Ülkemizde, her Ramazan ayı yaklaştığında köylerde, kentlerde, çarşıda pazarda, çalışma hayatında iş yerlerinde, camilerde, evlerde, farklı düşüncelerle, beklenti ve heyecanlarla, insanlarda bir oruç muhabbetidir, telaşıdır, hazırlığıdır başlar. Çoğunlukla orucun mütevazi ve sorumluluk içinde bir dünya yaşamında yanlışlardan, sadece aç kalmaktan ziyade özellikle çok ve gereksiz konuşmalarla günaha girmemek için sakınmak, bunun için de Kur'an ayetlerinin anlaşılarak okunması ve öğütleriyle daha yoğunluklu olarak birlikte olunması olan aslının ve hedefinin ne olduğuna yönelme olmamasına rağmen, nelerin yenilip yenilemeyeceği, iftar sofralarının abartıları, zenginin zengini ağırladığı gösterişli ve şaşaalı iftar davetleri, yapılan erzak stok ve alışverişleri, aç ve yoksul insanlara ekranlarda seyrettirilen zengin yemek tarifleri, nelerin orucu bozduğu soruların saçmalıkları, Kur'anın oruç anlayışının özünü geri planda bırakır. Çünkü Dinimizin ve orucun asıl hedefi, felsefesi doğru olarak anlaşılamamaktadır. Biz Müslümanlara Kur’an meallerinden anladığımız dilden Türkçe olarak okunması önerilmemekte, abdestsiz Kur'ana el sürülemez, siz Kur'anı anlayamazsınız, Din Kur'andan öğrenilmez, Türkçe mealinden hatim olmaz diye insanlar Kur'andan uzaklaştırılmaktadır. Gerçek anlamda Kur’an böylece terk ettirilmiştir. Çünkü sadece ulemanın tekelinde kalan Din, uydurulan hadis ve rivayetlerle insanlara hayatın gerçek rehberi olarak yansıtılamamaktadır.
Maalesef Müslümanların inancının yegâne ve temel kaynağı olması gereken Kur'an ile olan ilişkileri böylece sıfırlanmıştır. Çoğunlukla, kendi Dinlerinin kitabını okuyup öğrenme çabasında olmamakta, her şeyi hazır ve kulaktan dolma olarak imamlardan, Din görevlilerinden beklemektedirler. Bunun sonucunda da hadis ve rivayetlerden beslenen kafalardan Kur'anın dışında farklı farklı çıkan seslerden dolayı pek çok konuda olduğu gibi, bin dört yüz yıldır oruç konusu da bir türlü doğru zemine oturtulamamıştır. Ramazan ayı boyunca ekranlarda neredeyse hep aynı ekolden beslenmiş olan ilâhiyatçı din görevlileri konuşturulur, sorular sorulur, ama bir yıl sonra aynı nakarat tekrar edilir, aynı konuşmalar, aynı sorular ve aynı yanıtlar alınır. Ramazan biter yine pek çok kimsenin hayatına Orucun getirdikleri ve Ramazanın feyzi hakkında söyleyecek iki çift sözü yoktur. Çünkü nemalanmak için bu ayı fırsat bilen bazı açıkgöz ilâhiyatçı Din tüccarı konuşmacıları, Kur'andaki oruç ve gerçek mesajları yerine sırat köprüsü masalları ile şov yapmaktadırlar. Oysa toplumca bereketi ile beklenen Ramazan, girilen küfür ve bulaşılan şirklerle lâneti ile gitmektedir. Halbuki oruç konusu Yüce Kitabımız Kur’anda, Bakara Sûresinin 183 ve 187. ayetleri arasında sadece dört ayetle çok net ve açıklayıcı olarak anlatılmaktadır. Bu ayetleri anlamak için Türkçe mealini okuyan ve sorgulayıp aklını kullanabilen, tefekkür edebilen herkes, konuyu çok rahatlıkla anlar ve hiç bir kimseye de bu konuda soru sorma ihtiyacını duymaz, şirke de bulaşmaz. Gereksiz telaşların, çabaların, harcamaların da içerisinde olmaz. Mütevazi bir şekilde Ramazan ayını karşılar, gösterişten, abartıdan, riyadan, boş ve gereksiz konuşmaktan uzak olarak da eda eder.
Oruç sözcüğü Kur'anda bu şekliyle olmayıp, namaz, abdest, peygamber gibi başka bir çok sözcükte olduğu gibi bize Farsçadan geçmiş bir sözcüktür. Aslı, anlamı günün aydınlık kısmı / gündüz demek olan " Ruz " sözcüğünden gelmektedir. Zaman içerisinde önüne " o " harfi eklenmiş sonundaki harf de " ç " harfiyle değiştirilmiştir. Arapçada ve Kur'anda ise bu sözcüğün karşılığı " savm " dır. İşdeşlik / genelleme açısından da bazı ayetlerde " siyam " olarak karşımıza çıkar. Savm / Oruç bizden önceki toplumlarda da tarih boyunca var olan, Allah'a yaklaşma, O'nunla beraber olma, rızasını kazanma vesilesidir, aslında kendini tutma, sabrın ve tevekkülün timsali ile yanlıştan sakınma bilincinin aracıdır. Toplumların yaşamı geliştikçe de Yüce Rabbimiz Allah, pek çok konudaki deforme edilmiş, asıl mecrasından çıkarılmış, bozulmuş, farklılık gösteren uygulamalara, Hacc, Namaz gibi sadece Allah'la kul arasında olması gereken nüsuk, Kurban, Zekât gibi bir çok ibadet şekline, inançlara, Hakk Dini İslam'ın son Kitabı olan Kur'an ile güncelleme yaptığı gibi yine bir nüsuk olan Oruç konusunda da güncelleme, düzeltme yapmıştır, biz Müslümanlara kolaylık sağlamıştır. Kur'anımızda oruç konusunu ele alan ayetlere baktığımız zaman da bu ayrıntılara dikkat çekildiği görülmektedir.
BAKARA 183 : Ey iman etmiş kimseler ! siyam / Karşılıklı, beraberce oruçlu olmak, sakınasınız / Allahın koruması altına giresiniz diye sizden öncekilere, ( 184 : Oruç sayılı günlerdedir. O nedenle sizden her kim hasta olursa, veyahut çiftçilik, ticaret, askerlik, eğitim öğretim gibi gidiş gelişli hareketli bir iş üzere olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Oruca gücünü kaybetmiş olanlar, eğer güçleri yetiyorsa üzerilerine bir yoksulun yiyeceği kadar fidye kurtulmalık olarak borçtur. Kim de gönüllü hayır, iyilik yaparsa bu kendisi için çok hayırlıdır, yararlıdır. Ve eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için hayırlıdır, yararlıdır. ) şeklinde farz kılındığı gibi size de farz kılınmıştır.
Bu iki ayette birbirine bağlantılı olarak oruç görevinin özellikle önceki geçmiş toplumlarda belirtilen ayrıntıları ile farz kılınmış olduğu gibi, bizim de yaşadığımız hayatta kötülüklerden, yanlış adımlardan sakınmamız, kendimizi tutmamız, iyiye, güzele, doğruya yönelmemiz, bu ayda indirildiği için bol bol anlayarak Kur'anı okuma ile takvaya / sakınma bilincine ulaşabilmemiz, bu yolla Allah’ın koruması altına girebilmemiz için orucun bize de farz kılındığı belirtilmektedir. Fakat maalesef bir çok müfessir ve oruç konusunda konuşan ilâhiyatçı, bu iki ayet arasındaki bağlantının farkını doğru olarak görememekte, oruç konusunda bir çok yanlış görüşün, inancın nakledilmesine neden olabilmektedir. Oysa İlâhiyatçı, araştırmacı ve Tebyin ül Kur'an yazarı Hakkı Yılmaz, ancak " 183. ayetin başında bize farz kılınan oruç için, es siyam ifadesi kullanıldığından ve anlamı da savm / kendini tutmak anlamında ( Bizden öncekilerin tuttuğu oruç ) ifadesinden farklı olduğundan, cümle bütünlüğü, mastar, fiil, anlatım tekniği işdeşlik / genelleme ile Arap dil kuralları gereği, 184. ayette sıralanan hükümler, 183. ayetin tümleci olarak bizim yükümlü olduğumuz oruç için değil, bizden öncekilerin tuttukları orucun hükümleri olarak anlatılmaktadır. Eğer bu ayrıntı dikkatlerden kaçırılırsa, 184. ayette sıralanan hükümler, 185. ayette de tekrar sıralanmış, bir karışıklık olmuş durumu ortaya çıkar. Aynı zamanda tutulmayan oruçlar için fidye / kefaret konusu da bizim hükümlerimiz arasına katılmış olur. Bu ayrıntılardan dolayı aslında parantez içerisinde gösterdiğimiz ve 184. ayetteki hükümler, bizden önceki toplumlara ( Yahudi ve Hristiyanlara ) farz kılınan oruç hükümleridir, ardından gelen 185. ve 187. ayetlerdeki hükümler ise bugün bize düzeltilerek, kolaylık sağlanarak yöneltilen hükümlerdir. Bizden önceki toplumlarda orucun uygulamasının örneği, Kur’anda Meryem Sûresinde Meryem validemiz ve Zekeriya Peygamberin konuşmama şeklindeki bireysel oruçlarından ( savm ) olarak söz edilir. Savm sözcüğü de ; Yemeyi, içmeyi, konuşmayı ve cinsel ilişkiyi de gece gündüz sürekli olarak terk etmek, oruçlu olmak demektir. Hiç konuşmamak da bu oruçlarının esaslarındandır. Buna göre geçmiş toplumların tuttukları orucun hükümleri 184. ayetin içeriğine göre sıralanmaktadır. " demektedir. Bizden önceki oruç ile yükümlü tutulmuş olan Yahudi ve Hristiyan toplumlar bu ayetle anlatıldığına göre yerine getirdikleri oruç ibadeti için ;
* Oruç sayılı günlerde tutulacaktır. * Hasta olan, yolculuk yapmakta olan, diğer günlerde kaza edecektir. * Orucu tutabilecek durumda olup da o zaman gücü olmayanlar, bir yoksulun yiyeceği bedeli fidye ( karşılık ) olarak vereceklerdir. Yoksul sayısını veya yiyecek miktarını gönüllü olarak arttırırlarsa kendileri için daha hayırlı olacaktır. * Oruç tutma gücünü yitirenler ( ihtiyarlar, çocuklarına zarar gelmesinden korkan gebe ve emzikli kadınlar, iyileşmesi mümkün olmayacak hastalar ) dır. Sayılı günlerin, hangi günler ve kaç gün olduğuna dair Kur’anda herhangi bir ifade yer almamaktadır.
Yahudi ve Hristiyanlar bu esaslara göre oruç tutmaları gerekirken ama belirlenmiş bu yükümlülüklere rağmen bizden önceki Yahudi ve Hristiyanlarda deforme edilerek aslından farklı olarak orucun zamanlarının, sayılarının Allah'ın yönelttiği hükümlerinin kendilerince değiştirilerek, bazen değişik mevsimlere aktarıldığı, bireysel olarak değişik zamanlarda tutulduğu, sayının bazen 10 gün eksiltildiği, bazen on gün arttırıldığı, bazen senenin bir gününde tuttukları, bazen haftanın iki günü, bazen her ayın 3 gününün oruçlu geçirildiği gibi, Mekke müşriklerince ve Peygamberimizin ilk döneminde de sahabe ile birlikte bu uygulamanın aynen devam ettirildiği, Peygamberimizin Muharrem ayında oruç tuttuğu çeşitli kaynaklarda anlatılmaktadır. Çok önemli ve yerinde olan bu ayrıntı maalesef bir çok meal çevirisi yapan müfessir tarafından gözden ve dikkatten kaçırılmış, 184. ayette belirtilenler aynen bugünkü oruç tutacak olan Müslümanlar için de fidye ve fıtır sadakası / daha sonra da değiştirilerek fitre diye yükümlülük olarak aktarılmıştır.
Bugünün biz Müslümanları ise ayetin orijinalinde " es siyam " ifadesinin işdeşlik / genelleme anlamı etrafındaki toplum olarak aynı zamanda birlikte tutacağımız oruç ile yükümlü kılındığımızdan ve 185. ayette de gösterilen kolaylık nedeniyle, 184. ayette yer alan öncekilerin hükümlerinin bazılarından muaf tutulmuş bulunuyoruz. Daha doğrusu, eski ümmetlerce deforme edilmiş orucun orijinali, güncellenmiş, düzeltilmiş hali, Ramazan ayı içerisinde aynı zamanda toplu olarak bizim tutmamız gereken orucumuzun hükümleri, 185. ve 187. ayetlerde genişçe anlatılmaktadır. Çünkü Peygamberimizin risaleti zamanında Medine'de hem Yahudiler, hem de Hristiyanlar yaşamakta, onların arasından yeni Müslüman olanlar bulunmakta, oruç konusunda onlar için de getirilen farklılıkların açıklanması da gerekmektedir. Böylece bugün bütün iman edip , Yahudilikten, Hristiyanlık ve başka inançlardan dönen, Müslümanım diyenleri ilgilendiren oruç ayetlerinin yükümlülüklerine bakacak olursak ;
BAKARA 185 : Ramazan ayı ki, Kur’an bir kılavuz olarak ve Furkan’dan / iyiyi kötüyü ayırdedebilmek için yol göstermekten açık seçik açıklamalar olarak kendisinde indirilmiştir. Bu nedenle sizden her kim bu aya şahit olursa hemen onda oruç tutsun. Kim de hasta veya sefer / çiftçilik, ticaret, askerlik, eğitim öğretim gibi gidiş gelişli hareketli bir iş üzerinde ise diğer günlerden sayısıncadır. Allah size kolaylık diler. Size zorluk dilemez. Bu kolaylık, sakınmanız / Allah’ın koruması altına girmeniz ve sayıyı tamamlamanız, size yol gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyüklemeniz ve leallekum teşkürün / şükredesiniz / Allah’ın verdiği nimetlerin karşılığını ödeyesiniz diyedir.
Bu ayetten anlaşılacağı gibi biz Müslümanlara farz kılınan orucun zamanı, sadece Ramazan ayı olarak gösterilmektedir. Ancak önceki ayette, bizden öncekiler için farz kılındığı söylenerek sözü edilen sayılı günler ifadesinin bizimle bir ilgisi yoktur. Zaten bizden öncekiler, Mekke ve Medine'de yaşayanlar da dahil oruçlarını genellikle bireysel ve değişik zamanlarda iki veya üç gün gibi değişik sayılarda tutmuşlardır. Bize ise oruç, Peygamberimizin Risaletinin 24. cü son yılının başında “ Ey iman etmiş kimseler ! “ hitabı ile tüm müminler muhatap alınarak, orucun bireysel olarak değil, “ ortaklaşa, aynı zaman diliminde, hep birlikte karşılıklı, beraberce oruçlu olmak “ anlamında olan “ es siyam “ ifadesiyle sadece Ramazan ayı içerisinde farz kılınmıştır. Yani denilmek isteniyor ki, mümin toplumlarda, mesai ve sosyal ilişkiler, Ramazan aylarında birbirlerini zora koşmadan, Allah’ın istediği gibi tam ve kâmil orucu ; Öncelikle müminler Ramazan ayının Kur'an ayı olduğu bilinciyle anlaşılmak ve öğütlerini içselleştirmek üzere bol bol okunup, yemeyi, içmeyi, cinsel ilişkiyi, aslında lüzumsuz boş ve çok konuşmayı da terk ederek, her türlü kötülüklerden, hayasızlıktan, haddi aşmaktan sakınarak, kendileri ile Allah arasındaki ilişkiyi düşünecekler, Allah'ın vahyinin, öğütlerinin uyarıları ile, gerçek İslam dinini yaşamaları sayesinde de toplum içerisinde güzel ahlâk, örnek ve erdemli davranışlarla, kendini tutarak sakınma bilincine / takvaya ulaşacaklardır. Aksi halde gerçek anlamında olmayan, insanlık için verilen mesajların algılanamadığı, olumlu bilinçlenmenin kazanılamadığı bireysel ve değişik günlerde sadece açlıkla tutulan oruçlar, toplumsal etkileşmeyi, toplumsal terapi ve rehabilitasyonu, salatı / dayanışmayı, beraberliği sağlamaz, insanları takvaya ulaştırmaz, sadece açlık ve susuzlukla yapılan bir işkenceden öteye geçmez.
BAKARA 187 : Karşılıklı beraberce oruç tutma gecesinde kadınlarınıza cinsellikle ilgili sözler, cinsel ilişki size helâl kılındı. Onlar sizin için bir giysidir. Siz de onlar için bir giysisiniz. Allah sizin kendinize hainlik ettiğinizi bildi de tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık kadınlarınıza yaklaşın ve Allah’ın sizler için yazdığı şeylerden arayın. Ve fecrden / beyaz iplik siyah iplikten iyiden iyiye sizin için açığa çıkıncaya kadar yiyin için. Ve geceye kadar orucu tamamlayın. Ve siz mescitlerde / ilâhiyat eğitim merkezlerinde akif olmak için / eğitim kamplarında programlı ibadet halinde / itikafta iken ise onlara yaklaşmayın. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Artık Allah’ın sınırlarına yaklaşmayın. Allah, Kendisinin koruması altına girsinler / sakınan takva sahibi olsunlar diye ayetlerini insanlara işte böyle açıkça ortaya koyar.
Biz müminler için siyam sözcüğü ile farz kılınan orucun, 185. ve 187. ayetleriyle açıklanan hükümlerine göre ;
* Oruç, Müminlerce / iman edenlerce aile ve toplum bütünlüğünde aynı zaman diliminde, Ramazan ayı içerisinde hep birlikte beraberce tutulmalıdır.
* Ramazan ayında hastalık veya yolculuk ( çiftçilik, ticaret, askerlik, eğitim öğretim gibi gidiş gelişli bir iş ) yapmak nedeniyle tutulamayan üç gün, beş gün veya daha fazla günden sonra geriye kalan günler, ayetin orijinalinde de " min eyyamin uhar " ifadesiyle de belirtildiği gibi oruçlu olarak yine aynı Ramazan ayının içerisinde sağlıklı ve uygun olunduğu zamanlarda gerektiği gibi ve kâmil olarak devam edilerek oruç ayı tamamlanmalıdır. 185. ayetin Arapça orijinalinde yer alan " litukmilü " ifadesinin " ikmal " sözcüğü " kemal " kökünden olup bu kalıptaki anlamı " olgunlaştırılmış, kusursuz, en yüksek değere ulaşmış, mükemmel, kâmil hale getirmek " anlamında olmasına rağmen, bir çok mealde ayetin orijinalinde yer almadığı halde bunun yerine " itmam " kökünden gelen ve tamamlama anlamında olan " litütmimü " ifadesi ayette varmış gibi aktarılmasından dolayı, Diyanet Vakfı meal çevirilerinde dahi " Tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. " denilerek bir çok meal çevirisinde eksik kalan oruç Ramazandan sonraki günlerde otuza tamamlanır ifadeleriyle kaza edilebileceği inancı ayetlerin hilafına Müslümanların belleğine yanlış olarak yerleştirilmiştir. 1200 yıldır da Müslümanlar bu yanlışlarla aldatılmışlardır. Halbuki Kur'anın orijinal gerçek lafızlarına göre oruç, sadece Ramazan ayına özgü bir ibadettir. Bunun yanı sıra kadına zıhar etme, Hacc ibadeti esnasında konulmuş bazı yasakların çiğnenmesi, yeminin bozulması, öldürme gibi işlenmiş bazı suçların affedilebilmesi için Allah tarafından konulmuş cezai müeyyidelerdir. Herhangi bir nedenle Ramazan ayı içerisinde tutulamamış olan oruçların, bize ayetle belirtilerek sağlanmış olan kolaylıklarından dolayı kazası da, fidyesi / kefareti de yoktur. 185. ayette belirtilen " Diğer günlerde sayıyı tamamlayınız " ifadesi de Ramazan ayının içerisindeki günlerdir. Dolayısıyla hastalık veya herhangi bir mazereti nedeniyle 5, 10, veya 20 gün tutulamayan oruç için Ramazan ayından sonraki herhangi bir zamanda kaza edilerek tutulur ve sayı 30 güne tamamlanır diye Kur'anda böyle bir hüküm yoktur. Kişi sadece Ramazan ayı içerisinde eğer mazereti sona ererse, kalan diğer günlerde oruçlu olmaya devam eder. Hastalığı sürekli olanlar hiç tutmaz. Tutamadığı günlerin kefareti, fidyesi, cezası diye bir sorumluluğu da yoktur.
* Geçmiş toplumlara konulmuş olan fidyeden bu ayetlerde söz edilmemiştir. Ayette “ Allah size kolaylık diler, size zorluk dilemez “ ifadesinden dolayı, Allah’ın bir lütfu olarak, bizden öncekiler için konulmuş olan fidye, geceleri de terk edilen konuşma ve cinsel ilişki yasağı biz Müslümanlar için kaldırılmıştır. Ramazan günlerinde herhangi bir nedenle, özürle tutulamayan orucun, yine Ramazan ayı içerisinde daha sonraki kalan günlerde devam edilerek tamamlanması emredilmiştir. Bu ise Müslümanların yararınadır. Orucun herhangi bir nedenle tutulamadığı günlerle ilgili olarak bazı ilâhiyatçılar, Ramazan ayından sonraki uygun oldukları herhangi bir günde kaza ederek sayıyı tamamlarlar veya gün sayısı kadar fidye öderler demekte, hatta hasta ve yaşlı olanları dahi 30 günlük bu fidye sorumluluğunun içine dahil etmektedirler. Bir de bu sözcükten yola çıkıp önce " Sadaka i fıtır " deyip, sonra da bu ifadeyi Fitre'ye dönüştürüp tutulan oruca bağlantı kurarak Ramazan ayında her oruç tutanın üzerine hatta çocuklar da dahil edilerek verilmesi gereken bir şükür yardımını da ne zaman ve kimler tarafından uydurulduğu belli olmayan hadislere dayandırıp zorunluluk olarak ortaya koymaktadırlar. Kur'ana göre aslında " Sadakanın " Devlet için verilmesi gereken bir tür vergi olduğundan, 184. ayetteki oruç ayrıntılarının bizden öncekiler için belirtildiğinin ve 185. ayette de bizim için belirtilen ayrıntılarda fidye ödeme yükümlülüğünün olmadığının da farkında olamamaktadırlar. Onlar herkes için fitre verilecek diye böyle bir dayatmayı koymasalar da ekonomik gücü yeten insanlarımız çoğunlukla zaten merhametlidir, yardımseverdir, özellikle hassasiyet göstererek, diğer zamanlarda olduğu gibi, Ramazan ayında da gerek parasal, gerekse de ayni ve erzak yardımlarını fazlasıyla yapmaktadırlar.
* Hastalık tanımı kapsamında olup olmadığına kişi kendisi karar vermemelidir. Buna bir uzman hekim karar vermelidir. Özellikle migren, kalp, tansiyon, şeker hastalığı, kanser, mide ve barsak rahatsızlıkları gibi nedenlerle devamlı veya belirli aralıklarla ilaç kullananlar, hamileler ve aslında bir hastalık olan hayız durumunda bulunan kadınlar, uzman hekim görüşü almalıdırlar. İbadet yapacağım derken, inatla, direnme ile kendi sağlıklarını tehlikeye atmamalıdırlar. Aksi halde bu davranış ibadet değil bir intihara, kendi bedenine yapacağı bir hainliğe dönüşebilir, başka sağlık sorunlarını ortaya çıkarabilir. Birçok ayette değinildiği gibi Müminun Sûresinin 56. ayetinde de “ Ve Biz hiç kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile, kapasitesi dışındaki bir şeyle yükümlü tutmayız. “ denilerek ifade edildiği gibi Rabbimiz kullarına taşıyamayacakları yükleri yüklemediğini belirtmektedir. Bakara Sûresinin 256. ayetinde " Dinde zorlamak, tiksindirmek yoktur. " denilerek ifade edildiği gibi üstelik de yanlış anlamalardan dolayı oluşan ağır yüklerin hafifletilmesi, kolaylaştırılması gerektiğinin talimatları da bulunmaktadır. Bundan dolayı Rabbimiz Allah, oruçtan dolayı geçimin, iş hayatının ve kazancının gereği olan ( çiftçilik, ticaret, askerlik, eğitim öğretim ve gidişli gelişli ) işlerin de aksamamasını istemektedir.
* Uzun süre açlık ve susuzlukla zihnin ve algısının noksanlaşması da bir marazdır, hastalıktır. Oruçlu olduğu bir günde susuzluktan dolayı rahatsızlanarak bu durumda olan kimseler için de oruç artık söz konusu olamaz. Orucun amacı ve gerekçesi, takvadır. ( Sakınmaktır, kendini tutmaktır, Allah'ın ayetlerini öğrenerek, bilerek onlara uymak ve Allah’a yaklaşmaktır. ) Bu da akli selim ve bedensel zindelik ile ancak elde edilebilir. Kişinin oruçlu iken açlık ve susuzluk nedeniyle bilincini kaybederek bedenen ve zihnen noksanlaşma durumuna düşmemesi gerekir. Zorda, darda olan, bedenen ve zihnen noksanlaşma durumuna düşen bir kimsenin, sorunları ortaya çıktığı müddetçe, sadece aç kalmakla, kâmil ve bilinçli olarak takvaya ulaşması da düşünülemez. Bu noktaya geldiği anda artık orucu zaten oruç değildir, orucu son bulur, zihin ve beden sağlığının daha fazla bozulmaması için de bir şeyler yiyerek, su içerek orucun bozulması, sonlandırılması gerekir. Bunun Allah katında Kur'an ile belirtilen cezai bir müeyyidesi de yoktur.
* Daha öncekilere orucun bütün süresince gece gündüz yasaklanmış olan cinsel ilişki, bu ayetle gece vaktinde kaldırılmış ve biz Müslümanlar için helal kılınmıştır. Konuşmama yasağı da tümden kaldırılmıştır. Fakat itikafta, / umre ziyaretleri veya Mekke'deki Hacc ile programlı ilâhiyat eğitimleri ve ibadetleri esnasındaki oruçlarda cinsel ilişki yine gecede de yasaklanmaktadır.
* Fecr vaktine / beyaz iplik, siyah iplikten iyiden iyiye ayırt edilebilecek duruma gelinceye kadar yenilip içilip, oruca, fecr vaktiyle birlikte başlanmalıdır. Ayette de orucun başlaması için bildirilen Fecr vakti takvimlerde belirtilen imsak vakti değildir, güneşin doğması ile imsak vakti arasındaki tan yerinin ağarması, güneş doğmadan önce gök yüzünde kızıllığın oluşması esnasında beyaz ipliğin siyah iplikten ayırt edilebilecek şekilde görülebilmesi halidir. Buna göre oruca gecenin bitip, gündüzün başlayacağı andan itibaren başlanmalıdır. Maalesef ülkemizde din sorumlularının yanlış imsak kavramı ile insanlarımıza gecenin yarısından itibaren oruca başlatılmakta, neredeyse bir saatten fazla oruç tutturulmaktadır.
* Orucunu herhangi bir nedenle bozanın, daha sonraki geri kalan günlerde sağlıklı, zinde ve uygun olduğu zamanlarda yine Ramazan ayı içerisinde orucuna devam etmesi, ona hasene sevabı kazandıracağından elbette ki onun için daha hayırlı olur. Oruç kul ile Allah arasında, gönülden, isteyerek ve samimiyetle, Allah rızası için yerine getirilmesi gereken bir ibadettir. Toplumsal hayat içerisinde dayatma, ona, buna yasak koyma, açık lokantaları kapatma, zorlama ve ceza ile oruç ibadeti olmaz. Tutmayana toplumun baskısı da doğru değildir. Hiç bir kimsenin oruç tutması veya tutmaması başka bir kimseyi ilgilendirmez. Durumdan kendi kendine vazife çıkarıp, Oruç tutmayanı görüp kınayanın ve aşağılayanın kendi orucu, oruç olmaktan çıkar. Kur’anda sadece kul ile Allah arasındaki nüsuk ( Allah'a yaklaşma vesilesi ) olan bu ibadetin, bozulması veya yerine getirilmemesi ile ilgili herhangi bir ceza veya kefaret konulmamıştır. Orucunu isteyerek veya zorunlu olarak bozanı veya tutmayanı rahmeti ve bağışlayıcılığı sınırsız olan Allah, dilerse affeder, dilerse bazı nimetlerinden mahrum bırakır. Çünkü ibadet Allah rızası için gönülden, inançla ve samimiyetle yapılmalıdır. Ramazan ayında tutulacak oruçta kasıtlı veya mazeretsiz oruç bozmaya veya tutmamaya, “ Altmış gün ceza ve bir gün de kaza olmak üzere toplam altmış bir gün ) oruç kefareti gibi bir ceza Kur’anda yoktur. Uydurma bir rivayetle başka ve değişik konularda bağışlanmak amacıyla, işlenen suçlara karşı ön görülen üç gün, on gün, veya altmış günlük gibi cezalara benzetilip, Ramazan orucuna da aktarılarak sonradan ulema tarafından icat edilmiş bir bidattır.
* Oruç ayı ile beraber din görevlilerine, oruç konusunda yağmur gibi yağdırılan sorular yöneltilir. Oruçlu iken yemek içmek ve cinsel ilişki yasak olmakla beraber, asıl felsefesi atılabilecek yanlış adımlardan ve davranışlardan sakınmaktır, kendini tutmaktır. Öyleyse oruçlu olan her insan, atacağı her adımda, yapacağı ve yerine getireceği her işte, önce oruçlu olduğunu, Allah’ın rızası için O’nunla oruçlu olma sözleşmesini yaptığını aklından çıkarmayacak, doğru mu, yanlış mı olduğunu büyük bir titizlikle ve Allah'ın ayetlerini akılda tutarak süzgeçten geçirecek, sakınmanın şuuru, bilinci içerisinde olacaktır. Bu onun her davranışında ve hareketinde daha yumuşak, halim selim ve sabırlı olmasını sağlayacaktır.
* Peki oruçlu olan insan, yemenin içmenin, cinsel ilişkinin dışında nelerden sakınacaktır ? Elbette ki öncelikle başkalarına zulüm etmekten, kul hakkı yemekten, insanları sömürmekten, kavgadan, çekişmekten, şiddetten, dedikodu ile gereksiz çok ve boş konuşmaktan, kötü söz söyleyip kalp kırmaktan, iki yüzlüler gibi asık suratlı, çatık kaşlı ve sinirli olmaktan, bağırıp çağırmaktan, her konuda haddi aşmaktan, yalan söyleyip insanları aldatmaktan, oruç tuttuğunu belli etmek için perişan bir görünüm vermekten, gösterişten, abartıdan, kendisinin doğru yolda olduğunu düşünüp oruçlu olmayanlara tepeden bakmaktan, başkalarının ayıbını ortaya çıkararak kınamaktan, ezcümle zaten Allah’ın Kur’an ayetleriyle belirlediği, hoş görmediği bütün olumsuz davranışlardan sakınmalıdır. Aslında bu sakınmalar, sadece oruçlu iken değil, tamamladığı oruç ayı Ramazandan sonra da, insanın hayatı boyunca dikkat etmesi gereken sakınmalardır. Bunun için de Mümin, bilhassa Ramazan ayında imamın önünde her gün, hiç bir şey anlamadığı mukabelelerle değil, uygun ve müsait olarak belirlediği sürelerde Kur’anı anladığı dilden kendisi Türkçe mealini okuyarak bilgilerini tazelemelidir. Açlık dürtüsünün esiri olarak, normal zamandan farklı, abartılı ve ilaveli yemekler, zenginin zengini ağırladığı kalabalık davetlerle verilen şaşaalı gösterişli, hele hele fakirin, muhtacın oturtulmadığı iftar sofraları da, oruç tutmanın ruhuna ve asıl felsefesine aykırıdır, israftır, haramdır. İfrat ve tefrit arasında kalamayan bütün eylemler, Kur'anda haddi aşmak olarak belirtilmekte, hoş görülmemekte ve yasaklanmaktadır. Bu nedenlerle de Maun Sûresinin 4 - 7. ayetlerinde " Yazıklar olsun o salat edenlere ki onlar salatlarında gösteriş içindedirler. " ifadesiyle yetimden ve muhtaçtan kıskanılan infak ve eylemlerin maun mücrimleri olarak kınanacağı uyarısı yapılmaktadır..
* Ramazanda oruç ile ilgili olarak, en çok sorulan sorulara göre ; Diş fırçalamak, herhangi bir rahatsızlık için iğne yaptırmak, aşı olmak, kan aldırmak, banyo yapmak, akapunktur, morfinli veya morfinsiz diş tedavisi, burun ve göze damlatılan damla, kendiliğinden kusmak, unutarak bir şeyler yemek içmek ve hemen hatırlamak, rüyada ihtilam olmak orucu bozmaz. Yine de şüpheye düşmemek için ise en doğrusu, tereddütlü konuları, diş fırçalamayı, diş tedavisini, kan aldırmayı, herhangi bir ilaç kullanmayı, oruçlu olma zamanının dışına planlamaktır.
Kur’anın anlattığı oruç sakınmayı, sabrı ve tefekkürü öngörür. Tefekkürün en büyük engeli de tok olmak, gereksiz boş ve çok konuşmak ve cehalettir. İnsan tok iken ve konuşurken iyi düşünemez. Açlık dürtüsü de sabrı zorlar, bu zıt iki dürtüyü kontrol edebilenler de orucun amacına ulaşır. Sakınmak, sabır ve tefekkür, dinin iyi anlaşılmasını ve yaşanmasını temin eder. Oruç sayesinde gelişen bilinçli sabır ve kararlılık, hayatın her alanında başarı getirir. Oruç, aynı zamanda oruç tutan varlıklı insanların, yoksul insanlarla aynı duyguyu yaşamasını, açlığı ve açların halini daha iyi anlamasını sağlar. Böylece Allah’ın bütün insanlara lütfu olan malın, servetin, zenginliğin, yemenin, içmenin hazzının yoksulun da hakkı olduğunu idrak eder. Malından, aşından ihtiyaç sahiplerine vermek suretiyle Allah’a karşı şükrünü eda eder. Ayrıca bu paylaşma, dayanışma ve destek olma davranışları, yoksul kalanların açlıktan kaynaklanan olumsuz güdülerini, yanlış adımlarını, taşkınlıklarını frenleyeceği için, toplumsal patlamalara da engel olur. İnsanlar arasındaki yakınlaşmayı sağlar. Orucun birlikte tutulduğu toplumlarda sevgi, merhamet, şefkat, muhabbet ve paylaşma duyguları gelişip yerleşir. Bunun sonucunda da toplum, huzurlu, müreffeh, mutlu ve güvenli olur. Bize Farsçadan geçmiş olan oruç, aynı zamanda Kur'anımızda yine siyam sözcüğü ile, toplumsal bilgilendirme ve rehabilitasyon ile yemin bozma, cinayet işleme, Hacc etme esnasında çiğnenen yasaklarda, Araplarda zıhar etme geleneğindeki kusurları ele alan ayetlerde kefaret, ceza ve caydırıcılık olarak da öngörülmüştür.
Ayette de belirtildiği gibi Kur’an, Ramazan ayında indirilmeye başlanmıştır. Bundan dolayı da Hocalarımız, her Ramazan ayında sıklıkla Ramazan ayı, Kur’an ayıdır, Kur’ana daha sıkı sarılalım derler de, ardından bir türlü, Kur’ana sıkı sıkı sarılmanın nasıl olacağına hiç değinmezler. Türkçe mealinden okuyup Kur’anı anlamaya çalışalım, öğütlerini hayatımızda rehber edinelim demezler. Bundan dolayı da Ramazan aylarında Kur’anın, hiç bir şey anlaşılmadan ve içinde ne olduğu da bilinmeden mukabele adı altında, Arapça okunup hatim edilmesi geleneği yerleştirilmiştir. İmam kardeşlerimiz de Ramazan ayında neredeyse yirmi dört saat tam mesai ile, yaşlısı, genci, erkeği, kadını değişik kesimdeki gruplara bu mukabelelerle, Arapça Kur’an hatmi yaptırmakta, bir ay sonunda hiç bir şey anlamayan insanlara, hasıl olan sevapların hatim duasını yaptırmakta, ölülere bağışlar gönderilmektedir. Bu vesile ile İmam kardeşlerimize de bir hayli hediye akışı olmaktadır. Kur’an bu şekildeki uygulamaları kesinlikle onaylamamaktadır. Ölülere artık hiç bir sesin işittirilemeyeceği, hediyenin gönderilemeyeceği, onların sadece kendi yaptıkları ile karşılıklandırılacakları, Kur'anın ölüler için değil, diriler için bir öğüt olduğu, çeşitli ayetlerle dile getirilmektedir. Bu uygulama içerisinde olanlara da çok etkili uyarılarda bulunulmaktadır. ( İmamla Mukabele Etme Geleneği başlıklı yazımızda geniş bilgi bulabilirsiniz. ) Kur’anı anlayarak okumayan, içindeki öğütlerden herhangi bir bilgisi olmayanlar için, Kur’anı terk edenler nitelemesiyle Furkan Sûresinin 30. ayetinde “ Benim ümmetim şüphesiz bu Kur’anı mahcur / terk edilmiş bir şey / haline getirdi. “ ifadeleriyle Peygamberimizin hesap gününde ümmetinden şikâyetçi olacağı dile getirilmektedir. Yusuf Sûresinin 2. ayetinde de : “ Biz bu kitabı akıl edesiniz diye Arapça bir Kur’an olarak indirdik. “ ifadesiyle de, anlaşılarak okumanın, aklın kullanılarak öğüt almanın önemine değinilmektedir. Kur’anı anlamak için Türkçe mealinden okuyanlar, akıllarını kullanıp tefekkür ettiklerinde, gerek oruç konusunda, gerekse de bu Ramazan ayı içerisindeki tutarsız değişik uygulamalar ile ilgili, gerçek doğru bilgileri bizzat kendileri görebileceklerdir.
Tutulan oruç ve yaşanan Ramazan, hissedebilen kalplere, işitebilen kulaklara, görebilen gözlere, tefekkür edebilen benliklere, açlığı ve yoksulluğu, sınırsız nimeti, rızkı veren ve mülkün yegâne sahibi Allah'ı hatırlatır. İftar anı beklenirken açlığın, sabrın sınavı doruğa ulaşır. Dumura uğramamış vicdanlarda aç, sömürülen, ezilen insanların içinde bulunduğu haleti ruhiyeyi gündeme getirir. Ramazan ayı, aslında bütün olumsuzlukların, açlığın ve yoksulluğun ortadan kaldırılması görevini, Kur'an ayetlerinden feyz alabilen sorumluların boynuna adeta bir halka gibi takmaktadır. Eğer Kur’anın asıl öngördüğü, Ramazan ayının ortadan kaldırmasını istediği olumsuzluklar, açlıklar, işsizlikler, mutsuzluklar, savaşlar, haksızlıklar, adaletsizlikler, zulümler hala İslam dünyasında varsa, acı ve gözyaşı egemen ise, yüzlerce yıldır, İslam aleminde yaşanan Ramazanlar, tutulan oruçlar, mahyalarla gece gündüz ışıklandırılan camiler, onca kılınan namazlar, okunan mukabeleler, yapılan hatim duaları, toplumsal bilinçlenmeyi sağlamıyor, doğru adrese ulaşamıyor demektir. Kılınan teravih namazlarıyla dolup taşan camiler, Allah için olma işlevini tam olarak yerine getirememiş, tapınak ibadeti olmaktan öteye gidememiş demektir. Demek ki Rad Sûresinin 11. ayetindeki “ Şüphesiz ki aklını kullanmayan bir toplum kendi durumunu değiştirmedikçe, Allah onların durumunu değiştirmez “ diye ifade edilen Allah’ın hükmü, çoğunlukla geri kalmışlığın, açlık ve yoksulluğun, cehaletin, kavgaların, zulmün içinde bulunan İslam alemi üzerinde aynen işletilmektedir. Fakir zaten çoğunlukla açtır, işsizdir, yoksuldur. Belki de Ramazan ayında tutulması istenen orucun kendisi, Kur'anın terk edilip anlaşılmak üzere okunmak istenmemesinden, Allah'ın ayetlerinden ve öğüdünden yıl boyunca veya zaman zaman uzak kalınmasından dolayı da, bu kadar zaman içerisinde toplumdaki adaletsizliği, insanlar arasındaki gelir dağılımındaki farklılığı gideremeyen, salatı ikame edemeyen, açlıkları ve fakirliği ortadan kaldıramayan Müslüman topluluklarının muktedirlerine, güçlülerine, zenginlerine siz de bir ay aç kalın da açlığın, yoksulluğun, Allah'ın nimetlerinden mahrum kalmanın ne olduğunu görün bakalım denilen bir cezadır. Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi şüphesiz, sadece aç ve susuz kalmakla değil, mutlaka Kur’anı bilerek rehberliği ile dosdoğru yolu yaşayabilen, salatı ( destekleşme, paylaşma ve dayanışmayı ve kurumlarını ) ikame ederek, bu yolla Allah'ın verdiği nimetlerin karşılığını ödeyerek / şükrünü yerine getirerek takvaya, sakınmanın, kendini tutmanın şuuruna ve bilincine ulaşabilenlerin üzerine olacaktır !...
ALLAH DOĞRUSUNU EN İYİ BİLENDİR ! RAHMETİ VE KUR'AN BİZE YETER !...
Temel Kaynak : HAKKI YILMAZ ( Tebyin ül Kur’an )
PDF GÖRÜNTÜLE PDF İNDİR