Hocam bu sorumu okuduğunuzda bana en kısa zamanda dönebilirseniz çok mutlu olurum. Uzun zamandır Kuran'da bahsedilen peygamber kissalarindaki mucizelere kafamı takmış durumdayım. Düşünceler kafamın içini kemiriyor tabiri caizse. O yüzden olabildiğince kısa sürede bana dönmenizi rica ediyorum. Bu kissalardaki mucizeler ile ilgili benim tutumum bu olağanüstü olayların sembolik anlamlarinin olduğu. Aksi takdirde benim mucizeleri aklım gerçekten almıyor. İmanımı sarsıyor bu durum. Örneğin Hz Musa'nın asasının yılana dönüşmesi. Bu olay sembolik bir şey olabilir kuran dilinde mecazlı muteşabih ayetler var zaten. Bu olayin da muteşabih olduğunu söylememiz mümkün. Ama burada şöyle bir sorun çıkıyor. Örnek verdiğim Hz. Musa'nın asasının yılana dönüşmesi birebir neredeyse aynı şekilde Tevrat'ta da geçiyor.Bunun tevratta da olması Kur'an'ın aslında sembolik anlamı kastetmediğini gerçekten asanın yılana dönüşmesi anlamını kastettiğini gösteriyor sanki. Mucizeler ile ilgili yazınızda yahudilerin tevrata uydurmalar soktuğundan bahsetmiştiniz. Bu asanin yılana dönüşmesi denizin yarılması vb. hepsi kuranla birebir örtüşüyor. Eğer bunları uydurma,sonradan tevrata sokulan insan sözleri olarak görürsek de Allah'ın uydurma olan insan sözlerini Kur'an'a koyması saçma oluyor. Bu durumda tevrattaki anlatımın da sembolik olduğunu savunmamız mi gerekiyor.? Gerçekten kafam çok karışık umarım sıkıntımı anlatabilmisimdir. Bu yazıma en kısa zamanda cevap verebilirseniz çok mutlu olurum gerçekten çok büyük bir sevap kazanmış olursunuz inşallah. Hayırlı günler diliyorum. Teşekkürler.
Zeki Çelik.
19-05-2021
Değerli Kardeşim ! Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun !
Mitolojik doğa üstü olayların nakli ve inançları, insanların yaratılışından itibaren tarih boyunca egemen olmuş, yarı tanrı ve doğa üstü güçlere sahip birçok insan figürleri ve olaylar konu edilmiş, birilerinin insanları etrafında toplayarak kandırmasının en etkili aracı olmuştur. Bu nedenle insanların hayatı boyunca toplumların hayatında sihir, büyü ve mucizevi olaylar hiç eksik olmamıştır. Bundan, teolojik ( dinsel ) düşünce de, dini inançlar da tarih boyunca ve bilimin, teknolojinin bu kadar gelişmiş olmasına rağmen maalesef hala bugün de bu etkilenmeler devam etmektedir. Siz de bugün birçok din adamının, ulemanın ve ünlü İlâhiyatçı Öğretim görevlilerinin dahi doğru ve gerçekçi bir bakış ile çoğunlukla ulaşamadıkları, Kur’anımızda yer alan mucizevi olarak görülen anlatımlara, konulara ve bunlardan birisi olan Musa Peygamberin birçok keramete sahip olan asası ile dikkat çekmiş bulunuyorsunuz. Size teşekkür ederim. Elbette ki Müslümanım elhamdülillah diyen bütün kardeşlerimizin, Kur’anımızın gerçek doğrusuna ulaşabilmeleri için aklın kullanılarak, düşünerek, sorgulayarak, inancını tahkiki bir imana dönüştürerek mutmain olması, Dinimizin çok önemsediği bir ayrıntısı ve gereğidir.
İlkel toplumlardan başlayarak tarih boyunca her dönemin din adamları, kâhinleri, sihirbazları, mecnunları, hamanları, medyumları, falcıları gerçekte olmayan ama halk kültüründe inanılmış olan cinlerle konuştuklarını iddia eder, büyü, tılsım, göz boyama oyunları ile gizemli bir havaya bürünür ve bu yeteneğin ve gücün kendilerine tanrı tarafından verildiğini söylerlerdi. Bundan dolayı her dönemde insanlar kendileri gibi yiyip içen, çarşılarda dolaşıp alışveriş yapan bir insanı peygamberliğe layık görmemişler, onlara karşı çıkmışlar, inanmamışlar, onların sıra dışı iddialarına karşı, onlardan gözle görebilecekleri, tanık olabilecekleri sıra dışı kanıtlar istemişler ve o güce sığınma arzusu ile bu olağan dışılıklar isteğinde ısrarcı olmuşlardır. Biz de sitemizde bir çok başlık altında peygamberlerin hayatları ile ilgili olarak aktardığımız kıssalarda, ayrıntıları ile yer verdiğimiz mucizevi anlatımların gerçeğini örneklerle okuyucularımızın önüne koymaya çalıştığımız gibi, örneğin Mümin Suresinin 78. ayetinde “ Ve andolsun ki Biz senin önünden nice elçiler gönderdik. Onlardan kimini sana anlattık, onlardan kimini de anlatmadık. Hiç bir elçi, Allah’ın izni olmaksızın bir ayet / alamet / gösterge / mucize getiremez. Artık Allah’ın emri gelince hak ile gerçekleştirilir. “ ifadeleriyle belirtilmesine, hiç bir peygamberin mucize göstermesinin mümkün olmayacağına rağmen her dönemde Peygamberlerin, bir el hareketiyle dağları yürütmesini, gökten suyu indirmesini, dağı altın yapmasını, gökten sofralar indirmesini isteyen insanlar olmuştur. Oysa Rabbimizin Adem peygamberden bu yana bütün peygamberlere indirdiği vahyi ve en sonunda da bizim peygamberimize indirdiği Kur’an, bu tür inançları ve din anlayışını reddetmekte ve mucize ve kehanet taleplerinin, geçmişte de, Peygamberimiz döneminde de reddedildiğini, Allah’ın yönetiminin ve ikna etmesinin yolunun bu olmadığını, Allah’tan başka hiç bir insanın mucize oluşturamayacağını, pek çok ayrıntılı ayetlerle bize anlatmaktadır.
Bugün bizim elimizde bulunan Kur’andan başka hiç bir peygambere indirilen vahyin, ne Suhuf’ların, ne Zebur’un, On Emir ayrıntılarından başka ne Tevrat’ın, ne de İncil’in orijinali insanlığın elinde yoktur. Bütün geçmiş dinler sonradan insan eliyle yazılmış örneğin Yahudiler Tekvin, Talmut adındaki kitaplarındaki anlatımlara, Hristiyanlar İsa peygamberin ölümünden sonra havarilerin veya bu konu ile ilgilenenlerin yazdığı Kanonik incillere göre inançlarını yaşamaktadırlar. Hatta ve hatta bizim elimizde orijinal olarak hiç eksiği olmayan, değiştirilememiş, Allah’ın insanlığa son vahyi olan gerçek kitabımız Kur’an olduğu halde, Müslüman olduğunu söyleyen ülkelerde ve bizim de ülkemizde bile Din, maalesef Kur’anın dışında insan eliyle yazılmış hadis ve rivayetlerle yaşanmaktadır.
Evrende Allah’ın yaratmasının ve yaşamın devamı için koyduğu kanunlar ve kurallar zinciri vardır. Sünnetullah olan bu zincirde, olaylar birbirinin peşi sıra oluşur. Bir olay diğerini, o olay da bir başka olayı meydana getirir. Evrende her olayın bir sebebi vardır. Sebep hasıl olunca sonuç da kaçınılmaz olur. Rabbimiz Kâinatı, Evreni, Dünyayı ve üzerindeki tüm cansız ve canlı varlıkları madde ve enerji olmak üzere iki kökenden yaratmış ve her varlık için de kodladığı sınırı, ölçüyü belirlemiştir. Hiç bir varlık bu ölçünün ve sınırın dışına çıkamaz. Yani insan eliyle durup dururken hiç bir cansız varlık canlı olamaz. Allah Kendi koymuş olduğu kuralları, verdiği hükmü, kıyamete kadar da değiştirmez. İnsanların anladığı gibi mucize, herhangi bir kişinin kendi hüneri değildir. Aslında mucize Allah’ın fiilleridir. Allah’ın oluşturmalarıdır. Mucize denilen olayları peygamberin zamanında yaratan ve gösteren Allah’ın bizzat Kendisidir. Tarih boyunca gelmiş peygamberlerin hayatındaki inanmayan müşriklere, depremle, yangınla, fırtına ve boranla, sel felaketi ile, gökten indirilen volkanik taşlarla verilen cezaların hepsi de Allah’ın mucizeleridir.
Değerli Kardeşim ! Gelelim sizin özellikle değindiğiniz Talmut ve Kitabı Mukaddeste Yahudilerin inancını oluşturmuş olan ve birçok versiyonla en ince ayrıntılarına kadar anlatılmış olan Musa Peygamberin asasının yılan olma veya olamama konusuna ! Yüce Rabbimiz Allah, Kur’anda peygamber kıssalarını anlatırken, daha kolay anlasınlar diye bilhassa o devirdeki efsane ve masal dinlemeye yatkın olan, dilden dile zaten insanlar arasında dolaşan mucizevi anlatımları düzeltmek, doğruya ve gerçeğe yöneltmek için özellikle Kur’anın ilk muhatapları olan Arap toplumunun kullandığı deyimleri, kültürleri, inançları ve onların ağzındaki ifade ile mecazi anlatım tekniklerini kullanmıştır. Ama yine de bu kıssalar, Yahudi kaynaklarının etkisinden kurtulamayan klasik yorumcuların kabulleriyle, bize intikal ettirilen yorumlarla, masal, hikâye, mucize kavramından öteye geçememiştir. Arap kültüründe neredeyse bütün sözcüklerin birden fazla karşılığı bulunmakta ve bilimin, teknolojinin ve iletişimin gelişmemiş olduğu dönemlerde, müfessirler de bunlardan hangisinin gerçek karşılık olması gerektiğinde zorlanmışlardır. Bundan dolayı da yüzlerce yıldır Kur’anın vermek istediği asıl mesajın farkına varılamamış, Yahudi kaynaklarının etkisiyle zamanımızın ünlü din adamları, İlâhiyatçı öğretim görevlileri tarafından dahi bugün doğru ve gerçekçi ayıklamalarla Kur’anın doğrularına ulaşılamamıştır, mucizelerin, masalların peşine düşülmüştür.
Musa Peygamberin elindeki asa ile ilgili ayrıntıyı Kur’anımızda Taha Suresinin 17. ayetinde “ Ve sağ elindeki nedir ey Musa ! 18 : Musa, “ O benim asamdır, ona dayanırım, onunla koyunlarıma yaprak silkelerim. Ve onda benim için başka yararlar da var “ dedi. 19 : Allah : “ Ey Musa ! onu bırak / çobanlığı bırak yerleşik hayata geç. 24 : Firavuna git, şüphesiz o azdı “ dedi. 20 : O da onu hemen bıraktı / yerleşik hayata geçti. Bir de ne görürsün ! Artık sağ elindeki ; Kendisine vahyedilen bir kitap, koşan bir candır. Sosyal hayatın kaynağıdır. ” İfadeleriyle başlayan paragrafta görmekteyiz.
Bu ayetler grubunda soru ile başlanması, mutlaka bir bilgi almak için değildir, zaten Allah, onun elinde ne tuttuğunu görmektedir ve bilmektedir. Soru Musa Peygamberin dikkatini asaya çekerek, kendisine verilecek göreve hazırlama amacına yöneliktir. Ayette sayılanların dışında “ onda benim için başka yararlar da var “ şeklindeki ifade ile asanın daha başka işler için de kullanıldığı anlatılmaya çalışılmıştır. Mesela, dağda bayırda çobanlık yapan bir kişi yiyecek içecek torbasını asasının ucunda taşır, bitki köklerini eşeler, su bulmak için toprağı kazar, sürüsünü güder, vahşi hayvanlara ve saldırganlara karşı bir silah olarak kullanır. Bundan dolayı asa üzerinde pek çok işlev toplanmıştır. Ancak Musa Peygamberin bu sözlerinden sonraki gelişmeler göstermektedir ki, artık çoban iken peygamber olan Musa’nın asasının çobanlıktaki görevleri bitmiştir. Yani artık asa, eski işleri için Musa’ya lazım değildir. Bundan sonra sağ elinde tutması gereken asa başka bir şeydir. Tüm batıl olan şeyler o şey ile yok edilecek ve insanların gerçekleri görmesi o şey ile sağlanacaktır. O şey de kullanması için sağ eline verilmiş olan, aslında belleğine nüfuz ettirilerek yerleştirilmiş Allah’ın vahyidir, ayetleridir ve Kitap Tevrat’tır. Elbette ki Kur’anın kısa anlatım tekniği ile bu ayette anlatılanlar hemen o anda arka arkaya oluşmuş gelişmeler, ayrıntılar değildir. Musa, Peygamber olarak görevlendirilmenin ardından bir başka peygamberin yanında eğitimden geçirilmek üzere bizim de sitemizde “ Hızır Kimdir “ konusu içerisinde yer verdiğimiz ayrıntılarla ailesinden ayrı olarak yolculuklar yaptırılacak, bu zaman zarfında birçok ayetle bilgilendirilerek donatılacak ve ondan sonra da Firavunun karşısına çıkarılacaktır.
Musa Peygamberin yirmi yıl süren kavmini Firavunun elinden kurtararak, özgürlüklerine kavuşturması mücadelesi Kur’anımızda bir çok değişik Sure içerisinde çok geniş olarak aktarılmıştır. Asanın bütün toplum önünde yılana dönüştürülmesi ayrıntıları da en geniş olarak Şuara Suresinin 18 ve 51. ayetleri arasındaki paragraflarda anlatılır. Ancak biz bu zeminde çok uzun olduğu için bütün bu ayetlere ve ayrıntılarına yer veremiyoruz. Sitemizde ise “ Musa Peygamberin Asası “ başlıklı yazımızda çok geniş açıklamalarda bulunduk. Bu anlatımlarda Firavun, din adamlarını, halkın gözünü boyayıp kandıran sihirbazlarını, kâhinlerini toplayarak, Musa’nın sahip olduğu vahiy bilgilerini etkisizleştirmek için yarışma düzenler. Aslında bu yarışmada Musa elindeki asasını değil, sahip olduğu ve Allah'ın eğitim ve vahiy ile kazandırdığı bilgileri ortaya atmıştır. Ancak bu karşılaşmada Firavunun din adamlarının ve sihirbazlarının Musa’nın ortaya koyduğu bilgileri çürütecek bilgilere sahip olmadıkları görülür. Bunun karşısında bu sihirbazlar ve kâhinler, Musa peygambere iman ettiklerini bildirirler. Bu ayetlerde sözü edilen ve ortaya atması istenen asası, Musa’nın iradesinde ve benliğindeki güç, Musa peygambere Allah tarafından verilen ayetlerdir, onun bilgi birikimleridir ve elinin altında ona yardımcı olmaya hazır olan ve elçi tayin edilen ve ifade yeteneği çok güçlü olan kardeşi Harun’dur. İşin aslı böyle iken rivayetlerle, masallarla sihirbazlara meydana yılanlar attırmışlar, Musa’nın asasını dev bir yılana dönüştürüp sihirbazların yılanlarını yutturmuşlardır. Tabii bu olayı bu yılanlarla anlatanlar ve bu olaya bu şekilde inananlar, Allah’ın yaratmadaki Sünnetinden, koyduğu fiziksel, biyolojik kanunlarından, her varlık için kodladığı fiziksel ve biyolojik sınır ve ölçülerden, Kur’an ayetlerinin gerçek vermek istediği mesaj ve anlatım tekniklerinden, bu kuralların, kanunların, Sünnetullah’ın kıyamete kadar Allah tarafından da asla değiştirilmeyeceğinden, Musa'nın da bir insan olduğundan, hiç bir peygambere mucize oluşturma yetkisinin verilmediğinden belli ki haberleri bulunmamaktadır.
Değerli Kardeşim ! Sitemizde yer verdiğimiz bu konudaki oldukça uzun ve kapsamlı olan yazılarımızı daha sakin, daha geniş bir zamanda düşünerek, ayrıntılarına dikkat ederek okursanız, mutlaka daha mutmain olabileceğiniz sonuçlara ulaşabileceğinize inanıyoruz. Allah’ın selamı, rahmeti ve Kur’anın doğruları sizinle olsun !....
Turhan T.
20-05-2021
Öncelikle soruma verdiğiniz yanıt için çok teşekkür ederim. Bana cevabınızı okudum ama soruma tam cevap bulamadım gibi. Bu yüzden sorumu biraz daha anlaşılır bir şekilde eklemeler yaparak tekrar sormak istiyorum. Kuran'da Hz Musa ile ilgili birçok ayet var. Bu ayetlerdeki mucizeler neredeyse birebir biçimde Tevrat'ta da var. Asanın yılana dönüşmesi, denizin yarılması, asa ile kayadan su çıkarilmasi bunlar neredeyse aynı şekilde aktarılmış tevratta. Bu tevrattaki saydığım mucizeleri sonradan eklenmiş uydurulmuş şeyler olarak mı görüyorsunuz? Yanlış tahmin etmiyorsam bunların sonradan eklenmiş uydurulmuş şeyler olmadığını düşünüyorsunuz çünkü bunlar aynı şekilde Kuran'da da geçiyor. Kuranda geçen bu ayetleri ilk okuyuşta mecaza vurmadan okuduğumuzda ortada gerçekten mucizevi şeylerden bahsedildiği gözüküyor. Ama biz mecaza vurup diyoruz ki bunlar muteşabih ayetlerdir Allah burada söz sanatlarını kullanmıştır diyoruz. O halde tevratta geçen aynı ayetleri okuduğumuzda bunlar kesin bir şekilde Allah'ın sözleridir çünkü aynı ayetler Kuran'da da geçmektedir diyip aynı mecaza vurma işlemini Tevrata da uygulamamız gerekmez mi? Eğer tevrattaki asa yılan hikayesini sonradan uydurulmuş eklenmiş bir hikaye olarak görüyorsanız Allah'ın asanın yılana dönüşme hikayesini direkt aynı şekilde Kur'an'a alması yani uydurulmuş sonradan eklenmiş bir hikayeyi kurana koymasındaki amacı nedir ? Ya da şu şekilde sorayım sorumu. Diyelim ki ben Allah'ın peygamberlere mucize verdiklerini ve Kurandaki asanın yılana dönüşmesi gibi ifadelerin gerçek olduğuna inanan biriyim. Size yanlış düşündüğünüzü Allah'ın bu ayetlerde gerçek anlamı kullandığını asanin gerçekten yılana dönüştüğünü kanıtlamak için Tevrattan ayet getirdim. Dedim ki bak kardeşim Tevratta bu ayetin birebir aynısı var Allah burada mecaz kullanmış olamaz çünkü tevratta açık anlamıyla asanın yılana dönüştüğü yazıyor. Bu sonradan eklenmiş uydurulmuş bir şey de olamaz çünkü Allah Kuran'da aynı ayeti yine aynı açıklıkla vermiş bu yüzden ayette mecaza gidilemez ne yazıyorsa o anlamda anlaşılmalıdır deseydim bana cevabınız ne olurdu? Çok uzun yazdım sizi sıkmış olabilirim bunun için özür dilerim ama bir sorum daha var :) İkinci sorum Hz İsanin beşikte konuşması ve çamurdan kuş yapıp canlandırması. Bu ayetleri de açıklayabiliyoruz mecaz olarak ya da tevil ederek. İşte mesela çok genç yaşta peygamber olmasından dolayı genç yaşta insanlara tebliğ yapması onlarla konuşması anlamını verebiliyoruz ya da Hakkı Yılmaz hocanın tefsirinde olduğu gibi yüksek mevki kelimesi kast edildiğini soyleyebiliyoruz. Çamurdan kuş meselesini de aynı şekilde mecaza vurabiliyoruz tevil edebiliyoruz. Buraya kadar her şey çok güzel. Ama sonrasinda İlk sorumdaki gibi bir sorun ortaya çıkıyor. Kanonik incillerde geçmese de apokrif incillerde (thomasin çocukluk incili) beşikte konuşma ve kuş yapıp canlandirma yine kurandaki ayetlere benzer biçimde orada da geçmekte. Şimdi burada geçen beşikte konuşma ve kuş yapıp canlandırma uydurma şeyler mi ? Uydurma ise yine ilk soruda sorduğum gibi uydurma şeylerin Kuran'da geçmesinin sebebi nedir? Bunları ilk anlamda anlamamiz gerekmiyor mu incildeki ve tevrattaki kullanılan anlamda . Ya da orada yazanları da Allah'ın sözü olarak almamız ve Allah'ın Tevrat ve İncilde de aslında mecaz anlamı kast ettiğini mi düşünmeliyiz? Aslında buraya yazdığım soruların hepsi tek bir soru. Özetlemek gerekirse Allah'ın Kuran'da aktardıgi peygamber kissalarindaki ilk okuyuşta anlasılan mucizelerin diğer yazılı, yine Allah'ın gönderdiği ama bozulmuş kitaplarda da geçmesi Kuran'da bu mucize ifadelerinin aslında gerçek anlamı kast ettiğini ispatlamaz mı? Benim bu soruyla ilgili kendimce iki cevabım var: 1) Allah Tevratta ve İncilde bazi peygamberlerin kissalarini mucizevi bir şekilde anlatmış bunların bir kısmına uydurulma sokulmus olabilir. Kuranla paralel giden birebir aynı olan (asanın yılana dönüşmesi, denizin yarılması vb) anlatımlar Allah'ın sözleridir bozulmayan ayetlerdir. Bu tevrattaki ve incildeki ayetler de Kuran'da olduğu gibi muteşabihdir, mecazdir. 2) Örneğin tevrattaki asanın yılana dönüşmesi hikayesi sonradan eklenmiş efsanedir uydurmadır. Allah o uydurma olan ifadeleri asanin yılana dönüşmesi, kayadan şu fışkırması hikayelerini kullanarak mecaz anlatımla gerçeği anlatmıştır .Örneğin asanin birikimi simgelemesi Hz Musa'nın firavunun sihirbazlarıni bir münazara yerinde Allah'ın vahyini ,birikimini kullanarak alt etmesi yaşanmış bir şeydir. Ama asa yılana dönüşmemiştir bu bir semboldür. Allah uydurulmus hikayeyi kullanarak aslında gerçek yaşanan olayı aktarmaktadır. Bu yazdıklarım hakkında yorumunuzu bekliyorum. Çok fazla soru sordum biliyorum. Ama kafamdaki soruları bitirmeden tatmin edici cevaplar almadan rahat edemiyorum. Dini meselelere kafamı çok fazla takıyorum. Buraya kadar okuduğunuz için çok teşekkür ederim vaktinizi aldığım için de çok özür dilerim. En kısa zamanda cevaplarsanız çok mutlu olurum.
Zeki Çelik.
21-05-2021
Değerli Kardeşim !
Sorunuzun karşılığını tam olarak alamadığınızı belirtiğiniz bir hayli kapsamlı yazınızla yeni ve başka konuları da eklediğiniz sorunuzla, oldukça araştırmaya, tahkik etmeye meyilli olan bir yapınız olduğu anlaşılmaktadır. Bu sorgulamalar, nedenleri, niçinleri, zamanları, zeminleri ile gözetilerek belli temellere oturtulduğunda ise değerli ve güzel bir şeydir. Tahkik etmek, araştırmak, sorgulamak elbetteki imanın tam oluşabilmesi için çok önemli bir ayrıntısı, doğruya ve gerçeğe ulaşmanın, öğrenmenin önde gelen ilk adımıdır. Ancak bunun için de aklın doğru bir şekilde kullanılması ve bir takım alt yapı bilgilerinin de önceden basamak basamak oluşturulması da çok önemli bir ayrıntıdır. Sizi tenzih ederim, eğer bu sorgulamalarda akıl tam anlamıyla devreye sokulamazsa, objektif olarak bazı bilgilerin doğru olduğundan emin olunarak etkisinden ve aşırı saplantısından kurtulamazsa, Allah, Kur'an, Peygamber gereği kadar anlaşılamamış, tanınamamış, yeterli alt yapı da oluşmamışsa, sorgulamalar havanda su dövmekten öteye geçemez.
Size öncelikle şunu tekrar hatırlatarak başlamak isterim ki ; Sizin yoğun bir şekilde etkisi altından kurtulamadığınızın anlaşıldığı Tevrat, Eski Ahit, Talmut, Tekvin, Levilerle anlatılanlar orijinal Tevrat, Hristiyanlarda da Yeni Ahit, orijinal İncil, Allah'ın gerçek vahiy anlatımları değildir. Rabbimiz de Kur'anımızda hiç bir ayette o eserlerdeki bütün önceki Peygamber kıssalarında anlatılanları onaylamamakta, o yanlışları bilhassa düzeltme amacıyla açıklamalarına yer vermektedir. Biz de İsa Peygamberin kıssasındaki kuşları ve ölüleri diriltilme inançlarına varıncaya kadar, az da olsa sitemizde yer verdiğimiz değişik peygamberlerin kıssalarındaki yanlış oluşmuş inançlar için ancak ana hatlarıyla açıklamalara yer vermeye çalıştık. Çünkü bizim makalelerimiz doğrudan doğruya bütün ayetlerin orijinallerindeki sözcüklerin anlamına ve ayrıntılarına kadar inilmesi gereken bir Tebyin ( Tefsirle yapılan açıklama ve ayrıntılarla gerçeğin öne çıkartılması ) değildir. Ama buna rağmen konuların hepsinin çok kapsamlı olmasından dolayı, yine de yazılarımız bir çok okuyucuyu sıkabilecek nitelikte ve bir hayli uzun olmak zorunda kaldı.
Değerli kardeşim ! Sorunuzun asıl başlangıcı olan Musa'nın Asası ile ilgili ayrıntının, kıssasında oluşmuş birçok yanlış anlamanın, asa ve yed ( kusursuz güç ) bembeyaz el, göğsünün açılması, Musa’nın dilinden düğümün çözülmesi, Harun’un vezirliği, fitnelendirdikçe fitnelendirme, Musa’nın annesine vahyedilmesi gibi birçok ayrıntının, Kur’an ayetlerinde kullanılan sözcüklerin Arap kültüründe o dönemde kullanılan karşılıklarının bütün ayrıntılarına girilerek çok genişçe ele alınması, ciltler dolusu kitaplarla, uzun sahifeler halinde açıklamaları gerektirmektedir. Bu zemin bütün bu çok uzun ayrıntılara girilmesi için uygun bir zemin değildir. Ancak yine de biz bu zeminde bütün yanlış anlamaların ve asanın yılan olduğu Taha Suresinin 20. ayetinin orijinalinde yer alan “ Hayye “ sözcüğünün birçok mealde ve özellikle Diyanet Çevirilerinde dahi “ yılan “ şeklinde çevrilmesine dayanmakta olduğu ayrıntılarına, mutmain olamadığınızı belirtmiş olduğunuzdan dolayı, sizin için yine de ana hatlarıyla değinmeye çalışalım. Bu sözcük Musa kıssasının doğru veya yanlış anlaşılmasında kilit sözcüklerden biri olmuştur. Hayat sözcüğünden gelen Hayye sözcüğü “ Bir kere yaşam “ demektir ve yaşamın değişik alanlarındaki aktarımları için Arap kültüründe yılan da dahil birçok anlamlarda da kullanılmaktadır.
* Yaşamında uzun ömürlü olmasından dolayı yılana da hayye denir. Allah'ın kıssa içinde Kur'anımızda yer verdiği Hayye sözcüğünün ayetlerin mealinde birçok müfessir tarafından doğrudan doğruya yılan olarak kabul edilmesi, Allah’ı yeterince tanımamak, Kur'anın anlatım tekniklerini tam olarak kavrayamamak, yaratmanın ve ardından sürdürülecek Evrendeki ve Kainattaki bütün hayatın devamı için konulmuş olan Fiziksel, Biyolojik kanunların, yaratılmanın kökeninde olan madde ve enerjinin ve Rabbimizin varlıklara, bir hücreli canlılara, atom ve molekildeki cansız varlıklara varıncaya kadar koyduğu kodlamanın ve sınırların bilinmediği anlamına gelir ki, zaten Kur’anın indirildiği zamanda ve ondan önceki zamanlarda da insanlar ve toplumlar bu bilgilerden tamamen yoksundurlar. Bütün olaylara hurafe ve doğa üstü güç kabulleriyle bakmaktadırlar. Hatta bugünün anlı şanlı ilâhiyatçıları, prof. unvanlı akademisyen öğretim görevlileri dahi bilim ve teknolojinin bugün geldiği noktayı tamamen görmemezlikten gelerek veya bilmeden dışında kalarak, hala onlar da o zamanın müfessirlerinin kabullerinin ötesine geçememektedirler.
* Gözü keskin olana “ O hayye’den, yılandan daha iyi görür “ derler.
* Hain, sinsi olana “ O hayye’den daha zalim “ derler.
* Kadın erkek uzun yaşayana “ O hayye’nin tekidir “ derler.
* Kişinin akıl, zekâ ve dehada zirvede olduğu dönemde “ O vadinin hayye’sidir “ denir.
* Ölü sönük yıldızlar arasında daha canlı görünen yıldız kümelerine de teşbihen hayye denir.
Dolayısıyla bu sözcüğün birinci derecede ve Allah'ın yaratma kanunlarına göre en yakın ve gerçekçi anlamı hayat ve canlılıktır. Yine ayetin orijinalindeki “ hayyetun tes’a “ ifadesinin Türkçedeki tam karşılığı da Yedi canlı deyimidir. Defalarca ölüm tehlikesiyle karşılaşmasına rağmen her defasında sağ olarak kurtulmak anlamına gelir. Bu ifade ve deyim aynı zamanda kişiler için kullanıldığı gibi, yılanlar ve dört ayak üzerine düştü deyimi ile de aynı anlamlara gelmek üzere kediler için de kullanılır.
Bu nedenlerle Taha Suresinin 20. ayeti bizim anlatımlarımızda “ O da asa’yı / çobanlığı / bıraktı. Yerleşik hayata geçti. Bir de ne görürsün ! Artık sağ elindeki / Kendisine vahyedilen Kitap, koşan bir candır / ruhtur / bilgidir / Sosyal hayatın kaynağıdır. “ şeklinde yer almaktadır. Bu ifadeler ilâhi Kitapların “ Ruh “ niteliğidir. Şura Suresinin 52. ayetinde “ İşte böylece Biz sana da Kendi emrimizden / işimizden olan ruhu / Kur’anı vahyettik. “ denildiğinden dolayı Kur’anın da bir adının “ Ruh / Can “ olduğu gibi Musa’nın sağ elindekinin / Kitabının adı da bize göre “ Ruh “ tur. Ama bu Ruh’un orijinali ve gerçeği bugün Yahudilerin elinde yoktur. Olayların gerçeği de Kur’anımızda anlatılarak o dönemde Mekke ve Medine’de yaşayan Yahudi ve Hristiyan inancındaki insanları da ikna etmek, yanlışlarından arındırarak doğruya yöneltmek için anlatılmaktadır. 20. ayetteki “ hayye “ sözcüğü doğrudan doğruya birçok müfessir tarafından yılan olarak kabul edilince, doğal olarak 21. ayetteki “ korkmak “ sözcüğü de “ yılandan korkmak “ olarak anlaşılmıştır. Halbuki buradaki korku Şura Suresinin 12. ayetinde “ Musa : “ Rabbim ! Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkarım. “ ifadeleriyle dile getirildiği gibi Musa’nın kendisine verilen görevden korkması ve kaçmasıdır. Dolayısıyla Rabbimiz bizlere Musa kıssasını aktarırken elbette ki kendi koyduğu hükmü, kanunları bozarak Asa'yı yılana dönüştürdüğü ifadeleri kullanmamıştır. Diğer peygamber kıssalarında kullandığı mecazi ifadelerin de kullanılan Arap kültüründeki sözcük ve deyimlerin de gerçek hayattan karşılıkları bulunmaktadır. Rabbimiz bize Kur'anımızda gerçek dışı hurafe, masal, mitolojik ve insanların uhdesinde olamayacak doğa üstü olayları anlatmaz. Siz ve elbetteki bütün insanlar Rabbimizin bahşettiği akıl nimetini kullanabilme ölçüsünde, irade ile verilen seçme özgürlüğünden dolayı da dilediğine inanmakta özgürdür. Hiç kimse de zorla başkalarını kendi görüşlerine inandırmak mecburiyetinde değildir. Allah'ın selamı, rahmeti ve Kur'anın doğruları sizinle olsun !...
Zeki Çelik.
21-05-2021
Değerli Kardeşim ! Sorularınızda oldukça kapsamlı ifadelerinizden dolayı bir yerlerden, değişik kaynaklardan oldukça geniş bilgilere sahip olabileceğinizi düşünüyoruz. Herhangi bir Cemaatin mensubu olup olmadığınızı da, Arapçasını veya anlamak üzere meallerini okuyup okumadığınızı da bilemeyiz, bizi de ilgilendirmez. Ancak size naçizane olarak Allah'tan başka peygamberler de dahil hiç kimse için Hazret sıfatını ve unvanını kullanmamanızı halisane önerebiliriz. Çünkü Hazret demek " Her zaman ve her yerde hazır olan " demektir. Bu sıfata Allah'tan başka yaratılmış olan hiç bir varlık ve kişi sahip değildir. Bu sıfatın ağız alışkanlıklarıyla kişilere ve peygamberlere de aktarılması Kur'anımızın bir çok ayette yaptığı uyarılara rağmen Allah'a ortak koşmak ve şirk günahına bulaşmak olur. Kur'anımız ile doğruya ulaşmak isteyen bütün kardeşlerimize iyi dileklerimiz ve saygı bizdendir !...