu, emrinde hiç aksaklık vermeyen sistem ve kurduğu düzen kastedilmektedir. Çağdaş bir ifadeyle aynı zamanda bizim de saygımız gereği, karşımızdaki tanımadığımız bir kimseye veya bir büyüğümüze siz diye hitap ettiğimiz gibi bir şeydir.
Kevser : Sözcüğü Arapçada kök anlamıyla “ Alabildiğine, aşırı derecede çok “ demektir. Bu sözcük somut şeylerin çokluğu için kullanıldığı gibi soyut şeylerin çokluğu için de kullanılır. Ayette Peygamberimize “ Kevser “ i veren Allah olduğuna göre, bu sözcük ile Dünyada ve Ahirette “ çok, pek çok hayır ve güzel şeyler “ in kastedildiği söylenebilir. Ancak bu çok, pek çok hayır ve güzel şeylerin neler olduğuna gelince, bu konuda birçok farklı görüş ve yorum ileri sürülmüştür. Klasik rivayet tefsirlerinde yer alan ve zann ile sağlam temele dayanmayan görüşlerden bazıları şöyledir.
* Kevser, İslam dinidir. * İlimdir, * Güzel ahlâktır, * Şefaat makamıdır, * Cennette bir ırmağın adıdır. * Cennette bir havuzdur. * Peygamberliktir. * Peygambere verilen bütün nimetlerdir. * Peygamberin meziyetleridir. Gibi daha pek çok yorum bulunmaktadır. Böylece temelsiz ve dayanaksız zanlarla neredeyse bütün peygamberlere verilen nimetler peygamberimizin üzerinde toplanarak, bütün mucizelerin üzerinde olduğu ayrıcalıklı bir peygamber konumuna sokulup adeta ilâhlaştırılmıştır. Aslında peygamberimize verildiği söylenen Kevser, bize göre Duha ve İnşirah Sûreleri ile Hicr Sûresinin 87. ayetinde bahsedilen ve Rabbimizin değindiği lütuflar olabilir.
DUHA 6 : O seni yetim olarak bulup barınağa kavuşturmadı mı ? 7 : Seni dosdoğru yol dışında biri olarak bulup da dosdoğru yola kılavuzluk etmedi mi ? 8 : Seni aile geçindirme zorluğu içinde bulup da zengin etmedi mi ?
İNŞİRAH 1 – 4 : Biz senin için senin göğsünü açmadık mı ? Senden ağır yükünü indirmedik mi ? Ki o senin belini çatırdatmıştı. Senin şanını da senin için yüceltmedik mi ?
Hicr Sûresinin 87. ayetinde de “ Andolsun ki Biz sana ikili ikili nice nimetleri ve büyük Kur’anı verdik. “ denildiği, ayetlerde de zıt anlamlarla dile getirildiği gibi, " daha önceleri Peygamberimiz sıradan birisi idi, seçilip peygamber yapıldı. Yetim idi barınağa kavuşturuldu. Şaşırmış idi, doğruya iletildi. Dar gelirli idi zenginleştirildi. Sıkıntılıydı, göğsündeki baskı ve sıkıntıları giderilerek ferahlatıldı. Görevinin yükü ağırdı, ağır yükü hafifletildi. Adı unutulacaktı, adı sanı ve şanı yüceltildi. " Ve bütün bunların hepsi de ayette “ ita “ sözcüğü ile ifade edilerek, bir lütuf olarak verildiği dile getirilmiştir.
2. Ayet : Öyleyse Rabbin için salat et / mali yönden ve zihinsel açıdan destek ol ; Toplumu aydınlatmaya devam et ve karşılaşacağın zorlukları göğüsle ! şeklinde Peygamberimizin içinde bulunduğu koşullara göre olması gerektiği halde, Diyanet ve daha pek çok müfessir tarafından yapılan çevirilerine baktığımızda ;
2. Ayet : O halde Rabbin için namaz kıl kurban kes. şeklinde olduğunu görürüz.
Kevser Sûresinin ikinci ayetinde, Arap edebiyatının önemli sanatlarından biri olan “ iltifat “ sanatı ile, birinci ayetteki Biz zamiri yerine hemen bu akışa uygun olarak, Bizim için denmesi gerekiyorken üçüncü tekil şahıs ifadesine geçilerek “ Rabbin için “ denilmiştir. Bu iltifat sayesinde hem ikinci ayet hükmünün etkinliği arttırılmış hem de “ Rabb “ olma özelliği, Allah’ın Rabbliği / programlayarak çekip çevirdiği yöneticiliği, Efendiliği ön plana çıkarılmıştır. Rabb için salat edilmesi istenmiştir. Salat sözcüğü bu ayette klasik müfessirlerin, Diyanet başkanlığının çevirilerinde ve pek çok çeviride namaz kıl diye meallendirilmiştir. Oysa buradaki salat sözcüğü doğrudan doğruya namaz kıl demek değildir. Peygamberimiz ve o zamanın Mekke halkı da İbrahim peygamberin haniflik teamülünden geldiği gibi zaten namaz kılıyor idi. Üstelik bizim bugünkü namaz anlayışımız ile ilgili rükûnları ve ayrıntılarını ele alan, namazın farz kılındığını bildiren dua ayetleri, henüz peygamberimize indirilmemiş idi. Oysa salat, destek olma temelinde, paylaşma, yardımlaşma, arka çıkma eylemleriyle dinin temeli ve namaz kılma fiilinden de çok farklı, çok kapsamlı olan bir kavramdır. İkinci ayette geçen “ Nahr “ sözcüğü de çok kapsamı, değişik anlamları olan, karşılığı da başka dillere ve Türkçe'ye de tek bir karşılığıyla, hemen kurban kes şeklinde çevrilemeyecek bir sözcüktür. Bu sözcük klasik eserlerde ve bir çok mealde köklü bir inceleme yapılmadan, ayetin orijinalinde kurban sözcüğü olmadığı halde, maalesef Türkçeye en uzak anlamı olan “ Kurban kes “ ifadesi ile çevrilmiştir. Din adına yapılan bu hataya ve yozlaşmaya rağmen bugün dahi hala, her kurban bayramında, anlı şanlı Akademisyenler de dahil İlâhiyatçı konuşmacılar bu Sûreye dayandırarak kurban konusunu açıklamaya ve delil göstermeye çalışırlar. ( Kur’anda Salat Gerçekten Namaz mıdır ? başlıklı yazımıza bakabilirsiniz. )
Ayetin orijinalinde yer alan “ Ve' nhar “ sözcüğünün Arap kültüründe emir kipiyle yer alan mastar haliyle “ * Eli göğse değdirmek, * göğüslemek, * devenin göğsüne bıçak saplayıp kesmek “ gibi anlamları bulunmaktadır. Bu üç değişik anlamın da ayrı ayrı incelenmesi gerekir. * İmam Şafi, “ Ve'nhar “ emrini “ kurban kes “ ya da deve kes olarak değil, “ Ellerini göğsüne değdir “ olarak yorumlamış ve namaz kılarken alınan ara tekbirlerde ellerin göğüs hizasına kadar kaldırılarak, göğüse değdirilmesi şeklinde içtihat etmiştir. Şafi mezhebinde olanlar, Şii ve Ehlibeyt inancında olanlar, bu içtihada uyarlar ve namazda iken ellerini göğüslerine kaldırarak rükûn değişikliklerine geçerler. Bu eylem ise olumsuz düşüncelerin, sıkıntının, her türlü tasanın arkaya atılması anlamına gelir. Kimileri de aynı emri, kesin olarak o şekilde kastedilmediği halde namazda göğsün kıbleye / Mekke'ye döndürülmesi, kesinlikle başka yönlere yalpalanılmaması gerektiği şeklinde anlamışlardır.
* Sözcüğün mastar olarak ikinci anlamı olan “ göğüslemek, göğüs göğse gelmek “ Arap kültüründe en fazla kullanılan anlamlarından biri olmuştur. Arap şairleri tarafından da boğaz boğaza gelmeyi, göğüs göğüse dövüşmeyi ifade etmek, sıkıntıları göğüslemek ve mücadele etmek anlamlarında kullanılmıştır. Ayrıca köy ve şehirlerde dar sokaklarda evlerin karşı karşıya olmasında da bu ifade kullanılmıştır.
* Sözcüğün mastar olarak kullanıldığında üçüncü anlamı olan “ Deveyi hançerle göğsünden kesmek “ anlamı içerisinde, aslında kurban sözcüğü yer almamaktadır. Bu anlam esas alındığında, ayetten “ kurban et “ veya “ kurban olarak deveyi kes “ gibi anlamlar çıkmaz. Sadece deve veya hayvan kes anlamı çıkar. Deve veya diğer hayvanlar, değişik zamanlarda değişik amaçlar için zaten kesilmektedir, üstelik de devenin dışındaki hayvanlar göğüsten değil boynundan, deve ise özellikle göğsünden bıçaklanarak kesilmektedir. Bu kesimlerin ise mutlaka kurban olması gerekmez. Bu takdirde ise düz mantıkla ayetin anlamı ancak “ Seni üzüyorlar, sana düşmanlık ediyorlar, sen de uyluklarını hareket ettir, ayağa kalk, yürü, çabala, şirke ve taguta karşı çık, çok çalış, destek ol, sosyal yardım yap deve kes “ şeklinde olabilir. Fakat o günkü şartlar altında peygamberimize kurban kes deyip kasaplık yapmasının emredilmiş olmasının, pek anlamlı ve mantıklı bir yanı yoktur. Çünkü bu Sûre indiğinde, peygamberimiz insanlara açıktan tebliğ yapmaktan zorlanmaktadır, yeterince taraftar edinememiştir, hatta geceleri gizli gizli üç beş kişi ile ancak bir araya geliniyor çalışmalar, tebliğ ve yeni gelen ayetlerin aktarılması ve öğretilmesi niteliğinden öteye gidemiyordu. Bunun dışında herhangi bir eylem söz konusu değildi. Etrafında da deve kesip yedireceği kalabalıklar yoktu. Kurban Bayramı diye bir gelenek henüz ortaya çıkmamıştı, zaten Peygamberimizin hayatı boyunca da böyle bir bayram uygulaması yoktu. Hacc'ın rükûnlarını, farzını belirleyen ayetler ve hediye olarak kesilecek hayvanlar ile ilgili ayetler de henüz nazil olmamıştı.
Bu nedenlerle Kevser Sûresinin ikinci ayetini namaz kıl, kurban kes olarak değil : “ Madem Rabbin sana kevseri, bol nimeti verdi, öyleyse sen de Rabbin için çok çalış, çok gayret et, ayağa kalk, yürü, çabala, taguta karşı çık, destek ol, sosyal yardım yap ve dayanışma içinde ol, gerisini düşünme boş ver, üzüntülerini, tasanı, kaygılarını arkanda bırak, önüne gelecek her zorluğu göğüsle, mücadele et, sabret “ anlamlarında düşünmek daha gerçekçi ve mantıklı olur. Ayrıca " Kurban kes " diye bir ifadeyi kullanmak, Arap dil kurallarına göre çok yanlış bir deyim olur. Kur'ana göre " kurban " özellikle kan akıtarak hayvan kesmek değil, Allah'a yaklaşmak için yardıma muhtaç başka insanlara yapılabilecek her türlü fedakârlığın, yardımın, güzel davranışın genel adıdır. Bu kavram çerçevesinde " kurban kesiyorum " derken Allah'a yaklaşmak için bu fedakârlıklarımı, güzel davranışlarımı kesiyorum diye bir ifade olabilir mi ? Ne Kur'anın İslam'ında, ne de Peygamberimizin zamanında toplu olarak kan akıtılıp yılda bir kez hayvan kesimiyle yerine getirilerek ardından bayram yapıldığı gibi bir gelenek yoktur. ( Dinimizde Kurban Kesmenin Aslı Nedir ? başlıklı makalemizde Kurban konusunda geniş bilgi bulabilirsiniz )
Üçüncü ayette yer alan “ ebter “ sözcüğünün esas anlamı “ kuyruğu köküne kadar kesmek “ demektir. Kuyruğu olmayan eşeğe “ hımarun ebterü “ denilirdi. Daha sonraları hayır hasenat yapmayan kimselere, zürriyeti olmayanlara, özellikle de erkek çocuğu olmayanlara denilir oldu. Ebter sözcüğü de aslında “ beter “ sözcüğünden türemiştir. Bundan dolayı beddua edilirken “ beter ol “ denir. Bunun anlamı senin sonun iyi olmasın, perişan, daha da kötü olsun demektir.
Yukarıda anlamını ve içeriğini açıkladığımız bu Sûre, en kolay ezberlendiği için namazlarda Fatiha Sûresinden sonra kıyamda iken en çok okunan Sûrelerden biridir. Ancak ayetin lafzında görüldüğü gibi, doğrudan doğruya Allahın huzurunda ve karşısında Arapça olarak okunması durumunda, kişi Allah'a kendisinin bol nimet verdiğini söylemiş olacak, Allah'a da sanki Allah'ın başka bir Rabbi varmış gibi onun için namaz kılması, salat etmesi, görevine devam etmesi, kurban kesmesi sıkıntıları göğüslemesi emredilecektir. Böyle bir küfrün içine girilmiş olunacaktır. Allah'ın peygamberimize ve kullarına yönelttiği emirler, gerisin geriye Allah'a yöneltilmiş olunacaktır. Bu garabetten ve küfre düşme tehlikesinden kurtulmak için bu Sûrenin lafzına uygun olarak, anladığımız dilde dua formuna çevrilerek Allah'la konuşmak, bize göre daha mantıklı ve doğru bir uygulama olacaktır. Bu Sûrenin anlamına ve lafzına uygun olarak, namazımızda Fatiha Sûresinin ardından, beynimizle, kalbimizle, anladığımız ve ne söylediğimizi bildiğimiz şekilde ;
Yarattığı bütün canlılara rızkını veren El Mukit Rabbim ! Şüphesiz bize de bol nimet verdin. Biz de Sana layıkıyla kulluğumuzu, salatımızı yerine getirmek istiyor, Senin hak dinine yöneliyoruz. Bu yolda karşılaşacağımız her zorlukta bize dayanma gücü ver. İlâhi Rabbim bizi yalnız bırakma, bu yolda sonumuzu başarıya ulaşanlardan eyle. diyerek küfre girme tehlikesi olmadan, Rabbimizle konuşarak namazımızı daha anlamlı bir hale getirebiliriz.
Sonuç olarak, bu Sûrenin ayetleri ile peygamberimizin maruz kaldığı ve kalmaya da devam edeceği aşağılamalara, hakaretlere, saldırılara rağmen teselli edilip morallendirilmeye çalışılırken, kendisine verilen onca nimetin ve desteğin yanında görevine de yılmadan, sabırla devam etmesi, önüne çıkabilecek zorluklarla mücadele ederek onları göğüslemesi gerektiği anlatılmaktadır. Bize düşen öğüt ise, aynı anlamlarda, dine ve Allah’ın ayetlerine sahip çıkmamız, dayanışma destekleşme içerisinde olmamız, bu yolda önümüze çıkabilecek engellerde dayanma gücü göstermemiz ve Allah yolunda başarılı olmayı hedeflememizdir. Görevine başladığı ilk andan itibaren Allah’ın bütün ayetlerini ve indirdiği kitabı reddeden kâfirler, Peygamberimizi değişik sıfat ve yakıştırmalarla aşağılamaya, kötülemeye çalışmışlardır. Dünya durdukça, inkârcılık ve kâfirlik var oldukça Peygamberimizi kötüleme ve gözden düşürme eylemlerinin devam edeceği açıktır. Ne var ki Peygamberimize ve dolayısıyla İslam’a o günlerde sataşanların eli boş kaldığı, asıl onların soylarının kesik olduğu, her iki hayatta da Allah katında başarıya ulaşamadıkları gibi, bundan sonrakiler de öyle başarısız ve elleri boş kalacaktır. O günkülerin hem emekleri ve bu dünyadaki kazanımları boşa gitmiş, düzenleri, inançları bitmiş, hem de nesepleri, soy ve sopları dünya sahnesinden silinip gitmiştir. Bu ayetlerden biz de gerekli dersi çıkartıyoruz ki, sonuç bu gün de yarın da yine aynı şekilde olacaktır. Biz ise bu minvalde, bugün Peygamberimizin yegâne ve en değerli emaneti olan, Kur'anımıza gereği gibi sahip çıkalım, anladığımız dilden okuyarak aklımızı kullanalım, önümüze konulan her hurafeye, din adına denilen her uygulamaya, Kur'an ile test etmeden inanmayalım, Peygamberimize bugün de yapılan yanlış isnatlardan, iftiralardan ve karalamalardan O'nu korumaya çalışalım. Allah'ın selamı, rahmeti, bereketi ve Kur'anın doğruları sizinle olsun !..
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR