 
  Seyfi   C.  
  
 07-03-2025  
   80
 Seyfi   C.  
  
 07-03-2025  
   80
               Hocam Kehf suresinde mağaraya sığınarak uyuyan gençlerin 25. ayette mağarada 300 yıl uyudukları, orada kaldıkları ve sonra da uyandıkları anlatılmaktadır. Böyle bir şey olabilir mi ? Bu doğru mudur ?
 Zeki Çelik.  
   
   07-03-2025
 Zeki Çelik.  
   
   07-03-2025  
               Değerli Kardeşim ! Allah’ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun !
Kur’anımızda  da  yer  alan  Ashabı  Kehf,  mağara  halkı,  Yedi  Uyuyanlar  konusu   neredeyse  bütün  gelmiş  geçmiş  kültürlerde,  gerçekten  yaşanmış  bir  efsane,  mucize  olarak  inanılmış,  Peygamberimizin  vefatının  ardından  da  pek  çok  uydurma  rivayetle,  Klasik  ve  gelenekçi  Müslüman  yorumcularımızın  çevirilerinde  de  mucize  kabulü  ile  yaklaşılarak  ele  alınmıştır.  Siz  de  bu  bağlamda  Kehf  Sûresinin  25.  ayetinde  yer  alan  ve  bir  çok  mealde  de  olduğu  gibi,  Diyanet  Vakfınca  da “  Onlar  mağaralarında  üç  yüz  yıl  kaldılar.  Buna  dokuz  daha  eklediler. “  şeklindeki  ifadelere  de  dayandırarak  çok  haklı  ve  yerinde  bir  soru  oluşturmuşsunuz.  Elbette  ki  gerçekte  böyle  bir  şey  olmaz.
Bu konu ile ilgili olarak çok uzun olduğu için burada yer veremeyeceğimiz, Hristiyanlıkta da en eski versiyon, Mevdudi’nin nakil derlemesine göre Suriyeli bir Hristiyan Rahip olan ve kayıp bir Yunanca kaynaktan aldığını söyleyen Suruçlu James’e ( Yakup’a ) aittir. James “ mağarada uyuyanların “ ölümünden birkaç yıl sonra M.S. 452 de veya o sıralarda doğmuştur. Bu olayı geniş şekilde açıklayan kitabe de, James tarafından M.S. 474 de veya o sıralarda kaleme alınmıştır. Bu Süryani kaynağı, ilk Müslüman müfessirlerin eline geçmiş ve İbni Cerir tefsirinde yayınlanmıştır. Diğer taraftan aynı kaynak batıya da ulaşmış, Yunanca, Latince tercümeleri yayınlanmıştır.
Yedi Uyuyanlar Mağarası ile ilgili Ashabı Kehf konusu içerisinde yer alan anlatımlardan sorunuza muhatap olan 25. ayetteki 300 yıl uyudukları konusu, Kehf Sûresinin 9. ayetiyle beraber “ Yoksa sen, Ashabı Kehf / mağara ehlini ve Ashabı Rakim’i / yazıt ehlini şaşılacak ayetlerimizden / alametlerimizden / göstergelerimizden / mucizelerimizden olduklarını mı sandın. “ ifadeleriyle başlamakta, aslında halk arasında dolaşan ve ele alınan konunun, böyle bir mucizevi olayın olmadığı dile getirilmektedir. Ardından gelen ayetlerin metninden, anlatım bütünlüğünden anlaşılacağı üzere bize göre Sûrenin bu bölümlerinde, özellikle Ahiret gününe inanmayan müşrikler için, Kur’anın indiği döneme göre henüz gerçekleşmemiş, ondan asırlar sonra gerçekleşebilecek olan ve Ahiretin, dirilmenin kesin varlığını, laboratuvar çalışmalarıyla bilimsel olarak ortaya koyabilecek kişilere ve olaylara temsili ve metafor anlatımlarla değinilmektedir. Biz de bu ayrıntılara sitemizde “ Yedi Uyuyanlar Mağarası “ başlıklı makalemizde geniş olarak değindik. Çünkü Kur’an hikâye, masal, efsane ve Allah’ın koyduğu yasaların dışında gerçek olmayan bir olayı anlatmaz. Özellikle de insanların sahip oldukları ve inandıkları yanlış inançları düzeltmeye yönelik, vermek istediği mesajı da o günkü Arap toplumunun bildiği, inandığı konuları, onların kullandığı sözcük kalıplarına ve deyimlerine göre uygun bir anlatımla anlatır.
Oysa  üç  yüz  yıl  bir  mağara  içerisinde  yemeden,  içmeden  uyuyan  insanların  tekrar  hayata  dönmeleri,  Allah’ın  öncelikle  canlılar  ve  insanlar  için  oluşturduğu  biyoloji  kanunlarına,  bütün  yaratma,  Kâinatı,  Evreni  ve  Dünya  üzerindeki  bütün  olayları  yönetmek  için  oluşturduğu  kanunlarına,  kurallarına,  hükümlerine  ve  Sünnetullah’a  aykırıdır.  Allah,  kıyamete  kadar  hiç  bir  nedenle  kendi  koyduğu  kuralları  ve  hükmünü  değiştirmez. Evrene,  Kâinata,  Dünyamıza,  yaratılmış  olanların  mükemmelliğine,  çokluğuna,  zenginliğine  ve  biz  insanların  bedenindeki  mükemmel  donanıma  ve  tasarıma  baktığımız  zaman  bunların  hepsi  zaten  Allah'ın  mucizeleridir.  Bundan  dolayı  Allah'ın  mucize  ile  kudret  göstermeye  ihtiyacı  yoktur.  Buna  rağmen  böyle  bir  olayın  Kur’anda  anlatımı  ile  ilgili   söz  konusu  ayetin  Diyanet  Vakfınca  da,  bir  çok  yorumcu  tarafından  da  yapılan  çevirisine  rağmen ;  Bizim  anlayışımıza  göre  ve  paragraf  bütünlüğü  de  göz  önüne  alındığında  Kehf  Sûresinin  22 – 26.  ayetlerine  bakacak  olursak,   “ Onlar  üç  kişidir,  dördüncüleri  de  köpekleridir. “  diyecekler,  onlar  ıssız  alanı  taşlamak  olarak  /  kafadan  atmak  olarak  “ beş  kişidirler,  altıncıları  da  köpekleridir  “ diyecekler, “ onlar  yedi  kişidir,  sekizincisi  de  köpekleridir. “  ve  onlar  “ onların  o  büyük  mağaralarında  üç  yüz  yıl  kaldılar. “  derler.  Ve  dokuza   arttırdılar.  De  ki  :  “ Onların  sayılarını  Rabbim  daha  iyi  bilir.  “ Onları  ancak  pek  az  kimse  bilir.  Bu  sebeple  onlar  hakkında  ortada  olan  şeyden  başkası  ile  bir  münakaşaya  girişme  ve  bunlar  hakkında   onlardan  kimseye  de  bir  şey  sorma !  Ve  hiçbir  şey  için  “ Allah’ın  dilemesi  dışında  şüphesiz  ben  onu  yarın  yapacağım  “  deme.  Ve  terk  ettiğin  vakit   Allah’ı  an  ve  “  umarım  Rabbim  beni  doğruya  bundan  daha  yakın  olana  eriştirir. ”  De. “  şeklinde  olabilir.
Ayetlerin orijinal lafızlarına bakıldığında doğrudan doğruya mağarada uyuyan gençlerin “ üç yüz yıl “ kaldığı değil, “ derler, diyecekler “ ifadeleriyle bu konuda yorum yapanların farklı farklı görüşlerinin olduğu ve değişik spekülasyonların yapıldığı belirtilmektedir. Bu ayet grubunda, aslında ölü bedenler üzerinde laboratuvar çalışmaları yapmakta olan Kehf ashabının / Mağara arkadaşlarının kendi aralarında, Ashabı Rakim / Kitabe, Yazıt arkadaşlarının elde ettiği bulgular hakkındaki fikir teatileri dile getirilmiştir. Bu konuşmalardan, söz konusu kişilerden kimisinde dört, kimisinde beş, kimisinde de altı farklı kişinin bellek hücresi olduğu, bu hücrelerde bir köpekle ilgili bilgilerin de bulunduğu, söz konusu hücrelerin üç yüz yıl evveline ait olduğu, hatta bir kişideki emanet belleklerinin sayısının dokuza çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Daha sonra da Rabbimizin “ Allah’ın dilemesi dışında şüphesiz ben yarın onu yapacağım deme “ ifadesiyle ihtarı dile getirilmektedir. Bu ihtardan, bir Peygamberin / Elçinin din konusunda ya da herhangi bir limsenin kendiliğinden ve canının istediği zaman bir işi yapmasının ve bir söz söylemesinin söz konusu olmayacağı anlaşılmaktadır. Her şey Allah’ın dilemesine ( iradesine ) bağlıdır. Ayetteki “ Bu sebeple onlar hakkında zahir olan şeyden başkası ile bir münakaşaya girişme ve bunlar hakkında onlardan kimseye de bir şey sorma “ ifadesiyle Müşriklerin peygamberimize soracakları saçma sapan sorulara karşı da, ciddi meselelerde de tahminle hüküm verilmemesi istenmektedir. Bir olayın bilgiye esas olması için çok kesin kanıtların olması gerekmektedir. Doğru olanı, kesin kanıtı olmayan şeylerin Allah’a havale edilmesidir.
Yedi uyuyanlar ile ilgili bütün kültürlerde mevcut olan bu anlatım ve inançlar, dilden dile, kültürden kültüre dolaşarak şekillenmiş, masala dönüşmüş bir rivayet ve gerçek dışı bir hikâye olmuştur. Yukarıda da belirttiğimiz gibi gerçekten yedi yıl uyuyan bedenlerin sağ kalması mümkün değildir. Ölmüş olan bedenlerin ise, yıllar sonra tekrar canlanarak dünya üzerinde yaşamaya devam etmesi de, Sünnetullah'a, Allah'ın koyduğu bütün hükümlerine kurallara ve kanunlarına aykırıdır. Bu müteşabih ayetlerle ilgili olarak bizim yapabileceğimiz tek şey, bütün bu soruların kesin delilini Allah’a havale etmek, zamana bırakmak, illaki bu budur dememek, kesin delili olmayan konularda iddialı olup tartışmamak, bu gibi kıssalardan alabildiğimiz mesajlara odaklanmaktır.
Bunun yanı sıra şunu bilmeliyiz ki, Allah masal, menkıbe, efsane, hikâye, doğa üstü olayları anlatmaz. Allah’ın yarattığı her şey, oluşturduğu her olay, bizim için zaten mucizedir, amma hepsinin oluşumunda Allah’ın hükmü, kanunları, bunlar ve canlılar için koyduğu biyolojik ölçülerin sınırı, değişmez sünneti vardır. Kur'anda da bir çok ayette ölenlerin bir daha geri dünya hayatına dönmeyecekleri açık ve net olarak belirtilmektedir. Kıssalar da mutlaka gerçek hayatla ilgili mesajlarına uygun anlatımlarla dile getirilir. Önce ölümü, sonra hayatı yaratan Rabbimiz, yaşanan hayat boyunca bütün canlılara belli süreli bir ömür vererek hükmetmektedir, onların nerede, ne zaman, neler yapacaklarını bilmektedir, yaşanan hayatların sonunda her canlı için ölüm vardır. Ama ölüm, o canlıyı oluşturan maddelerin mutlak sonu değildir. Allah’ın yarattığı her şey, en küçük zerresine kadar varlığını ( atom, molekül, bileşik olarak ) farklı bir şekilde sürdürmektedir. Bundan dolayı da bilim adamlarının ortaya koyduğu gibi Evrenin entropisi ( Toplam enerji, toplam kütlesi ve maddeden maddeye değişimindeki toplam düzensizlik ) kıyamete kadar sabit kalacaktır. Kıyametle bozulacaktır. Kıyamet’ten sonra ancak ölmüş olan her canlı / her öz benlik / her ruh ise tekrar dirilecektir, dünyadaki yaşamının hesabı Ahirette sorulacaktır. Allah’ın selamı, rahmeti ve Kur’anın doğruları sizinle olsun !....