Konu Detay

ORUÇ VE GETİRDİKLERİ

 22.05.2017
 3514

Ülkemizde,  her  Ramazan  ayı  yaklaştığında  köylerde,  kentlerde,  çarşıda  pazarda,  çalışma  hayatında  iş  yerlerinde,  camilerde,  evlerde,  farklı   düşüncelerle,  beklenti  ve  heyecanlarla,  insanlarda  bir  oruç  muhabbetidir,  telaşıdır,  hazırlığıdır  başlar.  Çoğunlukla  orucun  mütevazi  ve  sorumluluk  içinde  bir  dünya  yaşamında  yanlışlardan,  sadece  aç  kalmaktan  ziyade  özellikle  çok  ve  gereksiz  konuşmalarla  günaha  girmemek  için  sakınmak,  bunun  için  de  Kur'an  ayetlerinin  anlaşılarak  okunması  ve  öğütleriyle  daha  yoğunluklu  olarak  birlikte  olunması  olan  aslının  ve  hedefinin  ne  olduğuna  yönelme  olmamasına  rağmen,  nelerin  yenilip  yenilemeyeceği,  iftar  sofralarının  abartıları,  zenginin  zengini  ağırladığı  gösterişli  ve  şaşaalı  iftar  davetleri,  yapılan  erzak  stok  ve  alışverişleri,  aç  ve  yoksul   insanlara  ekranlarda  seyrettirilen  zengin  yemek  tarifleri,  nelerin  orucu  bozduğu  soruların  saçmalıkları,  Kur'anın  oruç  anlayışının  özünü  geri  planda  bırakır.  Çünkü  Dinimizin  ve  orucun  asıl  hedefi,  felsefesi  doğru  olarak  anlaşılamamaktadır.  Biz  Müslümanlara  Kur’an  meallerinden  anladığımız  dilden  Türkçe  olarak  okunması  önerilmemekte,  abdestsiz  Kur'ana  el  sürülemez,  siz  Kur'anı  anlayamazsınız,  Din  Kur'andan  öğrenilmez, Türkçe  mealinden  hatim  olmaz  diye  insanlar  Kur'andan  uzaklaştırılmaktadır.  Gerçek  anlamda  Kur’an  böylece  terk  ettirilmiştir. Çünkü  sadece  ulemanın  tekelinde  kalan  Din,  uydurulan  hadis  ve  rivayetlerle  insanlara  hayatın  gerçek  rehberi  olarak  yansıtılamamaktadır.

Maalesef  Müslümanların  inancının  yegâne  ve  temel  kaynağı  olması  gereken  Kur'an  ile  olan  ilişkileri  böylece  sıfırlanmıştır. Çoğunlukla,  kendi  Dinlerinin  kitabını  okuyup  öğrenme  çabasında  olmamakta,  her  şeyi  hazır  ve  kulaktan  dolma  olarak  imamlardan,  Din  görevlilerinden  beklemektedirler. Bunun  sonucunda  da  hadis  ve  rivayetlerden  beslenen  kafalardan  Kur'anın  dışında  farklı  farklı  çıkan  seslerden  dolayı  pek  çok  konuda   olduğu  gibi,  bin  dört  yüz  yıldır  oruç  konusu  da  bir  türlü  doğru  zemine  oturtulamamıştır. Ramazan  ayı  boyunca  ekranlarda  neredeyse  hep  aynı  ekolden  beslenmiş  olan  ilâhiyatçı  din  görevlileri   konuşturulur,  sorular  sorulur,  ama  bir  yıl  sonra  aynı  nakarat  tekrar  edilir,  aynı  konuşmalar,  aynı  sorular  ve  aynı  yanıtlar  alınır.  Ramazan  biter  yine  pek  çok  kimsenin  hayatına  Orucun  getirdikleri  ve  Ramazanın  feyzi  hakkında  söyleyecek  iki  çift  sözü  yoktur.  Çünkü  nemalanmak  için  bu  ayı  fırsat  bilen  bazı  açıkgöz  ilâhiyatçı  Din  tüccarı  konuşmacıları,  Kur'andaki  oruç  ve  gerçek  mesajları  yerine  sırat  köprüsü  masalları  ile  şov  yapmaktadırlar.  Oysa toplumca  bereketi  ile  beklenen  Ramazan,  girilen  küfür  ve  bulaşılan  şirklerle  lâneti  ile  gitmektedir.  Halbuki  oruç  konusu  Yüce  Kitabımız  Kur’anda,  Bakara  Sûresinin  183  ve  187. ayetleri  arasında  sadece  dört  ayetle  çok  net  ve  açıklayıcı  olarak  anlatılmaktadır. Bu  ayetleri  anlamak  için  Türkçe  mealini  okuyan  ve  sorgulayıp  aklını  kullanabilen,  tefekkür  edebilen  herkes,  konuyu  çok  rahatlıkla  anlar  ve  hiç  bir  kimseye  de  bu  konuda  soru  sorma  ihtiyacını  duymaz,  şirke  de  bulaşmaz. Gereksiz   telaşların,  çabaların,  harcamaların  da  içerisinde  olmaz.  Mütevazi  bir  şekilde  Ramazan  ayını  karşılar,  gösterişten,  abartıdan,  riyadan,  boş  ve  gereksiz  konuşmaktan  uzak  olarak  da  eda  eder. 

Oruç  sözcüğü  Kur'anda  bu  şekliyle  olmayıp,  namaz,  abdest,  peygamber  gibi  başka  bir  çok  sözcükte  olduğu  gibi  bize  Farsçadan  geçmiş  bir  sözcüktür.  Aslı,  anlamı  günün  aydınlık  kısmı / gündüz  demek  olan  " Ruz "  sözcüğünden  gelmektedir. Zaman  içerisinde  önüne  " o "  harfi  eklenmiş  sonundaki  harf  de  " ç "  harfiyle  değiştirilmiştir.  Arapçada  ve  Kur'anda  ise  bu  sözcüğün  karşılığı  " savm "  dır. İşdeşlik /  genelleme  açısından  da  bazı  ayetlerde  "  siyam "  olarak  karşımıza  çıkar.  Savm / Oruç  bizden  önceki  toplumlarda  da  tarih  boyunca  var  olan,  Allah'a  yaklaşma,  O'nunla  beraber  olma,  rızasını  kazanma  vesilesidir,  aslında  kendini  tutma,  sabrın  ve   tevekkülün  timsali  ile  yanlıştan  sakınma  bilincinin  aracıdır. Toplumların  yaşamı  geliştikçe  de  Yüce  Rabbimiz  Allah,  pek  çok  konudaki  deforme  edilmiş,  asıl  mecrasından  çıkarılmış,  bozulmuş,  farklılık  gösteren  uygulamalara,  Hacc,  Namaz  gibi  sadece  Allah'la  kul  arasında  olması  gereken  nüsuk,  Kurban,  Zekât  gibi  bir  çok  ibadet  şekline,  inançlara,  Hakk  Dini  İslam'ın  son  Kitabı  olan  Kur'an  ile  güncelleme  yaptığı  gibi  yine  bir  nüsuk  olan  Oruç  konusunda  da  güncelleme,  düzeltme  yapmıştır,  biz  Müslümanlara  kolaylık  sağlamıştır.  Kur'anımızda  oruç  konusunu  ele  alan  ayetlere  baktığımız  zaman  da  bu  ayrıntılara  dikkat  çekildiği  görülmektedir.  

BAKARA  183   :  Ey  iman  etmiş  kimseler !  siyam  /  Karşılıklı,  beraberce  oruçlu  olmak,  sakınasınız  /  Allahın  koruması  altına  giresiniz  diye  sizden  öncekilere,  ( 184  :  Oruç  sayılı  günlerdedir. O  nedenle  sizden  her  kim  hasta  olursa,  veyahut  çiftçilik,  ticaret,  askerlik,  eğitim  öğretim  gibi  gidiş  gelişli  hareketli  bir  iş  üzere  olursa  tutamadığı  günler  sayısınca  başka  günlerde  tutar.  Oruca  gücünü  kaybetmiş  olanlar,  eğer  güçleri  yetiyorsa  üzerilerine  bir  yoksulun  yiyeceği  kadar  fidye  kurtulmalık  olarak  borçtur. Kim  de  gönüllü  hayır,  iyilik  yaparsa  bu  kendisi  için  çok  hayırlıdır,  yararlıdır.  Ve  eğer  bilirseniz  oruç  tutmanız  sizin  için  hayırlıdır,  yararlıdır. )  şeklinde  farz  kılındığı  gibi  size  de  farz  kılınmıştır.

Bu  iki  ayette  birbirine  bağlantılı  olarak  oruç  görevinin  özellikle  önceki  geçmiş  toplumlarda   belirtilen  ayrıntıları  ile  farz  kılınmış  olduğu  gibi,  bizim  de  yaşadığımız  hayatta  kötülüklerden,  yanlış  adımlardan  sakınmamız,  kendimizi  tutmamız,  iyiye,  güzele,  doğruya  yönelmemiz,  bu  ayda  indirildiği   için  bol  bol  anlayarak  Kur'anı  okuma  ile  takvaya  /  sakınma  bilincine  ulaşabilmemiz,  bu  yolla  Allah’ın  koruması  altına  girebilmemiz  için  orucun  bize  de  farz  kılındığı  belirtilmektedir.  Fakat  maalesef  bir  çok  müfessir  ve  oruç  konusunda  konuşan  ilâhiyatçı,  bu  iki  ayet  arasındaki  bağlantının  farkını  doğru  olarak  görememekte,  oruç  konusunda  bir  çok  yanlış  görüşün,  inancın  nakledilmesine  neden  olabilmektedir.  Oysa  İlâhiyatçı,  araştırmacı  ve  Tebyin  ül  Kur'an  yazarı  Hakkı  Yılmaz,  ancak  "  183. ayetin  başında   bize  farz  kılınan  oruç  için,  es  siyam  ifadesi  kullanıldığından  ve  anlamı  da  savm  /  kendini   tutmak  anlamında  ( Bizden  öncekilerin  tuttuğu  oruç )  ifadesinden  farklı  olduğundan,  cümle  bütünlüğü,  mastar,  fiil,  anlatım  tekniği  işdeşlik / genelleme  ile  Arap  dil  kuralları  gereği, 184. ayette  sıralanan  hükümler, 183. ayetin  tümleci  olarak  bizim  yükümlü  olduğumuz  oruç  için  değil,  bizden  öncekilerin  tuttukları  orucun  hükümleri  olarak  anlatılmaktadır. Eğer  bu  ayrıntı  dikkatlerden  kaçırılırsa, 184. ayette  sıralanan  hükümler, 185. ayette  de  tekrar  sıralanmış,  bir  karışıklık  olmuş  durumu  ortaya  çıkar.  Aynı  zamanda  tutulmayan  oruçlar  için  fidye  /  kefaret  konusu  da  bizim  hükümlerimiz  arasına  katılmış  olur.  Bu  ayrıntılardan  dolayı  aslında  parantez  içerisinde  gösterdiğimiz  ve  184. ayetteki  hükümler,  bizden  önceki  toplumlara  (  Yahudi  ve  Hristiyanlara )  farz  kılınan  oruç  hükümleridir,  ardından  gelen  185. ve  187. ayetlerdeki  hükümler  ise  bugün  bize  düzeltilerek,  kolaylık  sağlanarak  yöneltilen  hükümlerdir.  Bizden  önceki  toplumlarda   orucun   uygulamasının  örneği,  Kur’anda   Meryem  Sûresinde  Meryem  validemiz  ve  Zekeriya  Peygamberin   konuşmama   şeklindeki  bireysel  oruçlarından  ( savm )  olarak  söz  edilir.  Savm  sözcüğü  de  ;  Yemeyi,  içmeyi,  konuşmayı  ve  cinsel  ilişkiyi  de  gece  gündüz  sürekli  olarak  terk  etmek,  oruçlu  olmak  demektir.  Hiç  konuşmamak  da  bu  oruçlarının  esaslarındandır. Buna  göre  geçmiş  toplumların  tuttukları  orucun  hükümleri  184. ayetin  içeriğine  göre  sıralanmaktadır. " demektedir.  Bizden  önceki  oruç  ile  yükümlü  tutulmuş  olan  Yahudi  ve  Hristiyan  toplumlar  bu  ayetle  anlatıldığına  göre  yerine  getirdikleri  oruç  ibadeti  için ;

* Oruç  sayılı  günlerde  tutulacaktır.  * Hasta  olan,  yolculuk  yapmakta  olan,  diğer  günlerde   kaza   edecektir. * Orucu  tutabilecek  durumda  olup  da  o  zaman  gücü  olmayanlar,  bir  yoksulun  yiyeceği  bedeli  fidye ( karşılık )  olarak  vereceklerdir.  Yoksul   sayısını  veya   yiyecek  miktarını  gönüllü  olarak  arttırırlarsa   kendileri  için  daha  hayırlı  olacaktır. * Oruç  tutma  gücünü  yitirenler  ( ihtiyarlar,  çocuklarına   zarar   gelmesinden  korkan  gebe  ve  emzikli  kadınlar,  iyileşmesi  mümkün  olmayacak  hastalar ) dır. Sayılı  günlerin,  hangi  günler  ve  kaç  gün  olduğuna  dair  Kur’anda  herhangi  bir  ifade  yer  almamaktadır.

Yahudi  ve  Hristiyanlar  bu  esaslara  göre  oruç  tutmaları  gerekirken  ama  belirlenmiş  bu  yükümlülüklere  rağmen  bizden  önceki  Yahudi  ve  Hristiyanlarda  deforme  edilerek  aslından  farklı  olarak  orucun  zamanlarının,  sayılarının   Allah'ın  yönelttiği  hükümlerinin  kendilerince  değiştirilerek,  bazen  değişik  mevsimlere   aktarıldığı,  bireysel  olarak  değişik  zamanlarda  tutulduğu,  sayının   bazen  10  gün  eksiltildiği,  bazen  on  gün  arttırıldığı,  bazen  senenin  bir  gününde  tuttukları,  bazen  haftanın  iki  günü,  bazen  her  ayın  3  gününün  oruçlu  geçirildiği  gibi,  Mekke  müşriklerince  ve  Peygamberimizin  ilk  döneminde  de  sahabe  ile  birlikte  bu  uygulamanın  aynen  devam  ettirildiği,  Peygamberimizin  Muharrem  ayında  oruç  tuttuğu  çeşitli  kaynaklarda  anlatılmaktadır. Çok  önemli  ve  yerinde  olan  bu  ayrıntı  maalesef  bir  çok  meal  çevirisi  yapan  müfessir  tarafından  gözden  ve  dikkatten  kaçırılmış, 184. ayette  belirtilenler  aynen  bugünkü  oruç  tutacak  olan  Müslümanlar  için  de  fidye  ve  fıtır  sadakası /  daha  sonra  da  değiştirilerek  fitre  diye  yükümlülük  olarak  aktarılmıştır. 

Bugünün  biz  Müslümanları   ise   ayetin  orijinalinde  " es  siyam "  ifadesinin  işdeşlik /  genelleme  anlamı  etrafındaki  toplum  olarak  aynı  zamanda  birlikte  tutacağımız  oruç  ile  yükümlü  kılındığımızdan   ve  185. ayette  de  gösterilen  kolaylık  nedeniyle,  184. ayette  yer  alan  öncekilerin  hükümlerinin   bazılarından  muaf   tutulmuş  bulunuyoruz. Daha   doğrusu,  eski   ümmetlerce  deforme  edilmiş  orucun  orijinali,  güncellenmiş,  düzeltilmiş  hali,  Ramazan  ayı  içerisinde  aynı  zamanda  toplu  olarak  bizim  tutmamız  gereken  orucumuzun  hükümleri, 185.  ve  187. ayetlerde  genişçe  anlatılmaktadır. Çünkü  Peygamberimizin  risaleti  zamanında  Medine'de  hem  Yahudiler,  hem  de  Hristiyanlar  yaşamakta,  onların  arasından  yeni  Müslüman  olanlar  bulunmakta,  oruç  konusunda  onlar  için  de  getirilen  farklılıkların  açıklanması  da  gerekmektedir. Böylece  bugün  bütün  iman  edip ,  Yahudilikten,  Hristiyanlık  ve  başka  inançlardan  dönen,    Müslümanım  diyenleri  ilgilendiren  oruç  ayetlerinin  yükümlülüklerine  bakacak  olursak ;

BAKARA  185  :  Ramazan  ayı  ki,  Kur’an  bir  kılavuz  olarak  ve  Furkan’dan  /  iyiyi  kötüyü  ayırdedebilmek  için  yol  göstermekten   açık  seçik  açıklamalar  olarak  kendisinde  indirilmiştir.  Bu  nedenle  sizden  her  kim  bu  aya  şahit  olursa  hemen  onda  oruç  tutsun.  Kim  de  hasta  veya  sefer /  çiftçilik,  ticaret,  askerlik,  eğitim  öğretim  gibi  gidiş  gelişli  hareketli  bir  iş  üzerinde  ise  diğer  günlerden  sayısıncadır.  Allah  size  kolaylık  diler.  Size  zorluk  dilemez.  Bu  kolaylık,  sakınmanız  /  Allah’ın  koruması  altına  girmeniz  ve  sayıyı  tamamlamanız,  size  yol  gösterdiğinden  dolayı  Allah’ı  büyüklemeniz  ve  leallekum  teşkürün /  şükredesiniz /  Allah’ın  verdiği  nimetlerin  karşılığını  ödeyesiniz  diyedir.

Bu  ayetten  anlaşılacağı  gibi  biz  Müslümanlara  farz  kılınan  orucun  zamanı,  sadece  Ramazan  ayı  olarak  gösterilmektedir.  Ancak  önceki  ayette,  bizden  öncekiler  için  farz  kılındığı  söylenerek  sözü  edilen  sayılı  günler  ifadesinin  bizimle  bir  ilgisi  yoktur.  Zaten  bizden  öncekiler,  Mekke  ve  Medine'de  yaşayanlar  da  dahil  oruçlarını  genellikle  bireysel  ve  değişik  zamanlarda  iki  veya  üç  gün  gibi  değişik  sayılarda  tutmuşlardır. Bize  ise  oruç, Peygamberimizin  Risaletinin  24.  cü  son  yılının  başında  “ Ey  iman  etmiş  kimseler ! “  hitabı  ile  tüm  müminler  muhatap  alınarak,  orucun  bireysel  olarak  değil, “  ortaklaşa,  aynı  zaman  diliminde,  hep  birlikte  karşılıklı,  beraberce  oruçlu  olmak  “  anlamında  olan  “ es  siyam “  ifadesiyle  sadece  Ramazan  ayı  içerisinde  farz  kılınmıştır. Yani  denilmek  isteniyor  ki,  mümin  toplumlarda,  mesai  ve  sosyal  ilişkiler,  Ramazan  aylarında  birbirlerini  zora  koşmadan,  Allah’ın  istediği  gibi  tam  ve  kâmil  orucu ;  Öncelikle  müminler  Ramazan  ayının  Kur'an  ayı  olduğu  bilinciyle  anlaşılmak  ve  öğütlerini  içselleştirmek  üzere  bol  bol  okunup,  yemeyi,  içmeyi,  cinsel  ilişkiyi,  aslında  lüzumsuz  boş  ve  çok  konuşmayı  da  terk  ederek,  her  türlü  kötülüklerden,  hayasızlıktan,  haddi  aşmaktan  sakınarak,  kendileri  ile  Allah  arasındaki  ilişkiyi  düşünecekler,  Allah'ın  vahyinin,  öğütlerinin  uyarıları  ile,   gerçek  İslam  dinini  yaşamaları  sayesinde  de  toplum  içerisinde  güzel  ahlâk,  örnek  ve  erdemli  davranışlarla,  kendini  tutarak  sakınma  bilincine / takvaya  ulaşacaklardır.  Aksi  halde  gerçek  anlamında  olmayan,  insanlık  için  verilen  mesajların  algılanamadığı,  olumlu  bilinçlenmenin  kazanılamadığı  bireysel  ve  değişik  günlerde  sadece  açlıkla  tutulan  oruçlar,  toplumsal   etkileşmeyi,  toplumsal  terapi  ve  rehabilitasyonu,  salatı  /  dayanışmayı,  beraberliği  sağlamaz,  insanları  takvaya  ulaştırmaz,  sadece  açlık  ve  susuzlukla  yapılan  bir  işkenceden  öteye  geçmez.

BAKARA  187  :  Karşılıklı  beraberce  oruç  tutma  gecesinde  kadınlarınıza  cinsellikle  ilgili  sözler,  cinsel  ilişki  size  helâl  kılındı.  Onlar  sizin  için  bir  giysidir.  Siz  de  onlar  için  bir  giysisiniz.  Allah  sizin  kendinize  hainlik  ettiğinizi  bildi  de  tevbenizi  kabul  etti  ve  sizi  bağışladı.  Artık  kadınlarınıza  yaklaşın  ve  Allah’ın  sizler  için  yazdığı  şeylerden  arayın.  Ve  fecrden /  beyaz  iplik  siyah  iplikten  iyiden  iyiye  sizin  için  açığa  çıkıncaya  kadar  yiyin  için.  Ve  geceye  kadar  orucu  tamamlayın. Ve  siz  mescitlerde  / ilâhiyat  eğitim  merkezlerinde  akif  olmak  için  /  eğitim  kamplarında  programlı  ibadet  halinde  /  itikafta  iken  ise  onlara  yaklaşmayın.  Bunlar  Allah’ın  sınırlarıdır.  Artık  Allah’ın  sınırlarına  yaklaşmayın.  Allah,  Kendisinin  koruması  altına  girsinler /  sakınan  takva  sahibi  olsunlar  diye  ayetlerini  insanlara  işte  böyle  açıkça  ortaya  koyar.

Biz  müminler  için  siyam  sözcüğü  ile  farz  kılınan  orucun, 185. ve 187. ayetleriyle  açıklanan  hükümlerine  göre ;

* Oruç,  Müminlerce  /  iman  edenlerce  aile  ve  toplum  bütünlüğünde  aynı  zaman  diliminde,  Ramazan  ayı  içerisinde  hep  birlikte  beraberce  tutulmalıdır.

* Ramazan  ayında  hastalık  veya  yolculuk ( çiftçilik,  ticaret,  askerlik,  eğitim  öğretim  gibi  gidiş  gelişli  bir  iş )  yapmak   nedeniyle   tutulamayan  üç  gün,  beş  gün  veya  daha  fazla  günden  sonra  geriye  kalan  günler,  ayetin  orijinalinde  de  "  min  eyyamin  uhar "  ifadesiyle  de  belirtildiği  gibi  oruçlu  olarak  yine  aynı  Ramazan  ayının   içerisinde   sağlıklı  ve  uygun  olunduğu  zamanlarda  gerektiği  gibi  ve  kâmil  olarak  devam  edilerek  oruç  ayı  tamamlanmalıdır.  185. ayetin  Arapça  orijinalinde  yer  alan  " litukmilü "  ifadesinin  " ikmal "  sözcüğü  "  kemal "  kökünden  olup  bu  kalıptaki  anlamı  "  olgunlaştırılmış,  kusursuz, en  yüksek  değere  ulaşmış,  mükemmel,  kâmil  hale  getirmek  "  anlamında  olmasına  rağmen,  bir  çok  mealde  ayetin  orijinalinde  yer  almadığı  halde  bunun  yerine  " itmam "  kökünden  gelen  ve  tamamlama  anlamında  olan  " litütmimü "   ifadesi  ayette  varmış  gibi   aktarılmasından  dolayı,  Diyanet  Vakfı  meal  çevirilerinde  dahi  "  Tutamadığı  günler  sayısınca  başka  günlerde  tutsun. "  denilerek  bir  çok  meal  çevirisinde  eksik  kalan  oruç  Ramazandan  sonraki  günlerde  otuza  tamamlanır  ifadeleriyle   kaza  edilebileceği  inancı  ayetlerin  hilafına  Müslümanların  belleğine  yanlış  olarak  yerleştirilmiştir. 1200  yıldır  da  Müslümanlar  bu  yanlışlarla  aldatılmışlardır.  Halbuki  Kur'anın  orijinal  gerçek  lafızlarına  göre  oruç,  sadece  Ramazan  ayına  özgü  bir  ibadettir.  Bunun  yanı  sıra  kadına  zıhar  etme,  Hacc  ibadeti  esnasında  konulmuş  bazı  yasakların  çiğnenmesi,  yeminin  bozulması,  öldürme  gibi  işlenmiş  bazı  suçların  affedilebilmesi  için  Allah  tarafından  konulmuş  cezai  müeyyidelerdir. Herhangi  bir  nedenle  Ramazan  ayı  içerisinde  tutulamamış  olan  oruçların,  bize  ayetle  belirtilerek  sağlanmış  olan  kolaylıklarından  dolayı  kazası  da,  fidyesi /  kefareti  de  yoktur. 185.  ayette  belirtilen  " Diğer  günlerde  sayıyı  tamamlayınız  " ifadesi  de  Ramazan  ayının  içerisindeki  günlerdir. Dolayısıyla  hastalık  veya  herhangi  bir  mazereti  nedeniyle  5,  10,  veya  20  gün  tutulamayan  oruç  için  Ramazan  ayından  sonraki  herhangi  bir  zamanda  kaza  edilerek  tutulur  ve  sayı  30  güne  tamamlanır  diye  Kur'anda  böyle  bir  hüküm  yoktur. Kişi  sadece  Ramazan  ayı  içerisinde  eğer  mazereti  sona  ererse,  kalan  diğer  günlerde  oruçlu  olmaya  devam  eder. Hastalığı  sürekli  olanlar  hiç  tutmaz.  Tutamadığı  günlerin  kefareti,  fidyesi,  cezası  diye  bir  sorumluluğu  da  yoktur.

* Geçmiş  toplumlara  konulmuş  olan  fidyeden  bu  ayetlerde  söz  edilmemiştir.  Ayette  “ Allah  size  kolaylık  diler,  size  zorluk  dilemez “  ifadesinden   dolayı,  Allah’ın  bir  lütfu  olarak,  bizden  öncekiler  için  konulmuş  olan  fidye,  geceleri  de  terk  edilen  konuşma  ve  cinsel  ilişki  yasağı  biz  Müslümanlar  için  kaldırılmıştır.  Ramazan  günlerinde  herhangi  bir  nedenle,  özürle  tutulamayan  orucun,  yine  Ramazan  ayı  içerisinde  daha  sonraki  kalan  günlerde  devam  edilerek  tamamlanması  emredilmiştir.  Bu  ise  Müslümanların  yararınadır.  Orucun  herhangi  bir  nedenle  tutulamadığı  günlerle  ilgili  olarak  bazı  ilâhiyatçılar,  Ramazan  ayından  sonraki  uygun  oldukları  herhangi  bir  günde  kaza  ederek  sayıyı  tamamlarlar  veya  gün  sayısı  kadar  fidye  öderler  demekte,  hatta  hasta  ve  yaşlı  olanları  dahi  30  günlük  bu  fidye  sorumluluğunun  içine  dahil  etmektedirler. Bir  de  bu  sözcükten  yola  çıkıp  önce  " Sadaka i  fıtır "  deyip,  sonra  da  bu  ifadeyi  Fitre'ye  dönüştürüp  tutulan  oruca  bağlantı  kurarak  Ramazan  ayında  her  oruç  tutanın  üzerine  hatta  çocuklar  da  dahil  edilerek  verilmesi  gereken  bir  şükür  yardımını  da  ne  zaman  ve  kimler  tarafından  uydurulduğu  belli  olmayan  hadislere  dayandırıp  zorunluluk  olarak  ortaya  koymaktadırlar. Kur'ana  göre  aslında  "  Sadakanın "  Devlet  için  verilmesi  gereken  bir  tür  vergi  olduğundan,  184. ayetteki  oruç  ayrıntılarının  bizden  öncekiler  için  belirtildiğinin  ve  185. ayette  de  bizim  için  belirtilen  ayrıntılarda  fidye  ödeme  yükümlülüğünün  olmadığının  da  farkında  olamamaktadırlar.  Onlar  herkes  için  fitre  verilecek  diye  böyle  bir  dayatmayı  koymasalar  da  ekonomik  gücü  yeten  insanlarımız  çoğunlukla  zaten  merhametlidir,  yardımseverdir,  özellikle  hassasiyet  göstererek,  diğer  zamanlarda  olduğu  gibi,   Ramazan  ayında  da  gerek  parasal,  gerekse  de  ayni  ve  erzak  yardımlarını  fazlasıyla  yapmaktadırlar.

* Hastalık  tanımı  kapsamında  olup  olmadığına  kişi  kendisi  karar  vermemelidir.  Buna  bir  uzman  hekim  karar  vermelidir. Özellikle  migren,  kalp,  tansiyon,  şeker  hastalığı,  kanser,  mide  ve  barsak  rahatsızlıkları  gibi  nedenlerle  devamlı  veya  belirli  aralıklarla  ilaç  kullananlar,  hamileler  ve  aslında  bir  hastalık  olan  hayız  durumunda   bulunan  kadınlar,  uzman   hekim  görüşü  almalıdırlar.  İbadet  yapacağım  derken,  inatla,  direnme  ile  kendi  sağlıklarını  tehlikeye  atmamalıdırlar.  Aksi  halde  bu  davranış  ibadet  değil  bir  intihara,  kendi  bedenine  yapacağı  bir  hainliğe  dönüşebilir,  başka  sağlık  sorunlarını  ortaya  çıkarabilir.  Birçok  ayette  değinildiği  gibi  Müminun  Sûresinin  56. ayetinde  de  “  Ve  Biz  hiç  kimseyi  gücünün  yettiğinden  başkası  ile,  kapasitesi  dışındaki  bir  şeyle  yükümlü  tutmayız. “  denilerek  ifade  edildiği  gibi  Rabbimiz  kullarına  taşıyamayacakları  yükleri  yüklemediğini  belirtmektedir. Bakara  Sûresinin  256. ayetinde  "  Dinde  zorlamak,  tiksindirmek  yoktur. "  denilerek  ifade  edildiği  gibi  üstelik  de  yanlış  anlamalardan  dolayı  oluşan  ağır  yüklerin  hafifletilmesi,  kolaylaştırılması  gerektiğinin  talimatları  da  bulunmaktadır.  Bundan  dolayı  Rabbimiz  Allah,  oruçtan  dolayı  geçimin,  iş  hayatının  ve  kazancının  gereği  olan (  çiftçilik,  ticaret,  askerlik,  eğitim  öğretim  ve  gidişli  gelişli  ) işlerin  de  aksamamasını  istemektedir.

* Uzun  süre  açlık  ve  susuzlukla  zihnin  ve  algısının  noksanlaşması  da  bir  marazdır,  hastalıktır.  Oruçlu  olduğu  bir  günde  susuzluktan  dolayı  rahatsızlanarak  bu  durumda  olan  kimseler  için  de  oruç  artık  söz  konusu  olamaz.  Orucun  amacı  ve  gerekçesi,  takvadır. ( Sakınmaktır,  kendini  tutmaktır,  Allah'ın  ayetlerini  öğrenerek,  bilerek  onlara  uymak  ve  Allah’a  yaklaşmaktır. )  Bu  da  akli  selim  ve  bedensel  zindelik  ile  ancak  elde  edilebilir.  Kişinin  oruçlu  iken  açlık  ve  susuzluk  nedeniyle  bilincini  kaybederek  bedenen  ve  zihnen   noksanlaşma   durumuna  düşmemesi  gerekir.  Zorda,  darda   olan,  bedenen  ve  zihnen  noksanlaşma  durumuna  düşen  bir  kimsenin,  sorunları  ortaya  çıktığı  müddetçe,  sadece  aç  kalmakla,  kâmil  ve  bilinçli  olarak  takvaya  ulaşması  da  düşünülemez. Bu  noktaya  geldiği  anda  artık  orucu  zaten  oruç  değildir,  orucu  son  bulur,  zihin  ve  beden  sağlığının  daha  fazla  bozulmaması  için  de  bir  şeyler  yiyerek,  su  içerek  orucun  bozulması,  sonlandırılması  gerekir.  Bunun  Allah  katında  Kur'an  ile  belirtilen  cezai  bir  müeyyidesi  de  yoktur.

* Daha  öncekilere  orucun  bütün  süresince  gece  gündüz  yasaklanmış  olan  cinsel  ilişki,  bu  ayetle  gece  vaktinde  kaldırılmış  ve  biz  Müslümanlar  için  helal  kılınmıştır. Konuşmama  yasağı  da  tümden  kaldırılmıştır. Fakat  itikafta, /  umre  ziyaretleri  veya  Mekke'deki  Hacc  ile  programlı  ilâhiyat  eğitimleri  ve  ibadetleri  esnasındaki  oruçlarda  cinsel  ilişki  yine  gecede  de  yasaklanmaktadır.

* Fecr  vaktine  /  beyaz  iplik,  siyah  iplikten  iyiden  iyiye  ayırt  edilebilecek  duruma  gelinceye  kadar  yenilip  içilip,  oruca,  fecr  vaktiyle  birlikte  başlanmalıdır. Ayette  de  orucun  başlaması  için  bildirilen  Fecr  vakti  takvimlerde  belirtilen  imsak  vakti  değildir,  güneşin  doğması  ile  imsak  vakti   arasındaki  tan  yerinin  ağarması,  güneş  doğmadan  önce  gök  yüzünde  kızıllığın  oluşması  esnasında  beyaz  ipliğin  siyah  iplikten  ayırt  edilebilecek  şekilde  görülebilmesi  halidir. Buna  göre  oruca  gecenin  bitip,  gündüzün  başlayacağı  andan  itibaren  başlanmalıdır.  Maalesef  ülkemizde  din  sorumlularının  yanlış  imsak  kavramı  ile   insanlarımıza  gecenin  yarısından  itibaren  oruca  başlatılmakta,  neredeyse  bir  saatten  fazla  oruç  tutturulmaktadır.  

* Orucunu  herhangi  bir  nedenle  bozanın,  daha  sonraki  geri  kalan  günlerde  sağlıklı,  zinde  ve  uygun  olduğu   zamanlarda  yine  Ramazan   ayı  içerisinde  orucuna  devam  etmesi,  ona  hasene  sevabı  kazandıracağından  elbette  ki  onun  için  daha  hayırlı  olur.  Oruç  kul  ile  Allah  arasında,  gönülden,  isteyerek  ve  samimiyetle,  Allah  rızası  için  yerine  getirilmesi   gereken  bir  ibadettir.  Toplumsal  hayat  içerisinde  dayatma,  ona,  buna  yasak  koyma,  açık  lokantaları  kapatma,  zorlama  ve  ceza  ile  oruç  ibadeti  olmaz.  Tutmayana   toplumun   baskısı  da  doğru  değildir. Hiç  bir  kimsenin  oruç  tutması  veya  tutmaması  başka  bir  kimseyi  ilgilendirmez.  Durumdan  kendi  kendine  vazife  çıkarıp,  Oruç  tutmayanı  görüp  kınayanın  ve  aşağılayanın  kendi  orucu,  oruç  olmaktan  çıkar.  Kur’anda  sadece  kul  ile  Allah  arasındaki  nüsuk  ( Allah'a  yaklaşma  vesilesi  ) olan  bu  ibadetin,  bozulması  veya  yerine  getirilmemesi  ile  ilgili  herhangi  bir  ceza  veya  kefaret  konulmamıştır.  Orucunu  isteyerek  veya  zorunlu  olarak  bozanı  veya  tutmayanı  rahmeti  ve  bağışlayıcılığı  sınırsız  olan  Allah,  dilerse  affeder,  dilerse  bazı  nimetlerinden  mahrum  bırakır.  Çünkü  ibadet  Allah  rızası  için  gönülden,  inançla  ve  samimiyetle  yapılmalıdır.  Ramazan  ayında  tutulacak  oruçta   kasıtlı  veya  mazeretsiz  oruç  bozmaya  veya   tutmamaya, “  Altmış  gün  ceza  ve  bir  gün  de  kaza  olmak  üzere  toplam  altmış  bir  gün ) oruç  kefareti  gibi  bir  ceza  Kur’anda  yoktur.  Uydurma  bir  rivayetle  başka  ve  değişik  konularda  bağışlanmak  amacıyla,  işlenen  suçlara  karşı  ön  görülen  üç  gün,  on  gün,  veya  altmış  günlük  gibi  cezalara  benzetilip,  Ramazan  orucuna  da  aktarılarak  sonradan  ulema  tarafından  icat  edilmiş  bir  bidattır.

* Oruç  ayı  ile  beraber  din  görevlilerine,  oruç  konusunda  yağmur  gibi  yağdırılan  sorular  yöneltilir.  Oruçlu  iken  yemek  içmek  ve  cinsel  ilişki  yasak  olmakla  beraber,  asıl  felsefesi  atılabilecek  yanlış  adımlardan  ve  davranışlardan  sakınmaktır,   kendini   tutmaktır.  Öyleyse  oruçlu  olan  her  insan,  atacağı  her  adımda,  yapacağı  ve  yerine  getireceği  her  işte,  önce  oruçlu  olduğunu,  Allah’ın  rızası  için  O’nunla  oruçlu  olma  sözleşmesini  yaptığını  aklından  çıkarmayacak,  doğru  mu,  yanlış  mı  olduğunu  büyük  bir  titizlikle  ve  Allah'ın  ayetlerini  akılda  tutarak  süzgeçten  geçirecek,  sakınmanın  şuuru,  bilinci  içerisinde  olacaktır.  Bu  onun  her  davranışında  ve  hareketinde  daha  yumuşak,  halim  selim   ve  sabırlı  olmasını  sağlayacaktır.  

* Peki  oruçlu  olan  insan,  yemenin   içmenin,  cinsel  ilişkinin  dışında   nelerden  sakınacaktır ?  Elbette  ki  öncelikle  başkalarına  zulüm  etmekten,  kul  hakkı  yemekten,  insanları  sömürmekten,  kavgadan,  çekişmekten,  şiddetten,  dedikodu  ile  gereksiz  çok  ve  boş  konuşmaktan,  kötü  söz  söyleyip  kalp  kırmaktan,  iki  yüzlüler  gibi  asık  suratlı,  çatık  kaşlı  ve  sinirli  olmaktan,  bağırıp  çağırmaktan,  her  konuda  haddi  aşmaktan,  yalan  söyleyip  insanları  aldatmaktan,  oruç  tuttuğunu  belli  etmek  için  perişan  bir  görünüm  vermekten,  gösterişten,  abartıdan,  kendisinin  doğru  yolda  olduğunu  düşünüp  oruçlu  olmayanlara  tepeden  bakmaktan,  başkalarının   ayıbını  ortaya  çıkararak   kınamaktan,  ezcümle  zaten  Allah’ın  Kur’an  ayetleriyle  belirlediği,  hoş  görmediği  bütün  olumsuz  davranışlardan  sakınmalıdır. Aslında  bu  sakınmalar,  sadece  oruçlu  iken  değil,  tamamladığı  oruç  ayı  Ramazandan  sonra  da,  insanın  hayatı  boyunca  dikkat  etmesi  gereken  sakınmalardır. Bunun  için  de  Mümin,  bilhassa  Ramazan  ayında  imamın  önünde  her  gün,  hiç  bir  şey  anlamadığı  mukabelelerle  değil,  uygun  ve  müsait  olarak  belirlediği  sürelerde  Kur’anı  anladığı  dilden  kendisi  Türkçe  mealini  okuyarak  bilgilerini  tazelemelidir.  Açlık  dürtüsünün  esiri  olarak,  normal  zamandan  farklı,  abartılı  ve  ilaveli  yemekler,  zenginin  zengini  ağırladığı  kalabalık  davetlerle  verilen  şaşaalı  gösterişli,  hele  hele  fakirin,  muhtacın  oturtulmadığı  iftar  sofraları  da,  oruç  tutmanın  ruhuna  ve  asıl  felsefesine  aykırıdır,  israftır,  haramdır. İfrat  ve  tefrit  arasında  kalamayan  bütün  eylemler,  Kur'anda  haddi  aşmak  olarak  belirtilmekte,  hoş  görülmemekte  ve  yasaklanmaktadır.  Bu  nedenlerle  de  Maun  Sûresinin  4 - 7.  ayetlerinde  "  Yazıklar  olsun  o  salat  edenlere  ki  onlar  salatlarında  gösteriş  içindedirler. "  ifadesiyle  yetimden  ve  muhtaçtan  kıskanılan  infak  ve  eylemlerin  maun  mücrimleri  olarak  kınanacağı  uyarısı  yapılmaktadır..

* Ramazanda  oruç  ile  ilgili  olarak,  en  çok  sorulan  sorulara  göre ;  Diş  fırçalamak,  herhangi  bir  rahatsızlık  için  iğne  yaptırmak,  aşı  olmak,  kan  aldırmak,  banyo  yapmak,  akapunktur,  morfinli  veya  morfinsiz  diş  tedavisi,  burun  ve   göze  damlatılan  damla,  kendiliğinden  kusmak,  unutarak  bir  şeyler  yemek  içmek  ve  hemen  hatırlamak,  rüyada  ihtilam  olmak  orucu  bozmaz. Yine  de  şüpheye  düşmemek  için  ise  en  doğrusu,  tereddütlü  konuları, diş  fırçalamayı,  diş  tedavisini,  kan  aldırmayı,  herhangi  bir  ilaç  kullanmayı,  oruçlu  olma  zamanının  dışına  planlamaktır.

Kur’anın   anlattığı  oruç  sakınmayı,  sabrı  ve  tefekkürü  öngörür.  Tefekkürün  en  büyük  engeli  de  tok  olmak,  gereksiz  boş  ve  çok  konuşmak  ve  cehalettir. İnsan  tok  iken  ve  konuşurken  iyi  düşünemez.  Açlık  dürtüsü  de  sabrı  zorlar,  bu  zıt  iki  dürtüyü  kontrol  edebilenler  de  orucun  amacına  ulaşır.  Sakınmak,  sabır  ve  tefekkür,  dinin  iyi  anlaşılmasını  ve  yaşanmasını  temin  eder. Oruç  sayesinde  gelişen  bilinçli  sabır  ve  kararlılık,  hayatın  her  alanında   başarı  getirir.  Oruç,  aynı  zamanda  oruç  tutan  varlıklı  insanların,  yoksul   insanlarla  aynı  duyguyu  yaşamasını,  açlığı  ve  açların  halini  daha  iyi  anlamasını  sağlar.  Böylece  Allah’ın  bütün  insanlara  lütfu  olan  malın,  servetin,  zenginliğin,  yemenin,  içmenin  hazzının  yoksulun  da  hakkı  olduğunu  idrak  eder.  Malından,  aşından  ihtiyaç  sahiplerine  vermek  suretiyle  Allah’a  karşı  şükrünü  eda  eder.  Ayrıca  bu  paylaşma,  dayanışma  ve  destek  olma  davranışları,  yoksul   kalanların   açlıktan  kaynaklanan  olumsuz  güdülerini,  yanlış  adımlarını,  taşkınlıklarını  frenleyeceği  için,  toplumsal   patlamalara  da  engel  olur.  İnsanlar  arasındaki  yakınlaşmayı  sağlar. Orucun  birlikte  tutulduğu  toplumlarda  sevgi,  merhamet,  şefkat,  muhabbet  ve  paylaşma   duyguları  gelişip  yerleşir. Bunun   sonucunda  da  toplum,  huzurlu,  müreffeh,  mutlu  ve  güvenli  olur.  Bize  Farsçadan  geçmiş  olan  oruç,   aynı  zamanda  Kur'anımızda  yine  siyam  sözcüğü  ile,  toplumsal  bilgilendirme  ve  rehabilitasyon  ile  yemin  bozma,  cinayet  işleme,  Hacc  etme  esnasında  çiğnenen  yasaklarda,  Araplarda  zıhar  etme  geleneğindeki  kusurları  ele  alan  ayetlerde  kefaret,  ceza   ve  caydırıcılık  olarak  da  öngörülmüştür.   

Ayette  de  belirtildiği  gibi  Kur’an,  Ramazan  ayında   indirilmeye   başlanmıştır. Bundan  dolayı  da  Hocalarımız,  her  Ramazan   ayında   sıklıkla   Ramazan  ayı,  Kur’an  ayıdır,  Kur’ana  daha  sıkı  sarılalım  derler  de,  ardından  bir  türlü,  Kur’ana   sıkı  sıkı  sarılmanın  nasıl  olacağına   hiç  değinmezler. Türkçe  mealinden  okuyup  Kur’anı  anlamaya   çalışalım,  öğütlerini  hayatımızda  rehber  edinelim  demezler.  Bundan  dolayı  da   Ramazan  aylarında   Kur’anın,  hiç  bir  şey  anlaşılmadan  ve  içinde  ne  olduğu  da  bilinmeden  mukabele  adı  altında,  Arapça   okunup  hatim   edilmesi   geleneği  yerleştirilmiştir.  İmam  kardeşlerimiz  de  Ramazan  ayında   neredeyse  yirmi  dört  saat   tam  mesai  ile,  yaşlısı,  genci,  erkeği,  kadını  değişik  kesimdeki  gruplara  bu  mukabelelerle,  Arapça  Kur’an  hatmi  yaptırmakta,  bir  ay  sonunda  hiç  bir  şey  anlamayan  insanlara,  hasıl  olan  sevapların  hatim  duasını  yaptırmakta,  ölülere  bağışlar  gönderilmektedir.  Bu  vesile  ile  İmam  kardeşlerimize  de  bir  hayli  hediye  akışı  olmaktadır. Kur’an  bu  şekildeki  uygulamaları  kesinlikle  onaylamamaktadır. Ölülere  artık  hiç  bir  sesin  işittirilemeyeceği,  hediyenin  gönderilemeyeceği,  onların  sadece  kendi  yaptıkları  ile  karşılıklandırılacakları,  Kur'anın  ölüler  için  değil,  diriler  için  bir  öğüt  olduğu,  çeşitli  ayetlerle  dile  getirilmektedir. Bu  uygulama  içerisinde  olanlara  da  çok  etkili  uyarılarda  bulunulmaktadır. ( İmamla  Mukabele  Etme  Geleneği  başlıklı  yazımızda  geniş  bilgi  bulabilirsiniz. )  Kur’anı  anlayarak  okumayan,  içindeki  öğütlerden  herhangi  bir  bilgisi  olmayanlar  için,  Kur’anı  terk  edenler  nitelemesiyle  Furkan  Sûresinin  30. ayetinde   “  Benim  ümmetim  şüphesiz  bu  Kur’anı  mahcur  /  terk edilmiş  bir  şey  /  haline  getirdi. “  ifadeleriyle  Peygamberimizin  hesap  gününde  ümmetinden  şikâyetçi  olacağı  dile  getirilmektedir. Yusuf  Sûresinin  2. ayetinde  de :  “ Biz  bu  kitabı  akıl  edesiniz  diye  Arapça  bir  Kur’an  olarak  indirdik. “ ifadesiyle  de,  anlaşılarak  okumanın,  aklın  kullanılarak  öğüt  almanın  önemine  değinilmektedir.  Kur’anı  anlamak  için  Türkçe  mealinden  okuyanlar,  akıllarını  kullanıp  tefekkür  ettiklerinde,  gerek  oruç  konusunda,  gerekse  de  bu  Ramazan  ayı  içerisindeki  tutarsız  değişik  uygulamalar  ile  ilgili,  gerçek  doğru  bilgileri  bizzat  kendileri  görebileceklerdir.

Tutulan  oruç  ve  yaşanan  Ramazan,  hissedebilen  kalplere,  işitebilen  kulaklara,  görebilen  gözlere,  tefekkür  edebilen  benliklere,  açlığı  ve  yoksulluğu,  sınırsız  nimeti,  rızkı  veren  ve  mülkün  yegâne  sahibi   Allah'ı  hatırlatır. İftar  anı  beklenirken  açlığın,  sabrın  sınavı  doruğa  ulaşır.  Dumura  uğramamış  vicdanlarda  aç,  sömürülen,  ezilen  insanların  içinde  bulunduğu  haleti  ruhiyeyi  gündeme  getirir.  Ramazan  ayı,  aslında  bütün  olumsuzlukların,  açlığın  ve  yoksulluğun  ortadan  kaldırılması  görevini,  Kur'an  ayetlerinden  feyz  alabilen  sorumluların  boynuna   adeta  bir  halka  gibi  takmaktadır. Eğer  Kur’anın  asıl  öngördüğü,  Ramazan  ayının  ortadan   kaldırmasını  istediği  olumsuzluklar,  açlıklar,  işsizlikler,  mutsuzluklar,  savaşlar,  haksızlıklar,  adaletsizlikler,  zulümler  hala  İslam  dünyasında  varsa,  acı  ve  gözyaşı  egemen  ise,  yüzlerce  yıldır,  İslam  aleminde  yaşanan  Ramazanlar,  tutulan  oruçlar,  mahyalarla  gece  gündüz  ışıklandırılan   camiler,  onca  kılınan  namazlar,  okunan  mukabeleler,  yapılan  hatim  duaları,  toplumsal  bilinçlenmeyi  sağlamıyor,  doğru  adrese  ulaşamıyor  demektir.  Kılınan  teravih  namazlarıyla  dolup  taşan  camiler,  Allah  için  olma  işlevini  tam  olarak  yerine   getirememiş,  tapınak  ibadeti  olmaktan  öteye   gidememiş  demektir.  Demek  ki  Rad  Sûresinin  11. ayetindeki  “  Şüphesiz  ki  aklını  kullanmayan  bir  toplum  kendi  durumunu  değiştirmedikçe,  Allah  onların  durumunu  değiştirmez  “ diye  ifade  edilen  Allah’ın  hükmü,  çoğunlukla  geri  kalmışlığın,  açlık  ve  yoksulluğun,  cehaletin,  kavgaların,  zulmün  içinde   bulunan   İslam  alemi  üzerinde  aynen  işletilmektedir.  Fakir  zaten  çoğunlukla  açtır,  işsizdir,  yoksuldur. Belki  de  Ramazan  ayında  tutulması  istenen  orucun  kendisi,  Kur'anın  terk  edilip  anlaşılmak  üzere  okunmak  istenmemesinden,  Allah'ın  ayetlerinden  ve  öğüdünden  yıl  boyunca  veya  zaman  zaman  uzak  kalınmasından  dolayı  da,  bu  kadar  zaman  içerisinde  toplumdaki  adaletsizliği,  insanlar  arasındaki  gelir  dağılımındaki  farklılığı  gideremeyen,  salatı  ikame  edemeyen,  açlıkları  ve  fakirliği  ortadan  kaldıramayan  Müslüman  topluluklarının  muktedirlerine,  güçlülerine,  zenginlerine  siz  de  bir  ay  aç  kalın  da  açlığın,  yoksulluğun,  Allah'ın  nimetlerinden  mahrum  kalmanın  ne  olduğunu  görün  bakalım  denilen  bir  cezadır.  Allah’ın  selamı,  rahmeti,  bereketi  şüphesiz,  sadece  aç  ve  susuz  kalmakla  değil,  mutlaka  Kur’anı  bilerek  rehberliği  ile  dosdoğru  yolu  yaşayabilen,  salatı ( destekleşme,  paylaşma  ve  dayanışmayı  ve  kurumlarını )  ikame  ederek,  bu  yolla  Allah'ın  verdiği  nimetlerin  karşılığını  ödeyerek /  şükrünü  yerine  getirerek  takvaya,  sakınmanın,  kendini  tutmanın  şuuruna  ve  bilincine  ulaşabilenlerin  üzerine  olacaktır !...

ALLAH  DOĞRUSUNU  EN  İYİ  BİLENDİR  ! RAHMETİ  VE  KUR'AN  BİZE  YETER !...

Temel  Kaynak  :  HAKKI  YILMAZ  ( Tebyin  ül  Kur’an )

 

PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR

BAŞLIKLAR
TAKİP ET