Merhaba Hocam. Benim sorum Kur'an ayetinde bulunan ashabı uhdud nedir ? Ben anlayamadım. Bu ne demektir. Bunlara niçin ve ne yapılmıştır ? Bu ayetle bize ne anlatılmaktadır. Selametle şimdiden teşekkür ederim.
Değerli Kardeşim ! Allah’ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun !
Sorunuzda yönelttiğiniz “ uhdud “ sözcüğü, Kur’anımızda Burûc Sûresinde yer almaktadır. Ancak konunun daha doğru anlaşılabilmesi için yer aldığı ayetin, diğer ayetlerle oluşturduğu paragraf bütünlüğünde incelenmesi gerekir. Bu nedenle Burûc Sûresinin 4 – 5. ayetlerinin yer aldığı paragrafta “ Uhdud’un / şiddetli tutuşturulmuş ateşin ashâbı qutile / öldürüldü. 6 : Hani onlar, onun üzerine oturmuşlar 7 : Ve müminlere / inananlara yaptıklarına tanık idiler. / seyrediyorlardı 8 : O müminleri cezalandırmalarının sebebi de, onların yalnız Azîzil Hamid / Çok güçlü, övgüye lâyık, göklerin ve yerin hükümranlığı Kendisinin olan ve her şeye tanık olan Allah’a inanmalarından başka bir şey değildi. “ ifadelerinin yer aldığı ayrıntılara bakacak olursak :
Uhdud sözcüğü : Yol kenarına kazılan uzun ve derin hendek demektir. Ashab sözcüğü de, “ Bir amaç çevresinde toplanmış, bir araya gelmiş olanların tümü “ anlamında olan “ sahib “ sözcüğünün çoğuludur. Dolayısıyla aynı amaç etrafında toplanan arkadaşlar, insanlar anlamında olan Ashab sözcüğü Kur’anda “ Ashabü’l Araf, Ashabu’l Fil, Ashab ı Kehf, Ashabu’l Cennet, Ashabu’nnar “ gibi tamlamalarla 78 kez yer alır.
Yukarıdaki paragraf bütünlüğünde gördüğümüz gibi, Kur’anın birçok ayetinde eski toplumların yaşanmışlıklarıyla ilgili olarak değinilen kıssalardaki üsluptan dolayı, kulaktan kulağa dolaştırılarak anlatılan haberlerle o dönemdeki Mekke halkının, Firavun, Ad, Semud kavimleri ile ilgili bir takım bilgilere ve aynı zamanda “ Uhdud “ halkından da haberdar oldukları anlaşılmaktadır.
Fakat “ Uhdud “ halkının “ Ashab ı Uhdud’un “ kimler olduğu, ne zaman ve nerede yaşadığı hakkında Kur’anda kesin bir bilgi verilmemektedir. Buna rağmen, bu konuda Kur’anın dışında çok değişik rivayetler anlatılmakta, her birinin de çok uzun hikâyesi bulunmaktadır. Hangisinin doğru olduğu belli olmamakla beraber Yemen, Necran, Irak, Şam, Habeş, Mecusi İran, Yahudi Krallıklarına kadar dayanan, İran kralı Kisra’ya, Musa ile Babil mücadelesine, Necran Hristiyanlarına, Yemen Kralı Esed Ebu Karib’e, Habeş Kralı Necasi’ye atfedilen, ama çok uzun olacağından dolayı bizim burada yer veremeyeceğimiz birçok rivayet, Razi, İbn Kesir, İbn Cerir, Mevdudi,, Müslim, Tirmizi eserlerinde ayrıntılarıyla yer almaktadır. Her biri de “ uhdud / hendek “ ifadesiyle ilişkili olduğundan, dolayısıyla Ashab ı Uhdud rivayetlerinin tamamının temelini, “ Allah’a inandıkları için, çıra ile tutuşturularak oluşturulan odun ateşi ile dolu hendeklere atılarak zalimlerce diri diri insanların yakılmaları, bu esnada da zalimlerin zevkle bu vahşeti izliyor olmaları oluşturmaktadır.
Aslında çok farklı zamanlarda ve yerlerde olan bu tür olaylarla ilgili anlatılan rivayetlerden dolayı, tarihte çeşitli zamanlarda ve yerlerde hendeklerle doldurularak vahşice yakılan halkın toplu öldürülmesi olaylarının yaşandığı anlaşılmaktadır.
Ashab ı Uhdud’a yapılanların Mekke’de 27. sırada indirilmiş olan Burûc Sûresinde anlatılması, müminlerin en sıkıntılı döneminde, Mekkeli müşriklerin Müslümanlara dinlerinden dönmeleri için zulmettikleri, her türlü eziyeti yaptıkları, hatta onları şehit ettikleri bir dönem olmasındandır. Bu gibi ayetlerle Müminler için büyük bir destek ve teselli olan Sûre, müşriklere ileri derecede tehditler yöneltmekte sonları için uyarılar getirmektedir. Bu ayet grubunun ardından da Burûc Sûresinin 10. ayetinde de “ Şüphesiz ki inanan erkek ve kadınları ateşlerde işkence edip sonra da tevbe etmeyenler için cehennem azabı vardır, yangın azabı da onlar içindir. “ denilmekte, yine bu vahşiler için de bağışlayıcı olan Rabbimiz, pişmanlık ve tevbe kapısını açık tutmaktadır. Bu ayetle birlikte aslında kâfirlere bir ümit ışığı olarak tevbe ederek vicdani pişmanlıklardan kurtulma umudu verilmektedir. Nitekim tarihe baktığımız zaman, müminlere birçok zarar vermiş olan kimselerin bu açık kapıdan girerek, tevbe edip mümin oldukları, kendilerini kurtardıkları, İslam’a da hizmet ettikleri görülmüştür.
Siyer kitaplarında verilen bilgilere göre Kureyş’in zalimleri de, önce İslam’ı seçen kölelere ve toplumun zayıf, güçsüz ve kimsesizlerine karşı savaş açmıştır. Yapılan işkenceler dövmek, günlerce aç susuz bırakmak, üzerlerine büyük taş parçaları koyarak kızgın kumlarda yatırmak ve akıllara durgunluk verecek buna benzer vahşice uygulamalar şeklindeydi. Köle Bilal gibi İslam’ı ilk seçenlerden biri olan Yasir, ayaklarından develere bağlanmak suretiyle parçalanarak öldürülmüştür, buna isyan eden eşi Sümeyye de karnına Ebu Cehil tarafından mızrak saplanmak suretiyle katledilmiştir. Kimileri de kızgın demirlere bağlanmışlardır.
Ayetin orijinalinde yer alan “ qutile “ sözcüğünün anlamı “ öldürüldü “ demektir. Ancak İbn i Abbas gibi bilginlere isnat edilen rivayetlere dayandırılarak sözcük “ lânet olsun / kahrolsun “ anlamında beddua olarak kullanılmaya başlanmıştır. Halbuki Rabbimiz beddua etmez. Bundan dolayı bu anlamda kullanılması doğru değildir. Üstelik başka ayetlerde de yine bu şekilde beddua olarak kabul edilmemesi gereken gerçekten “ lanet “ sözcükleri de yer almaktadır.
Bu ayet grubuyla bize ve o zamanın kâfirlerine çok ciddi mesajlar verilmekte, zalimlerin kendileri de aynı şekilde yangın ve ateş azabıyla tehdit edilirken, o zamanın mazlumları teselli edilmeye ve morallendirilmeye çalışılmaktadır. Ayrıca unutulmamalıdır ki, biz Müslümanlar bu dünya yaşamında her zaman İbrahim peygamber, diğer peygamberler, Ashab ı Uhdud ‘da bahsedilen müminler, Mekke’de Yasir, Sümeyye, Bilal ve diğer birçok mümin gibi eza ve cefa içinde bulunacaktır. İnsan her zamanda aynıdır ve Kur’anın baş düşman edindiği tagutlaşanlar, / azgınlaşanlar, zulüm sahibi zalimler de her zaman olacaktır. Onlarla akıl ve sabırla mücadele edilmesi gerekmektedir. Allah’ın selamı, rahmeti ve Kur’anın doğruları sizinle olsun !...