Selâmün aleyküm namazda arapça okuduğumuz sure, dua ve tesbihlerin ana dilimizdeki manalarını düşünerek mi kılmalıyız nasıl bir yol izlemem lazım namazda arapça okuyorum ama na dilimizdeki manalarını namazda düşünemiyorum ve namazda aklım başka yerlerde , hocam nasıl bir yol izlemem gerekiyor,hocam yardımcı olursanız memnun olurum.
Zeki Çelik.
04-11-2019
Değerli Kardeşim ! Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun !
Namaz ile ilgili olarak yöneltmiş olduğunuz sorunuzun cevabının ve bu konudaki bilgilerle inancın netliğe kavuşması için önce Namazın bir dua mı ? Yoksa Allah’a Kendisinin bize yöneltmiş olduğu uyarıların, öğütlerin Arapçasını üstelik de kendimiz hiç bir şey anlamadan aynen gerisin geriye okumakla adeta din dersi anlayışıyla O’na yöneltmek mi ? olması gerektiğinin net bir şekilde ortaya konulması gerekir. Namaz sözcüğü bize orta Asya’dan göç yolları ile İran üzerinden, Farsçadan, İran’daki Perslerin dilinden geçmiştir. Sözcük anlamı, eğilerek saygı ile istemek, yalvarmak demektir. Dua anlamına gelmektedir. Kur’anda namaz sözcüğü geçmez, aslında doğrudan doğruya namaz anlamına gelmeyen “ salat “ sözcüğü maalesef bir çok mealde yanlış bir şekilde doğrudan doğruya namaz olarak Türkçeye çevrilmiştir. Oysa Yüce Kitabımız Kur’anda Araf Suresinin 55. ayetinde de, bizim namaz dediğimiz ibadet şeklinin Tazarrulu Dua ifadesi ile nasıl yapılması gerektiği ana hatları ile açıklanarak, bir dua olduğu belirtilmektedir.
ARAF 55 :
Uddu Rabbekum tazarruen ve hufyeten innehu layuhibbul mu’tediyn
Rabbinize alçak gönüllülükle ( alçala alçala ) ( zillet zinciri oluşturarak ) gizliden veya açıkça dua edin. O haddi aşanları sevmez.
Adına ister namaz diyelim, ister Tazarrulu dua diyelim, bu ibadetin, Allah’a gösterilecek bu kulluğun, nasıl olacağı Kur’anda pek çok ayetle bize bildirilmiştir. Rabbimize yönelerek, huzurunda tevazu göstererek, zillet zinciri oluşturarak, tazim ile huzurunda dikilerek, boyun bükerek, rüku ederek, yere kapanıp secde ederek beden dilimizle anlatabileceklerimizin, bu esnada Allah’a yapacağımız yakarmalarımızın bütün ayrıntıları bize Kur’an ayetleri ile öğretilmektedir. 200 civarındaki dua ayetleriyle de gösterilmektedir.
Fakat bugün hadis ve rivayetlere göre namaz kıldırılan Müslümanlar gerek Camilerde, gerekse de bireysel namazlarında mutlaka Kur’andan Surelerin veya ayetlerin Arapça okunması gerektiğine inanmaktadırlar. O nedenle Müslümanlar zor da olsa birkaç Sureyi ezberlemeye ve tam telaffuz edemeseler de anlamını bilmeseler de namazlarında, Allah’a nelerin söylendiğinin farkında olunmadan ayetleri Arapça olarak okumaya çalışmaktadırlar. Aslında bu şekildeki bir uygulama ile namaz dua olmaktan, yakarmaktan çıkarılmakta, din dersine dönüştürülmektedir. Üstelik de Arapçada ağızdan çıkacak farklı telaffuz, söylenmek istenen anlamı da değiştirebilmekte, Türkçede “ çık, çek, çok “ sözcüklerinde olduğu gibi, yanlış söylemlere neden olabilmekte, Arapçada da farklı anlamlara dönüşmektedir.
Namaz kılarken asıl amacımız dua etmek, önce Rabbimizi güzel isimleriyle yücelterek tesbih ettikten sonra O’na isteklerimizi, sıkıntılarımızı, dertlerimizi anlatarak yardım istemek, yakarmak, bize iyilikler bağışlamasını dilemekle gönlümüzü açmak, Rabbimizle konuşmak iken, Arapça olarak Kur’an ayetlerini veya herhangi bir namaz Suresi denilen Sureyi okumak, anlamını da bilmediğimiz zaman, mantıksızlığa, düşüncesizliğe ve hatta küfre de sebebiyet verilebilmektedir. Çünkü bütün Kur’an ayetlerinin mesajının doğrudan doğruya muhatabı bizleriz. Kur’anı indiren, bize dinimizi öğreten, uyarılarda bulunan ve Kur’anın sahibi zaten Allah’tır. Bizim namaz içerisinde Kur’an ayetlerini aynen okumamızın amacı nedir ? Allah’a Kur’anı mı öğretmek istiyoruz ? Biz Allah’a dinini mi öğretmek istiyoruz ? Namaz kılarken din dersinde miyiz ? Bizim Kur’an okumamıza Allah’ın ihtiyacı var mıdır ? sorularını kendimize sormamız düşünmemiz gerekir. O nedenle namazda ille de Kur’an ayetleri ve Arapça bir şeyler okunmak isteniyorsa, bu garabetten kurtulmak için Kur’anın içinde bulunan 200 civarındaki dua formundaki ayetler seçilmeli ve anlamları da bilinerek ve düşünülerek okunmalıdır.
Kur’anda Hücurat Suresinin 16. ayetinde “ De ki : “ Siz dininizi Allah’a mı öğretiyorsunuz ? Oysa Allah, göklerde olanları da, yerde olanları da bilir. “ Ve Allah her şeyi çok iyi bilir. “ ifadeleriyle belirtildiği gibi, Namaz, Allah’a Kendi ayetlerini aynen doğrudan doğruya Kendisine yöneltmek, O’na bir takım bilgileri hatırlatarak dinini öğretmek değildir. Bilakis önünde tazim ile eğildiğimiz, huzurunda bir hiç olduğumuzu vücut dilimizle gösterdiğimiz, zihin ve bütün benliğimiz ile yapmamız gereken, Allah’a yakınlaşma, O’nunla içten gelerek beraber olabilmemizin iletişim aracıdır, Rabbimizle gönlümüzü açarak öz yakarışlarımızı dile getirdiğimiz bir konuşmadır ve duadır. Ağzımızdan çıkanı bilip bilmediğimiz, çok kıymetlimizin huzurunda olduğumuzun farkında olup olmadığımız, Yüce Rabbimizin randevusuna icap ettiğimizin bilincinde olup olmadığımız, yarım yamalak ağzımızdan çıkan bir Arapça okumak ile, söylediklerimizin neler olduğunun bilinmediği bir namazın doğru adrese gittiğini acaba düşünebilir miyiz ? Aksi halde ne söylediğimizi bilmediğimiz Arapça okunan namaz Sureleri ile Allah’ın biz insanlara öğüt ve uyarı olsun diye yönelttiği ayetleri, namaz esnasında huzurunda divan durduğumuz Rabbimize aynen gerisin geriye yönelterek okumak küfür olur, şirk olur. Üstelik İbrahim Suresinin 4. ayetinde “ Ve Biz onlara açıkça ortaya koysun diye, her Peygamberi yalnız kendi toplumunun diliyle gönderdik. “ ifadeleriyle belirtildiği gibi Adem Peygamberden itibaren Arapça değil, kendi dilleri ile konuşan ve Allah’a yakaran bütün Peygamberlere ve onların nesillerine de namaz emredilmiştir. Namazlarını kendi dilleriyle kılmışlardır. Bu nedenle Arap olmayan bütün toplumların da, namazlarını kendi dilleriyle Allah'a seslenerek ve O'nunla samimi olarak konuşarak yerine getirmelidirler.
Namaz, Yüce Rabbimizin huzurunda gönlümüzü açarak, bütün acizliğimizi göstererek, elimizi bağlayıp, boynumuzu büküp kıyam ederek, anlamını bilerek ve düşünerek Arapça da olsa Sübhaneke duasını okurken O’nunla selamlaştığımız, tesbih ederek her türlü noksanlıklardan arınık olduğunu dile getirdiğimiz, Fatiha Suresini de yine anlamını bilerek ve düşünerek Arapça okuyarak da olsa O’nun bağışlayıcılığını, merhametlilerin en merhametlisi olduğunu, alemlerin efendisi olarak bütün mevcudatı çekip çevirdiğini, programlayıp yönettiğini dile getirip, hesap ve din gününün sahibi olduğunu tasdik ederek sadece Kendisine kulluk edeceğimizi ve sadece Kendisinden yardım dileyeceğimizi belirterek sözleştiğimiz, bize nimetini verdiklerinin yolu olan dosdoğru yolu göstermesi dileğinde ve isteğinde bulunduğumuzu belirttiğimiz, kıyamda kendi dilimizde söyleyeceğimiz isteklerimiz ve düşüncelerimizle dertleştiğimiz, konuştuğumuz, sıkıntılarımızı anlatmamız, O’ndan yalvararak yardım talep etmemiz gereken bir duadır. Rüku ve secdelerimizle O’nun önünden başka hiç bir kulun önünde eğilmeyeceğimizi, boyun büküp önünde yere kapanmayacağımızı dile getirmektir. Bu duyguların ve düşüncelerin içerisinde yoğunlaşabilenlerin, O merhametlilerin merhametlisi Rahman ve Rahim olanın önünde yüreklerinin ürpermemesi mümkün değildir. Peki bugün yüzyıllardır kıldırılan ve kılınan namazlarda yapılan Arapça okumalarla acaba kaç kişi namazı ile asıl olan bütünleşmeyi, coşku ile ürpermeyi, huşu ve hudu ile tamamlanmış bir namazı yakalayabilmektedir. Nisa Suresinin 43. ayetinde “ ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın “ denilmektedir. Öyleyse namaz kılan her kes ağzından neyin çıktığını bilecektir. Arapça da okusa okuduklarının anlamını bilmek ve düşünerek okumak zorundadır. Herkes sadece yatıp kalkmaktan ibaret olan bir namazın kendisine pek yarar sağlamayacağının bilincine varmalıdır. Üstelik de Rabbimiz Maun Suresinin 4 - 5. ayetlerinde “ Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki onlar gösteriş içindedirler “ diyerek namaz konusunda biz namaz kılanlara çok çarpıcı bir mesaj vermektedir. Beğenmediği namazların olabileceğini dile getirmektedir.
Kılınan namazlarda, Kur’anın ve namazın ruhuna aykırı olarak, insanlara zorla ne söylediğini bilmediği Arapça Kur’an ayetleri ve Sureler okutulmazsa ve insanlar bir kere olsun Rablerine kendi dillerinden anlayarak dua edip niyaz ederlerse, aslında bu güne kadar içinde bulundukları garabetin farkına varacaklar ve gerçek hudu, huşu ve ürperme ile dosdoğru namazı işte o zaman yakalayabileceklerdir.
Değerli kardeşim ! Bir çok Kur’an ayetlerinin verdiği gerçek mesaj ve uyarılarından dolayı, namazınızda kıyamda iken Fatiha Suresinden sonra örneğin Kevser, İhlas, Felak, Nas, Kureyş, İnşirah, Kafirun, Kadr, Asr, Maun, Fil, Tebbet gibi namaz Suresi denilen Surelerin Arapçasını anlamlarını bilerek ve düşünerek okusanız dahi küfür ve şirk sorumluluğundan kurtulamazsınız gibi görünmektedir. Çünkü bu Surelerin hepsinde biz insanlara yöneltilen uyarı ve öğütler bulunmaktadır. Fatiha Suresi duaların ve namazda Allah’la yapılacak konuşmaların en mükemmelidir. Anlamını da bilerek ve düşünülerek namazda Arapçasının okunmasının hiç bir sakıncası yoktur. Fakat ondan sonra ya Kur’anda dua formundaki ayetleri seçerek anlamlarını da bilerek ve düşünerek Arapçasını okumalısınız veya kendi durumunuza göre içinde bulunduğunuz sıkıntılarınızı, isteklerinizi, yakarmanızı, kendi dilinizle Allah’a hem kıyamda iken hem de kade oturuşunda iken dile getirmelisiniz. Kade oturuşunda anlamını bilerek ve düşünülerek okunan “ Rabbena atina ve Rabbi firli “ duaları ile Müminun Suresinin 109. ayeti içerisinde bulunan “ Rabbena amenna “ ile başlayan duaları da Arapça okunduğu halde Allah’la güzel ve doğru bir konuşma olur. Ardından samimi ve çekinmeden her sıkıntınızı kendi dilinizden dile getirebilirsiniz, yardım ve iyilik isteyebilirsiniz. Örneğin kıyamda iken Fatiha Suresinden sonra Felak ve Nas Surelerinin başında bulunan “ Kul “ ( de ki ) sözcüğünü kaldırarak ve o sözü söylemeden “ Euzu “ diyerek başlayıp bu Surelerin anlamını da bilerek Arapçasını da okusanız, dua formuna dönüştürmüş, Surelerin içindeki her türlü kötülüklerden Allah’a sığındığınızı belirtmiş, güzel bir dua ile Allah’la konuşmuş olursunuz. Kade oturuşunun sonunda selam verme ile aslında namaz sona erer. Eğer ardından " Sübhanallahu velhamdulillahi vela ilahe illallahu vahdehullahu şerikeleh lehul mülkü velehül hamdü ve hüveala külli şeyin kadir. Sübhane rabbiyel aliyil alelvehhab " ifadeleriyle tesbihata devam edilecekse de bu söylenilenlerin anlamının bilinmesi ve düşünülmesi gerekir. Öte yandan bu ifadelerin ardından namazın sonunda Camilerde komutla bir takım uydurma rivayetlerle oluşturulmuş tespih çekme diye bir tesbih etme ibadet rüknü Kur’anda yoktur. Sonradan dine sokulan bir Bidattır. Zaten bir kere Elhamdülillah veya Sübhanallah demek de Allah’ı tesbih ederek yüceltmek ve O’nun her türlü noksanlıklardan arınık olduğunu bütün mülkün sahibi olduğunu, şerikinin ve ortağının olmadığını dile getirmektir ve tasdik etmektir. ( Sitemizde bu konularda daha geniş ve ayrıntılı bilgileri, Kur’andaki dua formunda olan bazı ayet örneklerini “ Kur’anda Dua ve Namaz “ “ Namaz Allah’la Konuşmaktır “ “ İlk Tebliğ Fatiha Suresi “ başlıklı yazılarımızda bulabilirsiniz. ) Değerli kardeşim ! Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi ve Kur’anın doğruları ile huşu ve hudu’ya ulaşabilmiş Allah katında makbul namazınız sizinle olsun !....