 
 Hocam toplumuzda sıklıkla Allah'ın hakkı üçtür denilmekte bir çok yapılacak şey de üç defa tekrarlanmaktadır. Benim sorum Üç sayısının önemi nedir. Bu inanç nereden çıkmıştır. Allah'ın hakkı neden üçtür. Bunu söylemek yanlış ve günah mıdır, yoksa doğru mudur. Dinimizde var mıdır ? Açıklar mısınız. Şimdiden teşekkür ederim.
 Zeki Çelik.  
   
   25-10-2025
 Zeki Çelik.  
   
   25-10-2025  
               Değerli Kardeşim ! Allah’ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun !
Ülkemizdeki insanlarımızın büyük çoğunluğunca hayatın akışı içerisinde değişik kademedeki yaşlarda önlerine çıkan başarısız olaylarda “ Allah’ın hakkı üçtür “ deyimi çok sıklıkla kullanılmakta, üç sayısının uğuruna ve kutsallığına çok fazla inanılmaktadır. Bu inanç bağlamında da Ekmek, Kur’an üç kez öpülür, namazda kullanılan tespih aletinin üç boğumda 33 lük dizilişi bulunur, Abdest alınırken üçer kere temizlikler yapılır, iyi şeyler olacaksa üç defa denemelerin içine girilir, bunun genelde üç adımda gerçekleşeceğine inanılmaktadır. Siz de toplumuzda çok kanıksanmış ve yaygınlaşmış olan bu kabul, inanç ve uygulama için doğru mudur, yanlış mıdır ? diye çok ilginç, güncel ve yerinde bir soru oluşturmuşsunuz.
Dini çevrelerce bu görüşü, inancı ve uygulamalarını doğru ve makul görenlerle, ama kesinlikle böyle bir şeyin uydurma, dinimizde olmayan, yanlış ve yersiz bir kabul olduğunu dile getirenler de bulunmaktadır.
Tarih boyunca inanç açısından yedi, kırk gibi sayılar ve özellikle üç sayısı da değişik toplumlarda değişik kabullerle kutsal addedilmiş, bu bağlamda örneğin antik Mısır’da “ İsis, Osiris, Horus “ Hinduizmde Tanrı üçlemesi yapılmış, Mitolojide şeytanın üç kere denize dalması, bir çok hikâyede üç kere sıvama, üç kere koklama,, devlet kuşunun üç kere başa konması, Tasavvufi ruhun üç derece olarak sınıflandırılması, Hristiyanlıkta “ Baba, Oğul ve kutsal ruh “ kabulü ile teslis inancının ortaya çıkması insanlar üzerinde bu tür inançların yerleşmesinde etken olmuştur.
Ehli Sünnet inancı içerisinde olanların bir kısmı “ dinde yeri yoktur “ deseler de, bir kısmı da Kur’andaki bazı ayet ifadelerini kendilerine göre yorumlayarak “ İlim, İrade ve Kudret “ olarak Allah’ın üç sıfatını ön plana çıkarmakta, bu sıfatların Allah’a ait olduğu bilinciyle yaşamanın önemine bağlayarak “ Allah’ın hakkı üçtür “ inancını kabullenerek açıklamakta, bir kısmı da “ Allah bilir, korur ve nasip eder “ özelliklerini ön plana çıkararak aslında Allah’ın zati altı, subuti sekiz sıfatları ve doksan dokuz ismi ile esmai hünsasının özelliklerini ve diğer sıfatlarını da görmemezlikten gelmiş olduklarından şirke girdiklerinin bile farkında olamamaktadır. Bir kısmı da bu inancı “ Ömer’in kavuğunu çalan bir hırsızla arasında geçen “ Sen bunu en az üç kere yapmışsındır “ diyaloğuna istinaden “ Peygamber şöyle buyurmuştur. “ Sizden öncekiler şu sebepten helâk oldular. Onlar şerefli bir kimse hırsızlık yaptığı zaman, hırsızı serbest bırakırlar, güçsüz bir kimse hırsızlık yapınca da ona ceza uygularlardı. ( Şevkani Neylü’l Evtar 8 / 131 ) hadisine bağlayarak dinimizde “ Allah’ın Hakkı Üçtür “ inancı vardır demektedir.
Kendileri Allah’ı Can, Canan, Mahbub ve sevgili yerine koyan ve şirke girdiklerinin bile farkında olmayan Tasavvuf Melamet İlmi Hal inancında olanlar da evet “ Allah’ın hakkı üçtür “ demekte, bunlardan biri fiilinde hakkını vermek / fiilinden soyunmak, Allah’a hakkı vermek, ikincisi Allah’ın sıfatlarını vermek, üçüncüsü de Kendine nispet ettiği vücudu Allah’a vermektir. Bu üç hakkı Allah’a teslim edemezse yaptığı her şey benliğinde kalmış olur diyerek bununla ilgili olarak da Ali İmran Sûresinin 71. ve Bakara Sûresinin 42. ayetinde “ Ve siz bile bile hakkı batıla karıştırmayınız, Hakkı / gerçeği gizlemeyiniz. “ ifadelerini de delil olarak göstermektedirler. Ama oysa bu ayetlerde Allah’ın hakkından söz edilmemekte, üç olduğuna dair herhangi bir ifade bulunmamakta, bizim bildiğimiz haktan / gerçekten söz edilmemekte Aslında “ Siz Kitabı değiştirmeye kalkmayın, başka dinleri gerçek olan İslam’a karıştırmayın “ denilmektedir.
Gelelim “ Allah’ın hakkı üçtür “ denilen inanç ve bu inançlar bağlamında yapılan uygulamalar için bizim görüşümüz nedir ? Tegabün Sûresinin 1 - 3. ayetlerinde " Göklerde ve yeryüzünde olan şeyler, Allah'ı her türlü noksanlıklardan arındırır. Mülk yalnızca O'nundur, tüm övgüler de sadece O'nadır. Ve O, her şeye en iyi güç yetirendir. O sizi oluşturandır. Artık kiminiz kâfir, kiminiz mümindir. Ve Allah yaptıklarınızı en iyi görendir. 3 : Allah gökleri ve yeri hak / gerçek ile oluşturdu ve sizi biçimlendirdi. Ve dönüş yalnızca O'nadır. " ifadeleriyle Allah Kendisini tanıtmakta, yine Araf Sûresinin 54. ayetinde “ Şüphesiz ki sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde / evrede oluşturan, sonra arşa istiva eden / en büyük taht üzerinde egemenlik kuran, gündüzü durmadan kovalayan gece ile bürüyen ve Güneş, Ay ve yıldızları emrine boyun eğmiş olarak yaratan Allah’tır. İyi biliniz ki oluşturma ve sistemler kurup yürütme sadece O’na özgüdür. Alemlerin Rabbi olan Allah, ne cömerttir. “ ifadeleriyle gökleri, yeri, tüm Evreni, Kâinatta ve yeryüzünde mevcut olan canlı ve cansız varlıkların hepsini bize göre her biri mucize olan bir ölçü, en mükemmel matematik ve mühendislik tasarımı ile yaratan, Bakara Sûresinin 284. ayetinde de “ Göklerde olan şeyler ve yeryüzünde olan şeyler Allah’ındır. “ denildiği gibi mülkün, yaratılmış ve verilmiş olan bütün nimetlerin yegâne sahibi olduğu, hamd etmenin / övgünün sadece O'na olacağı, bütün yaratılmışların sonunda O'na döneceği belirtilmektedir.
Kur’anda doğrudan doğruya Allah’ın hakkı veya kul hakkı diye bir kavram geçmez. Ama ona bakılırsa fıtraten doğada yaratılmış canlı cansız her şeyin, doğanın da, hayvanların da, bitkilerin de hakları vardır. Bu haklarla ilgili özel bir ayet de bulunmamakla beraber korunmalarına yönelik ise bir çok ayette yaşanmışlıklarla ve yaşanacaklarla ilgili uyarılar bulunmaktadır. Yukarıdaki ayetlerde gördüğümüz gibi Allah’ın ve bütün canlı, cansız yaratılmışların hakkı fıtrattan, Allah’ın yaratmasından ve oluşturmasından dolayı sorumlu veya sorumsuz, ölçülü veya ölçüsüz yaşanacak olaylar gereği ortaya çıkar. Lokman Sûresinin 27. ayetinde de “ Ve eğer şüphesiz yeryüzünde ağaçtan ne varsa kalem olsa, deniz de arkasından yedi deniz katılarak onun mürekkebi olsa, Allah’ın sözleri tükenmezdi. “ ifadeleriyle gördüğümüz gibi Allah, yeryüzünde ve gökyüzünde meydana gelen bütün oluşumları, yasaları, sınırsız ve çok çeşitle yarattıklarını insanların emrine vermiştir. İnsanın gördüğü görmediği nice nimetlerin Allah tarafından kendisi için önceden hazırlandığını ve bu sınırsız nimetlerle donatılmış ve içinde yaşayabileceği bir çevrenin cömertçe önüne serildiğinin bilinciyle ibret alarak görülmesi ve bu nedenle de Allah’ın hamd edilerek övülmesi gerekir. Doğada insanın dışında hiç bir şey kendisi için yaşamaz, nehirler kendi suyunu içmez, ağaçlar kendi meyvelerini yemez, Güneş kendisi için ısıtmaz, Ay kendisi için parlamaz, çiçekler kendisi için kokmaz, toprak ana kendisi için doğurmaz, rüzgar kendisi için esmez, bulutlar kendi yağmurlarından ıslanmaz, Allah’ın kanunu olan neden sonuç ilişkisine göre her şey birbiri için ve kısacası insana hizmet etmek için yaşar, ve oluşur. Bütün bunlar Allah’ın insana bahşettiği sınırsız nimetlerin bir kısmıdır. Ve insanlar bütün bu nimetler için Allah’a karşı borçludur. Bu nedenlerle Allah’ın hakkını üçle sınırlamak mümkün ve doğru da değildir. Üstelik de yanlıştır. Allah’ın örneksiz olarak yarattığı Kâinatın ve kullarının üzerindeki hakları sayılarla ifade edilemez, ayette de gördüğümüz gibi yazılıp bitirilemez. Hangi amaçla söylenmiş olsa da “ Allah’ın hakkı üçtür “ deyimini söylemek yanlıştır. Tabii ki bilinçsiz olarak sakıncalı bir anlam kastedilmediği takdirde söylenen bu deyimden dolayı kişi dinden çıkmış da olamaz. Ama ağız alışkanlığından ve gelenek baskısından arınarak söylememek de en doğrusu olacaktır. Kişiyi durup dururken şirke girmekten kurtaracaktır. Allah’ın selamı ve rahmeti ile Kur’anın doğruları sizinle olsun.